@aytengul
|
Biraz insaf lütfen o kadar emek harcıyorum ..
Birazcık olsun yorum
Gökyüzü, şehrin üzerine çökmüş gri bir örtü gibiydi. Rüzgar, sokak aralarına dolanarak eski binaların çatılarından çaldığı yaprakları savuruyordu. Hava, yağmurun geleceğini haber veren bir kasvetle ağırlaşmıştı. Her şey sessizdi; sokaklarda yankılanan tek ses, uzaktan gelen birkaç köhne arabanın motor sesiydi. Oysa bu sessizlik, şehirdeki huzuru değil, fırtınadan önceki durgunluğu çağrıştırıyordu.
Dar kaldırımlarda aceleyle yürüyen insanlar, hayatın kaosundan kaçarken, büyük binaların soğuk gölgelerinde kaybolmuşlardı. Her adımda bir sır, her köşe başında gizlenen bir tehdit vardı. Şehrin nabzı, en dipte atan bir korkuyla birleşiyordu.
Eski binaların arasından yükselen şehre hâkim manzarada, betonun sertliğini, taşların gri yorgunluğunu ve insan ruhundaki karanlığı görmek mümkündü. Sokak lambalarının cılız ışığı, şehrin derinliklerinde kayboluyordu; sanki koca şehir, yılların yorgunluğuyla nefes almayı unutmuştu. Bu sokaklarda bir kez kaybolan, bir daha geri dönemezdi.
Ayten, Budapeşte’deki geniş otel odasında bir süre durup şehre baktı. Diyarbakır’dan buraya gelmek onun için zorlu bir karardı, ama yapılması gereken bir hamleydi. Güçlü olmak, sadece içindeki iradeye bağlı değildi; aynı zamanda dışarıya da güçlü görünmeliydi. Ağa olmak, uzaktan yönetilecek bir iş değildi belki, ama kariyeri, en az mirası kadar önemliydi. Şirketlerini büyütmek için her şeyi göze almalıydı. Budapeşte’de kalmak, sadece bir strateji değildi; bu onun dünyaya gücünü gösterme şekliydi.
O gün odasında sessizce düşünürken bir projeye hazırlanıyordu. Büyük bir arazi ihalesine girecekti; rekabet yoğun olacaktı. Başarıyı elde etmek için en iyi teklifi yapmalı, masaya en yüksek kartları koymalıydı. On gün önceki açık artırmada kendisine hediye edilen tabloyu geri çevirmişti. Bir milyon büyük bir paraydı, ama Ayten için mesele para değildi. Adamın kibirli bakışları, ona verdiği değeri değil, kontrol edilebileceğini düşündüğünü ima ediyordu. Ayten, o tabloyu kabul etmemekle sadece bir resmi reddetmemişti; kendi gururunu, özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumuştu.
Pişman mıydı? Asla. O an adamı vurduğunda bile, vicdanında en ufak bir sızı hissetmemişti. Adamı sadece yaralamıştı; kalbine değil, kalbinden birkaç santim uzağa hedef almıştı. Ayten, öldürmek istememişti. Onun mesajı, ölümden çok daha derin bir şeydi: "Beni hafife almayın."
O gün, yağmurun bastırdığı akşam saatlerinde arabasıyla adamı takip etmişti. Ayten'in bu adımı stratejikti; her hamlesi gibi dikkatle planlanmıştı. Macarca konuşmuştu adamla, zekice bir meydan okuma gibiydi. Ancak adamın verdiği hediyeyi kabul etmeyecekti. Niye etsin ki? Bir yabancının ona sunduğu şeyin değeri yoktu. Onun değerini ancak o belirleyebilirdi.
Kurşunu sıktığı anda, Ayten'in gözleri hiç titrememişti. Adam yere yığılırken, Ayten’in içindeki kararlılıkdaha da alevlenmişti .Ayten o sabah yorgun bir şekilde uyanmıştı. Günlerdir yoğun bir tempoda çalışıyordu ve bu, sonunda vücuduna da yansımaya başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde yatağından doğrulurken, şakaklarına hafifçe masaj yaparak baş ağrısını dindirmeye çalıştı. Kaç gündür bu büyük proje için hazırlık yapıyordu, uykusuz geceler ve bitmek bilmeyen toplantılar onu oldukça yıpratmıştı.
Projeyi başarıyla tamamlamak için bütün enerjisini harcıyordu, çünkü biliyordu ki bu, onun kariyerinde bir dönüm noktası olacaktı. Ayten’in yapısı gereği vazgeçmek gibi bir seçeneği yoktu. Ağa olmanın getirdiği sorumluluklar büyüktü, ama Ayten aynı zamanda iş dünyasında da kendini kanıtlamalıydı. Bugün önemli bir gündü ve her şeyin mükemmel olmasını istiyordu.
Ağır adımlarla odanın içindeki geniş pencereye doğru ilerledi. Budapeşte'nin sabah sisi, şehrin üzerinde ince bir tül gibi yayılmıştı. Bir an durup dışarıya baktı, derin bir nefes alarak zihnini toparlamaya çalıştı. Bu yorgunluk geçici olmalıydı. Başarıya ulaşmak için bu yorgunluğa katlanmak zorundaydı. Ayten, baş ağrısına rağmen bir kez daha güç bulup kalkmıştı. Bugün kendine gelmesi gerekiyordu. Güzel bir duş ya da daha rahatlatıcı bir seçenek olarak sıcak bir banyo onun için en iyi çözüm olabilirdi. Duş yerine küveti tercih etmeye karar verdi. Küvette biraz dinlenmenin ona iyi geleceğini düşünerek adımlarını banyoya doğru yöneltti.
Banyoya girdiğinde, mavi ve yeşil tonlarının hakim olduğu zarif bir dekorasyonla karşılaştı. Büyük, ferah bir küvet, modern ışıklandırma ile aydınlanmış, odanın huzur verici atmosferini tamamlıyordu. Şu anda Budapeşte'de, otellerinden birinde kalıyordu. Krallı ailesine ait özel süiti kendi için ayırtmıştı. Bu otele yerleşme nedeni işten ibaretti, ancak her şeyin ötesinde bu süre zarfında biraz da olsa rahatlayabileceği bir yer bulmuştu.
Sıcak suyu küvete doldurduktan sonra, önce sağ ayağını, sonra sol ayağını dikkatle suya daldırdı. Su, vücudunu sararken içindeki tüm gerginliklerin bir nebze olsun eridiğini hissetti. Şampuan ve birkaç kokulu banyo yağı ekleyerek suyu köpürtüp kendine lüks bir banyo hazırladı. Köpükler suyun yüzeyini kaplarken, Ayten arkasına yaslanarak küvetin içine yerleşti.
Sıcak suyun etkisiyle kaslarının gevşediğini hissetti. Gözlerini kapatıp, sessizliğin ve suyun verdiği rahatlığı içine çekti. Zihninde bir süre projeyi, işlerini ve ilerideki hedeflerini düşündü. Fakat küvetin rahatlatıcı sıcaklığı ve suyun hafif hareketi, düşüncelerini yavaş yavaş uzaklaştırdı. Şimdi, sadece anın tadını çıkarıyordu; sessizliğin, sıcak suyun ve banyonun sakinliğinin içinde kayboluyordu.Ayten, banyoda rahatlamış bir şekilde biraz zaman geçirdikten sonra, asılı olan yumuşacık havlusunu bedenine sardı ve ayaklarına terliklerini giydi. Banyodan çıkarken hala vücudunda hissedilen sıcak suyun ferahlığını, rahatlığını koruyordu. Doğruca geniş gardırobun önüne geçti. Gardırop, her zevke hitap eden çeşit çeşit elbise ve takım elbiselerle doluydu.
Bugün için kendine yeşil bir takım elbise seçti; altında ise sade ve şık bir bluz giydi. Aynaya bakarak saçlarını açık bıraktı ve fönle hafif dalgalanmasını sağladı. Yüzüne özenli bir makyaj yaparken her zaman olduğu gibi göz makyajına ağırlık verdi. Kara kalem onun vazgeçilmeziydi; bu, bakışlarını derinleştiren, gözlerinin güzelliğini ön plana çıkaran bir detaydı. Göz makyajı dışında fazla ürün kullanmazdı, genellikle fondöten gibi ağır makyajlardan uzak dururdu. Doğal güzelliğini ortaya çıkaran hafif dokunuşlar onun tarzıydı.
Aynadaki yansımasına baktığında, hem zarif hem de güçlü bir kadın görüyordu. Gözleri her zamanki gibi etkileyici, saçları ise dalgalarıyla özgürlüğünü simgeliyordu. Hazırdı, büyük projeler onu bekliyordu.Ayten, ayağının altındaki vurgan stilettolarını giyip, zarif ama kendinden emin adımlarla yavaşça kapıdan çıktı. Otelin uzun koridorunda yürürken stilettolarının sert zemine vuruşuyla çıkan yankı tüm koridora yayıldı. Her adımında o yankı, onun güçlü duruşunu ve kararlılığını temsil ediyordu.
Otelin ihtişamı büyüleyiciydi. Duvarlar altın varaklarla süslenmiş, kristal avizelerden sızan ışık ise koridoru adeta bir saray gibi aydınlatıyordu. Otelin dekorasyonu lüks ve zarafetin kusursuz bir uyumuydu; tıpkı Ayten’in tarzı gibi. Bu ihtişam, yalnızca göz alıcı değil, aynı zamanda saygı uyandıran bir gücü de yansıtıyordu. Otelinin güzelliği ve seçkinliği herkes tarafından bilinir, onun başarılarının bir nişanı olarak anılırdı.
Ayten, koridor boyunca yürürken, arkasında bıraktığı her adım, onun kusursuz iş zekasını ve zarif gücünü simgeliyordu.
Âdâm László Varga, Macaristan’ın yeraltı dünyasında bir efsaneydi. Sadece adı bile, gecenin karanlığını boğan bir çığlık gibi yankılanıyordu. Adamın soğukkanlı bakışları, sanki gördüğü her şeyi keskin bir bıçak gibi yarıp geçiyordu. Yanında her zaman sadık dostu Miklos vardı; gözlerini sürekli etrafta gezdiren, her an tehlikeye hazır olan Miklos. Birlikte hareket ederlerdi, ama aralarındaki hiyerarşi netti—Miklos, Âdâm'ın gölgesiydi; ne bir adım önde, ne de bir adım geride.
Karanlık, dar bir sokağın köşesinde bekliyorlardı. Sessizlik, gerginliği daha da artırıyordu. Sokak lambalarının sarı ışıkları, onların keskin yüz hatlarını ortaya çıkarıyor, gölgeleri adeta duvardaki hayaletlere benziyordu. Âdâm'ın eldivenli elleri, cebindeki tabancanın soğuk metalini sıkıca kavradı. Soğukkanlıydı ama içinde bir fırtına kopuyordu. İçindeki karanlık, her an patlayabilecek bir volkan gibi kabarıyordu.
"Bu iş bitecek, Miklos," dedi Âdâm, gözleri boşluğa bakarken. Sesi sakin ama içinde gizlenen tehdit, tüyleri diken diken edecek cinstendi.
Miklos, sadece başını salladı. Onun için söze gerek yoktu; Âdâm'ın her sözü, bir emir gibiydi. Gözleri, bir avcı gibi etrafı tararken, karanlığın içinden gelen en ufak bir kıpırtıya bile karşı tetikteydi. Onlar için bu iş sadece bir geceden ibaret değildi. Âdâm’ın ismini, Macaristan’ın yeraltı dünyasında en tepeye taşıyan işlerden biriydi bu. Geçmişte kazandığı zaferler gibi, bu gece de onun zaferi olacaktı.
Bir arabanın motor sesi duyuldu. Âdâm’ın kaşları çatıldı. Bu, beklenen bir ses değildi. Miklos da anında harekete geçti, silahını çıkardı. İkisi de artık sokaktaki sessizliğin bozulduğunu biliyordu; bu an, ya onların zaferiyle sonuçlanacaktı ya da bir felaketin habercisiydi.
|
0% |