@aytengul
|
Ayten Güleroğlu, o sabah güne her zamankinden çok daha erken başlamıştı. Bugün, Budapeşte’nin ünlü düğün salonlarından birinde düzenlenecek görkemli bir düğüne katılacaktı. Davetli olduğu bu düğün, çok hoş sohbet ettiği bir tanıdığına aitti. Ancak Ayten için "yakın arkadaş" kavramı pek anlam taşımıyordu. İnsanlar konusunda temkinli olmayı ilke edinmişti; bir insana ne kadar yakın olursa, o kadar yaralanabileceğini düşünürdü. Bu yüzden, hayatı boyunca hep bir mesafe bırakmayı seçmiş, asayı hiçbir zaman elinden bırakmaması gerektiğine inanmıştı. Göz alıcı Budapeşte manzarası eşliğinde, Ayten o gün için hazırlıklarını yaparken, düğünle ilgili her detayı titizlikle planlıyordu. Hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak kendini bu büyük güne hazırlamıştı. Herkesin dikkatini çekecek bir tören olacağını biliyordu, çünkü bu düğün, yalnızca gelin ve damadın değil, aynı zamanda davetlilerin de göz kamaştırıcı görünümleriyle dolup taşacaktı. Ayten, gün boyunca karşılaşacağı yeni yüzlere karşı her zamanki mesafeli ama içten tavrını korumaya kararlıydı.
Ayten için bugün saat 7.30’da gerçekleşecek düğün için özel olarak tasarlanmış olan elbise, adeta büyüleyici bir zarafet taşıyordu. Elbise, koyu ve göz alıcı bir kırmızı tonundaydı; renk, kadife gibi yumuşak dokusuyla gece boyunca tüm dikkatleri üzerine çekecek kadar iddialıydı. Tasarımda en çok dikkat çeken detaylardan biri, omuzdan zarifçe düşen balon kollarıydı. Kollar, elbiseye romantik ve sofistike bir hava katıyor, omuzları hafifçe açıkta bırakarak Ayten’in zarif duruşunu öne çıkarıyordu.
Bel kısmı, ince bir kemer detayıyla kusursuzca sarılmıştı. Elbisenin tam oturan bel hattı, Ayten’in silüetini vurguluyor, kumaşın akışıyla hafif kloş eteği aşağıya doğru dökülüyordu. Etek kısmı yere kadar uzun ve dökümlüydü, ancak yürüyüşüne rahatlık katmak için bacak hizasında zarif bir yırtmaç bulunuyordu. Bu yırtmaç, her adımda kırmızı kumaşın içinden hafif bir zarafetle açılıyor, Ayten’in hareketlerine özgürlük ve incelik katıyordu.
Elbisenin kumaşı, gece ışıkları altında parlayacak kadar zarif bir ışıltı taşıyordu, fakat göz alıcı olmaktan ziyade, onun duruşuna sofistike bir hava katıyordu. Ayten’in kendine olan güveni ve mesafeli tavrıyla uyum içinde, bu elbise, onu gecenin parlayan yıldızlarından biri yapmaya hazırdı. Ayten, yaşadığı devasa evin geniş ve modern mutfağına inmişti. Bu sabah, en sevdiği yemeklerden biri olan şinitzeli hazırlamak istiyordu. Şinitzel, onun için sadece bir yemek değil, aynı zamanda bir ritüeldi. Kendi elinden çıkmayan yemekleri yemeyi pek sevmezdi, özellikle de bu kadar sevdiği lezzetler söz konusu olduğunda. Budapeşte’nin tanınmış yemeklerinden gulyas ve Türk mutfağından içli köfte de favorileri arasındaydı, fakat bugün şinitzel hazırlamaya kararlıydı.
Önce mutfaktaki geniş tezgâha malzemelerini yerleştirdi: tavuk göğsü, un, yumurta, galeta unu, tuz ve karabiber. Ayten, bu sürecin her anını hissederek yapmayı severdi. Bir yandan ocağın yanındaki küçük radyoda hafif bir müzik çalıyor, Ayten de kendi kendine mırıldanıyordu.
Tavuk göğüslerini önce dikkatlice ince dilimler halinde kesip bir mutfak çekiciyle inceltti. Her bir dilimi tek tek önce una buladı, sonra çırpılmış yumurtaya batırdı. Bu aşamada müzikle uyum içinde, hafif bir melodi mırıldanmaya başladı, şarkının ritmine uyarak işleri adeta bir dans edasıyla yapıyordu. Son olarak, galeta ununa buladığı şinitzelleri altın rengine dönene kadar kızartmak için geniş bir tavaya zeytinyağını koydu. Tavadan yükselen hafif cızırtı, mutfağı yavaş yavaş dolduruyordu.
Şinitzeller altın sarısı bir renk aldığında, onları dikkatlice tavadan alıp, fazla yağlarını emmesi için bir kağıt havluya serdi. Yanında limon dilimleri hazırladı, çünkü şinitzelin üzerine birkaç damla taze limon sıkmadan tadının tamamlanmadığını düşünürdü.
Mutfağın içinde dolaşırken mırıldandığı şarkı, onun ruh halini yansıtır gibiydi; sakin, huzurlu ve kendine ait bir dünya içinde kaybolmuştu. Şinitzelin kokusu mutfağı kaplarken, Ayten de neşeli bir ruh haliyle yemeğini hazırlamanın keyfini çıkartıyordu. Nihayet Ayten, hazırladığı altın rengi şinitzelleri büyük beyaz servis tabaklarına yerleştirip masaya sundu. Masanın her detayı titizlikle düzenlenmişti; ince zarif çatal bıçaklar, kristal su bardakları ve yanında taptaze limon dilimleriyle, her şey kusursuz görünüyordu. Oturdu ve bir an için yaptığı işi takdir edercesine derin bir nefes aldı. İlk lokmayı ağzına attığında, mükemmel dengelenmiş çıtırlık ve tavuğun yumuşaklığı onu hemen etkisi altına aldı.
Kendi kendine hafifçe gülümsedi ve içinden geçeni yüksek sesle fısıldamaya başladı:
"Gerçekten harikasın Ayten. Ne yaptığını çok iyi biliyorsun! Şu çıtırlığa bak... Kimsenin elinden böylesini yemek mümkün değil. Tam kıvamında pişirmişsin. Ah, şinitzel ustası oldun resmen!" dedi kendi kendine, bir yandan da gururla tabağına bakıyordu.
Bir sonraki lokmayı almadan önce, "Bu kadar iyi bir şef olduğunu herkes bilseydi, kesin Budapeşte’nin en meşhur restoranında çalışıyor olurdun" diye ekledi. Bir an duraksayıp bir parça daha limon sıktı, “Evet, bu tam istediğim lezzet. Bravo sana Ayten!” dedi hafifçe başını sallayarak.
Kendi yaptığı bu övgüler, onun için tatlı bir motivasyon gibiydi. O an, mutfağın ve yemeğin gücünün sadece karnını doyurmakla kalmadığını, aynı zamanda ona keyif verdiğini fark etti.
Ayten, yemek masasını hızlıca toparlayıp mutfağı derleyip topladıktan sonra, büyük adımlarla odasına yöneldi. Saat 2 olmuştu ve düğün için hazırlıklarına başlaması gerekiyordu. Kendi kendine, "Vakit daralıyor," diye mırıldanarak aceleyle banyoya hazırlık yaptı. Elini dolabın kapağına uzattı, yumuşacık beyaz bornozunu, kese ve diğer banyo malzemelerini alıp banyoya doğru koştu.
Banyonun kapısını açar açmaz, kendisini oraya atmış gibiydi. Serin havadan kaçıp, sıcak suyun rahatlatıcı etkisine kavuşma fikri onu heyecanlandırıyordu. Banyo, geniş ve ferah tasarımıyla tam bir spa havasındaydı. Su, musluktan akmaya başlar başlamaz banyonun her köşesine huzur dolu bir ses yayıldı. Ayten, bornozunu dikkatlice kenara astı, aynada bir an kendine baktı ve hafif bir gülümsemeyle banyoya adım attı.
Banyoda geçen keyifli dakikaların ardından Ayten, duşun altından çıkmış, kendini rahatlamış hissediyordu. Odaya geçtiğinde, ilk işi havlusuyla saçlarının fazla nemini almak oldu. Aynanın önüne oturdu ve saç kurutma makinesini açarak saçlarını kurutmaya başladı. Sıcak hava, uzun ve kabarık saçlarına vurdukça hafifçe şişiyor, iyice dolgun bir hal alıyordu.
Saçları her zaman olduğu gibi kabarık ve dolgundu, fakat Ayten bu durumdan asla rahatsız olmuyordu. Aksine, saçlarının bu doğal halini çok seviyordu. Birçok insan ince telli, düz saçları arzulasa da, Ayten kabarık saçların kendine has bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. "Herkesin düz saçlı olması gerekmiyor," diye kendi kendine mırıldandı, yağlarla saçlarını nazikçe beslerken.
Saçlarının her telini dikkatle yağlarla yumuşatıyor, onları hem güçlendirmek hem de doğal parlaklık kazandırmak için özen gösteriyordu. Kabarıklığı belki biraz fazla olabilirdi, ama bu Ayten'in karakterinin ve tarzının bir parçasıydı. Kabarık saçlar, onu olduğundan daha gösterişli ve çekici yapıyordu; sonuçta herkesin kendine has bir güzelliği vardı. Ayten de bunun farkındaydı ve saçlarının her zaman gurur duyduğu bir yönü olduğunu biliyordu. Ayten aynanın karşısında durmuş, kendine bakıyordu. O an, hayatının belki de en güzel günlerinden biri gibi hissetti. Saçları, dalga dalga omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Biraz önce saatlerce uğraşarak kuruttuğu ve bakım yağlarıyla beslediği o kabarık saçları şimdi doğal parlaklığında, adeta bir bulut gibi omuzlarına serilmişti. Saçlarının her bir telini özenle yerleştirmiş, saçın doğal hacmi ona hem güçlü hem de zarif bir görünüm katmıştı. Aynur, saçlarının bu kabarık halini her zaman sevmişti; düz saçların aksine, ona karakter ve kendine özgü bir hava katıyordu.
Makyajı da tıpkı saçları gibi özenliydi. Yüzüne hafif, doğal tonlarda bir makyaj yapmıştı; cildi pürüzsüz ve aydınlık görünüyordu. Elmacık kemiklerini vurgulayan hafif bir allık, dudaklarında ise narin bir pembelik vardı. Gözlerine sürdüğü ince bir eyeliner ve kirpiklerini daha belirgin yapan maskara ile bakışlarını çekici bir derinliğe kavuşturmuştu. Aynur, aynada kendine bakarken, gözlerindeki ışıltıyı fark etti. Sanki içinde bir enerji vardı; o enerji, dışarıya yüzüne yansımış gibiydi.
Ve elbisesi... O kırmızı elbise, tam da onun için tasarlanmış gibiydi. Omuzlarından zarifçe düşen balon kollar, ona hem romantik hem de sofistike bir görünüm katıyordu. Belindeki ince kemer detayı, belini vurguluyor, uzun ve hafif kloş eteği yere kadar dökülüyordu. Etek kısmındaki yırtmaç, hareket ettikçe elbiseye zarif bir hava katıyor, her adımda narin bir şekilde açılarak bacaklarını gösteriyordu. Kırmızı rengin enerjisi ve asaleti, Aynur’un tenine mükemmel bir uyum sağlamıştı. Kumaşın zarif dokusu, onun her hareketiyle birlikte hafifçe dalgalanıyordu. Elbisenin üzerindeki duruşu kusursuzdu; ne çok bol ne de fazla sıkıydı, tam bedenine uygun ve vücudunu mükemmel gösteriyordu. Ayten, hazırlıklarını tamamladıktan sonra saat düğüne 40 dakika kalmışken zarif ve iddialı yürüyüşüyle aşağı indi. Elbisesiyle adeta ışıldıyordu; aynada gördüğü kendi yansıması bile onu hayran bırakmışken, bu gece salondakilerin kıskanç bakışlarını üzerinde toplayacağı aşikardı. Şoför, arabayı çoktan hazır etmişti. Ayten, soğuyan havayı umursamadan hızlıca arabaya bindi ve yola koyuldu. Ayten, salonun içinde yavaşça dolaştıktan sonra kenarda duran ihtişamlı masalardan birine oturdu. Masanın üzerindeki zarif detaylar ve loş ışıkların oluşturduğu atmosfer onu bir masal diyarında gibi hissettiriyordu. Etrafındaki davetlilerle kısa ayaküstü sohbetler etse de, zihni hâlâ çevresindeki kalabalıktan uzakta, kendi dünyasındaydı.
Bu sırada Adam Varga, Ayten’in yalnız olduğunu fark etti ve fırsatı kaçırmadan yanına doğru ilerlemeye başladı. Ayten’in ona sırtı dönük olduğu o an, Adam’ın içindeki derin hisler kelimelere döküldü. Yavaşça Ayten’e yaklaşırken Macarca dilinde şiirler mırıldanmaya başladı. Ayten, arkasından gelen bu sesle irkilse de tanıdık bir huzur hissetti. Adam’ın sesi yumuşak, şefkat dolu ve derindi. Şiirin her dizesi, onun Ayten’e olan aşkını ve tutkuyla dolu hislerini ifade ediyordu.
Adam’ın dudaklarından dökülen o şiir, Macarca’nın melodik akıcılığıyla yankılanırken, işte Türkçe karşılığı:
"Her adımında ruhumu sürüklersin, Bir rüzgar gibi, saçlarınla. Gözlerin karanlığı deler, Kalbimi bin kez yakar."
"Sen, ulaşılmaz bir yıldız, Bense her gece göğe bakan bir âşık, Senin ışığınla yanar, Sadece sana dönerim yüzümü."
Ayten, bu sözleri duyduğunda derin bir nefes aldı. Arkasına dönmeden, şiirlerin kime ait olduğunu anlamıştı. Adam’ın kalbinden kopup gelen bu dizeler, onun yıllardır hissettiği ama karşılık bulmayan aşkının en saf haliydi.
Yolculuk sadece 10 dakika sürmüştü. Şehrin en büyük ve en gösterişli düğün salonlarından birine ulaştığında, heyecanla bekleyen davetlilerden önce dışarıdaki yetkililere davetiyesini uzattı. İçeri girdiğinde, beklenildiği gibi gözler hemen ona çevrildi. Salonun tüm ihtişamı içinde en dikkat çekici figür Ayten olmuştu. Parlayan elbisesi, zarif duruşu ve özgüvenli yürüyüşüyle adeta salonun ışığını kendi üzerinde topluyordu.
Ancak bir çift göz vardı ki Ayten’e herkesten daha farklı bakıyordu. Adam Varga. Bu adam, uzun zamandır Ayten’e karşı büyük bir aşk besliyordu. Aşkı karşılık bulmamış olsa da, onun için Ayten bambaşka bir dünyaya aitti. Kabarık ve hırçın saçlarının ardında, gizemli ve güçlü bir ruh yatıyordu; bu ruh, Adam’ın Ayten’e olan ilgisini daha da derinleştiriyordu.
Ayten’in salona girişiyle birlikte, Adam’ın kalbi bir kez daha onun için çarpmaya başlamıştı. O anda, Ayten’in göz kamaştıran güzelliği ve zarafeti karşısında Adam, bir kez daha gönlünden kopup ona binlerce kez aşık olmuştu. Ayten’in o özgüvenli duruşu, çekici bakışları ve etrafındaki büyüleyici aura, Adam’ın duygularını daha da derinleştiriyordu. Ayten’in her adımında ona olan hayranlığı bir kat daha artıyor, içinde engel olamadığı bir aşk yeniden filizleniyordu. Ayten tam arkasını dönüp Adam Varga’ya bakmak üzereydi ki aniden salonun bütün ışıkları kesildi. Her yer karanlığa büründü; göz gözü görmez hale geldi. Aniden oluşan bu zifiri karanlık, davetlilerin arasına bir uğultu ve huzursuzluk yaydı. Salondaki herkes, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Ayten bir anlığına yerinde dondu kaldı.
Karanlıkta kalmak onu bir an için endişelendirse de derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalıştı. Kalabalığın içinden gelen hafif fısıltılar, yere takılan sandalyelerin gıcırtıları arasında, Adam'ın sesi de bir anda kesilmişti. Ayten’in kalbi hızla atıyordu; az önce şiirlerle dolu olan atmosfer birden kaosa dönüşmüştü.
Etrafını göremiyordu, ama hissettiği o an, Adam'ın hâlâ yakında olduğu duygusuydu. Gözleri karanlığa alışmaya çalışırken, kendi kendine sakin olmaya çalıştı. Bu beklenmedik kesinti, gecenin akışını değiştirmişti. Ayten, şimdi ne olacağını merak ederek etrafı dinlemeye başladı.
En güzel yerde rekalam arasına gitti.
Bolca yorum istiyorum. bu gün hiç yoeum gekmedi be aa
|
0% |