@aytengul
|
Merhaba güzel bir kurguyla karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz Bolca yorum yapın lütfen
Rana Hanım'ın gözleri öfkeyle dolmuştu. Elinde tuttuğu hamilelik testine bakarken yüzündeki ifade, derin bir hayal kırıklığı ve kırılmış bir onurun izlerini taşıyordu. Öfke içinde titreyen sesi, evin dört bir yanına yankılandı:
"Ben yapmadım, teyze. Vallahi yapmadım!" diye feryat etti Laçin, gözleri yaşlarla dolmuş halde. Ancak Rana Hanım'ın hiddeti dinmek bilmiyordu.
“Yemin edersin, öyle mi? Ahlaksız! Alçak! Ben seni evimde, kendi çocuğumla birlikte büyüttüm, seni ahlaksız olasın diye mi büyüttüm? Bu hamilelik testi ne demek oluyor? Cevap ver bana, ne demek oluyor bu? Sen hiç mi ailemizin şerefini, namusunu düşünmedin? Kız kardeşimin yadigârısın diye evime aldım seni. Sen nasıl bir insansın, Laçin? Nasıl bu kadar yüzsüz olabildin? Keşke sen ölseydin! Keşke kız kardeşim seni kurtarmak için kendi canını feda etmeseydi de sen ölseydin!"
Rana Hanım, acıyla yüzünü buruşturdu. Gözleri, Laçin’e bakarken sanki başka bir dünyadan, başka bir insana bakar gibiydi. "Ah, zavallı kardeşim, bu günleri görmezdi. Sen kime çektin, ha? Kime? Sen bizim aile şerefimizi, namusumuzu ayaklar altına aldın! İnsanların ağzına iki paralık ettin bizi! Nasıl yüzüme bakıyorsun şimdi? Neyin savunmasını yapıyorsun bana? Neyin? Söylesene, hiç mi utanmadın? Hiç mi arlanmadın?"
Laçin’in gözyaşları durmadan akıyordu, ama Rana Hanım’ın öfkesi her damlayla daha da alevleniyordu. "Teyzem böyle bir şey öğrendiğinde benim canımı almaz demedin mi hiç? Hiç Allah’tan korkmadın mı? Nefes alırken utanmadın mı? Ve şimdi de karnında kimin çocuğu olduğunu bilmediğin bir leşle geldin kapıma! Kimden peydahladın o çocuğu? Hangi arlanmazdan? Kendini nasıl verdin o adama? Sarhoş mu oldun da düştün yatağına? Yoksa meze mi oldun?"
Rana Hanım, aniden Laçin'in saçlarını avuçladı ve bütün hıncını, acısını ve hayal kırıklığını onun zayıf bedenine yöneltti. Laçin'in saçlarını yolmaya, yüzüne tokatlar indirmeye başladı. Tokatlar öylesine sertti ki, sanki yılların birikmiş öfkesi, kırılmış gururu, tükenmiş sabrı o tokatlarda birleşmişti.
"Sen nasıl yapabildin bunu, Laçin? Yıllarca seni kendi çocuklarımdan ayırmadım. Ama sen... Sen bir şerefsiz çıktın! Aile şerefimizi yerle bir ettin!"
Rana Hanım’ın gözlerinden akan yaşlar, öfkeyle karışık birer damla acı gibiydi. Ama ne kadar dövse, ne kadar bağırsa, içinde biriken bu acıyı dindiremiyordu. Laçin yere çökmüş, ağlıyordu. Rana Hanım ise onun üstüne eğilmiş, bütün hıncını çıkartmak istercesine haykırıyordu. Ama ne Laçin'in gözyaşları, ne de Rana Hanım’ın öfkesi bu aileyi tekrar bir araya getirebilir, bu yıkılan güveni ve şerefi onarabilirdi... Laçin, köşeye büzülmüş halde, gözlerinden akan yaşları durduramıyordu. Kalbinin derinliklerinde hissettiği acı, fiziksel yaralarından çok daha derindi. Oysaki masumdu, ruhu tertemizdi. Tıpkı beyaz bir süt kadar lekesizdi. Ama bugün, hayatını mahvedecek bir iftirayla karşı karşıya kalmıştı. Bu iftira, onun tüm dünyasını alt üst edebilecek güçteydi.
O, şimdiye kadar bir erkeğe gözünün ucuyla bile bakmamıştı. Kalbi sevgiyle doluydu ama bu sevgi, bedensel bir tutkudan çok daha öteydi. O, insanları ruhlarıyla severdi. Çünkü onun için gerçek sevgi, bir insanın ruhuna dokunabilmek, onun derinliklerindeki güzelliği görebilmekti.
Sevgi, dokunmak ya da öpmek değildi Laçin için. Sevgi, bir ruhu anlamak, onunla derin bir bağ kurabilmekti. "Bir insanı sevmek, ruhunu sevmek değil miydi?" diye düşündü. "İlla ki dokunmak mı gerekirdi? Ya da öpmek? Koklamak?" Sevgi, ruhların buluştuğu bir bağdı; bedenlerin değil. Bedeni sevmenin bir anlamı yoktu, ruhu sevilmedikten sonra.
Ama şimdi, tüm bu değerlerinin karşısında duran bir iftirayla suçlanıyordu. Teyzesi, ona asla yakıştıramayacağı bir günahla suçlamıştı. "O yapmazdı ki öyle bir şey, yapamazdı," diye düşündü. Karakterine, inançlarına tamamen ters bir durumdu bu. Ama bu durumu nasıl açıklayacaktı? Masumiyetini nasıl kanıtlayacaktı? Bedenini koruduğu gibi ruhunu da korumuştu. Ama şimdi, bu iftira ruhunu parçalamış, onun masumiyetini lekelemişti.
Laçin, tüm bu düşüncelerle boğuşurken, gözyaşları daha da hızlandı. Suçsuz olduğunu bilmek, içindeki acıyı dindirmiyordu. Çünkü sevdiği, güvendiği insanlar ona inanmıyordu. Bu, onun için en büyük yıkımdı. Ama yine de, masumiyetinden emindi. Ruhunun temizliğinden, kalbinin saflığından emindi. Ve bir gün, gerçeğin ortaya çıkacağına, bu iftiranın ardındaki karanlık perdenin aralanacağına inandı. Ama o güne kadar, bu ağır yükü taşıması gerekecekti. Laçin Arslan, 19 yaşında, genç ama ruhu olgunlaşmış bir kız. Hayatı boyunca karşılaştığı zorluklar onu güçlü kılmış ve her zaman masumiyetini korumuştur. Onun için sevgi, bedenden çok ruhların derinliklerinde yaşanan bir bağdır. Güçlü karakteri, inançlarına olan bağlılığı ve temiz kalbi, onu diğerlerinden ayıran en belirgin özellikleridir.
Laçin, hayatın acımasız yüzüyle erken yaşta tanışmış biri. Ailesini kaybettikten sonra, teyzesi tarafından büyütülmüş ve teyzesi ona hem anne hem de baba olmuştur. Ancak bugün, hiç beklemediği bir anda, hayatını alt üst edecek bir iftirayla karşı karşıya kalmış durumda. Genç yaşına rağmen, bu iftirayla başa çıkacak gücü bulmaya çalışıyor.
Tüm bunlara rağmen, Laçin içindeki masumiyetini kaybetmemiş, ruhunu kirletmemiştir. Onun için asıl önemli olan, her zaman doğruyu savunmak ve kendi değerlerine sadık kalmaktır. Ancak şimdi, bu zorlu süreçte, hem kendini hem de masumiyetini savunmak zorunda kalacak. Laçin, teyzesi Rana Hanım'ın sert sözleriyle sarsılmıştı. Tüm dünyası, güvenle sığındığı bu evdi; tek ailesi, tek dayanağıydı. Ama şimdi, bu sözler onu derin bir boşluğa itiyordu. Rana Hanım'ın gözlerinde sadece öfke ve hayal kırıklığı vardı. "Kalk," dedi teyzesi, sesindeki soğukluk bir bıçak gibi Laçin'in kalbine saplanıyordu. "Kalk, senin gibi biri artık bu evde yeri yok."
Laçin'in gözyaşları daha da şiddetlendi. Dizlerinin üzerine çökmüş, gözlerini teyzesiyle buluşturmaya çalışıyordu. "Teyze," dedi, sesi titriyordu. "Benim sizden başka hiç kimsem yok. Ne olur bana bunu yapma." Ama bu yalvarış, karşılığını acı bir tokat olarak buldu. Rana Hanım'ın eli, Laçin'in yüzüne şiddetle inmişti. "Bunu bu rezilliği, kepazeliği yapmadan önce düşünecektin," diye bağırdı Rana Hanım. "Senin artık ne benim evimde, ne de ailemde bir yerin var. Artık bu evden ebediyen uzaklaşacaksın."
Rana Hanım, Laçin'in kolunu sertçe kavrayarak onu kapıya doğru sürükledi. Kapıyı açtı ve genç kızı mahalleye, sokağın ortasına fırlattı. Laçin yere düşerken, tüm komşuların ona bakışlarını hissetti. Mahalledeki herkes ona iğrenmiş gözlerle bakıyor, fısıltılar kulaktan kulağa yayılıyordu. Yaşlı kadın Necife, kalabalığın arasından Rana Hanım'a yaklaştı. "Ben size söylemiştim," dedi sert bir sesle, "Bu kızdan bir şey olmaz."
Rana Hanım hızla eve döndü, Laçin'in birkaç parça kıyafetini alıp kapıdan dışarıya fırlattı. Elbiseler, sokağın ortasına düştü, toprakla karıştı. "Senin artık burada hiçbir şeyin yok," diye bağırdı Rana Hanım. "Hiçbir yerin yok."
Laçin, gözyaşları içinde, etrafındaki insanların ona bakışlarını hissetti. Herkesin gözünde artık bir yabancıydı, bir utanç kaynağıydı. Kalbinin derinliklerinde hissettiği acı, kelimelerle tarif edilemezdi. Yalnızlık ve çaresizlik, üzerine karanlık bir gölge gibi çökmüştü. Tek sığınağı, tek ailesi onu reddetmişti. Şimdi, bu soğuk dünyada tek başınaydı. Rana Hanım, Laçin'in ağlamalarına ve yalvarmalarına aldırış etmeden kapıyı sertçe kapattı. Ardına bile bakmadan, vicdanını susturmuştu. Laçin'in çaresizliği ve gözyaşları, kapının ardında kalmıştı. Mahalledeki kadınlar, Rana Hanım'ın sert adımlarını izleyerek yavaşça toparlanmaya başladılar. Fısıltılar yükselmeye başladı, her biri diğerine bakarak acımasız sözler sarf ediyordu.
Necife, yaşlı ve mahallede sözü geçen bir kadındı, sessizliği ilk bozan o oldu. "Bak gördün mü?" dedi, etrafındakilere hitaben. "Ben bu kızdan hiç hoşlanmamıştım. Zaten suratında vardı bir şeyler, hep başı önde gezerdi. Gözünün içine bakmazdı insanın, işte şimdi anladık nedenini."
Diğer kadınlardan biri, Hafize, başını sallayarak onayladı. "Doğru söylüyorsun Necife Abla," dedi. "Zaten böyle işler gizli saklı olmaz. Sonunda ortaya çıkar. Rana Hanım da ne iyi etti, attı sokağa. Böyle rezillik kabul edilecek şey mi? Ailesinin yüzünü yere düşürdü."
Fatma, en genç olan kadın, Laçin'e acır gibi baktı ama o da topluluğa uymak zorunda hissetti kendini. "Ama yazık değil mi?" diye fısıldadı, sesi kararsızdı. "Belki de bir yanlış anlaşılma vardır, belki de kızcağızın bir suçu yoktur."
Necife, Fatma'nın bu sözlerine kaşlarını çatarak karşılık verdi. "Hadi oradan!" dedi sert bir şekilde. "Böyle bir şeyin şakası olur mu? Hamilelik testi diyorlar, artık lafı dolandırmanın anlamı yok. Bir genç kız, böyle bir şeyi yapıyorsa cezasını da çeker. Kimsenin şüphesi olmasın, o da hakkını buldu."
Hafize, Necife'ye destek çıkarcasına ekledi. "Aynen öyle. Rana Hanım doğru olanı yaptı. Eğer bu mahallede namusunu korumak istiyorsak, böylelerine göz açtırmamalıyız. Yoksa herkesin ağzında laf oluruz."
Fatma, içindeki merhameti bir yana bırakıp susmayı tercih etti. Diğer kadınlar başlarını sallayarak Necife'yi ve Hafize'yi onayladılar. Mahalledeki herkes, Laçin'in düştüğü durumu konuşmaya devam ediyordu. Herkesin dilinde aynı acımasız yargı vardı; Laçin artık onların gözünde mahallenin lekesiydi.
Kadınlar, kendi aralarında dedikoduya devam ederken, Laçin’in gözyaşları, sokağın topraklarına karışıyordu. Kimse onun masumiyetini umursamıyordu, kimse onun kalbindeki acıyı görmüyordu. Rana Hanım ise kapıyı kapatıp arkasından kimseye bir şey demeden içeriye girdi, Laçin’in varlığı sanki hiç olmamış gibi. Laçin, sokakta yalnız başına oturmuş, çaresizlik içinde ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, kocaman dünyada tek başına kalmış gibi hissediyordu. O sırada Necife, kararlı ve sert adımlarla yanına yaklaştı. Laçin’in kolunu ani bir hareketle tutup onu ayağa kaldırdı. "Kalk, kalk diyorum sana!" diye bağırdı.
Laçin’in şaşkın bakışları arasında Necife, ona sert bir tokat attı. "Senin gibilerin burada yeri yok!" dedi. "Bu mahallede namuslu insanlar yaşar, senin gibi ahlaksızlara yer yok!"
Diğer kadınlar da Necife'ye katıldılar, onun sözlerini tekrar ederken Laçin’e hakaretler savuruyorlardı. Her biri, Laçin’i aşağılayıcı sözlerle kovalıyor, onu dışlıyorlardı. Mahallenin ortasında, herkesin gözü önünde Laçin’i rezil etmişlerdi.
Necife ve diğer kadınlar, Laçin’i mahalleden çıkarmaya kararlıydı. Sanki ona karşı birleşmişler, onu dışlamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Laçin, yalnızlığın ve çaresizliğin en derin halini yaşıyordu. Masumiyetine inanan kimse kalmamıştı. Herkes onu suçluyor, herkes ondan kaçıyordu.
Laçin’in gözlerinden dökülen yaşlar, içindeki acıyı dindirmiyordu. Tek bir dost eli uzanmıyordu ona. Mahalledeki herkes, onu dışlamıştı. Masum Laçin, bu acımasız dünyanın ortasında yapayalnız kalmıştı. Ne bir kapı çalacak yeri, ne de sığınacak bir kucağı kalmıştı. Mahallenin acımasız insanları tarafından tamamen dışlanmış, hiçbir yere ve hiç kimseye ait olmadan, çaresizce sokakta kalmıştı.
Laçin, ağlamaktan gözleri şişmiş, çaresizlik içinde titriyordu. Soğuk, ince bir yel gibi ruhunu üşütüyordu. Hem bedenini hem de kalbini donduran bir geceye doğru sürükleniyordu. Sokakta yalnız başına, yapayalnız kalmıştı. Masumdu, temizdi; ama bu masumiyetin hiçbir anlamı kalmamıştı artık. İnsanların ona sırtını döndüğü, onu önyargılarla yargıladığı bir dünyada, masumiyetin ne önemi vardı ki?
Daha gün ağarmamıştı; ama karanlık çoktan çökmüştü onun üzerine. Üstelik açtı, susuzdu. Tüm gün boyunca bir lokma bile yememişti. Oysa akşamın serinliği, Eylül'ün başı olmasına rağmen, kemiklerine kadar işliyordu. "Bu havada nasıl dayanacağım?" diye düşünüyordu. Sokakta tek başına kalmak bir kadının başına gelebilecek en korkunç şeylerden biriydi. Hele ki gece karanlığı çöktüğünde, korku her yanı sardığında, nereye sığınacaktı? Kimin kapısını çalacaktı?
Laçin'in içindeki sessiz çığlıklar, gözyaşlarına karışıyordu. Bu yalnızlık içinde, Allah’a sığındı. Onun masumiyetini görecek tek varlık Allah’tı. "Allah mazlumları asla yarı yolda bırakmaz," diye mırıldandı kendi kendine. Bu zorlukların bir sınav olduğunu biliyordu, bir sabır imtihanıydı bu. Dayanmalıydı, sabretmeliydi. Bir gün bu acılar bitecek, ona bunu yaşatanlar da kendi yaptıklarının bedelini ödeyeceklerdi. Ama o güne kadar, sabırla beklemekten başka çaresi yoktu.
Gece derinleştikçe, Laçin’in içindeki umut da bir mum gibi sönmek üzereydi. Ama yine de, o mumun ışığı tamamen yok olmadan önce, Allah’a olan inancıyla dimdik durdu. "Bu da geçecek," diye düşündü. "Bu da bitecek. Bir gün her şey düzelecek, Allah bana adaletini gösterecek."
Bu soğuk, karanlık gecede, Laçin yapayalnızdı; ama içindeki iman ve sabır, ona ışık oluyordu. O gece, o sokakta, soğukta titreyen bedenine rağmen, ruhunu koruyacak olan tek şey bu inançtı. Ve bu inançla sabaha kadar direnmeye karar verdi.
Laçin, sokakta yürürken ayakları onu bilinçsizce bir bankın yanına götürdü. Soğuk hava, içini titretirken, bedenini saran yorgunluk, onu daha fazla yürümekten alıkoyuyordu. Gözleri, bankın sert ve soğuk yüzeyine kaydı. O an, oraya kıvrılıp yatmaktan başka bir çaresi olmadığını acı bir şekilde fark etti.
Yavaşça, etrafına bakındı. Gecenin karanlığında, yapayalnızdı. Kimse ona yardım elini uzatmayacaktı. Üzerindeki ince kıyafetler, onu soğuktan korumaya yetmiyordu. Ama o an için, bu bank ona sığınabileceği tek liman gibiydi. Çaresizce, bankın üzerine kıvrıldı. Dizlerini göğsüne çekti, kendini biraz olsun koruyabilmek için.
Kaldırım taşlarının arasından gelen soğuk, bedenine işliyordu. Ama asıl soğuk, yüreğindeydi. Onu bu hale getiren haksızlıklar, iftiralar, yüreğini dondurmuştu. Gözlerini kapatmaya çalıştı, belki bu kâbusun biteceğini umuyordu. Ama gözlerini her kapattığında, teyzesi Rana Hanım’ın ona söylediği acımasız sözler kulaklarında yankılanıyordu.
Gece ilerledikçe, sokak sessizleşti. Laçin, yorgun bedenini ve kırılmış ruhunu bankın üzerinde uyutmaya çalıştı. Rüzgar, saçlarını savururken, birkaç damla gözyaşı yanaklarından süzüldü. O an, dünyada ondan daha yalnız ve çaresiz biri var mıydı, bilemiyordu.
Ama bu yalnız gecede, Laçin bir şekilde hayatta kalmalıydı. Yaşadığı acılar ve zorluklar karşısında dimdik durmalıydı. Çünkü başka bir seçeneği yoktu. Kimsesizliğin ortasında, bankın soğuk yüzeyinde kıvrılırken, içten içe güçlü olmanın ne demek olduğunu öğreniyordu. Her şeye rağmen, sabah olacaktı. Ve belki, yeni bir gün ona yeni umutlar getirebilirdi. |
0% |