Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@aytengul

 

Lütfen yorum yapmayı unutmayın...

Savcı Sezai Rahmi Alkoç, girdiği her odada dikkat çeken bir adamdı. Uzun boylu, geniş omuzlu ve kusursuz yüz hatlarına sahipti. Kısacık, bakımlı sakalı ve derin, anlamlı bakışlarıyla karşısındaki kişiyi hemen etkilerdi. Kadınlar onun çevresinde adeta birer gölge gibi dolaşır, birçoğu onun ilgisini çekmek için ellerinden geleni yapardı. Ne var ki, Sezai duygusal bir ilişki için yaratılmış biri değildi.

 

Her ay mutlaka bir gecelik bir ilişki yaşardı, bu adeta bir ritüel haline gelmişti. Kadınların ilgisi onun egosunu beslerken, onların hissettikleri duygulara asla karşılık vermezdi. Özenle seçtiği kadınlar, bir gece boyunca onunla vakit geçirir ve ertesi sabah her şey bitmiş olurdu. Ne bir telefon, ne bir mesaj... Sezai, bu kısa ve yoğun ilişkilerden keyif alıyor gibi görünse de, her sabah uyandığında yüzünde belirsiz bir boşlukla karşılaşırdı. Kendine itiraf edemediği bir şey vardı belki de; yalnızlığını derinlemesine hissediyor, ama bu yalnızlığı aşmanın bir yolunu bulamıyordu.

 

İşinde ise başka bir Sezai vardı. Davalara olan tutkusu, adaletin peşindeki kararlılığı ve inanılmaz zekası, meslektaşları tarafından takdir edilirken, suçluların korkulu rüyası haline gelmişti. Ofisinde geçen saatler boyunca beynini zorlayan karmaşık dosyaları çözümler, en ufak bir detayı bile kaçırmazdı. Her şey onun kontrolü altında olmalıydı. Hiçbir şeyin rayından çıkmasına izin vermezdi. Çoğu savcı, davaları sürüncemede bırakırken, Sezai hızlı ve kesin bir şekilde hareket ederdi. Yargılamaların her aşamasında en ufak bir şüphe bırakmaz, mahkeme salonlarında adeta şov yaparcasına müthiş bir performans sergilerdi. Bu onu, hem meslektaşları hem de suç dünyası için tehlikeli bir rakip yapmıştı.

 

Yalnız gecelerinde, koca şehir uyurken, Sezai Rahmi Alkoç kendi sessizliğinde boğuluyordu. Apartman dairesinde tek başına oturduğu o karanlık anlarda, başarılarının getirdiği mutluluk bir anlığına bile olsa sönükleşir, bir boşluk hissi kalbini sıkıştırırdı. Bir şeyler eksikti, ama bu eksikliğin ne olduğunu bilmek bile istemiyordu.

 

Günlerden bir gün, ofisine gelen yeni bir dava dosyası, Sezai'nin rutinini bozdu. İçgüdüsel olarak bu dosyada farklı bir şeyler olduğunu hissetti. Karşılaştığı her olayda zekasıyla çözüm üretmişti, ama bu dava… Bir şeyler onu rahatsız ediyordu. Beklenmedik bağlantılar, ortada olmayan bir suçlu profili… İşte o an Sezai, bu davanın hayatında kalıcı bir iz bırakacak olayların başlangıcı olacağını bilmiyordu. Bu dava, onu sadece mesleki açıdan değil, duygusal anlamda da bambaşka bir yola sürükleyecekti.

 

Sezai, bu yeni dosyayla beraber kendi karanlık tarafına bir adım daha yaklaşmıştı. O güne kadar hiçbir kadının onda yaratamadığı duygusal yoğunluk, bu dava aracılığıyla zihnini ele geçirmeye başlamıştı. Beklenmedik bir yüzleşme, onu belki de hiç istemediği bir hayatın eşiğine sürüklüyordu.

Sezai, her zamanki gibi bir kadına bakmıyordu bu sefer. Onunla yolları kesişen kadın, diğerlerinden çok farklıydı. Ne bir gecelik bir heyecana kapılacak kadar yüzeysel ne de onun oyunlarına teslim olacak kadar zayıftı. O, bir polis komiseriydi. Güçlü, özgüvenli ve tehlikeli derecede zekiydi. İlk karşılaştıklarında gözlerinin derinliğinde bir sır sakladığını hemen fark etmişti. Bu kadın, sıradan bir kadın değildi; bambaşka bir şey vardı onda.

 

Adını duyduğunda, o isim zihninde yankılandı: Komiser Laçin. İşine olan bağlılığı ve disiplinli duruşu Sezai’yi ilk andan itibaren etkisi altına almıştı. Ama Laçin’in farkı sadece mesleki becerileri değildi. O kadın, Sezai’nin hayatına dokunan nadir kişilerden biri olacaktı, ama bunu henüz ikisi de bilmiyordu.

 

Gözleri… Evet, gözleri diğer kadınlarınkine hiç benzemiyordu. Zekanın, acının ve kararlılığın izleri vardı o bakışlarda. Sanki her göz kırpışında bir savaş veriyor, her bakışında bir sır saklıyordu. Sezai, o gözlerde kaybolurken, bir yandan da ona karşı bir savaş veriyordu. Kendisine sürekli hatırlatmaya çalışıyordu: "Bu farklı bir şey, dikkat et."

 

Laçin’in teni ise soğuk kış günlerinde güneşi hatırlatıyordu. Sıcak ama yakıcı değildi, çekici ama ulaşılması zor. Sezai, onun yanında her zamankinden daha temkinli davranıyordu. Laçin, onun zayıflıklarını ortaya çıkarmaktan çekinmeyecek biriydi. Farklıydı, çünkü ona boyun eğmiyordu. Tam tersine, Sezai’nin zayıf noktalarını bulup üzerinde baskı kurabiliyordu.

 

Saçları, rüzgarla dans eden ince teller gibiydi. Bir bakışta sert ve güçlü görünüyorlardı, ama Sezai dokunmayı düşünürken bile korkuyordu. Bu kadın tehlikeliydi; sadece fiziksel olarak değil, ruhuyla da onun sınırlarını zorluyordu. Diğer kadınlar Sezai'nin oyunlarını kabul eder, bu oyunun kurallarına boyun eğerdi. Ama Laçin… O, oyunu yeniden yazmak istiyordu.

 

Sezai, onun yanındayken içindeki soğuk, duygusuz ve kontrolcü savcı kimliğinin sarsıldığını hissediyordu. Bir şeyler değişiyordu ve bu değişimden hiç hoşlanmıyordu. Laçin, Sezai'nin dünyasına adım attığında, her şeyin alt üst olacağını anlamıştı. Onu dizginleyebilecek tek şeyin, bu tehlikeli çekim olduğunu biliyordu. Ama bu kez her şey farklıydı. Laçin, onun dünyasına adım atan sıradan bir kadın değildi. Sezai, onunla girdiği bu savaştan sağ çıkamayacağını hissediyordu.

 

Daha önce hiçbir kadında hissetmediği bu karmaşık duygu seli, onu hem büyülüyor hem de korkutuyordu. Laçin’in gözlerinde gördüğü karanlık, belki de kendi ruhunun bir yansımasıydı. Ve Sezai, bu kez kaçamayacağınıanlamıştı.

Sezai'nin hayatı, dışarıdan bakıldığında parlak bir gösteriş gibi görünse de, aslında altında koca bir yıkım saklıydı. Onun iç dünyasında bir boşluk, bir yokluk vardı. Rahmet... Annesi ona doğarken ölmüştü. Babası, Efsel, Sezai'yi hiçbir zaman sevmemişti. Babasının gözlerinde, her zaman sevgili kadının katiliymiş gibi bir nefret vardı. Bu nefret, Sezai'nin her gününü işkenceye çeviriyordu. Efsel, ona karşı asla bir baba gibi davranmadı. Hiçbir zaman şefkat göstermedi, bağışlamadı. Onu sevmedi.

 

Küçükken yaptığı en ufak bir hata, Sezai’nin cehennemini daha da büyütüyordu. Babası, onu defalarca kapının önüne koymuştu. Ama bir anı vardı ki, o anı, zihninden hiç silinmemişti. Sezai, o günü asla unutmaz. Henüz 5 yaşındaydı. Dışarıda yağmur yağıyor, hava buz gibiydi. Küçücük ellerinden bir çatal düşmüştü yere. Babası, çatalın yere düşmesiyle çıkan sesten nefret etmiş, Sezai’yi anında dışarı çıkarmıştı. Onu sanki bir çöp gibi kapının önüne atmıştı. Küçük bedeni soğuktan titriyordu, adeta buz kesmişti. Dışarıda kar yağıyordu, sokaklar sessiz ve soğuktu. Sezai, o gece orada donmuş gibiydi, hem bedeni hem ruhu.

 

O sırada, komşu teyze çıkageldi. O yaşlı kadının şefkati olmasa, belki de Sezai o gece donarak ölecekti. Kadıncağız onu battaniyeye sardı, sımsıcak kollarıyla sarıp sarmaladı ve kendi evine aldı. İçeri girer girmez ona bir tas sıcak çorba verdi. O çorba, Sezai'nin hayatındaki tek gerçek sıcaklıktı. Bu anı, onun zihninde donmuş bir sahne gibi duruyordu. Babasından görmediği sevgiyi, bir yabancıdan almıştı.

 

Bu acı dolu çocukluk, Sezai'yi duygusuz ve soğuk bir adam haline getirmişti. Ama derinlerde, hâlâ o küçük çocuğun kırılganlığı ve çaresizliği vardı. Laçin'le karşılaştığında, bu kırılganlık yeniden su yüzüne çıkmaya başladı. Sezai, ona karşı hissettiği bu karmaşık duygularla başa çıkamıyordu. Ne yaparsa yapsın, geçmişin o derin izlerini silemiyordu.

Sezai'nin çocukluğu sadece soğuk havalarda kapının önüne konulmakla sınırlı değildi. Babası, ona karşı insanlık dışı bir zalimlik sergiliyordu. Her gece, bitmek bilmeyen bir ıstırap başlar, Sezai'nin kabusu bir kez daha canlanırdı. Efsel, Sezai'yi döver, acımasızca hırpalardı. Ama işkence bununla da sınırlı kalmazdı. Babasının akıl almaz bir sapkınlıkla ona yaşattığı bir ceza vardı: kendi mezarını kazdırmak.

 

Düşünün, sekiz yaşındaki bir çocuk, minicik elleriyle toprağı kazıyor, kendi mezarını hazırlıyor. Hangi cani, bir çocuğa bunu yapabilirdi? Ama Efsel yapıyordu. Üstelik sadece bir kez de değil, defalarca. Her seferinde, Sezai toprağı kazarken ölümün soğuk nefesini ensesinde hissediyordu. Babası, onu o kazdığı mezara gömerdi. Sezai'nin bedeni toprağa hapsolur, nefes alacak yer kalmazdı. Boğulmak üzereyken, son anda babası onu mezardan çıkarırdı, sadece bir sonraki gece aynı işkenceyi yeniden yaşatmak için.

 

Sezai, o günlerde hayatta kalmak için yalnızca bedenini değil, ruhunu da korumaya çalışıyordu. Ama bu işkence, onun ruhunu her gün biraz daha parçalıyordu. Bir çocuğa bunu yaşatan bir baba, bir insan olabilir miydi? Sezai, o zamanlar bunun cevabını bile bilmiyordu. Sadece hayatta kalmaya çalışıyordu. Her mezara gömüldüğünde, oradan diri çıkan sadece bedeni değil, aynı zamanda gelecekteki soğuk, duygusuz ve acımasız Sezai'ydi.

 

Babasının ona yaptığı her şey, Sezai'nin ruhunu karartmış, onu içten içe yıkmıştı. O günlerin izleri, ne kadar bastırmaya çalışsa da, Sezai'nin her anında kendini hatırlatıyordu. Laçin'le karşılaştığında, bu karanlık geçmişin gölgesi yeniden üzerine çökmeye başlamıştı. Laçin’in gözlerinde gördüğü karanlık, belki de Sezai'nin kendi ruhunun aynasıydı, ona hatırlatmak istemediği şeyleri tekrar tekrar yaşatıyordu.

Sezai'nin hayatında en son babasını gördüğünde henüz 14-15 yaşlarındaydı. O an, Sezai’nin hayatında belki de en karanlık dönemeçlerden biri olacaktı. Babası onu, yaşlı bir adama “satmıştı.” 70 yaşında, insanlar arasında olgun diye bilinen bir adam… Ama o yaşlı adam, Sezai için korkunun, iğrenmenin ve utancın simgesi olmuştu. O gece, Sezai’yi istismar etmişti. O anın derin izlerini, yıllar geçse de hiçbir şey silemeyecekti. Ve kimse, hiçbir şey bilmiyordu. O gece yaşananlar, karanlıkta kalmıştı.

 

Sabah olduğunda ise, bütün şehir bir dehşetle karşılaşmıştı. Caddenin ortasında, tüm çıplak bedeni kamçı izleriyle, yara bere içinde bir çocuk yatıyordu. O çocuk, Sezai'ydi. Bedeni, ruhuyla birlikte parçalanmıştı, ama kimse onu kurtaramamıştı. Orada, o halde bulunana kadar yalnız ve savunmasızdı. Onu o caddeden alan ise Rahmi Alkoç’tı, Sezai’nin öz babası değil, üvey babasıydı. Rahmi, öz olmasa da, Sezai'ye en azından bir kurtuluş eli uzatmıştı. Belki de öz babası olsaydı, bu kadar iyi olmayacaktı. Rahmi'nin dokunuşunda, Sezai'ye babasının gösteremediği şefkatin bir kırıntısı vardı.

 

O sabah, Sezai’nin hayatı geri dönülmez bir şekilde değişmişti. O çıplak beden, sadece caddenin ortasında değil, aynı zamanda hayatın ortasında yapayalnızdı. Kamçı izleri, sadece vücudunda değil, ruhunda da derin yaralar açmıştı. Bu izler, Sezai’nin gelecekteki her adımına eşlik edecek, onu içten içe kemiren bir karanlık olarak kalacaktı.

 

Artık o çocuk değildi. O an, Sezai’nin içindeki masumiyetin son kırıntıları da yok olmuştu. Rahmi Alkaç,belki de içinde ki son kalan umutlarını da görmüştü..

 

Loading...
0%