Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@aytengul

Yorum istiyorum.

Yorum okuamak istiyorummmmmmm.

 

 

**Arzela Çakıl**, yetimhanenin uzun koridorlarında yankılanan ayak sseslersesleenin odasına doğru ilerliyordu. Kapıyı umursamazca ittiğinde odadaki herkesin bakışları ona çevrildi. Yüzünde tanıdık bir ifadeyle, umursamaz ve kayıtsız bir tavırla içeri girdi. Masanın karşısında oturan ailesi - annesi, babası ve iki küçük ikiz kardeşi - gözlerini ona dikmiş, ne söyleyeceklerini bilemez haldeydi.

 

Annesi, titrek bir sesle konuşmaya başladı. “Arzela, canım, nasılsın? Seni almaya geldik…”

 

 

Arzela, gözlerini hafifçe devirdi ve annesinin yüzüne bakmadan konuştu, “Nasıldırsa öyleyim. Beni almaya mı geldiniz? Hadi ama, gerçekten mi?”

 

Babası söze girmeye çalıştı, “Arzela, artık eve dönmelisin. İkizler seni çok özledi.”

 

Arzela, ikizlere doğru kısa bir bakış attı. Çocukların ürkmüş bakışlarını fark edince dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Beni mi özlediler? İlginç… Daha önce neredeydiniz, peki?”

 

Odada kısa bir sessizlik oldu. Küçük kardeşlerden biri, Arzela’ya doğru çekingen bir adım attı, ama onun sert bakışı karşısında geri adım atmak zorunda kaldı.

 

Annesi, gözyaşlarına hakim olamayarak, “Biz seni bırakmadık, Arzela. Zor zamanlar geçirdik… Ama şimdi her şeyi düzeltmek istiyoruz.”

 

Arzela, annesine doğru eğilerek soğuk bir ses tonuyla, “Düzeltmek mi? Ne düzeltmeyi düşünüyorsunuz? Buradaki hayatımı mı, yoksa beni mi? Size kimse, Arzela Çakıl’ın düzeltilmeye ihtiyacı olmadığını söylemedi mi?” dedi.

 

Babası, kontrolü kaybetmemek için derin bir nefes aldı. “Arzela, bu tavrınla hiçbir yere varamazsın. Biz senin aileniz, seni seviyoruz.”

 

Arzela, yüzünde beliren küçümseyici ifadeyle ayağa kalktı. “Aile mi? Sevgi mi? Bu kelimeler size tanıdık gelebilir ama benim için bir anlam ifade etmiyor.”

Arzela, kapıyı kapatmak üzereyken bir an duraksadı ve başını hafifçe geri çevirdi. Gözleri, odadaki üçlüye soğuk bir bakışla kilitlendi. Sesinde küçümsemenin izleri vardı.

 

“Kaç sene sonra ne ailesi?” dedi, alaycı bir tonla. “Şimdi mi aklınız başınıza geldi? Onca yıl neredeydiniz, hı? Beni burada çürümeye terk ederken mi aileniz olduğunuzu hatırladınız?”

 

Annesi, çaresizce bir adım attı, ama Arzela’nın gözlerindeki soğuk ifade onu geri çekilmeye zorladı.

 

“Artık çok geç,” dedi Arzela, sesinde yılların biriktirdiği acının izi vardı. “Beni burada unutmuşken, şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? İyi olacağımı mı sandınız? Arzela Çakıl’ın bir ailesi yok. Hiç olmadı.”

 

Sonra tekrar kapıyı çarparak odadan çıktı, geride çaresizce ona ulaşmaya çalışan, ama başarısız olan bir aile bıraktı.Geride bıraktığı aile üyeleri, onun ardında yankılanan ayak sesleriyle sessizliğe gömüldüler. Arzela Çakıl, kimsenin düzeltemeyeceği, değiştirilemeyecek bir fırtınaydı ve bu fırtına henüz dinmemişti.Koridorun sonunda duraksadı, onların hızlı adımlarını duyduğunda içindeki öfke iyice kabardı. Bir an durup arkasına bakmak zorunda kaldı, annesinin nefes nefese ona yetiştiğini fark etti.“Arzela, bekle!” diye seslendi annesi, sesi hıçkırıklarla doluydu. Yanına vardığında gözleri kızına dikildi. “Hayatın tehlikedeydi, kızım. Sen bizim ilk yavrumuzdun… Sürünün ilk ve tek alfasıydın. Seni düşmanların içinde yetiştiremedim. O yüzden buraya bırakmak zorunda kaldım…”Arzela, gözlerini kısarak annesine baktı. “Alfa mı? Düşmanlar mı? Bunları şimdi mi söylemeye karar verdin? Onca yıl beni burada bırakırken bunların hiçbirini hatırlamadın mı?”Babası da onlara yetişmişti. Derin bir nefes aldı ve konuştu. “Arzela, annen haklı. O zamanlar seni koruyacak gücümüz yoktu. Düşmanlarımız çok güçlüydü ve senin burada güvende olacağını düşündük.”Arzela’nın yüzünde sert bir ifade belirdi. “Beni korumak mı? Siz beni terk ettiniz! Burada hiçbir şeyim yoktu! Tek başıma büyümek zorunda kaldım, siz neredeydiniz? O zaman da beni korumak için mi ortadan kayboldunuz?”Annesi, Arzela’nın ellerine uzanarak yalvaran bir tonla konuşmaya devam etti. “Sana zarar gelmesin diye yaptık. Şimdi… Şimdi her şeyi değiştirebiliriz. Seni tekrar yanımıza alabiliriz. Sürünün başına geçebilirsin.”Arzela, annesinin ellerini sertçe geri itti. “Sürü mü? Bu mu sizin bahaneniz? Yıllarca burada yalnız bırakılmamın tek nedeni bu mu? Sizi asla affetmeyeceğim.”İkizlerden biri, ürkek bir şekilde Arzela’ya yaklaştı. Küçük bir sesle konuştu. “Ablacığım, lütfen bizi bırakma. Biz seninle olmak istiyoruz.”Arzela’nın içindeki öfke, kardeşinin masum sesini duyduğunda bir an için duraksadı. Ama hemen ardından sert bakışlarını tekrar ailesine yöneltti. “Sizi dinlemeyeceğim. Burada tek başıma kaldım ve bu böyle devam edecek. Şimdi gitmelisiniz, yoksa bu sefer ben sizi terk edeceğim.”Babası, son bir umutla adım attı. “Arzela, bu şekilde konuşmak zorunda değilsin. Her şeyi telafi edebiliriz. Tekrar bir aile olabiliriz.”Arzela, babasına doğru döndü ve yüzünde acı bir tebessümle cevap verdi. “Artık aile falan kalmadı. Ben burada kendi ailemi buldum. Sizse sadece geçmişte kaldınız. Beni kaybettiniz, ve ben asla geri dönmeyeceğim.”Arzela, arkasına bile bakmadan koridorun derinliklerine doğru yürümeye başladı. Ailesi ardında çaresizce ona seslendi ama Arzela, içindeki kararlılıkla bu sesleri bastırdı. Artık yolunu çizmişti ve bu yolda yalnız yürümeye kararlıydı.

 

Arzela koridorun sonunda yürürken, babasının sesi bir kez daha arkasından yükseldi. Sesinde hem çaresizlik hem de bir anlık kararlılık vardı.

 

“Arzela, sen buraya ait değilsin!” diye bağırdı babası, sesi koridorda yankılandı.

 

Arzela durdu, arkasına döndü ve babasına baktı. Gözlerinde öfke ve hayal kırıklığı vardı. “Ne dedin?”

 

Babası, derin bir nefes alarak ona doğru bir adım attı. “Buraya ait değilsin. Bu karanlık, bu yalnızlık… Senin kaderin bu değil. Sen çok daha fazlasısın. Bu yetimhane, senin gibi biri için bir hapishane oldu, ama sen buradan çıkıp gerçek kimliğine kavuşabilirsin.”

 

Arzela, babasının söylediklerine bir an için sessizce baktı. “Kaderim mi? Senin için bir ‘kader’ kalmadı, baba. Beni buraya terk ettiğinizde, o sözde kaderiniz benim için bitti. Burası benim cehennemim oldu ve artık buraya aitim.”

 

Annesi, gözyaşlarını silerek tekrar araya girdi. “Arzela, lütfen... Senin burada olmaman gerekiyor. Sen güçlüsün, yeteneklisin. Alfa’sın! Gerçek yerin burası değil, bunu biliyorsun.”

 

Arzela, annesine doğru sert bir bakış fırlattı. “Güçlü mü? Benim gücüm burada, bu karanlıkta şekillendi. Siz olmadan, sizin bana vermediğiniz şeyleri burada buldum. Siz benim yerimi seçmeye hakkınız yok!”

 

Küçük kardeşlerden biri, gözyaşları içinde Arzela’ya yaklaştı. “Ablacığım, lütfen bizimle gel. Seni özledik, seni istiyoruz.”

 

Arzela, bir an duraksadı ve kardeşinin yüzündeki masumiyeti gördü. Ama hemen ardından gözlerindeki kararlılık yeniden belirdi. “Sizler için üzgünüm, ama bu yolun sonu yok. Beni burada bıraktığınızda, bu yolu yalnız yürümem gerektiğini öğrettiniz. Artık geri dönüş yok.”

 

Babasının sesi bir kez daha yankılandı. “Arzela, biz senin aileniz. Seni seviyoruz, her ne olursa olsun bu gerçek değişmez. Ne kadar kızgın olsan da, biz seni bırakmayacağız.”

 

Arzela’nın yüzünde acı bir tebessüm belirdi. “Sevgi mi? Aile mi? Bunlar sadece kelimeler, ve sizin kelimeleriniz benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Artık çok geç… Sizi bıraktım. Ve ne kadar uğraşırsanız uğraşın, geri dönmeyeceğim.”

 

Son bir kez daha arkasına dönüp yürümeye başladı, bu kez babasının sesi onu durduramadı. İçindeki fırtına, ailesini de geçmişini de geride bırakmıştı. Kendi yolunu seçmişti ve bu yol artık geri dönüşsüzdü.Arzela koridorda uzaklaşırken, babasının sesi bu sefer daha yüksek, daha çaresiz bir tonda yankılandı.

 

“Kızım!” diye bağırdı babası, sesi titriyordu. “Eğer bizimle gelmezsen, yakın zamanda öleceksin!”

 

Bu sözler, Arzela’nın adımlarını durdurdu. Bir an için dondu kaldı, ama sonra yavaşça arkasına döndü. Babasının yüzünde gerçek bir korku vardı, annesi ise dehşetle ona bakıyordu.

 

Arzela, babasının gözlerine dik dik bakarak, neredeyse fısıldar gibi konuştu, “Ölecek miyim? Bununla mı tehdit ediyorsun beni? Beni buraya bırakıp ölüme terk ettiğiniz yetmedi mi?”

 

Babası, bir adım daha attı, sesi daha da kararlı hale geldi. “Hayır, bu bir tehdit değil. Bu bir uyarı, Arzela. Burada kalırsan, seni koruyamayız. Düşmanlarımız seni bulacak, onlarla yüzleşmeye hazır değilsin. Bizimle gelirsen, seni koruyabiliriz. Sana güçlerini nasıl kullanacağını öğretebiliriz.”

 

Arzela’nın gözlerinde bir an için şüphe belirdi, ama hemen ardından sert bir ifadeyle konuştu. “Beni koruyacak mısınız? Yıllarca nerede olduğunuzu sormayacağım, ama şimdi bana gelip koruma vaatleriyle mi yaklaşacaksınız? O güçler, sizin yüzünüzden bu hale geldi. Artık kendi yolumu buldum, bu yüzden sizin yardımınıza ihtiyacım yok.”

 

Annesi, gözyaşlarına boğularak ellerini Arzela’ya doğru uzattı. “Arzela, lütfen! Seni kaybetmek istemiyoruz. Sen bizim ilk göz ağrımızsın, seni korumak için her şeyi yapacağız. Ama bizimle gelmezsen, seni kaybedeceğiz, belki de sonsuza dek.”

 

Arzela, annesinin gözlerindeki çaresizliğe bir an için baktı, ama içindeki öfke, ona kapıyı tamamen kapattı. “Siz beni çoktan kaybettiniz. Sizi affetmek veya sizinle gitmek gibi bir niyetim yok. Ölümse… Beni korkutamazsınız. Zaten burada, bu karanlıkta, her gün biraz daha ölüyorum. Ama bu, sizin umrunuzda olmadı. Şimdi de umrumda değil.”

 

Babasının gözlerinde bir gölge belirdi, ama yine de pes etmedi. “Arzela, ne kadar güçlü olursan ol, tek başına bu savaşı kazanamazsın. Lütfen, bu inat seni felakete sürüklemesin.”

 

Arzela, babasına soğuk bir bakış attı. “Benim savaşım, benim seçimim. Eğer bu yolda ölmem gerekiyorsa, bunu da kabul ederim. Ama sizinle dönmek, benim için bir ölümden farksız olurdu.”

 

Sonra tekrar arkasını döndü ve bu kez daha kararlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Babasının ve annesinin ardındaki çaresiz sesleri artık onu durduramıyordu. Onun için verilmiş bir karar vardı, ve bu karar geri dönülemezdi.Arzela, ailesinin arkasından gelen seslerini duymazdan gelerek kararlı adımlarla koridorda ilerlemeye devam etti. Ancak aniden karnında keskin bir ağrı hissetti. Bu acı, neredeyse onu ikiye bölecek kadar güçlüydü. Ani bir darbe gibi gelmişti; sanki iç organları bir anda düğümlenmişti. Birkaç adım daha atmaya çalıştı ama dizleri onu taşıyamaz hale geldi ve sonunda yere çöktü. Ellerini karnına bastırarak acıyı hafifletmeye çalıştı, ama bu mümkün olmadı.

 

Gözleri yavaşça bulanıklaştı ve nefesi düzensizleşti. O an, acının sadece fiziksel olmadığını fark etti; bu, daha derin bir şeydi, içinden kopan bir parça gibiydi. Kendini kontrol etmeye çalışsa da başaramadı.

 

Arzela’nın dizlerinin üzerine çökmesiyle birlikte annesi ve babası hızla onun yanına koştu. Annesi, panikle onun yüzünü avuçlarının arasına aldı, gözlerinde endişe vardı.

 

“Arzela! Ne oldu? Neden böyle oldun?” diye sordu annesi, sesi titrek ve korku doluydu.

 

Babası da hemen yanına çömeldi, elleriyle Arzela’nın omuzlarından destek olarak ona yardım etmeye çalıştı. “Kızım, seni uyarmıştım. Bu acıyı daha önce de yaşadın, hatırlıyor musun? Bu senin bedenindeki güçlerin tepkisi. Onları kontrol edemezsen bu seni öldürebilir.”

 

Arzela, acının şiddetinden konuşmakta zorlanıyordu, ama yine de dişlerini sıkarak inatla cevap verdi. “Beni korkutmaya çalışıyorsunuz... Ama bu sefer... bu sefer işe yaramayacak…”

 

Annesi, gözyaşları içinde Arzela’ya sarıldı. “Bu bir oyun değil, Arzela! Seni gerçekten kaybetmek istemiyoruz. Lütfen bizimle gel. Seni kurtarabiliriz!”

 

Arzela, nefes alıp vermekte zorlanarak annesinin kollarından sıyrılmaya çalıştı. “Yine de... Sizinle gitmeyeceğim… Eğer bu beni öldürecekse… Kabul ederim…”

 

Babası, onun kararlılığını ve inatçılığını görünce derin bir iç çekti. “Arzela, inat etme! Senin yaşamanı istiyoruz. Bizimle gel ve bu güçleri kontrol etmeyi öğren. Bu acının üstesinden gelebilirsin ama bunu tek başına yapamazsın.”

 

Arzela, son bir kez daha babasının gözlerine baktı, sonra gözleri yavaşça kapandı ve bilincini kaybetti. Annesi çığlık atarak onu kucakladı, babası ise acıyla bakışlarını kaçırdı.

 

“Onu kaybedemeyiz,” dedi babası, sesi titriyordu. “Hemen harekete geçmeliyiz. Ona yardım edeceğiz, bu sefer onu koruyacağız.”

 

Annesi, Arzela’nın bilinçsiz bedenini sıkıca tutarken, çaresizlik içinde başını salladı. “Seni kurtaracağız, kızım. Ne olursa olsun…”Arzela'nın bilincini kaybetmiş bedeni, ailesinin kollarında hareketsiz duruyordu. Annesi, kızını nazikçe kucaklayarak onu yerden kaldırdı, babası ise derin bir nefes alarak hızlıca etraflarına göz gezdirdi. Onu hastaneye götürmek en mantıklı seçenek gibi görünse de, biliyordu ki Arzela’nın durumu sıradan bir tıbbi müdahale ile iyileşemezdi. Onun gerçek yeri, gerçek aidiyeti başka bir yerdeydi.

 

Babasının yüzü kararlılıkla sertleşti. "Hastane ona yardım edemez," dedi düşük bir sesle. "Arzela’yı ait olduğu yere götürmemiz gerekiyor. Orman… Sürünün onu beklediği yer."

 

Annesi, kızı kollarında taşırken başını salladı. "O orman… Kimsenin gitmeye cesaret edemediği o yer," diye mırıldandı. "Ama orası, Arzela’nın gerçek yuvası."

 

Arzela’nın vücudu, sanki bu kararı onaylıyormuş gibi hafifçe titredi. Babası hızlı adımlarla önde yürümeye başladı, annesi de dikkatlice Arzela’yı taşırken peşinden geldi. Onlar için zaman daralıyordu ve her saniye Arzela’nın yaşamından çalıyordu.

 

Ormana doğru ilerlerken, şehir ışıkları arkalarında solgunlaştı, yerlerini karanlık ağaçların gölgelerine bıraktı. Bu orman, nesillerdir sürülerine ait olan kutsal bir yerdi. Kimse oraya izinsiz girmezdi, çünkü o topraklar sadece sürünün en güçlü üyelerine, alfa'lara aitti.

 

Ormanın derinliklerinde, sürünün diğer üyeleri çoktan toplanmıştı. Hepsi sessizce bekliyor, nefeslerini tutmuş halde Arzela’nın getirilmesini izliyorlardı. Onun bu karanlık ormanda uyanmasını beklemek, hem bir umut hem de bir korkuydu. Onun güçlerinin tamamen uyanışı, sürünün kaderini belirleyecekti.

 

Arzela’yı taşıyan ailesi, ormanın merkezine ulaştığında diğer sürü üyeleri saygıyla kenara çekildi. Ormanın en derin, en karanlık noktasına, kimsenin izinsiz girmeye cesaret edemeyeceği bir yere geldiler. Burası, sürünün en büyük ve en eski liderlerinin defnedildiği kutsal bir alandı. Yerde taşlarla çevrili bir alan, Arzela’nın uyanması için hazırlanmıştı.

 

Babası, Arzela’nın bedenini dikkatlice taşların ortasına yerleştirdi. Annesi ise onun başında diz çöktü, gözyaşlarıyla kızının yüzüne baktı. "Burada… Bu kutsal yerde, senin yeniden doğman gerekiyor," dedi. "Bu acıların seni tüketmesine izin vermeyeceğiz."

 

Sürünün diğer üyeleri sessizce bir çember oluşturdu, hepsi gözlerini Arzela’ya dikmişti. Herkes onun uyanışını bekliyordu. Bu an, sürünün geleceğini şekillendirecek, belki de Arzela’yı tamamen kaybetmelerine neden olacaktı.

 

Bir süre sessizlik hüküm sürdü. Sonra, hafif bir rüzgar ormanın derinliklerinden esmeye başladı. Ağaçların yaprakları hışırdadı, taşların üzerindeki tozlar hafifçe yükseldi. Arzela’nın bedeni bu rüzgarla birlikte hafifçe titredi. Göz kapakları kıpırdandı, derin bir nefes aldı ve gözlerini yavaşça açtı.

 

Arzela’nın gözleri, şimdiye kadar görülmemiş bir güçle parlıyordu. İçindeki alfa, uzun bir uykudan uyanmıştı. Sürünün üyeleri, onun bu dönüşümünü izlerken saygıyla eğildiler. Artık Arzela, sadece eski yaralarını sarmakla kalmayacak, aynı zamanda sürünün geleceğine yön verecek güçte bir alfa olarak doğmuştu.

 

Arzela, çevresine baktı. İçindeki acı ve öfke yerini soğukkanlı bir kararlılığa bırakmıştı. Bu karanlık orman, artık onun gerçek yuvasıydı ve burada, sürünün başına geçmeye hazırdı. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” dedi, sesi hem sert hem de kesin bir tonda. “Bu sürü, benimle birlikte yeniden doğacak.”Arzela’nın gözleri yavaşça açıldığında, annesi derin bir nefes alarak sevinçle kızının uyanışını izledi. Onun tekrar hayata döndüğünü görmek, annesinin içindeki tüm endişeleri bir anlığına da olsa hafifletmişti. Gözyaşları dökülmeye başladı ve bir an bile tereddüt etmeden kızına doğru uzandı, onu sıkıca kucaklamak için ellerini kaldırdı.

 

Ancak, tam o anda Arzela’nın bakışları sertleşti. Gözlerinde artık eski Arzela’nın kırılganlığı yerine, derin bir kararlılık ve soğuk bir güç vardı. Annesinin ona doğru yaklaşan ellerini fark ettiğinde, soğukkanlı bir şekilde elini kaldırdı ve annesini durdurdu.

 

“Hayır,” dedi Arzela, sesi keskin ve soğuktu. Annesinin ona yaklaşmasına izin vermedi. “Artık bana sarılacak bir kızınız yok.”

 

Annesi, duraksayarak ellerini geri çekti. Gözleri dolmuştu ve dudakları titriyordu. “Ama Arzela… Sen benim kızımsın. Seni kaybetmek istemiyorum, sadece… sadece seni korumak istedim.”

 

Arzela, annesine baktı, ancak gözlerinde ne sevgi ne de merhamet vardı. “Beni korumak için artık çok geç. Siz beni terk ettiniz, beni unuttunuz. Şimdi bana sarılmak için geri dönüyorsunuz, ama bu sarılmalar beni iyileştiremez. Ben artık eski Arzela değilim.”

 

Annesi, gözlerindeki yaşları silmeye çalıştı, ama bu, Arzela’nın bakışlarındaki soğukluğu eritmeye yetmedi. “Kızım, biz sadece seni korumaya çalışıyorduk… Seni güvende tutmak için buraya sakladık…”

 

Arzela, annesinin sözlerini keserek daha da ileriye bir adım attı. “Beni saklamadınız, beni terk ettiniz. Şimdi bu sürünün gerçek lideri olarak doğdum ve sizin korumanıza ihtiyacım yok.”

 

Annesi, Arzela’nın kararlılığını gördü ve başını hafifçe eğerek geri çekildi. Babası da bir adım geri attı, Arzela’nın artık bir çocuk olmadığını, tamamen farklı bir güce sahip olduğunu anlamıştı.

 

Arzela, etrafına bakarak sürünün diğer üyelerine seslendi. “Bu, benim hikayemin başlangıcı. Sizden saklanan, unutulan bir çocuk olarak değil, sürünüzün lideri olarak doğdum. Ve bu yolculukta kimsenin bana acımasına, merhamet göstermesine ihtiyacım yok.”

 

Artık ne ailesinin şefkatine ne de geçmişin acılarına tutunuyordu. Arzela, yeni bir gücün ve kaderin sahibi olarak, kendi yolunu çizecekti.Arzela, sürünün önünde dururken içindeki kararlılık her geçen an daha da sertleşiyordu. Artık eskisi gibi değildi; geçmişte yaşadığı tüm acılar ve yalnızlık, onu daha da güçlendirmişti. Tam bu sırada, kalabalığın arasından sürünün en yaşlı bilgesi yavaş adımlarla öne çıktı. Yaşlı adam, derin kırışıklıklarla dolu yüzünde bilgelik ve yaşanmışlık izlerini taşıyordu. Herkesin saygıyla eğildiği bu bilge, Arzela’ya dikkatle baktı.

 

“Düşündüğümden de inatçı ve lider ruhluymuşsun, Arzela,” dedi bilge, sesi yumuşak ama otoriter bir tondaydı. Bu ses, ormanın sessizliğinde yankılandı.

 

Arzela, bilgenin sözlerine karşılık olarak sadece başını hafifçe eğdi. Onun onayını almak, sürüdeki yerini sağlamlaştırmak için önemliydi, ancak Arzela artık kimsenin onayına ihtiyaç duyan bir kız değildi.

 

Bilge, Arzela’nın bu duruşunu fark etmişti. Onun gözlerinin içine bakarak devam etti. “Bir liderin sahip olması gereken iki temel özellik vardır: Güç ve bilgelik. Sen, gücünü kanıtladın. Ama bilgelik, zamanla gelen bir erdemdir. Bu yolda, hem kendine hem de sürüne zarar vermemek için bu bilgece yolu öğrenmen gerek.”

 

Arzela, bilgenin sözlerini dikkatle dinledi. İçindeki öfke ve kararlılık yerini bir anlığına da olsa düşüncelere bıraktı. “Sürüyü nasıl yöneteceğimi öğreneceğim,” dedi, sesi kararlıydı. “Ama kimse beni yolumdan döndüremez.”

 

Bilge, Arzela’nın bu sözlerini onaylarcasına başını salladı. “İşte bu ruh, seni gerçek bir alfa yapacak olan ruh. Seninle gurur duyuyoruz, Arzela. Ancak unutma, bir lider olmak sadece güçle değil, aynı zamanda sorumlulukla da ilgilidir. Sürünün kaderi artık senin ellerinde.”

 

Arzela, bu sözlerin ağırlığını hissetti, ama gözlerinde en ufak bir tereddüt belirtisi yoktu. Sürünün geleceğini yönlendirecek olan kişi artık oydu ve bu sorumluluğu kabul etmeye hazırdı.

 

“Bu yolculuğa çıkmaya hazırım,” dedi Arzela, bilgenin gözlerinin içine bakarak. “Ve bu sürüye layık bir lider olacağım.”

 

Bilge, Arzela’nın bu kararlılığı karşısında hafifçe gülümsedi. “O zaman, yolun açık olsun, Arzela. Sürünün yeni lideri olarak, bizi geleceğe taşıyacak olan sensin.”

 

Arzela, bu sözlerle birlikte sürünün ortasında durarak derin bir nefes aldı. Artık hem gücü hem de bilgelik arayışı ile bu zorlu yola çıkmaya hazırdı.Bilge, Arzela’nın gözlerindeki kararlılığı gördükten sonra hafifçe başını salladı, ama yüzündeki ciddiyet hiç kaybolmadı. Bir an sessiz kaldı, ardından derin bir nefes alarak sözlerine devam etti.

 

“Ancak,” dedi bilge, sesi ormandaki sessizliği yeniden böldü, “bu gücü ve liderlik vasfını tam anlamıyla geliştirebilmen için buradaki akademide eğitim görmelisin. Sadece güç yetmez, bilgi ve strateji de bir liderin silahlarıdır. Burada alacağın eğitim, hem statünü pekiştirecek hem de liderlik yolunda karşılaşacağın zorluklara hazırlıklı olmanı sağlayacak.”

 

Arzela, bilgenin bu sözlerini dikkatle dinledi. İçindeki kararlılık hala sarsılmazdı, ama bilgenin sözlerinde bir hakikat olduğunu da kabul ediyordu. Bir liderin sadece cesur ve güçlü olması yetmezdi; aynı zamanda bilgili ve stratejik olması da gerekiyordu.

 

“Eğitim mi?” diye sordu Arzela, kaşlarını hafifçe çatarak. “Ne tür bir eğitimden bahsediyorsun?”

 

Bilge, Arzela’nın sorusuna karşılık olarak ağır adımlarla ona doğru birkaç adım daha yaklaştı. “Bu akademi, sıradan bir yer değil,” diye açıkladı. “Burada sadece fiziksel güç değil, aynı zamanda zihin gücü de geliştirilir. Strateji, liderlik, eski ve kadim bilgelerden gelen taktikler… Bunların hepsi sana burada öğretilecek. Bu eğitim, seni sürünün lideri olarak daha da güçlendirecek ve pozisyonunu sağlamlaştıracak.”

 

Arzela, bir an için duraksadı. İçinde bir yandan daha da güçlenme arzusu, diğer yandan kendi kendine yetebilme isteği arasında bir çatışma vardı. Ama sürüsüne layık bir lider olabilmek için bu eğitimi alması gerektiğini anlamıştı.

 

“Peki,” dedi Arzela, kararlılıkla. “Eğer bu eğitim beni daha da güçlendirecekse, kabul ediyorum. Ama bilmelisin ki, kimsenin bana acımasına ya da zayıf görmesine izin vermeyeceğim. Bu akademi de dahil.”

 

Bilge, Arzela’nın bu sözlerine hafifçe gülümseyerek yanıt verdi. “Kimseden acıma bekleme, Arzela. Bu akademi, seni gerçek bir lider yapacak. Ve orada göreceğin eğitim, seni zayıflatmak yerine daha da güçlendirecek.”

 

Arzela, bilgenin gözlerine baktı ve başını salladı. “O halde,” dedi, “akademide eğitim göreceğim. Bu sürüye layık bir lider olacağım. Ama unutma, bilge, ben her zaman kendi yolumu çizeceğim.”

 

Bilge, Arzela’nın bu kararlılığını ve inatçılığını takdir edercesine bir kez daha başını salladı. “Bu, seni diğerlerinden farklı kılan şey,” dedi. “Ve işte bu yüzden, senin büyük bir lider olacağına inanıyorum.”

 

Arzela, bu sözlerin ardından içindeki kararlılığı daha da pekiştirdi. Sürüsünün geleceği için, bu zorlu yola çıkmaya hazırdı. Akademide geçireceği zaman, onu daha da güçlü kılacak ve gerçek bir lider olarak doğmasına yardımcı olacaktı.Bilge, Arzela’nın gözlerindeki kararlılığı gördü ve ona yumuşak bir tavırla yaklaştı. “Ancak şu an dinlenmelisin, Arzela,” dedi bilge, yorgunluğunu ve geçen acıyı anlayışla karşılayarak. “Senin için önemli bir dönem başlıyor. Üç gün sonra, 16. yaş gününde akademiye başlayacaksın.”

 

Arzela, bilgenin sözlerini dikkatle dinledi. Üç gün sonra, hayatında yeni bir sayfa açılacaktı ve bu geçişin ne kadar önemli olduğunu kavrayarak başını salladı.

 

“Bu süre zarfında iyice dinlenmelisin,” diye devam etti bilge. “Akademiye başladığında, seninle birlikte eğitim alacak muhafızlar, büyücüler, kurt adamlar ve daha niceleri olacak. Bu çeşitlilik, sana yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda stratejik ve manevi bir eğitim de verecek. Statünü sağlamlaştırmak ve gerçek bir lider olarak kabul edilmek için bu eğitim süreci senin için kritik olacak.”

 

Arzela, bilgenin söylediklerini içselleştirerek gözlerini kapattı. “Anladım,” dedi, sesi kararlı ama yorgun bir tonda. “Dinleneceğim. Üç gün sonra, bu eğitim için hazır olacağım.”

 

Bilge, Arzela’nın bu kararlılığını takdirle izledi. “Bu üç gün, sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da yenilenmen için önemli. Dinlenirken, gücünü yeniden toplamalı ve yeni döneme mental olarak da hazırlanmalısın. Akademi, seni sadece güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda gerçek liderlik becerilerini geliştirmene olanak sağlayacak.”

 

Arzela, bilgenin sözlerine uygun olarak gözlerini açtı ve hafifçe başını eğdi. “Üç gün sonra, akademinin kapılarından içeri adım attığımda, hem fiziksel hem de zihinsel olarak hazır olacağım.”

 

Bilge, Arzela’nın bu sözlerinden memnuniyet duyarak ona nazikçe gülümsedi. “O zaman, dinlen ve hazırlığa başla. Sürünün geleceği senin ellerinde ve bu süreçte en iyisini yapacağına inanıyorum.”

 

Arzela, bilgeye teşekkür ederek dinlenmek üzere ormanın huzurlu köşelerinden birine çekildi. Artık, önündeki üç günü hem bedenini hem de zihnini toparlamak için kullanacaktı. Bu süre zarfında dinlenmek, ona akademideki eğitim için gerekli gücü ve enerjiyi sağlayacaktı.

 

Bilge, Arzela’nın dinlenmeye çekildiğini görünce, huzurla başını salladı. “Bu yeni dönemde, Arzela’nın gücünü ve yeteneklerini en üst düzeye çıkaracağına eminim,” diye düşündü, ardından ormandaki diğer sürü üyeleriyle birlikte geri dönerek, gelecekteki liderlerinin başarılı bir eğitim süreci geçirmesi için dualarını etmeye devam etti.Arzela, ormanın derinliklerine dalmış, düşüncelerinin girdabında kaybolmuştu. Bu gün, hiç istemese de, kaderin ağına düşmüş ve bir alfa olduğunu öğrenmişti. Kendi doğasına yabancı bu yeni gerçeklik, onu ürkütüyor, içindeki karanlık duyguları körüklüyordu. Yine de, içinde taşıdığı vahşi hırs ve irade onu annesini eve götürmeye zorluyordu. Gitmek istemiyordu, fakat içgüdüleri ve zorunluluklar, onu bu yola itiyordu.

 

Ailesi diye adlandırılan kişilerin ardından, devasa ve ihtişamlı bir malikanenin önünde durdular. Ev, adeta asaletin ve gururun somut bir yansıması gibi dimdik ayakta duruyordu; her köşesi güç ve iktidarın izlerini taşıyordu. Arzela, soğuk bir rüzgarın ensesinden esip geçtiğini hissettiğinde, bir an için ürperdi. Bu yer, ona sadece bir bina değil, aynı zamanda bir güç merkezi olduğunu hatırlatıyordu.

 

Yavaş ve temkinli adımlarla içeri girdiğinde, hizmetliler dört bir yandan akın ederek ona saygıyla selam verdiler. Gözleri, etrafındaki herkesi tedirgin eden, fakat kimsenin cesaret edip karşı koyamayacağı o ateşle parlıyordu. Arzela, her selamın altında saklanan korkuyu hissediyor, bundan besleniyordu. Yavaşça ve kendinden emin bir şekilde ilerliyordu.

 

Evin içinde ilerlerken, her adımı yankı yapıyor, koridorların sessizliğini bozuyordu. Duvarlarda asılı tablolar, ona bir geçmişi hatırlatıyor, fakat o geçmişin içinde kendisine ait bir iz bulamıyordu. Arzela’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Buraya ait olmadığını biliyordu, fakat yine de buradaydı. Bu ev, onun içindeki savaşın bir parçası olmuştu.

 

Bir kapının önünde durduğunda, duraksadı. İçinde yükselen öfke ve hırçınlık, onu durdurmak yerine ileri itiyordu. Kapıyı bir hamlede açtı. İçeride onu bekleyenlerle göz göze geldi. Hepsine meydan okuyan bakışlarıyla, "Bu savaşı kazanacağım," dedi sessizce. Henüz tam olarak neyin savaşı olduğunu bilmiyordu, ama bir şeylerin değişmek üzere olduğunu hissediyordu. Arzela, içindeki gücün farkına varmaya başlamıştı.

 

Bu evde, her şeyin yıkılmasına sadece bir kıvılcım kalmıştı ve o kıvılcım, tam da onun içindeydi.

Arzela tam kapıyı açıp içeriye adımını atmak üzereyken, içeriden gelen boğuk seslerle durakladı. Gerginlik, omuzlarından aşağıya inen soğuk bir dalga gibi vücudunu sardı. Kapının ardındaki odaya adım attığında karşısında duran insanlarla göz göze geldi.Ortada, soğukkanlılıkla kendilerini tanıtan bir çift duruyordu. Boran ve Dicle Çakılı. Her ikisi de duruşlarıyla, sanki tüm evin ağırlığını taşıyormuş gibi bir ihtişam sergiliyordu. Boran’ın bakışları sert ve delici, Dicle’nin ise sakin ve ama bir o kadar da ürkütücü bir hâli vardı. Onların arkasında, iki oğulları dimdik duruyordu. Henüz 12 yaşında olmalarına rağmen, Alp ve Barlas’ın gözlerinde yaşlarından çok daha büyük bir kararlılık ve bilgelik parıldıyordu.Alp, babasına benzer bir ciddiyetle Arzela'ya bakarken, Barlas annesinin soğukkanlı duruşunu aynen taklit ediyordu. Her iki çocuk da, çocukluklarını geride bırakmış, bu ağır atmosferin bir parçası olmuş gibiydi.Dicle, ince bir tebessümle Arzela’ya bakarak, "Hoş geldin Arzela," dedi, sesi yumuşak ama içinde bir diken gizliydi. "Bu evde senin için de bir yer var."Arzela, içinde yükselen öfkeyi bastırmaya çalışarak, kısa ve keskin bir nefes aldı. Bu soğuk yüzlerin altında neyin yattığını bilmiyordu, ama içinde bir şeylerin onları tehdit ettiğini hissediyordu. Birkaç saniye boyunca, bu dört kişinin bakışları arasında kaldı. Bu ailenin onu buraya çekme sebepleri ne olursa olsun, Arzela'nın içindeki hırçınlık, bu soğuk ortamı parçalamak için tetikteydi.

 

 

Arzela'nın içindeki gerilim artarken, odanın atmosferi daha da yoğunlaştı. Kapının ardındaki büyük yemek salonuna doğru ilerlediğinde, gözleri hazırlanan masaya takıldı. Masanın üzerine özenle yerleştirilmiş porselen tabaklar, kristal kadehler ve zarif gümüş çatal-bıçak takımları, burada sıradan bir akşam yemeğinden çok daha fazlasının planlandığını gösteriyordu. Masanın ortasında, taze çiçeklerden oluşan büyük bir aranjman dikkat çekiyordu; canlı renkleri, salonun soğuk ve kasvetli havasıyla zıtlık oluşturuyordu.

 

Odaya adım attığı anda, duvarda asılı duran büyük bir saat tiktaklarıyla sessizliği bölüyordu. Zaman, sanki burada daha yavaş akıyordu; her saniye, Arzela'nın omuzlarına daha fazla ağırlık yükleyerek geçiyordu. Arzela, gözlerini masadaki detaylardan ayıramıyordu. Her şey kusursuzdu, ancak bu kusursuzlukta bir yapaylık, bir tuzak kokusu vardı.

 

Boran, Arzela'nın bakışlarını fark ederek hafifçe gülümsedi. "Özel bir akşam için hazırlık yapıyoruz," dedi, sesi odanın duvarlarında yankılanarak. "Bu akşam yemeği, seni onurlandırmak için."

 

Arzela'nın kaşları hafifçe çatıldı. İçinde yükselen rahatsızlık, her an patlamaya hazır bir volkan gibi hissediliyordu. "Bu kadar hazırlık neden?" diye sordu, sesi sert ve sorgulayıcıydı.

 

Boran, soruyu yanıtsız bırakarak, ellerini arkada kavuşturdu. "Müzik çalmaya başladığında, her şey açıklığa kavuşacak," dedi. Bu cümle, sanki yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisiydi.

 

O sırada, odanın köşesinde duran eski bir gramofondan hafif bir müzik duyulmaya başladı. Müzik, odaya yayılan bir uğursuzluk taşıyor gibiydi. Melodi, Arzela’nın içindeki tedirginliği daha da körükledi. Bu evde hiçbir şey göründüğü gibi değildi; masadaki her detay, bir sırrın perdesi arkasına gizlenmişti.

 

Dicle, masanın başındaki yerini alırken, "Bu akşam, ailenin gerçek yüzünü göreceksin," diye fısıldadı, sesi o kadar yumuşaktı ki, sanki sadece Arzela'nın duyması için söylenmişti. Arzela, bu sözlerin altında yatan tehdidi fark etti. Bu evde herkes bir rol oynuyordu ve Arzela, bu oyunun başrolünde olduğunun farkındaydı. Ancak onun hırçın ruhu, bu tehlikeli oyunda geri adım atmayacaktı.

 

Masanın etrafında toplanan aile üyeleri, dikkatle Arzela’ya bakarken, müzik gittikçe yükseldi. Bu an, fırtınanın başlangıcıydı. Arzela, içinde yükselen gücü ve kararlılığı hissedebiliyordu; bu gece, ona sunulan her meydan okumaya karşı durmaya hazırdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Arzela, masadaki gerilimin iyice yükseldiği bir anda, Dicle'nin sesi odada yankılandı. "Tüm bu hazırlıklar senin için, kızım," dedi Dicle, sesi o kadar sakin ve kendinden emindi ki, adeta bir emir gibi yankılandı.

 

Bu kelimeler, Arzela’nın içindeki alevi körükleyen kıvılcım olmuştu. Bir an durakladı, ama gözlerindeki sert bakış bir an bile gevşemedi. Dicle'nin yüzüne doğru eğilerek, alaycı bir gülümseme ile, "Ben senin kızın değilim," diye hırladı. Sesi keskin, soğuk ve reddedici bir tavır taşıyordu. Bu sözler, odada bir buz gibi esen bir rüzgar etkisi yarattı; herkes bir anlığına nefesini tuttu.

 

Arzela'nın bu sert çıkışı, Dicle’nin ifadesinde bir anlık bir titremeye neden oldu. Ancak, yüzündeki sakin maske hemen geri döndü. "Belki kan bağıyla değil," diye yanıtladı Dicle, gözlerini Arzela’dan ayırmadan. "Ama bu evin, bu ailenin bir parçasısın, bunu kabul etmesen bile."

 

Arzela, Dicle'nin sözlerinin altında yatan sinsi tehdidi hissedebiliyordu. Ona sunulan bu soğuk kabulleniş, aslında bir hapsolmanın, bir kontrol altına alınmanın başlangıcıydı. Ancak Arzela, içindeki vahşi ruhla bu eve, bu düzene boyun eğmeyeceğini çok iyi biliyordu.

 

"Bu maske oyunlarına kanmayacağım," diye sert bir şekilde ekledi Arzela. "Benim kurallarıma göre oynayacağız, sizin değil."

 

Dicle, sakin ve gizemli bir tebessümle cevap verdi. "Göreceğiz, Arzela," dedi, sesi hâlâ yumuşaktı, ama içindeki soğukluk hissediliyordu. "Bu oyunun nasıl sonuçlanacağını zaman gösterecek."

 

Arzela, masanın etrafındaki herkesin bakışlarını üzerinde hissetti. Bu evde onu kontrol altına almak isteyen bir güç vardı, ama o bu gücü kıracak kararlılıktaydı. Bu savaşın sadece başlangıç olduğunu biliyordu ve bu gece, asla unutulmayacak bir anı olarak kalacaktı.

 

 

Yemek masasında sessizlik bir türlü hakim olamıyordu. İkizler, Alp ve Barlas, Arzela'nın her lokmasını izleyerek, hiç bitmeyen sorularıyla onu adeta köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Sorular art arda geliyordu; her biri daha da rahatsız edici ve kışkırtıcıydı.

 

"Alfa olmak nasıl bir duygu?" diye sordu Alp, gözlerinde merakla karışık bir meydan okuma vardı.

 

"Gerçekten bu kadar güçlü müsün, yoksa sadece gösteriş mi?" diye ekledi Barlas, bir çocuğun masumiyetini çoktan geride bırakmış bir alayla.

 

Arzela, dişlerini sıkıp, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak cevap vermemeye karar verdi. Ancak ikizler, bu sessizliği kendi zaferleri gibi görerek daha da ileri gittiler.

 

 

 

"Gerçekten buraya ait olmadığını mı düşünüyorsun?" diye ekledi Barlas, abisinin bıraktığı yerden devam ederek.

 

Arzela'nın sabrı giderek tükeniyordu. İçindeki hırçın ruh, her an patlamaya hazırdı. Onların bu sorularla onu kışkırtmaya çalıştıklarının farkındaydı, ama bu bilmek, öfkesini yatıştırmak için yeterli değildi. Neredeyse bu çetin sorgulamaya karşılık vermek üzereyken, Dicle devreye girdi.

 

"Yeter," dedi Dicle, sesi sert ve otoriterdi. Odanın içinde yankılanan bu tek kelime, ikizlerin anında susmasına neden oldu. Otoritesini sorgulanamaz bir şekilde ortaya koymuştu. İkizler, annelerinin bu emri karşısında sessizce yerlerine çekildiler ve Arzela’ya bir daha bakmamaya çalıştılar.

 

Dicle, gözlerini Arzela’ya çevirerek hafif bir gülümsemeyle, "Onlar sadece merak ediyorlar," dedi, sesindeki sakin ton, az önceki sertliğiyle çelişiyordu. "Alfa olmanın getirdiği güç ve sorumluluklar her zaman kolay değildir."

 

Arzela, derin bir nefes alarak kendini toparladı. Bu yemeğin sadece sıradan bir aile yemeği olmadığını, bir test, bir güç gösterisi olduğunu çok iyi biliyordu. Ama Dicle’nin müdahalesiyle, ikizlerin saldırısı geçici de olsa durdurulmuştu. Ancak, Arzela'nın içindeki huzursuzluk dinmemişti; bu yemek sadece bir başlangıçtı, ve Arzela'nın karşısına daha ne gibi sınavlar çıkacağını kestirmek güçtü.

 

 

 

Arzela, Dicle’nin ikizleri susturmasının ardından masada kısa bir sessizlik oldu. Ancak bu sessizlik, Arzela'nın içindeki öfkenin dinmesine yetmedi. İsyankâr ruhu, karşısındaki bu soğuk ve hesaplı insanlarla dolu odada daha da hırçınlaştı.

 

Aniden, sandalyesini geri iterek masadan kalktı. Gözlerinde bir ateş yanıyordu. “Buraya annemi görmeye gelmedim,” dedi sert ve keskin bir ses tonuyla, sözleri odada yankılanırken. "Beni bu saçma oyunlarınıza çekmek için buraya getirdiğinizi biliyorum. Ama yanılıyorsunuz. Sizin ailenizle hiçbir bağım yok, hiçbir zaman da olmayacak."

 

Dicle, Arzela’nın bu çıkışını sakin bir tebessümle izliyordu. Ama Arzela, onun bu sakinliğinin altında yatan sinsi planları sezebiliyordu. “Senin dünyan, benimkinden tamamen farklı,” diye devam etti Arzela, sesi yükselirken. "Ben sizin gibi sahte maskeler takıp, nazik görünmeye çalışmam. Ne isem oyum ve kimseye hesap vermem.”

 

Arzela’nın bu hırçın çıkışı, masadakilerin yüzlerinde bir şaşkınlık yaratmıştı. Alp ve Barlas, şaşkınlıkla ona bakıyor, Boran ise kaşlarını çatmış, durumu değerlendiriyordu. Ama Arzela’nın umurunda değildi. Bu insanların onu kontrol etmeye çalıştıkları apaçıktı ve bu tuzağa düşmeyecekti.

 

“Beni bu soğuk ve kibirli evinizle, sahte nezaketinizle kontrol altına alamazsınız,” dedi Arzela, Dicle’ye meydan okuyarak. “Ben bu evin kurallarına göre oynamayacağım. Buraya ait değilim, asla da olmayacağım. Bunu anlamadığınız sürece, bu boş çabalarınız beni sadece daha da hırçınlaştırır.”

 

Dicle, gözlerinde sinsi bir parıltıyla Arzela’ya bakarak, “Zamanla anlayacaksın,” dedi. Sesi yine o sakin ve tehditkâr tonunu koruyordu.

 

Ancak Arzela, onun bu sözlerini önemsemeyerek geri adım attı. “Bu evi, bu düzeni asla kabul etmeyeceğim,” dedi kararlı bir şekilde. “Benim yolum sizinle aynı değil.”

 

Bu son cümle, odada yankılandığında Arzela, bir an için odanın soğuk havasının bile bu sözlerin sıcaklığıyla sarsıldığını hissetti. Ama içinde kararlılık, öfke ve hırçınlıkla dolu bir ateş yanıyordu. Bu ateş, onu kimseye boyun eğmemeye itiyordu. O, kendi kurallarına göre yaşayacak ve bu evin ona dayatmaya çalıştığı her şeyi geri püskürtecekti.Yemek sona erdiğinde, Arzela'nın içindeki öfke hâlâ dinmemişti. Dicle, sakin bir şekilde masadan kalkarak ona doğru ilerledi. "Sana odanı göstereyim," dedi, sanki az önce masada yaşanan hiçbir şey olmamış gibi. Arzela, bu kadının soğukkanlılığından nefret ediyordu, ama şu an başka bir seçeneği yoktu. İçinde bir fırtına kopsa da, bu oyunu devam ettirmek zorundaydı.

 

Dicle, geniş ve görkemli koridorlarda Arzela’yı sessizce yönlendirdi. Duvarlarda asılı devasa tablolar, tıpkı yemek salonunda olduğu gibi bu evin eski ve köklü tarihini yansıtıyordu. Arzela, her adımında bu evin soğukluğunu ve kibirli havasını daha da derinlemesine hissediyordu. Sonunda büyük, çift kanatlı bir kapının önünde durdular. Dicle, kapıyı yavaşça açarak Arzela'ya dönüp hafif bir tebessümle, "Burası senin odan," dedi.

 

Arzela, odaya adım attığında gözleri hemen odanın içindeki ihtişamlı dekorasyona takıldı. Oda, neredeyse bir kraliçeye layık bir şekilde döşenmişti. Tavan, yüksek ve zarif işlemelerle bezenmişti. Büyük bir avize, tavandan aşağıya sarkan kristalleriyle odayı aydınlatıyordu. Duvarlar, derin kırmızı ve bordo renklerde ağır kadife perdelerle kaplanmıştı. Bu renkler, odaya bir sıcaklık katıyor gibi görünse de, aynı zamanda içinde bir karanlık ve ağırlık taşıyordu.

 

Yatağın üzeri, aynı renklerde lüks kumaşlarla süslenmişti. Başucunda ise altın işlemeli bir başlık yükseliyordu. Odanın bir köşesinde, yere kadar uzanan büyük bir ayna bulunuyordu; bu aynanın önünde, yine zarif bir masa ve sandalye vardı. Her şey, bu odanın ihtişamını ve zenginliğini vurguluyordu, ancak bu ihtişam Arzela’ya boğucu ve yapay geliyordu.

 

Dicle, Arzela’nın odadaki detayları incelediğini fark ederek, "Bu oda, senin gibi güçlü birine layık," dedi, sesinde yine o soğuk ve hesaplı ton vardı.

 

Arzela, odanın içinde bir süre dolandıktan sonra, Dicle’ye döndü. “Bu gösterişli odaların, lüks kumaşların beni etkileyeceğini mi sanıyorsun?” diye sert bir şekilde sordu. “Bu, sadece boş bir gösteriş. Benim için hiçbir anlamı yok.”

 

Dicle, bu sözlere aldırış etmeden hafif bir tebessümle başını salladı. “Zamanla anlayacaksın, Arzela,” dedi yine o bilmiş edasıyla. “Bu evin, bu ailenin bir parçası olmanın ne anlama geldiğini anladığında, her şey değişecek.”

 

Arzela, onun bu sözlerine karşı sadece içindeki hırçınlığı daha da artırarak, “Asla,” dedi. “Ben bu evin bir parçası olmayacağım. Bu ihtişam beni etkilemez, benim ruhum özgür ve bu gösterişle hapsedilemez.”

 

Dicle, Arzela’nın kararlılığını görüp ona bir an daha baktıktan sonra, sessizce kapıya yöneldi. “Dinlen,” dedi kapıdan çıkarken, “Yarın, her şey farklı olabilir.”

 

Kapı kapandığında, Arzela derin bir nefes aldı. Bu odadaki ihtişamlı dekorasyonun altında yatan tuzağı hissediyordu. Ama onun ruhu, bu sahte görkemin ve kibirli tavırların altında ezilmeyecek kadar güçlüydü. O, kendi yolunu çizecek ve bu evin ona dayatmaya çalıştığı her şeyi alt üst edecekti.Arzela, derin bir nefes alarak kendini ihtişamlı yatağın üzerine bıraktı. Kafasının içi, gün boyunca yaşadığı olayların ağırlığıyla dolup taşıyordu. Bugün hayatı birdenbire altüst olmuştu; sanki her şey bir kabusun içindeymiş gibi hissetti. Ama bu kabus, çok gerçekti.

 

Önce gerçek ailesi karşısına çıkmıştı, kendisini terk edenler. O ana kadar, hep yalnız ve bağımsız yaşamıştı; bir ailesi olduğunu bilmeden, kendi başına hayatta kalmayı öğrenmişti. Şimdi ise, birdenbire bu soğuk ve gösterişli ailenin içinde bulmuştu kendini. Hepsi ona yabancıydı, ona ait değillerdi. Ve bu durum onu daha da huzursuz ediyordu.

 

Ardından, asıl şok gelmişti: Arzela’nın bir kurt alfa olduğunu öğrenmesi. Bu, hayatını tamamen değiştiren bir gerçekti. Kendi kimliğinin ve gücünün ne olduğunu anlamak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı, ama zaman onun en büyük lüksü değildi. Gücünün farkına varmasıyla birlikte, bu gücün getirdiği sorumluluklar da omuzlarına çökmüştü.

 

Ve şimdi, sadece üç gün sonra, bu evdeki akademiye başlayacaktı. Bu akademi, ona hem kurt alfalığı hem de ailenin mirasıyla başa çıkmayı öğretmeyi amaçlıyordu. Ancak Arzela’nın zihninde bu yer, onu kontrol altına almanın ve uyumlu hale getirmenin bir aracı olarak görünüyordu. Bu düşünce, onu daha da huzursuz etti.

 

Yatağın yumuşaklığı, bedenini rahatlatmaya çalışıyordu, ama zihni bir türlü durulmuyordu. İçinde yükselen bu yeni kimlik, geçmişine tamamen zıt bir yolda ilerlemek zorunda olduğunu gösteriyordu. Bugüne kadar kendine çizdiği yolu, kendi doğrularını savunarak yaşamıştı. Şimdi ise önünde bambaşka bir yol vardı, ama bu yola zorla itildiğini hissediyordu.

 

Arzela, bir süre tavana boş gözlerle bakarak, düşündü. Kendisini bu yeni hayata nasıl adapte edeceğini, gerçek ailesiyle nasıl bir ilişki kuracağını ve alfa olmanın getirdiği yükleri nasıl taşıyacağını bilmiyordu. Ama bir şeyden emindi: Kimse onun iradesini kıramayacaktı.

 

Bu odada, bu yatakta bile özgürlüğü elinden alınmış gibi hissediyordu. Ancak bu, onun için bir savaşın başlangıcıydı. Üç gün sonra başlayacak olan akademi, belki de hayatının en büyük mücadelesinin sahnesi olacaktı.

 

Gözlerini kapatırken, içindeki hırçın ruhu dizginleyemedi. Her şey değişmişti, ama Arzela hâlâ kendi yolunu bulmaya kararlıydı. Ona dayatılan kaderi kabul etmeyecek, bu yeni gerçeklikle kendi kurallarını koyacaktı. Bu evde, bu akademide, hiç kimse onun savaşını kolayca kazanamayacaktı.

 

 

 

İlk uzun bölüm nasıl dı?

Beğendiniz mi ?

BOl bol yorum lütfen

Loading...
0%