Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@aytengul

 

Merhaba kaç zaman sonra bölüm atıyorum .

 

Uzun yazdığım için açıkçası üşeniyorum.

 

Af edin umarım beğenirsiniz.

 

Düzenleme yapacağım .

 

Hatalarım var farkındayım...

 

Oy ve uleum yapmanızı bekliyor olacağım canlarım

 

 

Arzela, sabahın ilk ışıklarıyla uyandığında, içinde bir kıpırdanma hissetti. Kalbi heyecanla çarpıyor olsa da korkuya yer yoktu. Bugün, akademideki ilk ders günüydü ve bu an için uzun zamandır hazırlanmıştı. Oda sessizdi, sadece duvar saatinin düzenli tıkırtıları ona günün başladığını hatırlatıyordu. Soğuk zemin ayaklarının altına değdiğinde, bu serinlik ona güç verdi. Kalkması gerekiyordu ve o da tereddütsüz kalktı.

 

Banyoya geçtiğinde aynada kendine baktı; gözlerinin altındaki hafif morluklar, bir gecelik uykusuzluğun izleriydi ama bu onu zayıf göstermiyordu. Tam aksine, zihni tetikteydi, her detay için hazır. Yüzüne çarpan soğuk su, onu daha da canlandırdı, kafasındaki tüm dağınık düşünceleri temizledi. Kararlıydı.

 

"Başaramazsam" düşüncesi zihnine hiç uğramıyordu. Kendine güveniyordu. Herkesin gözü üzerinde olacaktı, evet, ama bu onun parlaması için bir fırsattı. Akademi onun ait olduğu yerdi ve bu dünyada başarmak için her şeye sahipti.

 

Üniformasını giyerken, kumaşın sert dokusu bile ona güç veriyordu. Düğmeleri iliklerken elleri titremedi, tam tersine sağlamdı. Bugün, sadece bir başlangıçtı ve o her adımını güvenle atacaktı. Ne olursa olsun, Arzela'nın aklında tek bir şey vardı: Güçlü olmak, her durumda dimdik durmak.

 

Ancak odaya geri döndüğünde, gözleri hemen köşedeki küçük yatak yerine kaydı. Yürekten sevdiği, küçücük kurt yavrusu ortada yoktu. O an, göğsünde bir boşluk hissetti. Küçük yavru daha çok küçücüktü; nereye gitmiş olabilirdi ki? Ayakları bir an için yere çivilenmiş gibiydi, ama sonra hızla hareket etti, odanın her köşesine göz gezdirdi. O ufacık varlık, birdenbire nasıl kaybolmuştu?

 

Arzela'nın zihninde birçok ihtimal dönüyordu. Belki de kapı aralık kalmıştı ve dışarı çıkmıştı. Ama o daha o kadar küçük, o kadar savunmasızdı ki, dışarıda tehlikelerle nasıl başa çıkabilirdi? Kalbinin hızla attığını hissetti, ama panik yapmak ona göre değildi.

 

Sakin kalmalıydı, soğukkanlılığını korumalıydı. Bir yandan düşüncelerini toparlayıp, diğer yandan yavruyu bulmak için bir plan yapmalıydı.

 

 

Arzela odanın içinde bir tur daha atarken, gözleri her köşeye hızlıca kaydı. Yine de kurt yavrusu hiçbir yerde görünmüyordu. Dudaklarının arasından hafifçe bir fısıltı döküldü:

 

"Nerdesin, ?" dedi kendi kendine, endişesini bastırmaya çalışarak. Küçük yavruyu böyle adlandırırdı. Her ne kadar küçük ve savunmasız olsa da, o onun lideriydi, küçük rehberiydi.

 

Derin bir nefes alarak kendine hakim olmaya çalıştı. "Sakin ol Arzela," diye mırıldandı. "O daha küçücük, çok uzağa gitmiş olamaz. Belki de saklanıyordur."

 

Bir an durdu, tekrar etrafa göz gezdirirken içindeki sesle konuşmaya devam etti. "Hadi, göster bana neredesin. Beni böyle endişelendirme." Sanki küçük yavru onu duyacakmış gibi bekledi, ama ortada hala bir işaret yoktu.

 

 

Arzela duraksadı, gözleri odanın her köşesini tarıyordu. Endişesi her geçen saniye artarken, bir an için durdu ve derin bir nefes aldı. "Nerdesin, küçük yavru?" diye fısıldadı kendi kendine, sesi biraz daha yüksek çıkmıştı bu sefer.

 

Oda, normalde tanıdık olan sessizliğiyle şimdi boğucu geliyordu. Sanki her şey bir anda anlamsızlaşmıştı. Arzela tekrar etrafına bakındı, yerdeki boş yeri, köşeleri… O küçük bedeni bir an önce bulmak zorundaydı.

 

"Küçücük, savunmasız bir haldesin… Nereye gidebilirsin ki?" Arzela, yavrusunu bulacağına dair kararlılıkla ayağa kalktı ve odanın dışına doğru adım attı. "Saklanıyor musun, yoksa yardıma mı ihtiyacın var?" dedi içinden, ama her kelime onun güçlü duruşunu pekiştiriyordu.

 

 

 

Portakal, Erik ve Karl’a doğru yaklaşırken etrafına yayılan huzursuzluk daha da yoğunlaşıyordu. Geçit'in varlığı hissedilmeye başlamıştı, ama bu geçişin öncesinde yaşanan gerilim her an patlayacak gibi ağırdı. Portakal'ın gözleri, onların her adımını izlerken derin bir bilgelikle parlıyordu.

 

"Bu küçük insan seni her yerde arıyor," dedi Portakal, Erik’in yüzüne sanki bir bilmece sorar gibi bakarak. Sesinde belli belirsiz bir alay, derin bir anlam saklıydı. "Onu çok mu seviyorsun?"

 

Erik, bu soru karşısında bir an duraksadı. Karl, sessizce olan biteni izlerken, Erik’in sert duruşu giderek daha da gerginleşti. Yavaşça başını kaldırdı ve bakışlarını Portakal’a dikti. "O benim insanım," dedi, sesi derin ve kararlıydı. "Ona dokunan, karşısında beni bulur. Gey Diatum’un gücünü erimde hisseder." Kelimeleri, havada asılı kalan tehditkar bir uyarı gibiydi.

 

Portakal, Erik’in bu kararlılığı karşısında hafifçe gülümsedi, ama gözleri hala aynı derinlikle parlıyordu. "İnsan diyorsun ama..." dedi fısıltıyla, sesi bir gölge gibi sızıyordu aralarındaki gerginliğe. "O yarı kurt, yarı da ne olduğunu bilmediğimiz güçlü bir melez."

 

Erik’in kalbi, bu gerçeği her zaman bildiği halde Portakal’ın bunu dile getirmesinden rahatsız olmuştu. Karl ise hala sessizdi, ama bakışları Erik’e döndüğünde içindeki huzursuzluğu ele veriyordu. Geçit’e bir kez daha geçmeleri gerekiyordu, ama bu sefer daha fazla risk vardı. Aralarındaki bu güç dengesi, her an bozulabilirdi.

 

Geçit'in gücü ağır ağır onları çağırmaya başlamıştı. Erik ve Karl, yeniden bu dünyadan diğer tarafa geçeceklerdi, ama bu sefer her şey daha tehlikeliydi.

 

 

 

 

 

 

**Portakal:**

"Bu küçük insan seni her yerde arıyor, Erik."

(Sakin ve hafif alaycı bir tonda, Erik'in tepkisini ölçüyor gibi.)

 

**Erik:**

"Onu bulmasına gerek yok. O benim insanım, bana bağlı."

(Sert ve kararlı, gözlerini Portakal’dan ayırmıyor.)

 

**Portakal:**

"Onu gerçekten bu kadar önemsiyor musun? İnsanlar zayıftır, kolayca yoldan çıkarlar."

(Gözlerinde bir bilgelik parıltısı, ama sesi küçümseyici.)

 

**Erik:**

"Zayıf mı? O, yarı kurt ve kanında taşıdığı güç... Gey Diatum'un bile korktuğu bir şey."

(Karl’ın gözleri Erik’e kayarken Erik’in sesi daha da sertleşir.)

 

**Portakal:**

"Yarı kurt, evet... Ama diğer yarısı ne, bunu bile bilmiyoruz. O gizem, bir gün seni de yakabilir, Erik."

(Bunu söylerken hafifçe gülümser, sanki Erik’in geleceğini görür gibi.)

 

**Erik:**

"Kimse bana ya da ona dokunamaz. Geçit’ten geçmek için hazırız."

(Karl’a döner, sonra tekrar Portakal’a bakar, kararlılığı gözlerinden okunuyordu.

 

**Karl:**

"Erik, Geçit yeniden açılıyor. Hazır mısın?"

(Sesi titrek ama heyecanlı, elindeki küçük bir cismi sıkarak Geçit’i işaret eder.)

 

**Erik:**

"Her zaman hazırdım. Bu sefer daha fazla bilgiye sahibiz."

(Gözleri kararlı, vücudu tamamen tetikte.)

 

**Portakal:**

"Sizi uyarmalıyım. Her geçiş, bir bedel ister. Bugünkü bedel çok ağır olabilir."

(Sesinde artık bir tehdit var, uyarısı ciddi.)

 

**Erik:**

"Bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırım."

(Portakal’ın gözlerinin içine bakarken ellerini yumruk yapar, sesinde korkusuzluk hakim.)

 

**Karl:**

"Erik, bu sefer gerçekten neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Belki de daha önce hiç görmediğimiz bir şeyle yüzleşeceğiz."

(Kafasında dolaşan sorular onu kaygılandırırken yine de Erik’e güven duyar.)

 

**Erik:**

"Geçit bizi çağırıyorsa, gitmek zorundayız. Her seferinde güçlendik, bu kez de öyle olacak."

(Söylediği her kelimeyle kendine olan güveni artar, Karl'a güven verici bir bakış atar.)

 

 

**Erik,** Portakal’ın sözlerine aldırmadan bir adım öne çıktı, gözleri kararlılıkla doluydu. "Ne olursa olsun," dedi, sesi titremiyordu, "o beni o yaratıktan kurtardı. Daha elinde hiçbir güç yokken bile... Benim için hayatını tehlikeye attı."

 

**Portakal** alaycı bir gülümsemeyle başını yana eğdi. "İnsanlar, kahramanlık yapmaya meraklıdır. Ama sorulması gereken asıl soru şu: Bunun bedeli ne oldu, Erik? Senin gözünde bu kadar değerli olan biri, kendini feda ederken ne kazandı?"

 

**Erik** kaşlarını çatarak sertçe cevap verdi. "Hiçbir şey kazanmadı. O zaman gücü yoktu, ama yine de savaştı. Şimdi ise yarı kurt, yarı melez; kimin ne olduğunu tam olarak bilmiyor olabiliriz, ama onu koruyacağım. Ne olursa olsun."

 

**Karl** gözlerini Erik’e dikti, bir an tereddüt etti ama sonra başını sallayarak ona destek verdi. "Bize ne olursa olsun, birlikte geçeceğiz. Geçit açıldığında hepimiz hazır olmalıyız."

 

**Portakal** gözlerini kısarak Erik’e doğru bir adım daha attı. "Senin sadakatin ve cesaretin elbette takdir edilmeli, ama o melezin karanlık tarafını unutma. Herkesin bilmediği bir sır saklıyor olabilir. Onu gerçekten tanıyor musun, Erik?"

 

Erik’in yüzündeki kararlılık bir an bile sarsılmadı. "Onu tanıyorum. O benim insanım ve kimsenin, hatta senin bile ona zarar vermesine izin vermem."

**Portakal**, Erik’in sözleri üzerine hafifçe gülümsedi ve gözlerini daraltarak Erik’e yaklaştı. "Hadi Erik, çok da belli etmeyelim," dedi alaycı bir tonla. "Senin insanını koruma sevdasını anlıyorum, ama bu kadar öne çıkmak seni ve onu daha tehlikeli hale getirebilir."

 

**Erik** öfkesini zor tutarak yanıtladı. "Ona zarar gelmesine izin vermem. Senin ne düşündüğün, bu konudaki kararımı değiştirmeyecek."

 

**Portakal** bir adım geri çekilerek, Erik’in kararlılığını daha iyi gözlemlemeye başladı. "Belli ki, senin sadakatin güçlü. Ama geçit yaklaşıyor ve bu geçiş, her şeyin sonunu getirebilir. Belki de biraz daha dikkatli olmalısın."

 

**Karl**, gerilimle dolu bir sessizlikten sonra söz aldı. "Portakal, yeterince tehditkar davrandın. Erik’in kararlılığına saygı duymalısın. Biz geçit için hazırız, ve bu konuşma daha fazla ilerlemeden geçiş yapmalıyız."

 

**Portakal** bir süre sessiz kaldı, ardından Erik ve Karl’a dikkatle baktı. "Peki," dedi sonunda. "Geçit açılmak üzere. Ama bilin ki, her adımınız dikkatli olmalı. Aksi takdirde, sonuçlar kaçınılmaz olacaktır."

 

Erik ve Karl, Portakal’ın son sözlerinin ardından, Geçit’in açılmasını beklemek için hazırlıklarına devam ettiler. Gerginlikleri, geçişin belirsizliğiyle daha da arttı.

Arzela o sabah, akademinin soğuk taş koridorlarından geçerken, kalbindeki heyecan ve kararlılık bir arada çarpıyordu. Bugün, hayatında yeni bir sayfa açılıyordu; ilk dersine katılacaktı. Ama Arzela hiçbir zaman kararlarını sorgulayan biri olmadı. Ne zaman bir seçim yapsa, arkasında durur, korkusuzca ilerlerdi. Adrena, onun gibi, asla insanlardan korkmazdı. İnsanların neyinden korkacaktı ki? Gözünün önündekinden korkmaya lüzum yoktu. Onun zihnindekiler ise bir bilmece gibiydi; çözülmesi gereken, fakat asla aceleye getirilmemesi gereken bir bilmece. Her şeyin bir zamanı vardı ve o zaman geldiğinde, hiçbir sorun çözümsüz kalmazdı. Bu, Arzela’nın hayat felsefesiydi. İnsanlardan korkmamak, gözlerinin içine bakmak, cesaretle savaşmak...

 

Ancak bugün, ilk dersin heyecanı arasında akademide bambaşka bir hava esti. Herkesin bakışlarını üzerine çeken bir kadın vardı. Sarı saçları dalga dalga omuzlarına dökülüyor, buz gibi mavi gözleri etrafında bir kasırga estiriyordu. Yürüdükçe ayaklarındaki topuklu ayakkabıların sesi, neredeyse tüm akademiyi esir almış gibiydi. Onun geçişi sırasında herkesin fısıltıları kulaktan kulağa yayıldı. Bu kadının kim olduğunu konuşuyorlardı. Gözleri, dik ve inatçı bakışları, hoyratça güzel yüzü… Tıpkı Arzela'ya benziyordu; hatta, sanki onun yansıması gibiydi.

 

Arzela, bu kadını izlerken bir huzursuzluk hissetti. Kadının ihtişamı, sadece fiziksel güzelliğinden değil, içindeki tuhaf bir güvenden kaynaklanıyordu. Elbisesinin her kıvrımı, saçının her telindeki düzen, makyajındaki ustalık, topuklu ayakkabılarının her tınısı... Hepsi kusursuzdu. Ama bu kusursuzluk, Arzela'yı içine çeken bir karanlık gibiydi. Onun kim olduğunu bilmek zorundaydı. Yüreğindeki çarpıntı, tanıdığı bir yüzü gördüğünde hızlanmıştı.

 

Akademinin müdürü Edis, uzun yıllardır görmediği o iki mavi gözle karşılaştığında düşünceleri allak bullak olmuştu. O gözler… Yıllar önce gördüğü gibi duruyorlardı. Sanki zaman bu gözlerde donmuştu. Arzela'ya baktığında da aynı mavi gözleri görürdü. O kadının kim olduğunu anlamak için zihninde eski hatıralar canlandı. Bir zamanlar, genç ve asi bir öğrencinin gözlerinde bu mavi pırıltıyı görmüştü. Ama şimdi karşısında duran kadın… Onunla aynı kişi olabilir miydi?

 

Edis’in aklı karma karışıktı, fakat bir şeyden emindi: Bu kadın, sıradan biri değildi. Adımlarını atarken etrafındaki her şeyi sessizliğe bürüyen bir ağırlık taşıyordu. Adeta görünmeyen bir güç, tüm akademiyi onun etrafında döndürüyor gibiydi. Fakat bu güç, derinlerde bir tehlikeyi de gizliyordu. Kimse onun ardındaki gerçekleri bilmiyordu. Onun akademiye adım atması, Arzela'nın hayatında da bir dönüm noktası olacaktı. Fakat bu dönüş, hiç de beklenildiği gibi huzurlu olmayacaktı. Her şey henüz yeni başlıyordu.

 

Arzela, içindeki şüpheyle yüzleşmeye hazırlanırken, bu gizemli kadının gerçek kimliğini ortaya çıkarmak zorunda olduğunu biliyordu. Kadının geçmişiyle ilgili sırlar gün yüzüne çıktıkça, Arzela’nın kendi iç dünyasındaki fırtınalar da büyümeye başlayacaktı.

 

Bu kadın, Tuvana Cevheriydi. Bozkurtların alfası. Güç, ondan taşardı; kudreti, yıllar geçtikçe azalmak bir yana, daha da artmıştı. O, gelmiş geçmiş en kudretli alfa kadınlardan biriydi. Ama bu kudretin altında yatan derin bir acı vardı. Seneler önce yaptığı uğursuz bir evlilik, onu hayatının en büyük travmasına sürüklemişti. Küçücük kızı… Biricik yavrusu, daha on günlükken kaybolmuştu. Her şey o gün başlamıştı; Tuvana’nın içindeki ateş, o gün yakılmıştı. O an, hayatının geri dönülmez bir şekilde değiştiği andı. Deliye dönmüştü, etrafındaki her şey ona bulanık ve soğuk geliyordu. Ne kadar aradıysa da bulamamıştı kızını. Çığlıkları bozkırda yankılanmış, ama kimse onu duymamıştı. O an, Tuvana'nın içindeki anne paramparça olmuştu.

 

Yıllar boyunca yıkılmıştı. Her sabah kızı için uyanmış, her gece onu bulmak için dua etmişti. Ama şimdi… Şimdi bambaşka biriydi. Şimdi dinlik ayaktaydı. Çünkü başka bir seçeneği yoktu. Acısını içinden çıkarmamış, aksine ona sarılmıştı. Bir alfa, zayıflığı affetmezdi. O da affetmedi. Zayıf olan acıya yenik düşerdi, ama bir alfa, acısını sırtına biner, onunla ayağa kalkardı. Alfa olmak bunu gerektirirdi. Tuvana, kaybettiği her şeyin yerine kendini koymuş, her yara izinden güç alarak yeniden doğmuştu.

 

Tuvana'nın gözleri akademide yankılanırken, o gözlerdeki kudret ve acı herkesin üzerine çökmüş gibiydi. Onu tanıyanlar, yaşadığı trajediyi bilirlerdi. Ama bilmekle hissetmek arasındaki fark büyüktü. Onun önünde duran herkes, o anın ağırlığını hissetmişti. Adımları güçlüydü; bir bozkurt sürüsünün alfası nasıl adım atarsa, o da öyle ilerliyordu. Her adımı, geçmişteki acılarının yankısıydı, fakat bir o kadar da geleceğe doğru atılan bir meydan okumaydı.

 

Arzela, Tuvana'yı izlerken bir titreme hissetti. Bu kadın sadece güçlü değil, aynı zamanda acıların vücut bulmuş haliydi. Acı, onun gücünün kaynağıydı. Herkes onun dış güzelliğine, duruşuna hayranlıkla bakarken, Arzela bu kadının altında yatan derin yaraları gördü. Tuvana’nın kaybettiği kız, onun içindeki en büyük boşluktu. Ve o boşluk, Tuvana'yı öldürmemiş, tam tersine daha da güçlü kılmıştı.

 

Bir alfa olarak Tuvana, acısını gömüp yoluna devam edemezdi. O acı, onunla yaşamaya devam edecekti. Ama Tuvana, bu acıyı bir zayıflık olarak değil, bir silah olarak kullanıyordu. Onu tanıyan herkes biliyordu ki, bu kadın, kaybettiği her şeyin intikamını almaya yemin etmişti. Ve kimse bu intikamın önünde duramazdı.

 

Şimdi akademideydi, ama bu sıradan bir ziyaret değildi. Tuvana Cevheri geri dönmüştü. Onun varlığı, yıllar önce kaybettiği kızının izlerini sürmeye başladığını gösteriyordu. Ve bu izlerin onu nereye götüreceğini kimse bilmiyordu. Ama bir şey kesindi: Tuvana, bu kez hiçbir şeyden vazgeçmeyecekti. Bir alfaya yakışır şekilde, ne pahasına olursa olsun, yarım kalan hikayesini tamamlayacaktı.

 

 

Tuvana, gözlerini akademinin geniş salonunda gezdirirken bir an durakladı. Karşısında sarışın, mavi gözlü genç bir kızı gördüğünde yüreğinde keskin bir sızı hissetti. O an, zaman durmuş gibiydi. Bu genç kız… Eğer kızı yaşıyor olsaydı, tam da onun yaşlarında olacaktı. Aynı onun gibi bir ışık saçardı etrafa, aynı mavi gözlerle dünyaya bakardı. Tuvana’nın içi burkuldu. Zihninde kaybettiği küçük kızının yüzü belirdi; yumuşacık, masum bir bebek yüzü… Ama kızı artık yoktu. Yıllarca onu aramış, umutla beklemişti. Ancak bulabildiği tek şey, o uğursuz gecede bir kenarda bulduğu kanlı bir elbise olmuştu. O küçük kızına bir daha asla giydiremeyeceği, son kez ellerinde tuttuğu o elbise… O elbiseden başka hiçbir şey kalmamıştı geriye. Kızına dair tüm umutları, hayalleri, o kanlı elbisenin içinde yitip gitmişti.

 

Tuvana’nın kalbi, o an sanki o elbiseyle birlikte bir kez daha parçalanmış gibiydi. Derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Gözlerini sıkıca kapattı, geçmişin acı hatıralarını geri itmeye çalıştı. Ama bu kolay olmayacaktı. Karşısında duran kız, kaybettiği evladının hayaletiydi adeta.

 

Gözlerini açıp bakışlarını tekrar odadaki kalabalığa çevirdiğinde, bu sefer Edis'i gördü. Yıllar geçmiş olmasına rağmen Edis neredeyse hiç değişmemişti. Yüz hatları aynıydı, duruşu yine o bilindik sertlikteydi. Ama bakışları… Bakışlarındaki o eski ışık gitmişti. Eskiden Edis’in gözlerinde bir zamanlar ona duyduğu aşkın izlerini görebiliyordu. O gözler, onu bir zamanlar aşkla, sevgiyle izlerdi. Ama şimdi... Şimdi sadece bir soğukluk, hatta belki bir mesafe vardı. Edis'in bakışlarında eskiye dair hiçbir sıcaklık kalmamıştı, sadece keskin bir gerçeklik ve hırs parlıyordu.

 

Tuvana, Edis’in gözlerine dikti bakışlarını. Buraya gelişinin tek bir nedeni vardı; artan tehditler hakkında duydukları onu harekete geçirmişti. Kendi hayatından, geçmişinden, acılarından kaçmak ya da korkmak için gelmemişti. O hiçbir şeyden korkmazdı. Korku, ona yabancı bir duyguydu. Hayatında korkuya yer yoktu; o bir alfa kadındı ve her zaman korkusuzca yoluna devam etmişti. Ama şimdi bu akademide, geçmişin gölgeleri arasında gezinirken, içinde fırtınalar kopuyordu. Ne kadar güçlü olursa olsun, kaybettiği evladının anıları ona her daim eşlik ediyordu. Ama bu anılar, onu zayıflatmadı, aksine daha da güçlendirdi. Ve şimdi, buradaki herkes, onun ne kadar kararlı olduğunu görecekti.

 

Tuvana, Edis'e son bir kez baktı. Bu bakış bir meydan okumaydı. Yıllar boyunca kaybettiği her şeyin intikamını almak için gelmişti ve onu durduracak hiçbir şey yoktu. Korkuya yer yoktu.

 

Burada kurtlar sevinmezdi. Her gün o vahşi yırtıcılıkları içinde bir çığlık gibi yankılanır, sessiz bir bunalımın pençesinde kıvranırlardı. Ama Tuvana… O, buraya bazı şeyleri değiştirmek için gelmişti. Gözlerini tekrar etrafında dolaştırdı, biraz önce gördüğü sarışın kıza bir kez daha baktı. Ve bu sefer, o kızın gözlerinde tanıdık bir şey gördü: hırs. Keskin ve sarsılmaz bir kararlılık. Kızın içinde yatan güç ve isyanı fark ettiğinde, kendi gençliğine döndü bir an. O da aynı böyle bakardı etrafına. Hayatın ona sunduğu engelleri yıkıp geçmek için her daim tetikte beklerdi.

 

Tam o an, kıza bakarken, fark etmediği bir detay gözlerine çarptı. Kızın yanında küçük, siyah bir kurt belirmişti. Tuvana bir an duraksadı. Bu görüntü, ona yıllar önce yaşadığı anıları hatırlattı. O da ilk kez bu akademiye adım attığında yanında bir kurt vardı. Boz renkli, vahşi ama bir o kadar sadık bir kurt. Elif... Küçük Elif’i ne çok severdi. Ona eşlik eden, her zaman yanında olan sadık dostu. O zamanlar Tuvana’nın her anında Elif vardı; hem koruyucu hem de yoldaşıydı. Şimdi yıllar sonra, aynı sadakati ve bağlılığı başka bir kurtla görmek ona derin bir sızı verdi.

 

Acaba… diye düşündü. Acaba Elif’in yerini alabilecek bir şey var mıydı artık? Elif’i kaybettiğinden beri içindeki boşluğu hiçbir şey dolduramamıştı. O zamanlar ne kadar güçlü görünse de, küçük kurt ona dayanma gücü vermişti. Şimdi ise, bu kızın yanındaki siyah kurt ona bir işaret gibi geliyordu. Geçmiş, sanki bugüne bir köprü kurmuş gibiydi. Tuvana’nın içini kaplayan o eski tanıdık duygular, yavaşça tekrar su yüzüne çıkıyordu.

 

Ama hayır… Elif’i kimse geri getiremezdi. Onu hatırlamak bile içindeki yaraları tekrar kanatıyordu. Yine de, gözlerini siyah kurttan alamıyordu. Belki de hayat ona yeni bir yol sunuyordu. Bu kız ve yanındaki siyah kurt… Her şeyde bir anlam arayan Tuvana, bu işaretin ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordu. Bir yanda kaybettikleri, bir yanda kazanmaya çalıştıkları… Ve hepsinin ortasında, yeniden doğan bir güç.

 

Kendi kendine, "Acaba," diye mırıldandı. "Acaba bu işaret neyi getirecek bana?"

 

 

Tuva, sakin ve kararlı adımlarla Edis'in yanına yaklaştı. Gözleri kararlılıkla parlıyordu. “Seninle konuşmak istemiyorum,” dedi, sesinde soğuk bir tını vardı. “Buraya sadece tehditler yüzünden geldim. Akademideki çocuklara bazı şeyleri öğretmek için buradayım. Sakın bunu bir adım atmak gibi düşünme. Bizim hikâyemiz bitti, Edis. İptalini seneler önce verdik. O kadar çok zaman geçti ki artık seninle ilgili hiçbir şey hissetmiyorum. Ne aşk, ne nefret.”

 

Edis, Tuvana’nın sözleri karşısında donakaldı. Yıllar önce ona duyduğu o büyük aşkın yerinde artık koca bir boşluk vardı. Tuva, gözlerine baktığında bile hiçbir duygu kıpırtısı göremiyordu. "Seni ne kadar sevdiğimi hatırlıyorum, Edis," diye devam etti Tuva. “Ama şunu bil ki, seni artık sevmediğim gibi, senden nefret bile etmiyorum. Sen benim için hiçbir şeysin.”

 

Bu sözler Edis’in içini titretti. Zaman durmuş gibiydi. Yıllar önce duyduğu bu soğukluk, şimdi gerçek olmuştu. Tuvana'nın ondan kopması, hiç beklemediği bir anı gerçeğe dönüştürmüştü.

 

Tam o sırada dersin zili çaldı ve Tuvana, soğukkanlı bir şekilde sırtını dönüp uzaklaştı. Edis'in bakışları onu takip ediyordu ama o artık sadece işine odaklanmıştı. “Senin dersin bir kat aşağıda, 12. sınıfta,” diye seslendi Edis, ama Arzela hiçbir şey duymamış gibi yürüyüşüne devam etti.

 

Koridorlarda hızlı adımlarla ilerleyen Arzela, nihayet sınıfa ulaştı. Kapıdan içeri girdiğinde, orta sıralardan birine oturdu. Ne ön sıraları seviyordu, ne de arka. Onun tercihi hep ortalardan yana olurdu. Cevap verdiğinde, herkesin dikkatini çeken, gözlerin ona çevrildiği o anları seviyordu. O sessiz an, sınıfın ona odaklandığı o kısa süre, onun sahnesiydi.

 

Derse girdiğinde, karşısında o sarışın kızı gördü yine. İçinde bir anlık bir titreme oldu. Yıllar önce kaybettiği kızı anımsatan o kız... Ama o anı, o acıyı içine gömerek, yüzüne soğuk bir tebessüm yerleştirdi. "Merhaba çocuklar, nasılsınız? Bugün ilk gününüz, öyle değil mi?" dedi. Sesi güçlü ve otoriterdi, ama aynı zamanda içten bir sıcaklık taşıyordu.

 

Tek tek isimleri sordu. Her çocuk kendi ismini söyledi. Sarışın kız ise adını Acelemle olarak tanıttı, gururlu bir şekilde başını dik tutarak. Tuva, kızın kendine güvenini fark etti ve memnuniyetle gülümsedi. “Memnun oldum, Acelemle,” dedi. Sonra bakışlarını sınıfa çevirdi. “Bugün size kurtlar hakkında bazı şeyler öğreteceğim. Buradaki çocukların tamamı kurt soyundan geliyor. Sizler, kurt alfası olacaksınız. Bu, sadece bir unvan değil, bir sorumluluk. Burada yüceler, büyücülerle çalışır; sihirbazlar sihirle uğraşır. Vampirler ise buraya asla adım atmaz. Burası kurtların yeri, ve burada sadece en güçlülere yer var.”

 

Tuva'nın sözleri sınıfta derin bir yankı uyandırdı. Herkes sessizce ona odaklanmıştı. Onun bilgeliği ve gücü, her kelimesinde hissediliyordu.

 

 

Tuva, derin bir nefes aldı ve sınıfa tekrar göz gezdirdi. Herkesin dikkat kesildiğini gördüğünde, hafif bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

 

"Bugün kurtlar hakkında konuşacağız. Ama sadece sıradan kurtlar değil... Kurt adamlar, yani sizin gelecekteki halinizden bahsediyorum. Kurt adam olmak ne demektir, bunu öğrenmeniz gerek. Öncelikle, güçten bahsedelim. Bir kurt adamın en büyük gücü, içindeki doğadan gelir. O doğa ki, ona hem beden hem de ruh olarak güç verir. Ama bu güç, sadece fiziksel değildir. Kurt adamlar, zihinsel olarak da kuvvetlidir. Korku bilmezler. Çünkü onların içlerinde sürekli bir savaş vardır; hem içsel bir savaş hem de dış dünyada verilen mücadele."

 

Tuva, sınıfa doğru birkaç adım atarak konuşmasına devam etti. "Kurt adamların en belirgin özelliklerinden biri, güçlerini kontrol etme yetenekleridir. Herkes güçlü olabilir, ama önemli olan bu gücü nasıl kullanacağını bilmektir. Düşmanınızı sadece beden gücüyle yenemezsiniz. Bazen strateji, zeka ve soğukkanlılık, kas gücünden daha önemlidir. Kurt adamlar, bu dengeleri bilen yaratıklardır."

 

O sırada Arzela, dikkatle Tuva’yı izliyordu. Tuvana'nın söyledikleri, onun içindeki kararlılığı daha da güçlendiriyordu. Tuvana’nın duruşu, konuşmaları, bir liderin olması gerektiği gibiydi. Arzela, onun konuşmalarını sadece dinlemiyor, aynı zamanda özümsemeye çalışıyordu. İçten içe, onun gibi olmayı istiyordu. Onun kadar güçlü, onun kadar kararlı.

 

Tuva, Arzela'nın gözlerinin içine baktığında, genç kızın bu kararlılığını fark etti. Arzela’nın bakışlarındaki gücü görmek onu gururlandırdı, ama bunu belli etmedi. Sadece içten içe, bu kıza olan hayranlığı büyüyordu.

 

"Kurt adamlar," diye devam etti Tuva, "bir alfa lideri olduğunda, sadece kendi içindeki güce güvenmez. O, sürüsünün gücüne de güvenir. Çünkü bir lider, tek başına lider değildir. Sürü, bir bütündür. Hepiniz bir gün lider olmak isteyeceksiniz. Ama bilmeniz gereken en önemli şey şu: Güç, bir lideri yapmaz. Bir lideri lider yapan, bağlılığı ve adaletidir. Sürünüz size sadık olmalı, ama bu sadakat korkudan değil, saygıdan gelmelidir."

 

O sırada Arzela elini kaldırdı. Tuva, hafifçe başını sallayarak onu söz alması için teşvik etti. Arzela, cesur ve kararlı bir şekilde konuşmaya başladı. "Peki ya adaletin sınırı nedir? Her zaman adil kalmak mümkün mü? Bazen lider, sert kararlar vermek zorunda kalmaz mı?"

 

Tuva, Arzela’nın sorusunu dinledikten sonra ciddi bir ifadeyle ona baktı. "Adaletin sınırı, liderin vicdanında yatar. Bir lider, sert olmak zorunda kalabilir. Ama sertlik, adaletsizlik anlamına gelmez. Lider, her kararında adaleti gözetmelidir. Bazen zor kararlar, sürünüzün iyiliği için verilmesi gerekir. Ama o kararları verirken, vicdanınızı bir kenara bırakmamalısınız. Güç, sorumlulukla birlikte gelir, Arzela. Bunu asla unutma."

 

Arzela, Tuvana’nın cevabını düşünürken başını hafifçe salladı. Tuva'nın sözleri, ona hem güç veriyor hem de sorumluluğun ağırlığını hissettiriyordu. Gözlerinde kararlılıkla ona bakarken, Tuva bir an için Arzela’yla gurur duyduğunu hissetti. Bu genç kızın içinde liderlik potansiyeli vardı. Yeterince çaba gösterirse, bir gün güçlü bir alfa olabilir, diye düşündü. Ama bu yol zorluydu ve Arzela’nın önünde daha çok uzun bir yol vardı.

 

Tuva tekrar sınıfa döndü ve sesini yükseltti. "Unutmayın çocuklar, bir kurt asla yalnız değildir. Sürüsüyle güçlüdür. Ve bir lider, asla gücünü kötüye kullanmaz. Kurt adamlar, tarihte birçok savaşa tanıklık etmiş, birçok krallığı yerle bir etmiş yaratıklardır. Ama onlar asla merhametsiz olmamışlardır. Çünkü bir kurt, kendi içindeki insani yanı da taşır. İşte bu yüzden diğer yaratıklardan farklıdır. Vampirler gibi soğuk değillerdir, büyücüler gibi kibirli değillerdir. Onlar, doğayla iç içe yaşar ve ondan güç alırlar."

 

Sınıftaki çocuklar hayranlıkla Tuva’yı dinliyorlardı. Onun bilgeliği, her kelimesinde hissediliyordu. Arzela ise gözlerini Tuva'dan ayıramıyordu. Kendi içindeki hırs ve kararlılık daha da büyümüş, gelecekte ne olacağını şimdiden şekillendirmeye başlamıştı.

 

 

Tuva, dersin ilerleyen dakikalarında konuyu biraz daha derinlemesine anlatmaya başladı. Etrafına bakarken gözleri sık sık Arzela'ya takılıyordu. Onda gördüğü bir şey vardı, belki bir bağ, belki bir anı... Ne olursa olsun, Tuva'nın içindeki bu hissiyat hiç yanılmazdı. Bugün, seneler sonra yeniden o derin hissi yaşamıştı. Tuvana hiçbir zaman hislerine ihanet etmezdi ve bu kızda özel bir şeyler vardı, bunu iliklerine kadar hissediyordu.

 

"Bir alfa olmak," dedi Tuva, "sadece güce sahip olmak demek değildir. Güç, sizlere bahsettiğim gibi, sadece bir araçtır. Gerçek güç, sürünüzün kalbini kazanmakla, onların size olan güvenini inşa etmekle gelir. Herhangi bir lider, sürüsünü korkuyla yönetebilir. Ama korku, geçicidir. İktidarın temeli korku olduğunda, bir gün o korku yerini isyana bırakır."

 

Sınıftaki çocuklar gözlerini Tuva’dan ayırmadan onu dinliyordu. Her kelimesi adeta sınıfın havasını dolduruyor, nefesleri kesen bir ciddiyet taşıyordu. Arzela ise dikkatle, hiç kıpırdamadan dinlemeye devam ediyordu. Tuva onun bakışlarını yakaladığında, içten içe bir bağın oluştuğunu hissetti.

 

"Gerçek liderlik," diye devam etti Tuva, "kalbinizi sürünüzle paylaşmakla başlar. Onların iyiliğini düşünmek, onların güvenliğini sağlamak. Bir lider, sürüsüne hükmetmek için değil, onları korumak için vardır. Zor zamanlarda, savaşlarda, her türlü zorlukta sürünüz arkanızda olmalı. Ama onların arkanızda durmasının tek yolu, size olan inançlarından gelir. O inancı kaybettiğiniz anda, tüm iktidarınızı da kaybetmiş olursunuz."

 

Arzela, Tuvana’nın sözlerinden etkilenmişti. İçinde bir liderlik arzusu doğuyordu ve Tuva'nın öğrettikleri ona ilham veriyordu. Dayanamayarak tekrar elini kaldırdı.

 

"Bir liderin hatası olursa ne olur? Hata yapmak kaçınılmaz değil mi? Bu, sürüde nasıl karşılanır?" diye sordu Arzela, sesi sakin ama merak doluydu.

 

Tuva, bu soruya biraz düşünceli bir şekilde cevap verdi. "Evet, hata yapmak kaçınılmazdır. Bir lider bile insan ya da kurt olsa da, mükemmel değildir. Ama önemli olan, hatanızı nasıl düzelttiğinizdir. Bir lider, hatasını kabul etmekten korkmamalı. Hatanızı saklarsanız ya da onu inkâr ederseniz, sürü size olan güvenini kaybeder. Ama hatanızı kabul eder, sorumluluğunu alır ve telafi etmek için elinizden geleni yaparsanız, işte o zaman gerçek bir lider olursunuz. Unutma Arzela, liderlik sorumluluk demektir. Sadece gücü kullanmak değil, aynı zamanda yanlış olduğunda sorumluluğu üstlenmektir."

 

Arzela bu cevaba başını sallayarak onay verdi. Gözlerindeki kararlılık, Tuva’nın dikkatini bir kez daha çekmişti. Onun bu tavrı, içinde sakladığı liderlik potansiyelini daha da açığa çıkarıyordu.

 

Tuva, sınıfa dönerek sürü yönetimine dair daha fazla bilgi vermeye devam etti. "Sürü yönetimi, sadece güçlü olmaktan ibaret değildir. Strateji gerektirir. Ne zaman geri çekileceğinizi, ne zaman saldıracağınızı bilmelisiniz. Kurtlar, sürüler halinde avlanırlar. Çünkü bir kurt tek başına ne kadar güçlü olursa olsun, sürü olmadan tam anlamıyla başarılı olamaz. Sürüyü yönetirken, sürünüzün her bir bireyini tanımalı, zayıflıklarını ve güçlü yanlarını bilmelisiniz. Bir liderin en büyük görevi, sürüsünü doğru yönlendirmektir. Eğer bir kişi zayıfsa, ona yüklenmek yerine onu nasıl güçlendireceğinizi bilmelisiniz."

 

Arzela, Tuva’nın söylediklerini aklında değerlendirmeye devam ediyordu. İçten içe bu sorumluluğun ağır olduğunu biliyordu ama aynı zamanda bu yükü omuzlamaya hazır olduğunu hissediyordu. O da bir gün bu sınıftaki diğerleri gibi lider olma yolunda ilerliyordu.

 

Tuva, konuşmasına ara verip derin bir nefes aldı ve sonra tekrar gözlerini Arzela’ya dikti. "Arzela, senin içinde bir güç var. Bu sınıfta pek az kişide görebileceğim bir hırs var sende. Ama unutma, hırsın seni yönetmesine izin vermemelisin. Hırs, doğru kullanıldığında seni zirveye taşıyabilir. Ama yanlış kullanıldığında seni yok edebilir. Lider olmak istiyorsan, önce içindeki hırsı kontrol etmeyi öğrenmelisin."

 

Arzela, Tuva’nın bu sözlerini dikkatle dinledi. Ona baktığında, Tuva’nın bu sözlerinin bir öğüt değil, bir uyarı olduğunu fark etti. Onun kararlılığına hayranlık duyan Tuva, aynı zamanda onun tehlikeli bir yolun başında olduğunu da biliyordu. Ama bu yolun sonunda, doğru yönlendirilirse, güçlü bir lider olabileceğini görüyordu.

 

Tuva, derin bir nefes alıp konuşmasına son verdiğinde sınıfta derin bir sessizlik oldu. Herkes onun söylediklerini düşünürken, Arzela gözlerini kapatarak bu dersin ona kattığı her şeyi özümsemeye çalışıyordu. Bir gün, Tuva'nın bahsettiği o liderlerden biri olmayı hedefliyordu. Ama biliyordu ki, bu hedefe ulaşmak için önce kendini tanıması ve kontrol etmesi gerekecekti.

 

 

 

Sınıf sessizdi. Hermos kürsüye geçtiğinde her öğrencinin gözleri ona kilitlenmişti. Uzun, gri sakalları ve derin bakışlarıyla, büyü dünyasının ağırlığını hissettiriyordu. Elini yavaşça havaya kaldırarak konuşmaya başladı.Hermos:

“Büyü, yalnızca güç isteyenlerin aracı değildir. Büyü, doğanın, evrenin ve zamanın ritmine uyum sağlamaktır. Her şeyin bir bedeli vardır çocuklar, her büyünün ardında bir denge yatmalıdır. Peki, size soruyorum: Büyü gücünü nereden alır?”Sınıfta bir sessizlik oldu. Arzela'nın gözleri Hermos’un üzerine sabitlenmişti. Birkaç öğrenci, derin düşüncelere daldı. Hermos devam etti.Hermos:

“Büyü, yalnızca isteklerin bir yansıması değil, evrenin kadim kurallarına uygun hareket etmekle alakalıdır. Bir büyücü, asla sınırlarını zorlamamalı, her zaman adımlarını bilinçle atmalıdır. Güç istemek kolaydır, ama onu kullanmak... İşte asıl mesele budur.”Bir öğrenci cesaretini toplayarak elini kaldırdı.Öğrenci:

“Peki hocam, ya sınırları aşarsak? Yani, güç daha fazlasını gerektirirse?”Hermos, öğrenciye bilgece bir bakış attı.Hermos:

“İşte o zaman büyü seni tüketir. Tıpkı bir nehirde kaybolan yaprak gibi, varlığın büyünün akışında eriyip gider. Sınırlarını aşan her büyücü, en sonunda ya kendi gölgesinde kaybolur ya da yok olur.”Açelia’nın Bitki DersiAçelia, zarif bir şekilde sınıfa girdi. Üzerinde sade bir yeşil elbise vardı ve elinde birkaç farklı bitkiyle dolu bir sepet taşıyordu. Öğrencilerin önünde durup bitkileri gösterdi.Açelia:

“Bitkiler, sessiz dostlarımızdır. Onlar, insanlardan bile daha bilgedir. Bir bitkinin size sunduğu iyilik ya da kötülük, onunla nasıl bir ilişki kurduğunuza bağlıdır. Peki, hangi bitkiler size ne anlatır? Mesela şu bitkiye bakalım.”Açelia, elindeki küçük, kırmızı yapraklı bir bitkiyi gösterdi.Açelia:

“Bu bitkiyi sadece yaprağının renginden yargılayabilirsiniz. Kırmızı, tehlikeyi çağrıştırır, değil mi? Ama aslında bu bitki, en şifalı bitkilerden biridir. İnsanın kan akışını düzenler. Kırmızı, hayatın kendisidir.”Arzela dikkatle dinliyordu. Açelia’nın her sözü, sanki bitkilerin ruhunu okurcasına derindi.Açelia:

“Unutmayın çocuklar, bitkiler insanlar gibidir. Onların ruhlarını ancak onlarla etkileşime geçtiğinizde, sabırla dinlediğinizde anlayabilirsiniz. Yüzeyde gördüğünüz hiçbir şey, gerçekte olanı yansıtmaz.”Kızın Kurtlarla İlgili Sözleri ve TartışmaArzela, bahçede dinlenirken yanına gelen bir kızın sesiyle irkildi. Kız, gözlerinde tedirginlikle ona doğru yaklaştı.Kız:

“Kurtlar... onlardan korkuyorum. Onlar vahşi, tehlikeli varlıklar. Bu akademide onların bu kadar kabul görmesi... anlamıyorum.”Arzela’nın içi birden hiddetle doldu. Kurtlar onun ailesiydi, onun hayatının parçasıydı.Arzela:

“Kurtlardan korkuyorsan, onların ne olduğunu anlamamışsın demektir. Onlar sadece yırtıcılar değildir. Sadakat, cesaret ve bağlılık onların ruhlarında taşır. Onlar bizim koruyucularımız, arkadaşlarımızdır.”Kız geriye bir adım attı, şaşkın ve biraz da korkmuştu.Kız:

“Ama... ya bir gün saldırırlarsa? Ya kontrol dışına çıkarlarsa?”Arzela bir adım ileriye atıldı, gözlerinde kararlılık vardı.Arzela:

“Bir kurt, sadece ona ihanet edenlere saldırır. Eğer onlara saygı gösterirsen, asla seni yarı yolda bırakmazlar. Onlardan korkuyorsan, kendi zayıflığını görüyorsundur.”Tam bu sırada Edis araya girdi.Edis:

“Yeter! Bu tartışmanın hiçbir anlamı yok. Kurtlar bizim dostlarımızdır, bu akademide herkesin bunu bilmesi gerek. Herkes birbirine saygı gösterecek.”

 

Tuana, Arzela ile kızın arasında yaşanan tartışmanın ardından bahçeye doğru adımlarını hızlandırdı. Arzela’nın yanında durarak kızın gözlerine sert bir bakış attı. Bahçedeki hava bir anda değişmişti; Tuana'nın varlığı o anın ciddiyetini tüm sınıfa hissettirdi. Herkesin gözleri şimdi ondaydı.

 

**Tuana:**

"Burada herkesin birbirine saygı göstermesi gerektiğini bilmiyor musun? Kurtlar hakkında konuştukların tamamen yanlış. Bu akademide, kurtların ne demek olduğunu daha iyi öğrenmelisin. Onlar, zayıf olanı değil, haksız olanı cezalandırır."

 

Kız, Tuana’nın sert bakışları karşısında ne diyeceğini bilemedi, ellerini göğsünde birleştirip başını öne eğdi. Tuana, Arzela’ya dönerek nazik bir şekilde ona baktı.

 

**Tuana:**

"Arzela, unutma, güç sadece fiziksel değildir. Bazen bir lider olmak, sessiz kalmakla da olur. Senin duruşun önemli, ve bugün bunu gösterdin."

 

Arzela, Tuana’nın sözleri karşısında kendini biraz daha dik tuttu. Tuana’nın desteğini hissetmek onu gururlandırmıştı. Kendini daha güçlü hissediyordu. Gözlerinde minnettarlık belirdi.

 

**Arzela:**

"Teşekkür ederim, Tuana Hanım. Sizin desteğiniz benim için çok önemli."

 

Tuana, Arzela’ya hafifçe başını sallayarak onayladı, ardından bakışlarını tekrar kıza çevirdi.

 

**Tuana:**

"Bu akademide her birey bir bütünün parçasıdır. Eğer birimiz yara alırsa, hepimiz zarar görürüz. Bunu unutma."

 

Kız, Tuana’nın sözlerinin ağırlığı altında ezilmiş gibi başını eğdi ve sessizce oradan uzaklaştı. Ortamda bir an için sessizlik hüküm sürdü. Tuana, Arzela’ya bir kez daha dönüp derin bir nefes aldı.

 

**Tuana:**

"Seninle gurur duyuyorum, Arzela. Her zaman böyle güçlü ol. Ama bu gücü doğru yerde ve doğru zamanda kullanmayı da öğrenmelisin."

 

Arzela, Tuana’nın sözleriyle daha da güçlendiğini hissediyordu. Kendini toparlayarak Tuana’ya teşekkür etti ve başını eğdi. İçindeki tüm karmaşıklıklar bir an için dağılmış, yerini huzura bırakmıştı.

 

---

 

Arzela, Tuana ile olan bu konuşmanın ardından ağır adımlarla odasına doğru yürüdü. Günün yorgunluğu omuzlarına çökmüştü, ama ruhu dinçti. Odaya vardığında yatağına uzandı, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Bugün yaşananlar, tartışmalar, dersler, hepsi zihninde dönerken yorgunluk bedenini sardı. Oda, sessizliğin ve huzurun mekanı olmuştu.

 

Arzela, gözlerini tavana dikmiş, Tuana’nın ona olan güvenini düşündü. Bir lider olmak kolay değildi. Ama bugün, doğru yolda olduğunu hissetti. Gözlerini kapatarak bu ağır günün yorgunluğunu atmaya çalıştı.

Loading...
0%