Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@aytengul

 

Bir bölüm de daha sizinleyim.

Yıldızı basıp yorum yazmayı unutmayın...

 

Üç gün sonra

Arzela, sabahın ilk ışıklarıyla uykusundan uyanırken gözlerini açtı. Odaya sızan solgun gün ışığı, yatak odasını yavaşça aydınlatıyordu. Ancak uykusunun derinliğinden bir şey onu çekmişti. Gözlerini açtığında, karşısında küçük bir yaratık buldu. Bu yaratık, dün geceki olayların yankısıyla ve bir tür karanlık enerjiyle büyülenmişti; kendisine ait bir gerçeklikte, sanki tüm dünya bu yaratığın etrafında dönüyordu.

 

 

Yavaşça kalkıp üzerine oturdu, yaratığın gözleriyle karşılaştı. Yaratık, Arzela'nın yatağının yanına, yumuşak bir yastığın üzerine kıvrılmıştı. Küçük, titrek bir kurt yavrusu, yumuşacık tüyleriyle ve gözlerindeki masumiyetle Arzela'nın yanındaydı. Arzela, bu yavruyu ellerine alırken, kurdun pürüzsüz ve sıcak bedenini hissetti. Gece yaratığın elinden aldığı bu yavru, bir tür güvence gibi hissettiriyordu. Arzela, yavaşça yavruyu kucakladı ve ona nazikçe baktı.

 

 

Kurt yavrusu, küçük pençelerini hafifçe Arzela'nın kollarına bırakarak minik bir hareket yaptı. Gözleri, Arzela'nın gözlerine bakarak ona derin bir güven duygusu veriyordu. Yavrunun varlığı, Arzela'ya gece boyunca yaşadığı kâbuslardan ve gerginliklerden biraz uzaklaşma fırsatı sundu.

 

 

Arzela, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatarak yavrunun huzur veren sıcaklığını hissetmeye çalıştı. Dışarıda hafif bir rüzgar esiyor, ağaçların yaprakları arasında tatlı bir hışırtı yaratıyordu. İçinde, bu küçük kurt yavrusunun ona bir tür teselli sunduğunu düşündü. Kendi içindeki kaosu ve belirsizliği bu minik varlıkla bir nebze unuttu.

 

 

Yavaşça uykusunun kalıntılarından uyanarak, kendini yeniden huzur içinde bulmaya çalıştı. Yavruyu dikkatlice elinde tutarken, bir sonraki adımlarını ve bu küçük yaratığın hayatındaki rolünü düşünmeye başladı. O an, sabahın ilk ışıkları altında, Arzela'nın içinde bir umut kıvılcımı yanıyordu.

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu kucaklayarak, tatlı bir gülümsemeyle fısıldadı: "Sen ne tatlı bir şeysin öyle." Yavru, Arzela'nın sesini duyduğunda minik kuyruğunu salladı ve gözlerini tatlı tatlı kıstı. Arzela'nın yumuşak sesi, yavruyu rahatlatan bir melodi gibi geldi. O an, Arzela, bu küçük yaratığın varlığının kendisine bir tür huzur ve bağlılık sunduğunu fark etti. Yavruyun sevimliliği, Arzela'nın içindeki karanlık düşünceleri bir anlığına da olsa unutturdu. Bu tatlı an, Arzela'ya gece boyunca yaşadığı karmaşadan biraz uzaklaşma fırsatı verdi.

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusunun tatlı ve yaramaz halleriyle gülümsedi. Yavrunun minik pençeleriyle oyun oynayarak, bazen etrafa bakarak bazen de Arzela'nın parmaklarını kovalamaya çalıştığını gördü.

 

 

Küçük yavru, Arzela'nın kucağında hafifçe kıpırdandı ve sevimli bir şekilde kuyruk sallayarak Arzela'ya baktı. Arzela, yavrunun bu yaramaz ve tatlı hallerine dayanamayıp nazikçe gülümsedi. “Seni küçük yaramaz,” dedi, “bana nasıl bu kadar tatlı göründüğünü anlayamıyorum.”

 

 

Yavru, Arzela'nın sözlerini anlar gibi gözlerini ona dikerek, minik bir huysuzlukla başını eğdi. Arzela, bu tatlı anın tadını çıkarırken, içindeki huzuru ve neşeyi hissetti. Küçük kurt yavrusunun sevimliliği, sabahın erken saatlerinde bile Arzela'nın ruhuna bir parça sıcaklık ve neşe kattı.

 

 

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu kucaklarken, birden hafif bir gülümsemeyle konuştu. "Normalde biri beni uyandırsa, öfkeden delip geçerim," dedi, sesi öfkeyle titreyerek. "Ama sana neden boyun eğiyorum, bilmiyorum."

 

 

Yavru, Arzela'nın sesindeki öfke ve karmaşayı hisseder gibi, tatlı bir şekilde gözlerini Arzela'ya çevirdi. Arzela, yavrunun masum bakışlarını görünce derin bir nefes aldı. İçindeki öfke ve yorgunluk, bu minik yaratığın huzur veren varlığıyla biraz daha azalmıştı. "Belki de senin masumiyetin ve tatlılığın, içimdeki karanlığı biraz olsun aydınlatıyor," diye ekledi. "Sana karşı olan bu alışılmadık yumuşaklığım, belki de içimdeki iyi tarafı hatırlamamı sağlıyor."

 

 

Bu sözler, Arzela'nın içsel çatışmalarını ve duygularını yansıtırken, yavrunun varlığı ona rahatlama ve dinginlik getirdi. O an, Arzela, küçük kurt yavrusunun ona sağladığı bu huzur ve bağlılığın değerini anlamıştı.

 

 

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu kucağında nazikçe tutarken, adını düşündü. “Acaba senin ismini ne koysam, küçük şey?” diye mırıldandı. “Kurtçuk mu desem?”

 

 

Bu sırada yavru, Arzela'nın parmaklarına hafifçe dokunarak minik bir huysuzluk yapıp parmaklarıyla oyun oynamaya başladı. Arzela, yavrunun bu tatlı huysuzluğunu görünce gülümsedi. “Evet, belki de ‘Kurtçuk’ adını sana koymalıyım. Senin gibi yaramaz ve sevimli bir yavruya uygun bir isim,” dedi.

 

 

Yavrunun küçük hareketleri ve sevimliliği, Arzela’nın ruhuna dokundu. Bu an, onun içindeki gerginliği ve yalnızlığı bir nebze olsun hafifletti. "Evet," diye tekrar etti Arzela, "Kurtçuk seni en iyi tanımlayan isim olabilir."

 

 

 

Arzela, "Kurtçuk" adını düşündükçe, küçük yavrunun huysuzluğu artmaya başladı. Kurtçuk, minik pençelerini Arzela’nın parmaklarına hafifçe geçirerek, tatlı tatlı karnını döndürdü. Biraz daha huysuzluk yaparak, parmaklarını daha sertçe dürtmeye başladı.

 

 

Arzela, bu davranışları görünce, "Aman, sen ne kadar huysuz bir kurtçuksun!" diye mırıldandı. Yavru, Arzela'nın parmaklarını yakalamaya çalışırken, minik dişlerini göstererek oyun oynamaya devam etti.

 

 

Arzela, yavrunun bu yaramazlıklarını ve huysuzluklarını izlerken, içindeki öfkenin yavaşça dağıldığını hissetti. Kurtçuk'un bu şirin huysuzlukları, Arzela'nın yüzünde küçük bir gülümseme oluşturdu. Yavrunun bu hareketleri, Arzela’nın ruhunu biraz daha rahatlatmış ve ona neşeli bir an sunmuştu.

 

 

"Tamam, tamam," dedi Arzela, yavruya nazikçe, "Bu kadar huysuzluk yeter, yoksa seni gerçekten bir köşeye koyarım." Ama bu sözleri söylerken, içindeki sevecenlik ve şefkat, Arzela'nın sesinde net bir şekilde duyuluyordu.

 

 

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu dikkatle izlerken, içindeki öfke ve sevinç karışımı duygularını kontrol etmeye çalıştı. Yavrunun tatlı bakışlarına karşı koymakta zorlanıyordu. "Küçük kurtsan, kurtçuk ne amca ya?" dedi, biraz huysuz bir şekilde. "Allah bilir, bu sevimli yaratık ne yapacak benim imajımı çizmek için. Ahhh, ahhh, su bakışlara bak."

 

 

Yavru, Arzela'nın içindeki karışıklığı hissetmiş gibi, gözlerini iyice büyütüp Arzela'ya bakıyordu. Bu bakışlar, Arzela'nın içindeki yumuşak tarafı daha da ortaya çıkarıyordu. "Ama böyle bakarsan, ben de ‘kurtçuk’ olurum, her şeyi de kabul ederim," diye ekledi Arzela, gülümseyerek. "Senin şirinliğin karşısında gerçekten dayanmak zor."

 

 

Küçük kurt, Arzela'nın parmaklarına dokunarak minik pençeleriyle hafifçe oynadı. Arzela, yavrunun bu sevimli davranışlarının kendisini nasıl da etkilediğini fark etti. İçindeki huysuzluk ve gerginlik, yavrunun masum ve tatlı davranışlarıyla biraz olsun gevşedi. Bu küçük yaratık, Arzela'nın karanlık düşüncelerinin ve içsel savaşlarının bir nebze olsun hafiflemesine neden olmuştu.

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusunun tatlı bakışlarına derin bir hüzünle baktı. İçindeki duyguları dile getirirken, sesi biraz kederli ve özlem doluydu. “Keşke sen benim olsan,” dedi, “ama bu imkansız. Yeniden dönüşmek imkansız.”

 

 

Yavru, Arzela’nın üzgün sesini duydu ve minik başını eğerek Arzela’nın kollarında rahatlamış bir şekilde kıvrıldı. Arzela, yavrunun bu basit ama rahatlatıcı hareketiyle duygularının bir parçasını paylaşmıştı. “Bu küçük yaratığın yanında olmak, içimdeki karanlıkları bir nebze olsun aydınlatıyor,” diye devam etti Arzela, “ama eski halime dönmek… İşte bu, imkansız bir hayal.”

 

 

Arzela, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Küçük kurt yavrusunun yanındaki bu anlar, onun içsel huzur arayışında bir nebze de olsa teselli bulmasını sağlıyordu. Yavrunun varlığı, Arzela'nın duygusal yüklerini biraz hafifletmiş, ama içindeki dönüşüm özlemi devam ediyordu.

 

 

 

Küçük kurt, Arzela'nın kollarında rahat bir şekilde kıvrılmışken, hafifçe huysuzluk yaparak minik dişlerini gösterdi. Arzela, bu yaramaz davranışa gülümseyerek, "Ya bak yaaa, masum Minos tarafı ne kadar da tatlı," dedi. "Yedim seni ancak, ısırmam kafama şamarı yerim."

 

 

Yavru, Arzela'nın bu sözlerine minik bir şekilde tepki gösterdi, ama onun sevecen ve tatlı bakışları değişmeden devam etti. Arzela, kurtçukla aralarındaki bu tatlı huysuzluk anının, içindeki gerginliği bir nebze olsun hafiflettğini hissetti. Küçük yaratığın bu yaramaz tavırları, onun ruhunu bir nebze olsun canlandırıyordu.

 

Arzela, küçük kurt yavrusunun huysuzlukları karşısında düşüncelerini yüksek sesle dile getirdi. “Ya, bu kadınlar niye arada manyaklaşıyorlar, anlamıyorum,” dedi, gülümseyerek ve hafifçe başını sallayarak. “Öyle bir şey yapıyorlar ki, sanki beni yatırıp, beni burada tutmaktan başka bir şey düşünmüyorlar.”

 

 

Küçük kurt yavrusu, Arzela’nın sözlerine hafifçe tepki gösterdi, ama gözlerinde hâlâ o tatlı masumiyet vardı. Arzela, “Yok anam, bir şey de yapsam beni yataktan kovar mı? En iyisi suyuna gitmek zaten,” dedi. “Bu durum güzel, hiç hayatım boyunca bu kadar sevilmemiştim.”

 

 

Arzela, bu küçük yaratığın yanında olmanın kendisine nasıl bir huzur ve sevgi sunduğunu fark etti. Küçük kurt yavrusunun sevimliliği, Arzela'nın içindeki yalnızlık ve karanlık düşünceleri bir nebze olsun aydınlatıyordu. Bu anlar, ona biraz teselli ve sıcaklık getiriyordu.

 

 

 

Arzela, küçük kurt yavrusuna nazikçe seslenerek, “Hadi uykucu, ben biraz banyo yapacağım. Sen de burada otur, anlaştık mı?” dedi. “Hem yaraların var, şimdilik temas etme.”

 

 

Küçük kurt yavrusu, Arzela’nın söylediklerini anlayacakmış gibi başını hafifçe eğdi ve gözleriyle Arzela’yı izledi. Arzela, yavruya güven verici bir bakış attıktan sonra banyoya doğru yöneldi.

 

 

Banyo kapısını açarken, bir yandan da kendini hazırlamaya başladı. Banyoya adım attığında, suyun sıcaklığını hissetti ve bir süreliğine rahatlamak için kendini suyun kollarına bıraktı. Yavru, odanın köşesinde sessizce otururken, Arzela'nın banyo sırasında huzur bulmasını izledi. Bu an, hem Arzela'nın hem de yavrunun içindeki gerilimin biraz olsun azalmasına yardımcı oluyordu.

 

 

 

Arzela, banyoda biraz vakit geçirdikten sonra kendini yenilenmiş ve rahatlamış hissetti. Bornozunu giyerek banyodan çıktı ve yatak odasına doğru yöneldi. Odada birkaç kıyafet aldıktan sonra, tekrar banyoya dönmek üzere adım attı.

 

 

Küçük kurt yavrusu, Arzela’nın hareketlerini dikkatle izliyordu. Arzela, kıyafetleri elinde tutarak banyoya doğru yürüdü ve kısa süreliğine yanına dönmüş olan yaralarını kontrol etmek üzere hazırlık yapmaya başladı. Bu rutin hareketler, onun hem fiziksel hem de zihinsel olarak yeniden toparlanmasına yardımcı oluyordu.

 

 

Arzela, üzerine siyah, vücuduna oturan bir elbise giymişti. Elbisenin bir bacağı yırtmaçlıydı, bu da her adım attığında zarafetle açılan bir açıklık yaratıyordu. Saçlarını doğal dalgalarıyla omuzlarına bırakmıştı; hiçbir şekilde kontrol edilmemiş gibi görünse de, aslında bu da onun imajının bir parçasıydı. Yüzüne sadece hafif bir makyaj yapmıştı; ince bir fondöten, gözlerini belirginleştiren bir rimel ve dudaklarını doğal bir pembelikle süsleyen ruj. Bu sadelik, Arzela'nın cazibesini daha da artırıyordu.

 

 

Ayağında ise küçük, zarif bir topuklu ayakkabı vardı. Ayakkabıların her adımında zemine dokunurken çıkardığı hafif ses, odadaki sessizliği daha da derinleştiriyordu. Tüm gözler, farkında olmadan onun üzerinde toplanıyordu. Arzela, sade ama etkileyici görünümüyle bulunduğu her ortamda bir iz bırakıyordu.

 

 

Ancak Arzela'nın iç dünyasında fırtınalar kopuyordu. Her ne kadar dışarıdan sakin ve kendine güvenli görünse de, içindeki gerilim onu boğuyordu. Elbisenin her dokunuşu, sanki teninde dolaşan bir yılan gibi hissediliyordu; bu, ona hem bir özgüven hem de içten içe bir tedirginlik veriyordu. Saçlarını savururken her bir telin yüzüne değmesi, ona geçmişte yaşadığı acı anıları hatırlatıyordu.

 

 

Arzela, aynada kendine bakarken derin bir nefes aldı. Gözlerindeki kararlılık, yıllar boyu inşa ettiği sert kabuğun arkasına sakladığı yumuşak ruhunu maskelemeyi başarıyordu.

 

 

Arzela, bir adım attı. Elbisenin yırtmacı daha da açıldı ve küçük topuklu ayakkabıları, mermer zeminde yankılanan bir ses çıkardı. Her adımında, yer sarsılıyormuş gibi hissediyordu. Oysa dışarıdan bakan biri için, o sadece zarif bir kadındı; oysa içten içe, Arzela bir savaşçıydı, geçmişiyle ve geleceğiyle savaşmaya hazır bir kadın. Her adımı, bir meydan okuma gibiydi; her nefes alışında, bir çatışma başlıyordu.

 

 

Arzela artık eski Arzela olmayacaktı. Yırtmacından görünen bacağındaki titreme, onu yalnızca daha da güçlü kılıyordu. Karşılaşacağı her şey, onu ya yok edecek ya da yeniden doğuracaktı. Ama Arzela'nın gözlerinde, yalnızca tek bir kararlılık parlıyordu: Ne olursa olsun, bu savaşı kazanacaktı.

 

 

 

 

Arzela, odasından çıkarken adımlarını ağır ve dikkatli atıyordu. Siyah elbisesinin yırtmacı her adımında biraz daha açılıyor, bu da onun zarafetini daha da vurguluyordu. Gözlerinde kararlılıkla dolu bir ifade vardı, ancak içindeki tedirginlik de belirgindi. Bu gece, sözde gerçek ailesiyle yüzleşecekti. Dicle, Boran, Alp ve Baral, yıllardır onun hayatında eksik bir parça gibi duran kişilerdi. Ancak onların yanında kendini gerçekten ait hissetmiyordu.

 

 

Kucağında küçük bir kurt yavrusu taşıyordu; bu yavru, onun içsel çatışmalarının ve vahşi doğasının bir sembolü gibiydi. Arzela, yavruya şefkatle baktı, ama bu şefkat, onun kırılganlığını değil, gücünü yansıtıyordu. Yavrunun sıcaklığı, onun soğuk kalbinde bir nebze olsun bir rahatlama sağladı, ama bu rahatlık kısa sürdü. İçinde kopan fırtınalar, yavrunun masumiyetiyle bastırılacak gibi değildi.

 

 

Arzela, büyük ve görkemli salonun kapısını açtığında içerideki sessizlik onu karşıladı. Gözleri, kendisine dönük olan bakışları hızla taradı, ama onlara aldırmadı. Sözde ailesi, onun gelişiyle birlikte bir şeyler söylemeyi bekliyordu, ama Arzela'nın buna tahammülü yoktu. Onların sıcak bir aile gibi görünme çabaları, onun için sadece bir maskeden ibaretti.

 

 

Küçük kurt yavrusunu kucağından dikkatlice indirip yanına bir hizmetçiyi çağırdı. "Yavruya yemek verin," dedi, sesi soğuk ve mesafeli. Hizmetçi, hızlıca yavruyu kucağına alıp götürürken, Arzela tek kelime daha etmeden yemek masasındaki yerini aldı. Masada oturanlara selam dahi vermeden, sessizce sandalyesine yerleşti.

 

 

Dicle, Boran, Alp ve Baral ona baktılar, ama Arzela'nın gözlerinde bir selam ya da sıcaklık bulamadılar. Onun için bu masadakiler, sadece birer yabancıydı. Arzela, masaya oturmuş olsa da ruhen çok uzaklardaydı. İçindeki karanlık, bu sahte aile tablosuyla örtülemeyecek kadar derindi.

 

 

Masadaki gerginlik elle tutulur gibiydi. Arzela'nın sessizliği, odadaki havayı daha da ağırlaştırıyordu. Herkes onun bir şeyler söylemesini bekliyordu, ama Arzela'nın tek düşündüğü, bu sahte yüzleşmenin ne kadar süreceği ve bu oyunun sonunda ne kadar yara alacağıydı. Bu masada oturmak, onun için bir savaştı ve Arzela bu savaşı, sadece kendi kurallarıyla oynayacaktı.

 

 

 

 

Arzela’nın doğum günüydü, ancak bu, onun için kutlanacak bir gün değildi. O, bu sahte aile tablosunun bir parçası olarak görülmekten zaten hoşlanmıyordu. Masada otururken içindeki öfke ve rahatsızlık her geçen saniye daha da büyüyordu. Dicle’nin, yüzünde zoraki bir gülümsemeyle “Bu gün çok iyi hazırlanmışsın. Doğum günün kutlu olsun, Arzela,” demesi, bu öfkeyi patlama noktasına getirdi.

 

 

Arzela, derin bir nefes aldı, ama bu nefes sakinleşmek için değil, patlamak üzere olan bir fırtınanın habercisiydi. Masadaki herkesin gözleri bir anda ona çevrildi. Arzela, gözlerini Dicle’nin gözlerine kilitledi ve bakışları adeta bir bıçak gibi keskinleşti. Masadaki gerginlik, neredeyse elle tutulur hale geldi. Arzela, ellerini masaya dayadı ve kendini ileri doğru hafifçe eğerek, herkesin yüzüne bir bakış attı.

 

 

"Bu gün çok iyi hazırlanmışsın mı?" dedi, sesi alaycı ve keskin. "Doğum günüm mü? Bu saçmalığı ne kadar sürdüreceksiniz? Benim doğum günüm mü? Beni böyle ucuz oyunlarla kandırabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Sahte bir kutlama, sahte gülücükler, sahte insanlar... Hepinizden nefret ediyorum!"

 

 

Arzela’nın sesi yükselirken, odadaki hava daha da ağırlaştı. Dicle’nin yüzündeki sahte gülümseme bir anda dondu. Arzela, masadaki bıçağı hızla eline aldı ve masanın üzerine sertçe vurdu. Çıkan ses, herkesi irkiltti. "Bu maskeli balo yeter! Bana bir daha bu sahte gösterilerle yaklaşmaya kalkarsanız, sonunuz ne olur, tahmin bile edemezsiniz!"

 

 

Sözleri, odadaki herkesi derin bir sessizliğe gömdü. Arzela’nın gözlerinde sadece öfke ve nefret vardı. Bu doğum günü, onun için bir kutlama değil, bir savaş ilanıydı. Dicle ve diğerleri, onun ne kadar tehlikeli bir hale geldiğini fark etmişlerdi, ama bu farkındalık onları harekete geçirecek cesaretten yoksundu.

 

 

Arzela, masadan hızla kalktı ve bir an bile tereddüt etmeden odadan çıkmak üzere döndü. Kapıya yönelirken, bir kez daha durdu ve arkasına bakmadan sert bir şekilde konuştu: "Bu son uyarım. Bir daha bu oyunu oynamayın. Yoksa gerçek yüzümle tanışırsınız, ve inanın, bu yüz görmek istemeyeceğiniz bir şey olacak."

 

 

Kapıyı sertçe çarpıp odadan çıktığında, geride kalanlar hala şok içindeydi. Arzela’nın bu agresif çıkışı, bir dönüm noktasıydı. Bu gece, sadece bir doğum günü değildi; aynı zamanda herkesin Arzela’yı artık ciddiye alması gerektiğini anlaması gereken bir geceydi. Bu savaş yeni başlıyordu, ve Arzela bu savaşın kazananı olmaya kararlıydı.

 

 

 

Çocukluğumdan beri sahte sözlere, sahte bakışlara, sahte insanlara tahammül edecek bir insan değilim. Belki de hayatımın en büyük kararı, insanlara yüzlerini dahi göstermemek oldu. Çünkü samimiyetsiz gülüşler, yapmacık konuşmalar ve sahte davranışlar her zaman dikkatimi çekerdi. Ben böyle olmadım. Ne söylediysem net oldum. Bu nedenle insanlara karşı hep mesafeliyim, sinirliyim.

 

 

İnsanların benim kırgınlığımı hiçbir zaman anlamadıklarını fark ettim. Ne hissettiğimi, neye kırıldığımı anlamaktan acizler. Bu yüzdendir ki uzak durmayı tercih ediyorum. Küçüklüğümde bir noktada insanların benim için bir tehdit olduğunu anladım. Yalanlar, ihanetler ve hayal kırıklıkları hayatımın bir parçası oldu. Ama en çok acıtan şey, bu insanlar arasında gerçekten samimi olan birinin bile çıkmamasıydı.

 

 

oturduğum ormanda, içimdeki öfkeyi ve hayal kırıklığını hissediyorum. Saatler geçiyor, ama hissettiğim ağırlık hafiflemiyor. Neden bu kadar yalnız olduğumu, neden kimseyle paylaşamadığımı düşündüğümde, çocukluğumun o karanlık anıları aklıma geliyor. Bir köşede sessizce ağlayan küçük bir çocuk, kimsenin fark etmediği, kimsenin umursamadığı. İşte o çocuk benim.

 

 

Bu anılar her gece geri dönüyor, beni uyutmuyor. İnsanların sahtekârlıklarıyla boğuşurken, kendi içimdeki yalnızlığımla da başa çıkmaya çalışıyorum. Bu yüzden düzenli, kontrollü ve mesafeli olmaya çalışıyorum. Çünkü duygularımı dışarı vurursam, zayıf olduğumu düşünecekler. Ama bilmedikleri şey, aslında bu yalnızlığın ve kırgınlığın beni daha da güçlendirdiği.

 

 

Kırgınlığımın derinliğini anlamaktan aciz olan insanlar, yüzeyde gördükleri şeylerle yetiniyorlar. Ama ben her zaman derinlerde, karanlıkta kalmayı tercih ettim. Çünkü o karanlık, bana gerçek yüzleri gösterdi. Ve bu gerçeği bilmek, beni daha da güçlendirdi.

 

 

 

İnsanların çoğu beni sevmez. Belki onların kalıplarına uymadığımdan, belki farklı olduğumdan ötürü olabilir. Ancak hep şunu bildim: Sahte insanlarla vakit geçirmektense, doğru ve gerçek insanlarla vakit geçirmek daha iyidir. Sahte yüzler, yapmacık gülüşler, "ne güzel" diye sahte övgüler yerine, bana açık açık her şeyi söyleyen insanları tercih ettim. Gerçekleri söyleyen insanlar, hayatımda her zaman derin izler bıraktı. Ancak bu tür insanlar hiçbir zaman olmadı. Belki gelecekte olacak, belki de olmayacak.

 

 

Yalnızlığımla barışığım. Yalnızlık, sahtekar insanlarla birlikte olmaktan daha katlanılır bir durumdur. Ben yalnızlığımla baş başayım. Yalnız kalmak benim için bir korku değil, aksine bir rahatlama, bir sığınaktır. Kalabalıkların içindeki yalnızlıktan daha acı verici bir şey yoktur. İnsanların yapmacık ilgileri, samimiyetsiz sözleri beni boğar.

 

 

Karanlık gecelerde, odamda tek başıma otururken içimdeki huzuru hissediyorum. Sessizlik bana huzur verir. Kalabalıkların gürültüsünden kaçıp, kendi iç dünyama sığınmak en büyük rahatlamamdır. Yalnızlık, bana kendimi tanıma fırsatı verdi. Kendi içimdeki derinlikleri keşfetmeme olanak tanıdı.

 

 

Birçok insan, yalnızlıktan kaçar, ondan korkar. Ama ben yalnızlığımla barıştım. Çünkü sahte yüzlerin arasında kaybolmak istemedim. Yalnızlık, bana gerçekleri gösterdi. Sahte dünyalardan uzaklaşmamı sağladı. Belki gelecekte, gerçekten samimi insanlarla tanışacağım. Ama o zamana kadar, yalnızlığım en güvenilir dostum olacak.

 

 

 

 

Bugün benim doğum günümdü mesela. Birçok insan için büyük bir olay. Belki kutlamalıydım, gülmeliydim, bir sürü tebrik mesajı almalıydım. Ancak sahte insanların gönderdiği sahte tebrik mesajları neyime lazımdı? Gerçekten hatırlayan, seven, beni sayan insanların bana mesaj göndermesi daha önemliydi. Ancak onlar da yoktu. Benim hayatım hep böyleydi. Ben her zaman yalnızdım. Sonuçta herkes bir gün yalnız ölecekti. Kimse hiç kimseyle beraber ölmeyecekti. Ben bunu 16 yaşımda öğrenmiştim. Belki yaşım çok küçüktü. Ancak yalnızlığın en iyi ilaç olduğunu bu yaşımda öğretmişti insanlar. Beni kırarak, dökerek, hayatımı mahvederek. O kadar çok yüzüme gülüp kalbimi kıranlar oldu ki bunu daha sonra ben öğrendim. Çok acıdım kendime, çok kınadım kendimi. Hâlâ daha kendimle içsel savaşlarım var. Kendimi affedemiyorum. Niye öyle yaptım diye. Ancak şunu bilmeliyim: Birçok insan benim gibi yaşıyordu. Yahut da yaşamıyor muydu? Benden daha kötü hayatlar var mıydı? Yoksa ben mi kötü hayat yaşıyordum? Sonuçta bu hayatta kimisi mutluyken, kimisi hüzünlü. Kimisi en pahalı elbiseler giyerken, kimisi en ucuz, eskimiş elbiseler giyiyordu.

 

Bugün doğum günümde, hayatımın bir yansımasını gördüm. İnsanlar, sahte tebrik mesajlarıyla beni kutlamak isteseler de, bu yapmacık övgüler bana bir anlam ifade etmiyordu. Gerçekten değer veren, beni seven ve sayan insanların mesajları önemliydi. Ancak onların da yokluğu, yalnızlığımı daha da derinleştiriyordu.

 

16 yaşımda öğrendim ki, herkes sonunda yalnız ölecekti. Bu gerçeği erken yaşta kavradım. İnsanlar tarafından kırılarak, dökülerek, hayatımın nasıl mahvolduğunu gördüm. O kadar çok sahte yüzle karşılaştım ki, kalbimi kaç kez kırdıklarını bile hatırlamıyorum. Kendime çok acıdım, kendimi çok kınadım. Hâlâ içimde, kendimle savaşlar veriyorum. Kendimi affedemiyorum, niye böyle yaptım diye. Ancak bilmeliyim ki, birçok insan benim gibi yaşıyor. Ya da yaşamıyor mu? Benden daha kötü hayatlar var mıydı? Yoksa sadece benim mi hayatım böyleydi?

 

Bu hayatta bazıları mutluyken, bazıları hüzünlü. Kimisi en pahalı elbiseleri giyerken, kimisi en ucuz, eskimiş elbiselerle yetiniyor. Belki de bu farklılıklar, hayatın gerçek yüzünü gösteriyor. Belki de yalnızlığım, sahte insanların arasında kaybolmaktan daha iyidir. Kendi iç dünyamda huzuru bulmak, dış dünyanın sahte yüzlerinden kaçmak, bana gerçek huzuru veriyor. Yalnız kalmak benim için bir korku değil, aksine bir sığınaktır. Kendi içimde, kendi gerçekliğimde yaşamayı tercih ediyorum.

 

 

Çok isterdim, benim de yaralarımı paylaşan, yaralarımı saran, destek olan insanlar, bir ailem olsun isterdim. Ancak hayat çok acımasızdı. O soğuk duvarlara bakarak, küf kokulu yastık ve yorganla uyuduğum geceler halen daha hatıramdaydı. Unutulacak gibi değildi sonuçta. Kim unuturdu ki en kötü günlerini, en kötü günlerinde kimsenin olmayışını, yalnızlığını, berbat halde olduğu halde yine de ayakta kalmasının gerektiğini, güçlü olmasını? Çünkü hayat güçlü olanları değil, zayıfları eziyordu. Ezilen bir insanın da dünyaya karşı tutunduğu tek şey mahvolmuşluğu olurdu. Sonuçta bu dünyada masum kalpler mahvolurdu. En acımasız insanların içinde en masum kalpler taşınırdı.

 

Her gece, karanlık odama çekildiğimde, yalnızlığımın ağırlığını daha da derinden hissederdim. O anlarda, duvarların sessizliğiyle baş başa kalırdım. Soğuk ve boşluk dolu geceler, geçmişin izlerini her köşeye nakşederdi. Küf kokan yorgan ve yastık, bana hayatın ne kadar acımasız olduğunu her nefes alışımda hatırlatırdı.

 

Unutmak istedim, ama unutulacak gibi değildi. En kötü günlerimi, yalnızlığımı, kimsenin yanımda olmayışını kim unutabilirdi ki? En zor anlarımda bile, ayakta kalmak zorundaydım. Güçlü olmak zorundaydım, çünkü hayat zayıfları ezerdi. Güçsüz olduğum her an, dünya üzerime gelirdi. Ezilen biri olarak, tek tutunduğum şey, içimdeki kırık dökük umuttu.

 

Bu dünyanın masum kalpleri mahvettiğini anladım. En acımasız insanların bile içinde bir zamanlar masumiyet vardı. O masumiyet, hayatın acımasızlığına yenik düştü. İnsanların kalplerindeki masumiyeti görmek, bana bir nebze olsun teselli verirdi. Ancak aynı zamanda, bu masumiyetin nasıl yok olduğunu görmek de içimi acıtırdı.

 

Hayatım boyunca, yaralarımı paylaşacak, saracak birini aradım. Ancak hep yalnız kaldım. Kendi yaralarımı kendim sarmak zorunda kaldım. Bu yalnızlık, bana güç verdi. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrendim. Ama aynı zamanda, içimde derin bir boşluk bıraktı. Belki de bu boşluk, hayatımın en büyük gerçeğiydi.

 

Hayat, insana en son olacağı kişiye dönüşmeyi öğretmişti. Bunu anlıyordum. Küçüktüm, çocuktum. Masum hayallerim, gülüşlerim vardı. Herkese inanırdım, her şeyimi herkesle paylaşırdım. Ancak artık onları yapmıyorum. Artık öyle biri değilim.

 

Daha tetikteyim. İnsanlara karşı daha soğuk ve sınırlarını net çizen biriyim. İnsanlara hayır demeyi öğrendim. İstesem de istemesem de. İnsanlardan yardım istemiyorum. Çünkü bugün yardım istesem, yarın benden ne isteyeceklerini bilemem. İşte böyleyim ben.

 

Çocukken, her şeye inanırdım. İnsanların masumiyetine, iyiliğine güvenir, kalbimi açardım. Ancak zamanla, bu güvenin beni nasıl yaraladığını gördüm. Hayatın acımasız gerçekleriyle karşılaştıkça, içimdeki masumiyet yavaş yavaş kayboldu. Artık insanlara güvenmiyorum. Onlardan uzak duruyorum.

 

Küçüklüğümde sahip olduğum o masum hayaller, yerini daha karanlık ve temkinli düşüncelere bıraktı. Artık insanlara gülümsemek, onlara güvenmek benim için lüks oldu. Kalbimi korumak için etrafıma duvarlar ördüm. İnsanlara hayır demeyi öğrendim. Bu, kendimi korumanın bir yolu oldu.

 

İnsanlardan yardım istemiyorum, çünkü yarın benden ne isteyeceklerini asla bilemem. Güçlü görünmek zorundayım. Zayıflığımı göstermemeliyim. Bu, benim hayatta kalma stratejim oldu. Artık insanlar bana yaklaşırken, onlara temkinli bakıyorum. Onların gerçek niyetlerini anlamaya çalışıyorum.

 

Hayatın beni bu hale getirdiğini kabulleniyorum. Belki de bu, kendi yaralarımı sarabilmemin bir yoludur. Bu şekilde, kendimi koruyorum. İçimdeki masumiyeti tamamen kaybetmiş olabilirim, ama bu bana hayatta kalmayı öğretti. Bu, benim ilaçım oldu. Kendimi korumanın, hayatta kalmanın en etkili yolu. Artık böyleyim. Soğuk, temkinli ve sınırlarını bilen biri. Bu yeni ben, hayatta kalmayı öğrendi.

 

 

 

Şu an hayatımda, daha geçenlerde bir canavarın elinden aldığım küçük bir kurt yavrusu vardı. Öyle masum, öyle güzel ki, bu sahte insanlardan daha çok huzur ve merhamet veriyordu. Onun bir bakışı, kulaklarını sallaması, kuyruğunu sallaması, o kadar hoş, o kadar anlatılmazdı ki, kelimelere sığdıramazdım.

 

Onunla küçük bir oyun oynamak, moralim bozukken onun neşesiyle moralimi düzeltmek, dünyanın en mutlu insanıymışım gibi hissettiriyordu. İnsanların yapamadığını, sevemediği insana bir hayvan sevmiştim. Ona minnettardım.

 

Bu küçük kurt yavrusu, hayatımda bir umut ışığı oldu. Her sabah onun neşesiyle uyanmak, bana yaşama sevinci verdi. Onunla geçirdiğim zamanlar, hayatın tüm acımasızlığını unutturdu bana. İnsanlardan göremediğim sevgiyi, bu küçük yavruda buldum. Onun masumiyeti, saflığı ve bana olan sevgisi, kalbimdeki tüm yaraları sardı.

 

Her bakışı, her hareketi, kalbimi ısıtıyordu. Onunla vakit geçirirken, hayatın acımasız gerçeklerinden uzaklaşıyordum. Dünyanın tüm karanlığını unutup, onunla geçirdiğim anların tadını çıkarıyordum. O, benim için bir arkadaş, bir dost, bir aile oldu.

 

İnsanların yapamadığını, küçük bir kurt yavrusu başardı. Bana sevginin, merhametin ne demek olduğunu hatırlattı. Onunla geçirdiğim her an, bana hayatın ne kadar güzel olabileceğini gösterdi. Bu yüzden ona minnettardım. Onun sevgisi, bana en karanlık anlarda bile umut verdi.

 

Bu küçük yavruyla kurduğum bağ, hayatta en değerli şeylerden biri oldu. Onun varlığı, benim için tarifsiz bir mutluluk kaynağıydı. İnsanların yapamadığı, sevemediği bir insana, küçük bir hayvan sevgi verdi. Bu sevgi, bana hayatın tüm zorluklarını aşma gücü verdi. Ona minnettardım, çünkü o, bana gerçek sevgiyi ve merhameti öğretti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arzela, ormanın derinliklerinde, çakıl taşlarının üzerine basarak yavaşça ilerliyordu. Yanında sadık arkadaşı, küçük kurt yavrusu, sessizce yürüyordu. Ancak zihni, yine kavga ettikleri anlarla doluydu; yine canını yakmışlardı. Her adımda, yüreğindeki acı biraz daha derinleşiyordu. Ormanın huzur verici sessizliği bile bu acıyı dindiremiyordu.

 

"Yine mi, Küçük?" dedi Arzela, acı dolu bir sesle. "Neden hep böyle oluyor? Neden hep canımı yakıyorlar?"

 

Kurt yavrusu, anlayışlı gözlerle ona baktı ve yanına sokuldu. Tam o anda, sedir ağaçlarının dalları yavaşça hareket etmeye başladı. Ormanın içine doğru yayılan bir parıltı belirdi. Parıltının olduğu yerden fısıltılar yükseldi. Arzela, adımlarını yavaşlatarak dikkat kesildi, nefesi hızlandı. Kalbi, göğsünde çılgınca atıyordu. Gözleri, parıltının kaynağını aradı.

 

"Arzela..." diye bir ses yankılandı. Ses derin ve yankılıydı, sanki ormanın içinden değil de Arzela'nın ruhundan geliyordu. "Sen seçilmiş kişisin, Arzela."

 

Arzela, şaşkınlıkla etrafına bakındı ama kimseyi göremedi. "Kim var orada? Bana kim sesleniyor?" diye bağırdı.

 

Ses, tekrar yankılandı. "Sen, yüz yılın alfası olacaksın. Ancak bu yolda, karşına birçok zorluk çıkacak."

 

Arzela'nın aklında binlerce soru belirdi. Seçilmiş kişi mi? Yüz yılın alfası mı? Bu ne anlama geliyordu? Nelerle karşılaşacaktı? Ormanın içindeki sessizlik, birdenbire tehditkar bir hal almıştı. Parıltı, yavaşça sönerken, sedir ağaçlarının dalları tekrar eski sakinliğine döndü.

 

"Görün, ben..." diye mırıldandı Arzela, çaresizlikle. "Bu ne anlama geliyor? Neler oluyor?"

 

Ses, bir kez daha yankılandı. "Bu senin kaderin, Arzela. Onu kabul etmeli ve mücadele etmelisin."

 

Arzela, derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Küçük kurt yavrusu, endişeyle onun bacaklarına sürtündü. Arzela, hafifçe eğilip yavruyu okşadı. "Hadi," dedi kararlı bir sesle, "yolumuza devam etmeliyiz."

 

Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, aklında yankılanan sözler ona hem güç hem de korku veriyordu. Yolunun ne kadar zor olacağını bilmiyordu, ama içindeki kararlılık her geçen an daha da büyüyordu. Arzela, yüz yılın alfası olarak kaderini kucaklamaya hazırdı.

 

"Küçük, bu yolda beraber yürüyeceğiz," diye fısıldadı Arzela, gözlerini karanlık yola dikerken. "Ne olursa olsun, birlikte olacağız."

 

 

 

 

 

 

Arzela, ormanın derinliklerine doğru adımlarını hızlandırdı, ancak arkasından gelen ses hala kulaklarında yankılanıyordu. Bu kez ses daha kararlı ve netti, sanki ormanın kendisi ona sesleniyordu.

 

"Arzela, kaçamazsın," dedi ses. "Bu senin kaderin, ve ondan kaçış yok."

 

Arzela, bir an durakladı ve arkasına döndü. "Kim var orada? Neden beni rahat bırakmıyorsun?" diye bağırdı. Sesin kaynağını görememek onu daha da huzursuz ediyordu.

 

"Kaderinden kaçamazsın, Arzela," diye tekrar yankılandı ses. "Yüz yılın alfası olmak senin görevindir. Bu yükü omuzlarında taşıyacak güce sahipsin. Ama zorluklara hazır olmalısın."

 

Arzela, derin bir nefes alarak küçük kurt yavrusuna baktı. "Duydun mu Küçük? Bunu yapmak zorundaymışım. Ama nasıl?" dedi, gözlerinde beliren yaşları silerken. "Kendimi bu kadar güçlü hissedemiyorum."

 

Ses, yine net ve güçlü bir şekilde yankılandı. "Güç, içindedir Arzela. Korkularını yenmeli ve kararlılıkla yoluna devam etmelisin."

 

Arzela, bu sözlerle biraz olsun cesaret buldu. Elleriyle küçük kurt yavrusunun başını okşadı ve tekrar yola koyuldu. "Birlikte başaracağız, Küçük," diye fısıldadı. "Ne olursa olsun, bu kaderi kabul edeceğiz ve mücadelemizi sürdüreceğiz."

 

Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, kulaklarında yankılanan o ses ona hem rehberlik ediyor hem de güç veriyordu. Her adımda, karşısına çıkacak zorlukları göze alarak, yüz yılın alfası olarak kaderini kucaklamaya hazırdı.

 

"Kaderin seni bekliyor, Arzela," diye yankılandı son kez ses. "Güçlü ol ve yolda karşına çıkacak her şeye hazırlıklı ol."

 

Arzela, başını dik tutarak ve kararlılıkla yürümeye devam etti. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, içindeki korkuları yeniyor ve yeni bir başlangıca adım atıyordu.

Arzela, adımlarını hızlandırırken arkasındaki ses bir kez daha yankılandı, bu kez acil ve uyarıcı bir tonla.

 

"Ve yine bir ses saat akşam 12'de seni öldürecekler. Kaç buradan, Arzela. Küçük kurtu da al ve git. Ardına dahi bakma. Yüce Peri'ye git. Buradaki kurt görünümlü vampirler, son alfayı öldürüp saltanat kuracaklar. Senin ailen seni bekliyor. Hadi, ormanın derinliklerine in. Az zamanın kaldı."

 

Arzela'nın kalbi, duyduğu bu sözlerle çılgınca atmaya başladı. Küçük kurt yavrusunu kollarına alarak hızla koşmaya başladı. Ay ışığı, ormanın karanlık yollarını aydınlatıyordu ama tehlikenin gölgeleri peşindeydi. Her adımda, arkasından gelen tehditkâr sesleri daha da net duyabiliyordu.

 

"Küçük, hızlı olmalıyız," dedi Arzela, nefes nefese. "Yüce Peri'ye ulaşmalıyız. Yoksa... yoksa hepimiz yok olacağız."

 

Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, Arzela'nın zihni kargaşa içindeydi. Kimdi bu ses? Neden ona yardım ediyordu? Ama bu soruların cevabını bulacak vakti yoktu. Saat gece yarısını vurduğunda, onu bekleyen tehlike kaçınılmazdı.

 

Koşarken, sedir ağaçlarının arasında beliren gölgeler ona doğru yaklaşıyordu. Kurt görünümlü vampirlerin tehditkar bakışları ve açgözlü kükremeleri ormanın sessizliğini bozuyordu. Arzela, korkusunu bastırmaya çalışarak daha da hızlandı.

 

"Arzela, acele et!" diye seslendi o derin ve yankılı ses. "Ormanın derinliklerinde, Yüce Peri'nin koruyucu ışığı seni bekliyor."

 

Arzela, tüm gücünü toplayarak koşmaya devam etti. Küçük kurt yavrusu, kollarında titriyordu ama Arzela'nın kararlılığı ona cesaret veriyordu. Yolun sonunda, ormanın en karanlık noktasında, bir ışık huzmesi belirdi. Yüce Peri'nin ışığı...

 

"Oraya varmalıyız, Küçük," dedi Arzela, gözyaşlarına hakim olmaya çalışarak. "Oraya varmalıyız ve kurtulmalıyız."

 

Son bir güçle, Arzela ve küçük kurt yavrusu, Yüce Peri'nin ışığına doğru atıldılar. Aralarındaki mesafe azalırken, vampirlerin kükremeleri daha da artıyordu. Ancak Yüce Peri'nin ışığı onları koruyacak ve kurtaracak tek umuttu.

 

Işığın içine adım attıklarında, Arzela ve küçük kurt yavrusu, derin bir nefes alarak rahatladılar. Yüce Peri, parıldayan bir güzellikle onların önünde belirdi. "Güvende oldunuz," dedi Yüce Peri, yumuşak ama güçlü bir sesle. "Artık sizin zamanınız. Kaderinizi kabul edin ve yeni bir başlangıç yapın."

 

Arzela, Yüce Peri'ye minnetle baktı. "Teşekkür ederim," dedi gözyaşları içinde. "Bizi kurtardığınız için teşekkür ederim."

 

Yüce Peri, şefkatle gülümseyerek başını salladı. "Bu sadece bir başlangıç, Arzela. Senin ve ailenin kaderi şimdi başlıyor. Gelecek zorluklara hazır olun ve birlikte güçlü kalın."

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu sıkıca tutarak, yeni bir umuda ve kararlılığa sarıldı. Gece yarısı tehlikesi atlatılmıştı, ama önlerinde daha büyük mücadeleler vardı. Ancak artık yalnız değildi; ailesi ve Yüce Peri'nin rehberliği ile yüz yılın alfası olarak kaderini kabul etmeye hazırdı.

 

 

 

Arzela, gözlerini açtığında kendini yabancı bir odada buldu. Küçük kurt yavrusu hemen yanında, endişeyle onu izliyordu. Odanın içi, bir peri masalından fırlamış gibi, büyülü nesnelerle doluydu ama Arzela'nın içindeki öfke ve hayal kırıklığı her şeyin üstünü örtüyordu.

 

"Arzela," diye yankılandı Yüce Peri'nin sesi, bu kez daha yakın ve somuttu. "Seni korumak için buraya getirdim. Gece 12'den sonra bu evden çıkabilirsin, ama şimdi güvendesin."

 

Arzela, yumruklarını sıkarak öfkeyle ayağa kalktı. "Bana büyü yaparak, korkak gibi buraya kaçtım!" diye bağırdı. "Kendimden ve senden nefret ediyorum!"

 

Yüce Peri, üzgün bir ifadeyle ona yaklaştı. "Arzela, seni korumak için başka çarem yoktu. Vampirler seni bulup öldürecekti."

 

Arzela, gözlerinde öfke dolu yaşlarla Peri'ye döndü. "Senin yüzünden ailemden uzak kaldım. Kendimi güçsüz ve korkak hissettiriyorsun. Beni buraya hapsetmek yerine, benimle birlikte savaşabilirdin!"

 

Peri, başını öne eğerek sessizce konuştu. "Sen çok güçlüsün, Arzela. Ama senin dikbaşlılığın yüzünden seni ikna edemezdim. Seni kaybetmek istemedim."

 

Arzela, derin bir nefes alarak odanın etrafına baktı. "Bu odada ne kadar süre kalacağım? Ne zaman çıkabileceğim?"

 

Peri, Arzela'ya kararlılıkla baktı. "Gece yarısından sonra, yaklaşık bir saat içinde bu evden çıkabilirsin. Ama şu an, burada güvendesin."

 

Arzela, küçük kurt yavrusunu kollarına alarak derin bir nefes aldı. "Tamam," dedi sonunda. "Bekleyeceğim. Ama bu yaşananları unutmayacağım, Peri. Beni korumak için ne gerekiyorsa yapacağım, ama senin bu yaptığını da unutmayacağım."

 

Peri, Arzela'nın gözlerine baktı. "Seni korumak için her şeyi yapardım, Arzela. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. Ama senin gücüne inanıyorum. Bu zorlukları aşacak ve kaderini kucaklayacaksın."

 

Arzela, kararlılıkla başını salladı. "Güçlü olacağım," dedi. "Bu evden çıktığımda, yoluma devam edeceğim. Ama senin ihanetini de aklımdan çıkarmayacağım."

 

Gece yarısına kadar, Arzela ve küçük kurt yavrusu sessizce beklediler. İçlerindeki öfke ve hayal kırıklığı, onları daha da güçlendirdi. Gece yarısı geldiğinde, Arzela derin bir nefes alarak kapıya doğru ilerledi.

 

"Bu evden çıkma zamanı geldi," dedi kararlı bir sesle. "Ve yoluma devam etme zamanı."

 

Kapıyı açtığında, ormanın karanlık ve soğuk havası içeri doldu. Arzela, küçük kurt yavrusunu kucaklayarak dışarı adım attı. Peri'nin ona son bir kez baktığını hissetti, ama artık geri dönüp bakmayacaktı. Kaderini kucaklamaya ve yoluna devam etmeye kararlıydı.

 

 

Arzela, karanlık ormanın derinliklerine adım attığında, arkasından Yüce Peri'nin sesi bir kez daha yankılandı. Bu kez sesinde umut ve cesaret vardı."Git, Arzela. Git ve Akademi'yi bul. Gerçek aileni, gerçek yaşamını bul. Bir gün güçlü bir alfa olarak geri döneceksin."Arzela, derin bir nefes alarak başını dik tuttu. Küçük kurt yavrusunu sıkıca kucaklayarak, kararlılıkla yola koyuldu. Yüce Peri'nin söyledikleri kulaklarında yankılanırken, içindeki öfke ve hayal kırıklığı yerini umut ve kararlılığa bırakıyordu."Akademi'yi bulacağım," diye fısıldadı Arzela, karanlık ormanın derinliklerine ilerlerken. "Gerçek ailemi bulacağım ve güçlü bir alfa olarak geri döneceğim

Loading...
0%