Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@aytengul

Yeni bir gün doğmuştu, ama benim için hiçbir şey değişmemişti. Zaten ne değişebilirdi ki? Onlar benim ailem olmayı hak etmeyen insanlardı. Şimdi, on altı yıl sonra çıkıp geldiklerini söylüyorlar. Neyin gelişi bu? Hayatımı mahvedip gittikten sonra, şimdi neyin peşindeydiler? Zaten onların yüzünden başıma yeterince dert gelmemiş miydi? Pişkin pişkin karşıma geçip, "Biz senin aileniz," diyorlar. Neyin ailesi? Neyin? Yıllarca orada çürürken neredeydiler? Arzela, o karanlık odalarda acı çekerken, "Orası onun için güvenli değil," demediler. Neden şimdi geri dönüyorlardı?

 

Beni bir lütuf gibi ailemin yanında bırakmak istiyorlardı. Ama ben bu tür numaralara kanacak biri değildim. Bu sahte şefkat gösterileri artık beni kandıramazdı. Onların sadece yaratık değil, gerçek birer canavar olduklarını anlamıştım.

 

Arzela, onların soğuk bakışlarına karşı dimdik durarak konuştu, sesi kararlı ve buz gibiydi. "Siz, on altı yıl boyunca neredeydiniz?" diye sordu. "Benim hayatımı mahvetmenizin, beni acılar içinde bırakmanızın ardından nasıl yüzüme bakabiliyorsunuz? Hangi cesaretle karşıma çıkıp ailem olduğunuzu söylüyorsunuz?"

 

Gözlerinde bir an bile tereddüt belirtisi yoktu. Onların dudaklarından dökülen kelimeler, Arzela'nın içindeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Yaratıkların yüzleri sertleşti, ama bir şey söylemediler. Belki de Arzela'nın içindeki gücün farkına varmışlardı.

 

Arzela, bu canavarlardan intikam alacağını biliyordu. Yıllarca acı çekmiş, ama asla pes etmemişti. Şimdi, intikam zamanıydı. Onlar her ne kadar planlar yapmış olsalar da Arzela bu oyunların hepsini bozacak ve onların hayatlarını cehenneme çevirecekti.

 

"Bu numaralar eskide kaldı," dedi Arzela, sesinde kararlı bir tonla. "Sizi hayatıma bir daha sokmayacağım. Bu sefer ben oyun kuruyorum, ve bu oyun sizin için sonun başlangıcı olacak."

 

Onlar, karşılarındaki genç kızın aslında ne kadar tehlikeli olduğunu henüz anlamamışlardı. Ama yakında anlayacaklardı. Ve o gün geldiğinde, her şey için çok geç olacaktı.Bu düşünceler Arzela'nın zihninde yankılanırken, içindeki öfke ve kararlılık giderek daha da büyüyordu. Dün yaşananların ardından, artık eski Arzela yoktu. Üç gün süren buhran dolu bekleyişin sonunda, artık kendine bir hedef belirlemişti: Akademi.

 

Arzela, bir kurt alfası olduğunu biliyordu; bu gerçeği kabullenmek zorundaydı. Artık kimse ona yol göstermeyecek, kimse onu korumayacaktı. Kendi yolunu kendi çizmeliydi ve bunun için eğitilmeli, güçlü bir lider olmalıydı. Akademi, onun için bir kaçış değil, bir başlangıçtı. Orada öğrenecekleri, geleceğini şekillendirecek ve onu hedeflerine ulaştıracak tek şeydi.

 

Kendine başka bir seçenek bırakmıyordu. Bu yolda başarısızlık kabul edilemezdi. İçindeki güçle yüzleşmişti ve bu gücü kontrol etmeyi öğrenmek zorundaydı. Akademi, onun için sadece bir okul değil, aynı zamanda bu güçle başa çıkmayı öğrenebileceği bir yerdi.

 

Bu düşüncelerle Arzela, odasındaki küçük pencerenin önüne geçti. Gün doğmuş, yeni bir başlangıcın habercisi gibi gökyüzünü aydınlatmıştı. İçinde yükselen hırsa, bu yeni günü bir fırsat olarak görmeye başladı. Dün yaşadıklarını ardında bırakıp, bu günle birlikte yeni bir yol çizme zamanıydı.

 

"Akademi," dedi sessizce, kendi kendine. "Orada öğreneceklerimle güçleneceğim ve hak ettiğim liderliği alacağım. Çünkü başka bir yol yok, başka bir seçenek yok."

 

Bu karar, Arzela'nın içindeki canavarın nihayet uyanmasına neden olmuştu. O artık sadece bir kız değil, doğası gereği bir kurt alfasıydı. Ve bu yolculuk, onun liderliğe giden yolda atacağı ilk adımdı. Kendi kendine fısıldadığı bu kelimeler, ona yalnız olmadığını, içindeki gücün onu hiç bırakmadığını hatırlatıyordu. Bu yeni yol, hem Arzela'nın hem de onu çevreleyen dünyanın kaderini değiştirecekti.Arzela'ya verilen oda oldukça geniş ve ihtişamlıydı. Odanın bir köşesine yerleştirilmiş büyük, çift kişilik yatak, geniş alanın sadece bir parçasını oluşturuyordu. Ancak tüm bu genişliğe rağmen, Arzela odanın içinde adeta boğuluyormuş gibi hissediyordu. Duvarlarda hakim olan bordo ve kırmızı renkler, odaya sıcaklık katmak için seçilmişti, ama ne kadar çaba sarf edilirse edilsin, Arzela bu odaya ısınamıyordu. Soğuk ve yabancı bir mekandı burası, sanki onu içine hapsetmeye çalışan bir kafes gibiydi.

 

Bu düşünceleri bir kenara iterek, banyoya doğru adım attı. Banyo, odanın geri kalanıyla aynı ihtişamdaydı. Büyük ve derin bir küvet, zemine yerleştirilmişti. Arzela, bu küveti görünce, huzur bulma arzusuyla doldurmaya karar verdi. Suyu açtı ve küvet dolana kadar üzerindeki giysilerden bir bir kurtuldu. Su dolunca vanayı kapattı, ardından önce sağ bacağını, sonra da sol bacağını dikkatle suya soktu. Küvetin içine yerleştiğinde, sıcak suyun bedenini sarıp sarmaladığını hissetti.

 

Su, kaslarını gevşetiyor, zihnini rahatlatıyordu. Arzela, kendini küvetin içine daha da gömerek, suyun içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Gözlerini kapattı ve kafasını küvetin kenarına yasladı. İçinde dolaşan huzursuzluk dalgaları, suyun sıcaklığıyla yavaş yavaş dağılıyordu. Sanki tüm dünyanın yükü omuzlarından kalkmış, yalnızca suyun hafif akışında var oluyormuş gibi...

 

Ancak bu huzur anı, onun aklındaki karmaşayı tam anlamıyla bastıramıyordu. Odadan gelen yabancılık hissi, yaşadığı acılar, ona verilen bu sahte lüks... Hepsi bir araya gelerek Arzela'nın içinde bir fırtına yaratıyordu. Ama şimdilik, sadece birkaç dakika bile olsa, bu sıcak suyun içinde saklanarak huzuru bulmaya çalışıyordu.Banyoda geçirdiği yirmi dakikanın ardından suyun yavaş yavaş soğuduğunu hissetti. Bu huzur dolu anlar artık sona ermişti. Arzela, küvetten çıkmak için doğrulurken, bir an bile olsa o rahatlamış hali bozulmasın istiyordu. Ancak suyun soğuması, gerçeğe dönüşün bir işaretiydi.

 

Ayağını dikkatle küvetin kenarına koyarak dışarı çıkmaya çalıştı, ancak bir an dengesini kaybetti. Neredeyse düşecek gibi oldu ama hızla tutunarak kendini toparladı. Birkaç saniye içinde bu küçük aksiliği atlattıktan sonra, banyoda asılı duran büyük beyaz havluyu aldı. Havlunun yumuşak dokusu, tenine değdiğinde hafif bir sıcaklık hissetti. Kendini iyice sarıp, vücudunu kurularken, bir yandan da suyun verdiği rahatlığın tamamen kaybolduğunu fark etti.

 

Su damlaları, hala teninden süzülüp giderken, Arzela, bir kez daha odadaki soğukluğa döneceğini biliyordu. Ama bu sefer, bu kısa süreli rahatlama ona gereken gücü vermişti. Her ne kadar zihni hala karmakarışık olsa da, en azından bedenini dinlendirmişti. Bedenini kurulamaya devam ederken, bir yandan da yeniden odanın soğuk duvarları arasına döneceğini düşünüyordu.Yavaş adımlarla gardırobun yanına geldiğinde, dikkatle giysilere baktı. Ancak içini bir tiksinti kapladı; bu insanların sunduğu her şey ona yabancı ve itici geliyordu. Onların zevkleri, onun dünyasından tamamen farklıydı. Midesi bulanarak, bu giysileri görmek istemediğine karar verdi.

 

Kendi eşyalarını bulmak için valizini açtı. İçinden kısa, siyah bir şort ve formboğaz renginde ince askılı bir bluz çıkardı. Bu giysiler, ona kendi özgürlüğünü ve rahatlığını hatırlatıyordu. Üzerine giyerken, hissettiği bu küçük özgürlük hissi bir nebze olsun rahatlatıcıydı.

 

Saçlarını havluyla nazikçe kuruladığı ve taradığı anlarda, yumuşak bir rahatlama hissetti. Saçlarının nemini alırken, rahatlık ve tanıdıklık hissi biraz daha arttı. Saçlarını düzeltirken, kendini bir nebze daha huzurlu hissetti. Yavaşça odanın geri kalanına dönerken, giysilerinin ve görünümünün kendisini daha özgür ve kendine ait hissettirdiğini fark etti.Saçını kurulayıp taradıktan sonra, valizinden çıkardığı lip balm'ı dudaklarına sürdü. Bu küçük dokunuş, ona kendini biraz daha bakım yapılmış ve rahatlamış hissettirdi. Ardından gözlerine hafif bir far uygulayarak, dışarıya daha hazırlıklı bir şekilde çıkmak için hazırlandı.

 

Uzun merdivenlerden yavaş ve tehditkar adımlarla inmeye başladı. Her adımı, odadan aşağıya doğru inen sessiz bir kararlılığı yansıtıyordu. Aşağıda büyük bir masa hazırlanıyordu ve masanın etrafında, sözde anne ve babası oturuyordu. Yanlarında ise ikizler vardı.

 

Annesi, Arzela'nın adını bile anmak istemediği o kadın, sahte bir gülümseme ile Arzela'ya bakıyordu. Bu gülümseme, Arzela'nın içindeki tiksintiyi daha da artırıyordu. Kadının yapaylığı, sahte ilgi ve alaka gösterileri, Arzela'nın içinde derin bir iğrenç uyandırıyordu. Her adımda, içindeki öfke ve rahatsızlık biraz daha artıyor, yüzündeki yapay gülümseme ise onun bu tiksintisini daha da derinleştiriyordu.

 

Masanın etrafında toplanan bu kişiler, Arzela için sadece birer maskeden ibaretti. Onların gösterişli ve sahte davranışları, onu daha da uzaklaştırıyordu. İnerken her şeyin ne kadar sahte ve boş olduğunu düşünerek, içindeki öfkeyi kontrol etmeye çalıştı. Gözüne çarpan her detay, bu yapay dünyadan kaçma arzusunu daha da güçlendiriyorduDicle ve Boran, karı koca olarak kahvaltılarına devam ederken, oldukça samimi ve rahat bir hava içindeydiler. Yüzlerinde hoş bir gülümseme vardı, aralarındaki diyaloglar ise eğlenceli bir neşe taşıyordu. Ancak bu keyifli atmosfer, Arzela için tam anlamıyla boğucuydu. İsteksizce masanın etrafına oturdu, gözleri masanın ihtişamıyla büyülenmişti.

 

Masa, her türden yiyecekle doluydu; kuş sütünden balına, pekmezine kadar her şey mükemmel bir şekilde sunulmuştu. Ama Arzela'nın gözünde, bu ihtişamın bir anlamı yoktu. Bu, sadece göz boyayan bir gösterişten ibaretti. Her şeyin bol olduğu bu masa, onun için sadece bir hüsran ve hayal kırıklığı anlamına geliyordu.

 

Dicle ve Boran'ın yanı sıra, onların çocukları da masada oturuyordu. Arzela, onların aile dedikleri bu topluluğun gerçek bir aile olmadığını düşündü. Ne de olsa, bu kişiler on altı yıl boyunca neredeydiler? Şimdi, sahte bir gülümseme ve gösterişli bir kahvaltı ile aralarına katılmasını bekliyorlardı. Arzela, içindeki öfke ve tiksintiyle başa çıkmaya çalışarak, bu yapay ailenin gerçekliğini sorguluyordu.

 

“Bu neyin ailesi?” diye düşündü. Kaç yıl sonra, gerçek aile dediğimiz bu kişiler neydi ki? Her şeyin arkasında sadece birer maske olduğunu biliyordu. Bu sahte bağlılık, onun içindeki gerçek ailenin eksikliğini hissettiriyordu. Bu masada oturmak, sadece kalp kırıklığı ve derin bir yabancılık duygusu getiriyordu..

 

Dicle, Arzela'nın karşısında otururken, masanın yumuşak sohbeti arasında nazikçe sordu:

 

“Kızım, iyi uyuyabildin mi?”

 

Arzela, gözlerini bir an için Dicle’ye çevirdi. Sesinde belirgin bir sertlik vardı.

 

“İyi uyuyamadım,” dedi Arzela, soğuk ve mesafeli bir tonla. “Burası bana yabancı ve rahatlatıcı bir yer değil.”

 

Dicle, bu yanıt karşısında biraz sarsılmış görünse de, gülümsemeye devam etti.

 

“Anlıyorum, alışması zaman alabilir. Ancak burası senin evin ve biz seni burada rahat hissettirmek istiyoruz,” dedi Dicle, samimi bir ses tonuyla.

 

Arzela, Dicle’nin sözlerinin içindeki gerçekliği sorgulayarak başını salladı.

 

“Ev mi?” dedi Arzela, alaycı bir şekilde. “Gerçekten bu yerin ev olduğunu mu düşünüyorsunuz? Daha önce burayı evim olarak görmedim.”

 

Dicle, bu sözler karşısında hafifçe şaşırmış görünse de, sakinliğini koruyarak yanıt verdi:

 

“Zamanla her şey yoluna girecek. Sadece biraz sabırlı olmalısın. Biz buradayız ve senin için en iyisini yapmak istiyoruz.”

 

Arzela, bu yanıtı duyduğunda derin bir nefes aldı, gözlerini Dicle’nin gözlerinden kaçırarak yavaşça masadan uzaklaştı. İçindeki gerilimi bastırmaya çalışarak, sessizce düşüncelerine daldı.

 

Arzela, Dicle'nin sözlerine yanıt verirken, içindeki öfkeyi bastırma çabasıyla zihninde bir savaş veriyordu. Ancak, bu bastırma isteği, onu daha da delirtiyordu. İçindeki tiksinti ve gerilim, yüzeydeki sakin görünümünü korumasına engel oluyordu.

 

Dicle’nin nazik ve samimi tavrı, Arzela’nın içindeki öfkenin daha da alevlenmesine neden oldu. Dicle’nin sakinliği, Arzela’nın gerilimini artırıyor, sahte bir rahatlık vaadiyle içindeki karanlık duyguları daha da büyütüyordu.

 

Arzela, masanın etrafında dolaşırken, her şeyin ne kadar yapay olduğunu düşündü. Dicle’nin sözleri, gerçekte ne kadar boş ve yüzeysel olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Bu içsel çatışma, Arzela’nın kendini tutmasını zorlaştırıyor, her an patlama noktasına geliyormuş gibi hissettiriyordu.

 

Sakin görünmeye çalışırken, içindeki öfke ve hayal kırıklığı bir tür kargaşaya dönüşüyordu. Arzela, zihninde bu karışıklığı bastırmakta zorlanıyor, her şeyin iç yüzünü görmekte ısrar eden bir parça kendini kaybetmek üzereydi.

 

Yavaşça derin bir nefes aldı, ama bu nefes, içindeki fırtınayı yatıştırmak yerine, onu daha da körüklemişti. İçindeki öfke, gerçeklik duygusunu daha da keskinleştirirken, her şeyin ne kadar sahte ve yüzeysel olduğunu düşünüyordu. Bu sahte aile tablosu, ona sadece derin bir yabancılık ve huzursuzluk getiriyordu.Arzela, ağzına attığı bir kaç lokmadan sonra, yüzündeki ifadesini hiç bozmadan masadan kalktı. Sessiz adımlarla kapıya doğru ilerlerken, arkasından Dicle’nin sesi yankılandı:

 

“Nereye gidiyorsun kızım?”

 

Arzela, soğuk ve mesafeli bir tonla cevap verdi:

 

“Bu sizi ilgilendirmiyor.”

 

Dicle, Arzela’nın sözlerini duyunca hafif bir şaşkınlık yaşadı, ama ısrarla devam etti:

 

“Nereye gidip gitmediğin seni ilgilendirmiyor.”

 

Arzela, öfkesini bastırmaya çalışarak, ama sesi keskin bir şekilde yanıtladı:

 

“Kaç sene önce beni orada atıp, beni ilgilendirmeyen bir varlık gibi bırakıp gittiniz. Şimdi de sizin beni ilgilendirmediğiniz gibi, benim nereye gittiğim sizi ilgilendirmiyor.”

 

Bu sırada Boran, öfkeyle Arzela’ya döndü ve sert bir tonla söyledi:

 

“Bu şekilde, yarı çıplak kıyafetlerinle hiçbir yere gidemezsin.”

 

Arzela’nın öfkesi daha da kabardı. Kızgın bir şekilde Boran’a yanıt verdi:

 

“Üzerimdeki kıyafetlerle ilgili bana laf edemezsiniz. Yıllarca sizi ilgilendirmeyen bir hayat yaşadım, şimdi de bu sözleriniz bana işkence gibi geliyor. İsterseniz giysilerimle veya giysilerim olmadan, ama bu, size ne yapmam gerektiğini dikte edemezsiniz.”

 

Arzela’nın sesi, öfkesinin ve kararlılığının bir yansıması olarak, keskin ve belirgindi. Bu an, içindeki tüm birikmiş öfkeyi ve direnç ruhunu dışa vurduğu bir an olmuştu.

 

 

 

 

 

 

Dicle, Arzela'nın öfkesine rağmen, sakin ve kendinden emin bir şekilde konuştu:

 

“Bak kızım,” dedi, “Buralarda böyle bir şeyler giyinilmez. Hiç kimse böyle giyinmiyor.”

 

Arzela, bu sözlere karşı daha da öfkelendi ve sesini yükselterek yanıtladı:

 

“Benimle giyinip giyinmemem sizi alakadar bile etmiyor. Hiç kimse, hiç kimse umurumda dahi değil. Benim hayatım, benim yaşantım. Gereksiz insanların söyledikleri umurumda değil. Köpeklerin uluması beni ilgilendirmiyor.”

 

Bu sert sözler, Arzela’nın içindeki tüm gerilimi ve öfkeyi dışa vurduğu bir an olmuştu. Dicle’nin tavrı ve sözleri, Arzela’nın duygusal sınırlarını aşmıştı, ve o an Arzela, kendisini tamamen yalnız ve bağımsız bir şekilde hissetti.Arzela, büyük ve tehditkar adımlarla evin içinden geçerken, her adımı öfkesini ve kararlılığını yansıtıyordu. Kapıyı açtı ve dışarıya adım attı. Evin koyu gölgelerinden uzaklaşırken, içindeki sinir ve boğulma hissini atmak için hızla yürümeye başladı. Bu insanların varlığı, ona sadece baskı ve sinirlenme hissi veriyordu. Biraz rahatlamaya ve kendini özgür hissetmeye ihtiyacı vardı.

 

Arzela, hayatının bir şekilde bu insanlarla dolmuş olmasını düşündü. Bu gerginlikler ve gereksiz söylenen sözler, onu daha da zorluyordu. Hızlı adımlarla evden uzaklaşarak bir ormanlık alana girdi. Ormanın sessizliği ve huzuru, ona biraz rahatlama sağladı.

 

Sidir ağacına yaslanarak ayaklarını uzattı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatarak düşünmeye başladı. “Bu insanlar yüzünden neler çekiyorum?” diye düşündü. İçindeki öfke ve tiksinti, ormanın sessizliğiyle bir nebze olsun yatışmıştı. Arzela, bu huzur içinde biraz olsun kendini toparlamaya çalıştı, ama zihnindeki kaos ve sıkıntı, hala devam ediyordu.Arzela, sadece yürümek ve düşünmek istiyordu. İnsanların dikkatini çekmek, onlarla yüzleşmek ya da onların sözde ilgisiyle zaman kaybetmek niyetinde değildi. Onun için önemli olan tek şey, içindeki karmaşayı dindirebilmekti. Ormanın derinliklerine doğru adım attıkça, etrafını saran sedir ağaçlarının yükselen gövdeleri arasında kayboluyordu. Bu ağaçlar, hem ona güven veren bir sığınak hem de düşüncelerinin boğucu ağırlığını daha da derinleştiren bir hapis gibiydi.

 

Arzela’nın ayaklarının altında, ince bir patika görünüyordu. Bu patika, onun içindeki kasveti dışa vururcasına, kıvrılarak ormanın en derin, en karanlık köşelerine doğru uzanıyordu. Her adımıyla, daha da derinlere sürükleniyor, patikanın daralan sınırları arasında nefes almakta zorlanıyordu. Rüzgar, sedir ağaçlarının dalları arasında usulca esiyor, yaprakların fısıltıları Arzela’nın kulaklarında yankılanıyordu. Bu fısıltılar, adeta geçmişin gölgeleri gibi peşini bırakmayan düşüncelerini daha da büyütüyordu.

 

Ormanın içlerine doğru ilerledikçe, çevresindeki her şey daha kasvetli, daha tehditkâr bir hal almaya başladı. Sedir ağaçlarının koyu gölgeleri arasında, Arzela’nın zihni de aynı derecede karanlık ve karmaşıktı. Kalbinin derinliklerinde, kimseyle paylaşmadığı, en karanlık sırları yatıyordu. Kendisi bile bu sırlarla yüzleşmekten korkarken, onları nasıl taşıyacağını bilmiyordu. Ama bu patika, onu istemese de bu sırlarla yüzleşmeye zorluyordu.

 

Her adımı, onu geriye dönüşü olmayan bir yola sürüklüyordu. Patikanın kenarlarında, sararmış yapraklar birikmişti. Bu yapraklar, onun geçmişte bıraktığı ama asla unutamadığı hatıraların birer yansıması gibiydi. Her adımda bir yaprak hışırdıyor, her hışırdama, geçmişin bir yankısı gibi zihninde canlanıyordu. Bu yankılar, adeta onun ruhunu kemiren bir iç ses gibi kulaklarında çınlıyordu.

 

Arzela, derin bir nefes aldı. Ormanın yoğun, nemli kokusu ciğerlerine doldu. Bu koku, ona bir zamanlar hissettiği huzuru hatırlatmak yerine, artık ondan çok uzak olduğunu hissettiriyordu. Sedir ağaçlarının gövdelerine dokundu, ama bu temas bile ona bir rahatlık sağlamadı. Aksine, ağaçların sert kabukları, onun sertleşmiş, katılaşmış ruhunu yansıtıyordu.

 

Patika, önünde bir bilinmeze doğru uzanıyordu. Arzela, bu bilinmezliğin içinde kaybolmak istiyordu. Ama içindeki öfke, acı ve hüzün ona durmaksızın meydan okuyordu. Bu patika, sadece onu ormanın derinliklerine değil, aynı zamanda kendi karanlık düşüncelerinin labirentine de götürüyordu. Her adımda, bu labirent daha da karmaşıklaşıyor, kaçışsız bir kapan haline geliyordu.

 

Arzela, hayatında ilk defa bu kadar yalnız hissetti. Ama bu yalnızlık, onun için bir yük değil, bir kurtuluştu. Kimse onun acılarını anlamazdı; kimse onun taşıdığı yükleri hafifletemezdi. Bu patika boyunca yürümek, belki de içindeki tüm karanlık düşüncelerle yüzleşmenin tek yoluydu. Ama bu yüzleşme, onu kaçınılmaz bir sona doğru sürüklüyordu: ya bu karanlık onu yutacak ya da o, bu karanlığın içinden güçlenerek çıkacaktı.

 

Arzela’nın kalbi, bu karanlık yolculukta bir daha asla eski haline dönmeyeceğini biliyordu. Ancak bu bilinmezliğin içinde, bir umut kırıntısı vardı: belki de bu patikanın sonunda, onun için yeni bir başlangıç, yepyeni bir hayat vardı. Ama önce, bu karanlıkla yüzleşmek zorundaydı. Ve bu yüzleşme, onu geri dönüşü olmayan bir değişimin eşiğine getirecekti.Tam arkasını dönmüş, ormandan çıkmaya hazırlanıyordu ki, derinliklerden aniden yükselen çığlıklar sessizliği paramparça etti. Bu ürpertici sesler, sanki ormanın kendisinden, ağaçların arasına gizlenmiş karanlık bir varlıktan yükseliyordu. Arzela, bir an duraksadı. Ne olabilirdi bu? Diye düşündü. O an, sanki orman nefesini tutmuş, onun ne yapacağını merakla bekliyordu.

 

Kafasında beliren bu düşünce, onu daha da cesaretlendirdi. Çığlıklar, sıradan bir insanı dehşete düşürebilirdi; ama Arzela sıradan biri değildi. Onun damarlarında korkuya yer yoktu. İçindeki soğukkanlılıkla, çığlıkların geldiği yöne doğru hızla ilerlemeye başladı. Ağaçların gölgeleri arasında kaybolan patikada, ayak sesleri bile duyulmaz olmuştu.

 

Adımları hızlandı, neredeyse koşar adımlarla sesin kaynağına doğru ilerliyordu. İçindeki merak, her adımda daha da büyüyordu. Bu çığlıkların ardında neyin yattığını öğrenmek zorundaydı. Belki de ormanın derinliklerinde, onu bekleyen bir sır vardı; belki de bu sır, onun geçmişiyle ilgili karanlık bir gerçeği ortaya çıkaracaktı.

 

Arzela, cesaretini toplayarak, çığlıkların yükseldiği yere yaklaştı. Kalbinin atışları hızlanmıştı, ama bu korkudan değil, karşılaşacağı şeyin verdiği heyecandandı. Ağaçlar arasındaki açıklıkta, sessizliği bozan bu sesin kaynağını bulmak için karanlığı deldi. Fakat zihninde tek bir şey vardı: Ne olursa olsun, karşılaşacağı her neyse, onunla yüzleşmekten çekinmeyecekti.

 

Onun gibi birisi için korku, sadece bir kelimeden ibaretti. Ve o kelime, onun üzerinde hiçbir zaman hüküm süremeyecekti. Arzela’nın gözleri karanlığı taradı, her adımda daha da dikkatli ve tetikteydi. Seslerin kaynağına yaklaştıkça, çığlıklar daha belirgin, daha insanımsı hale geliyordu. Ama Arzela biliyordu ki, bu ormanda hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Ne olursa olsun, o sesin kaynağını bulacak ve ardındaki gerçeği ortaya çıkaracaktı.Arzela, hızlı adımlarla sesin geldiği yere doğru yaklaştı. Çığlıkların giderek daha belirgin hale geldiği o açıklığa ulaştığında, gözlerinin önünde korkunç bir manzara belirdi. Karşısında, devasa bir kurt, pençelerini acımasızca daha küçük bir kurda savuruyordu. Küçük kurt, büyük olanın kudreti karşısında acı içinde kıvranıyor, kaçmaya çalışıyor ama her seferinde büyük kurt tarafından yere seriliyordu. Arzela, bu vahşeti izlerken içindeki öfke dalga dalga büyümeye başladı.

 

Büyük kurt, küçüğünü adeta doğduğuna pişman ediyordu. Her pençe darbesi, her diş geçirme çabası, Arzela'nın içindeki sinir uçlarını tetikliyordu. Bu sahne karşısında sessiz kalmak onun doğasına aykırıydı. İçindeki tüm sinir sistemi, adeta bir uyarı alarmı gibi harekete geçti. Arzela, bir an bile düşünmeden, gözlerinde kararlı bir parıltıyla ileri atıldı.

 

Sinirleri, adeta ateşlenmiş bir silah gibi vücudunda hızla dolaşmaya başladı. Her bir sinir hücresi, her bir nöron, onu harekete geçmeye zorluyordu. Artık kontrol onun elinde değildi; sadece içgüdüleri vardı. Vücudu, adeta bir savaş makinesi gibi tepki verdi. Büyük kurda doğru hızla ilerledi, gözlerinde karanlık bir kararlılıkla.

 

Kurt, Arzela’nın hızla üzerine geldiğini fark ettiğinde, çok geç olmuştu. Arzela, tüm gücüyle ileri atıldı, güçlü elleriyle kurdun boynuna sarıldı ve onu yere sermek için tüm yeteneklerini kullanarak onu yere düşürdü. Kurt, şaşkınlık içinde yere yığıldı, ama Arzela durmadı. İçindeki öfke, adeta bir volkan gibi patlamıştı. Bu devasa yaratığı, küçük kurda yaptıklarının bedelini ödetmek için dizginlenemez bir güçle yere serdi. Kurt, Arzela’nın karşısında çaresizdi; ne kadar güçlü olursa olsun, karşısındaki irade karşısında boyun eğmek zorundaydı.

 

Arzela, kurdu yere serdiğinde, bir an nefes almak için durdu. Gözleri, yerde inleyen küçük kurda kaydı. Yüreği, bu küçücük canlının çektiği acı için sızladı. Ama aynı zamanda, içindeki güç ve kararlılıkla doluydu. Bu ormanda, kimse Arzela’nın adaletine karşı çıkamazdı. Her kim olursa olsun, ona ya da masumlara zarar vermeye kalkışan her yaratık, onun karşısında düşecekti.Arzela, kurdu yere serdikten sonra derin bir nefes aldı ve yere çöktü. Gözleri, titreyen küçük kurda odaklandı. Zavallı yaratık, korkudan ve acıdan titriyordu. Yerde kıvrılmış, ön kolu ve arka bacakları ciddi şekilde hasar görmüş halde yatıyordu. Her nefes alışında derin bir hırıltı, acı dolu bir uluma yükseliyordu. Bu küçük varlığın çektiği acı, Arzela’nın kalbinde bir yankı buldu.

 

Nazikçe ellerini uzatarak, minik kurdu avuçlarının içine aldı. Zavallı yaratık, hala acı içindeydi, ama Arzela’nın dokunuşuyla biraz olsun sakinleşti. Kucağına aldığı anda, kurdun yaralı vücudu ve kırık bacakları ellerine ağır bir yük gibi geldi. Arzela, kurdun titreyen bedenine baktı ve onun için bir şeyler yapması gerektiğini hissetti.

 

"Şşşt," diye fısıldadı Arzela, yumuşak ve teskin edici bir sesle. Eli, kurdun yaralı bacaklarında usulca gezindi. O anda, Arzela’nın elleri adeta bir şifa kaynağına dönüşüyormuş gibi göründü. Küçük kurt, sanki onun ellerinin sihirli bir dokunuşla tedavi olduğunu hissediyormuşçasına mırıldanmaya başladı. Her ne kadar acısı hala dinmemiş olsa da, Arzela’nın dokunuşları ona huzur veriyor, içinde bir güven duygusu uyandırıyordu.

 

Arzela, kurdun yaralarını dikkatle inceledi. Ön kolundaki derin çizikler ve arka bacaklarındaki kırıklar onu endişelendirmişti. Ancak, elleriyle hafifçe yaralara dokunduğunda, kurdun bedeninin rahatladığını hissetti. Küçük kurt, gözlerini Arzela’ya dikmiş, ona güvenle bakıyordu. Bu bakış, Arzela’nın içindeki şefkat duygusunu daha da derinleştirdi.

 

Kurt, acıyla inlemeyi bırakmıştı; yerine, Arzela’nın şefkatli dokunuşlarına küçük mırıltılarla karşılık veriyordu. Onun elleri, sadece fiziksel bir tedavi değil, aynı zamanda bu küçük canlının ruhuna da bir rahatlama getirmişti. Arzela, yaralarını iyileştirmeye çalışırken, aynı zamanda kurdun ruhunu da okşuyor, ona bu ormanda yalnız olmadığını hissettiriyordu.

 

Arzela, kurdun yaralarını sardıktan sonra, onu yavaşça kollarına aldı. Küçük kurt, acıdan bitkin düşmüş olsa da, Arzela’nın sıcaklığında huzur bulmuştu. Onu sımsıkı tutarak, yavaşça ayağa kalktı ve ormanın derinliklerinden çıkmak için geri döndü. Bu küçük canlının ona ihtiyaç duyduğu her an yanında olacağını biliyordu. Arzela, bu ormanın bir parçasıydı ve bu küçük kurt da artık onun koruması altındaydı.Arzela, küçük kurt yavrusunu kucağında taşıyarak yürürken, sesi sakin ve yatıştırıcı bir tona büründü. "Merak etme," diye fısıldadı, "Geçti. Her şey geçti. Artık iyisin, güvendesin." Hiç kimseye karşı naif olmayan, sert ve güçlü yapısıyla bilinen Arzela, bu küçük yavruya adeta şefkat dolu bir anne gibi konuşuyordu. Bu, onun doğasına tamamen aykırıydı, ama bu küçük varlık karşısında Arzela'nın yüreği yumuşamıştı.

 

Yol boyunca, geri geri giderek ormanın derinliklerinden çıktı. Evi olarak adlandırdığı, soğuk ve ürkütücü bir yer olan manikanına doğru ilerledi. Kapıyı açtı ve içeri adım attı. Evin soğuk havası, içerideki kasvetli atmosferle birleşmişti. Ancak bu sefer, Arzela’nın içinde taşıdığı sıcaklık bu soğukluğu bir nebze olsun dağıtıyordu.

 

İçeriye girdiğinde, onu şaşkın gözlerle izleyen ailesi diye adlandırdığı kişilerle karşılaştı. Annesi olarak gördüğü Dicle, babası Boran ve kardeşleri gibi düşündüğü Barlas ve Alp, Arzela’nın kucağında taşıdığı küçük kurdu görünce donakaldılar. Bu sahne, onların beklemediği bir durumdu. Dicle'nin gözleri şüpheyle kısıldı ve soğuk bir sesle, "Bu kurdun burada ne işi var? Onun yeri ailesi," dedi.

 

Arzela, bir an bile tereddüt etmeden cevap verdi, sesi kararlı ve keskin bir tonla yankılandı. "Siz bu kurdun başına ne geldiğini bile sormadınız. Onun evde olmasını istemediğinizi söylediniz. Ama şunu bilin; ben sizden onu bu evde bulundurmak için izin istemiyorum. Bu kurt burada olacak, ister kabul edin ister etmeyin. Bu, tamamen sizin sorununuz, beni ilgilendirmiyor. Ve şimdi, sesinizi kesin çünkü ben bu ailenin Dicle'ye arzısıyım. Annem ve babam olarak adlandırılmanıza rağmen, benim için hiçbir değeriniz yok," dedi. Sözleri, buz gibi bir soğuklukla odanın içinde yankılandı.

 

Arzela, büyük adımlarla odasına yöneldi. Gözlerindeki kararlılık ve içindeki öfke, her adımında daha da güçleniyordu. Odaya girdiğinde, kapıyı ardında kapattı ve küçük kurdu dikkatlice yere indirdi. İçindeki tüm şefkatle, kürkü açıp onu yıkamaya başladı. Su, kurdun üzerine döküldükçe, vücudundaki kir ve kan yavaş yavaş akıp gitti. Arzela, büyük bir özenle onu yıkadıktan sonra, yumuşak bir havluyla kuruladı ve yatağının üzerine uzandırdı.

 

Küçük kurt, Arzela’nın bu sıcak ilgisi karşısında rahatlamış gibiydi. Arzela, dikkatlice kurdun yaralarına pansuman yapmaya başladı. Her hareketinde, içindeki derin bağın güçlendiğini hissediyordu. Sanki aralarında görünmez, kırılmaz bir bağ vardı. Kurtun acı dolu yaralarını sarmak, Arzela için bir görevden öte, bir bağın temellerini atmak gibiydi.

 

Pansuman işini bitirdikten sonra, kurdu yavaşça yatağa yatırdı ve üzerine sıcak bir örtü örttü. Biraz sonra, ona yumuşak yiyecekler getirdi ve sevgiyle beslemeye başladı. Her lokmada, kurdun gözleri yavaş yavaş kapanıyor, güvenle uykuya dalıyordu. Arzela, bu küçük yaratığa çok bağlanmıştı. Onunla arasında oluşan bu derin bağ, Arzela için tamamen yeni bir duyguydu. Ne olursa olsun, bu bağın kopmasına asla izin vermeyecekti. Onun için artık bu küçük kurt, sadece bir yaralı hayvan değil, Arzela’nın hayatının bir parçasıydı.Arzela, kurdun gözlerinin içine derin bir hüzünle baktı. Onun yaralarını sarmış, karnını doyurmuştu, ama içindeki suçluluk duygusu bir türlü dinmek bilmiyordu. Yavaşça kurdun yanına oturdu, elleri titreyerek onun yumuşak kürküne dokundu. Gözleri dolu dolu oldu, içinden geçenleri ona fısıldayarak anlatmaya başladı.

 

"Affet beni, küçük kurt," dedi Arzela, sesi neredeyse duyulmayacak kadar yumuşaktı. "Belki de seni annenden, babandan ayırdım. Belki de şu anda seni çaresizce arıyorlar. Ama... ama seni buraya getirmek zorundaydım. Seni orada bırakamazdım."

 

Arzela'nın kalbi sıkıştı, düşünceleri onu sarmalayan bir suçluluk ağına dönüştü. Yavru kurdun gözlerindeki masumiyet, Arzela’nın içinde yankılanan bir fırtınayı dindirir gibi değildi. Kendi içinde bir mücadele veriyordu; doğru mu yapmıştı, yoksa büyük bir hata mı işlemişti? Ama bir şeyden emindi: Bu küçük yaratığı o tehlikeli ormanda bırakmak, onu ölüme terk etmek gibi gelmişti.

 

"Belki de sana bir iyilik yapmadım," diye devam etti, sesi çatallaşarak. "Belki de burada güvende değilsin, ama seni getirebileceğim tek yer burasıydı. Biraz dinlendikten sonra... bunu bir şekilde halledeceğim. Heyetteki bilgeliğe danışacağım ve ne yapmamız gerektiğini konuşacağım."

 

Arzela, kurdun üzerine eğilip onu nazikçe okşadı. "Söz veriyorum, senin için en iyisini yapacağım. Ne olursa olsun, seni koruyacağım. Belki de burası senin yeni yuvan olacak, ya da seni tekrar ailenle buluşturacağım. Ama bu kararı vermeden önce, ikimiz de dinlenmeye ihtiyacımız var."

 

Arzela, derin bir nefes alarak kurdun yanına kıvrıldı. Gözlerini kapattı ama zihnindeki düşünceler onu rahat bırakmıyordu. Gelecek, belirsiz ve karanlıktı, ama Arzela bir şeyden emindi: Bu küçük yaratığın güvenliği, onun için her şeyden önemliydi. Ne pahasına olursa olsun, onun için en doğru kararı vermeye kararlıydı.Arzela, odanın karanlık köşesinde derin düşüncelere dalmışken, sonunda kararlı bir nefes aldı ve yataktan kalktı. Beş saat geçmişti, ama yaşananlar zihninde hala taptazeydi. Küçük kurt yavrusu, o sırada sessizce uyuyordu, ama Arzela'nın içindeki huzursuzluk gitgide büyüyordu. Bu durumu daha fazla erteleyemezdi; hemen harekete geçmeliydi.

 

Nazikçe yatağın kenarına eğildi ve küçük kurdu kucağına aldı. Yavrunun sıcak bedeni, Arzela'nın kollarında güvenle kıpırdadı. Arzela, onun için en iyisini yapmaya kararlıydı; bu küçük canlının başına kötü bir şey gelmesine izin veremezdi.

 

Odadan sessizce çıktı, koridorun loş ışığında ilerleyerek heyetin toplandığı salona doğru yürüdü. İçinde bir an olsun duraksamayan kararlılığı, adımlarına yansıdı. Kapının önüne geldiğinde, bir an durup derin bir nefes aldı. Onun için burada ne söyleyeceği ve nasıl bir yol izleyeceği çok önemliydi.

 

Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde, içerideki soğuk hava ve ciddi bakışlar Arzela’yı karşıladı. Dicle, Boran, Barlas ve Alp, gözlerini ona çevirmiş, ne söyleyeceğini bekliyordu. Arzela, küçük kurdu kollarında daha sıkı kavrayarak konuşmaya başladı.

 

"Onu ormanda buldum," dedi, sesi kararlı ve netti. "Yaralıydı, savunmasızdı. Onu orada bırakmak ölüme terk etmek olurdu. Başına kötü bir şey gelmesine izin veremezdim."

 

Dicle, gözlerini kısıp Arzela’ya doğru bir adım attı. "Ama bu senin sorumluluğun değil, Arzela. Bu kurt, ailesine ait. Onu geri götürmeliyiz," dedi.

 

Arzela, bir an bile tereddüt etmeden Dicle'nin gözlerine bakarak cevap verdi. "Ona ne yapacağınıza güvenemem. Bu küçük yavruyu korumak artık benim sorumluluğum. Onun başına kötü bir şey gelmesini engellemek için ne gerekiyorsa yapacağım."

 

Boran, kaşlarını çatarak araya girdi. "Bu kararı tek başına veremezsin. Bu iş, daha büyük bir mesele."

 

Arzela, Boran’a bakarken içindeki kararlılık daha da güçlendi. "Bu benim sorunum, evet. Ama onun başına gelenler hakkında ne yapmam gerektiğine ben karar vereceğim. Sizlerden bu konuda bir izin istemiyorum."

 

Odanın içinde bir an sessizlik hakim oldu. Herkes Arzela'nın söylediklerini sindirmeye çalışırken, Arzela küçük kurdu daha sıkı sarıp odadan çıkmak üzere arkasını döndü. Geriye dönüp baktığında, gözlerinde hem kararlılık hem de bir miktar korkusuzluk vardı.

 

"Bu konu kapanmadı," dedi son kez. "Ama şu an bu yavruyu yalnız bırakmamalıyım. Daha sonra tekrar konuşacağız."

 

Arzela, odasına geri dönerken, içindeki endişe ve kararlılık birbirine karışmıştı. Ama bir şeyden emindi: Bu küçük kurdun başına bir şey gelmesine izin vermeyecekti. Ona karşı duyduğu sorumluluk, her şeyden önce geliyordu ve ne olursa olsun, onu koruyacaktı.Arzela, küçük kurdu kucağında taşıyarak bilgenin huzuruna çıktı. Bilgenin odası, eski kitaplar ve gizemli nesnelerle doluydu; odanın ortasında yanan bir ateş, loş bir ışık yayıyordu. Bilge, Arzela’nın yaklaştığını fark edince, derin ve bilge bir bakışla ona doğru döndü. Gözleri, Arzela’nın kollarındaki yavru kurda kaydı ve yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi.

 

Arzela, bilgeye saygıyla eğilip söze başladı. "Bilge," dedi, sesinde hafif bir titreme vardı, ama kararlılığı baskındı. "Bu küçük kurdu ormanda buldum. Yaralı ve savunmasızdı. Onu ölüme terk edemezdim."

 

Bilge, derin bir nefes alarak Arzela'ya doğru yaklaştı. Yavaşça kurdun başını okşadı, sonra Arzela’nın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.

 

"Arzela," dedi, sesi sakin ama etkiliydi. "Bu yavruyu koruma isteğin, içindeki merhametin bir yansımasıdır. Ancak bu yavrunun ait olduğu bir yer var. Onu orada bırakarak yanlış bir şey yapmış olabileceğin endişesini taşıyor musun?"

 

Arzela bir an duraksadı, sonra başını salladı. "Biliyorum, ama onu orada bırakmak... kalbime ağır geldi. Eğer ona bir şey olsaydı, bunu asla affedemezdim. Şimdi ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

 

Bilge, Arzela’nın endişesini anlıyormuş gibi başını salladı. "Merhamet, güçlü bir duygudur, ama akılla dengelenmezse, bazen tehlikeli olabilir. Bu yavrunun ailesi var mı, emin misin? Onu burada tutmak, belki de daha büyük sorunlara yol açabilir."

 

Arzela, kucağındaki kurda daha sıkı sarıldı. "Bilmiyorum," dedi, sesi alçak ama kararlıydı. "Ama şu an onu buraya getirdim, onu bırakmadım. Sizden yardım istemek için buradayım. Ne yapmam gerektiğini bilmek istiyorum."

 

Bilge, düşünceli bir şekilde Arzela’ya baktı, ardından küçük kurda tekrar yöneldi. "Bu yavrunun ne yaşadığını anlamamız için zamana ihtiyacımız var. Onun yaralarını sarıp dinlenmesini sağlamalısın. Bu süreçte, onun ailesini arayıp bulmamız gerekiyor. Ama unutma, bu yavruya karşı olan sorumluluğun sadece onun fiziksel güvenliğiyle sınırlı değil."

 

Arzela, bilgenin sözlerini dikkatle dinledi ve başını salladı. "Anlıyorum, bilge. Onu burada tutarak yanlış yapmadığımdan emin olmak istiyorum. Eğer onu geri götürmem gerekiyorsa, bunu yaparım. Ama şu an ona en iyi şekilde bakacağım."

 

Bilge, Arzela’ya yumuşak bir gülümsemeyle baktı. "İçindeki merhameti kaybetme, ama aklını da rehberin yap. Bu küçük yaratığın güvenliği için en doğru kararı vereceksin. Şimdi onu al ve iyileşmesi için ona ihtiyacı olan zamanı ver."

 

Arzela, bilgeye minnetle baktı, sonra kucağındaki yavruyu dikkatle tutarak odadan çıkmak üzere arkasını döndü. "Teşekkür ederim, bilge. Size bir şey olursa haber vereceğim."

 

Bilge, Arzela’nın arkasından sessizce bakarken, genç kadının ne kadar büyük bir yürek taşıdığını düşündü. Yavru kurdu koruma arzusu, onun içindeki gücün ve merhametin bir göstergesiydi. Arzela'nın bu yolda en doğru kararı vereceğine inanıyordu.Arzela, bilgenin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, kucağındaki küçük kurt yavrusuyla odadan çıkmak üzereyken, bir an duraksadı. İçindeki huzursuzluk daha da artmıştı; bilge ne kadar haklı olsa da, Arzela'nın içindeki ses, olayın burada bitmediğini söylüyordu. Bilge, onu sakinleştirmeye çalışmıştı, ama Arzela, başka bir cevap arıyordu. Tek başına çözüm bulamayacağını düşündü.

 

Kapının eşiğinde durdu, derin bir nefes aldı ve arkasını dönüp bilgeye tekrar yaklaştı. Gözlerinde kararlılıkla karışık bir hüzün vardı. "Bilge," dedi, sesi daha sert ve emin bir tonla. "Bu kurdu bulduğumda, sadece ona acıdığım için almadım. İçimde bir şey, onun bana gönderildiğini söylüyor. Bu sıradan bir rastlantı değil, bundan eminim. Ne yapmam gerektiğini bilmek istiyorum."

 

Bilge, Arzela’nın bu kararlılığını görünce, gözlerinde bir parıltı belirdi. "Arzela," dedi, daha önce hiç duymadığı bir ciddiyetle. "Eğer içindeki ses seni bu kadar güçlü bir şekilde yönlendiriyorsa, o zaman buna kulak ver. Ama şunu bilmelisin, bu yol tehlikelerle dolu olabilir. Her adımında dikkatli olman gerekecek."

 

Arzela, bilgenin sözlerini sindirirken, kucağındaki yavru kurt hafifçe kıpırdandı. Ona daha sıkı sarıldı, gözlerini bilgenin yüzünden ayırmadan, "Ne tür bir tehlikeden bahsediyorsun?" diye sordu.

 

Bilge, derin bir nefes alarak Arzela’ya doğru bir adım attı. "Bu yavruyu koruman gerektiğini düşünüyorsan, onun peşinde olanlardan da haberdar olmalısın. Eğer bu kurt gerçekten sana gönderildiyse, bu sadece senin için değil, onun için de bir sınav olabilir. Onu kovalayanlar, senin kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek isteyeceklerdir. Bu yüzden dikkatli olmalısın, çünkü bu yolda karşına kimlerin çıkacağını tahmin edemezsin."

 

Arzela, bilgenin sözleri karşısında derin bir düşünceye daldı. "Yani, bu sadece bir kurt yavrusu değil mi?" diye sordu, sesi fısıltıya dönüşmüştü.

 

Bilge, gözlerini Arzela’nın gözlerine kilitledi. "Bazen, en masum görünen şeyler, en büyük sırları saklar. Bu kurt yavrusu, belki de düşündüğünden çok daha fazlası. Onu korumak için kendini de korumalısın. Sırf fiziksel değil, ruhsal olarak da hazırlıklı olmalısın."

 

Arzela, bilgenin bu uyarısını aklına kazıdı. "Ne yapmamı öneriyorsun, bilge?" diye sordu, sesi hala kararlıydı.

 

Bilge, Arzela'nın omzuna elini koydu. "İlk olarak, bu yavruyu iyileştir ve güçlendir. Onu geri götürmek ya da yanında tutmak konusunda acele etme. Her şeyin bir zamanı var. Ama dikkatli ol; çevrendeki her şeyi gözlemle ve sezgilerine güven. Eğer gerçekten bu yavru seninle kalmak istiyorsa, bu yolu birlikte yürümelisiniz. Eğer değilse, doğru zamanı bekle ve onu ait olduğu yere geri götür."

 

Arzela, bilgenin söylediklerini dikkatlice dinledi ve ardından başını salladı. "Anladım," dedi, içindeki kararlılık daha da güçlenmişti. "Bu yavruyu koruyacağım, ne olursa olsun. Onu tehlikelerden uzak tutacağım ve doğru zamanı geldiğinde ne yapmam gerektiğini bileceğim."

 

Bilge, Arzela’nın bu sözlerine karşılık sakin bir şekilde başını salladı. "Senin için kolay olmayacak, Arzela. Ama içindeki güce güveniyorum. Şimdi git ve onu iyileştir. İlerleyen zamanlarda tekrar görüşeceğiz."

 

Arzela, bilgenin sözlerini kalbine yerleştirerek odadan çıktı. İçinde hala bir huzursuzluk vardı, ama artık daha net bir hedefi vardı. Ne olursa olsun, bu küçük kurdu koruyacak ve onunla birlikte yürüdüğü bu yolda, karşılarına çıkacak her türlü tehlikeyle yüzleşecekti.

Loading...
0%