@aytengul
|
Merhabalar Zafer ağaya çok bölüm atığım için vaktim olmuyor açıkçası ancak bu dan sonra yayınlandığım. Kitaplara bölümler gelecektir.
Bolca yorum lütfen...
Zaman ne kadar da insanı değiştirirmiş meğer. Bugün gözyaşlarına boğulan biri, yarın başkalarını ağlatan birine dönüşebiliyormuş. Hayat, bu acımasız gerçeği o kadar iyi anlatıyordu ki, insan farkına bile varmadan bir uçurumun kenarında buluyordu kendini. Dün, zavallı bir kurban olan, saf ve masum gözlerle etrafa bakan kişi, bugün acımasız bir cellada dönüşebilirdi. Kaderin bu garip oyunları, insan ruhunu yoğurup yeniden şekillendirirken, geriye sadece izleri kalıyordu; bir zamanlar titreyen ellerin, şimdi başka birini titretmeye başlaması gibi.
Karanlık bastığında, sessizlik ağır bir battaniye gibi her şeyi örterken, içimizdeki fırtınalar dinmek bilmezdi. Gözyaşlarının yerini öfkenin soğuk keskinliği alırdı. Yaşanmış acılar, kalpte biriken kırık dökük anılarla birleştiğinde, insanın ruhunda onarılamaz çatlaklar açılıyordu. Zaman, yaraları saracağına, onları daha da derinleştiriyordu. Gün gelir, aynı kişi hem ağlayan hem de ağlatan olurdu; acının devridaimi böyle sürerdi.
O gün titreyen eller, geçmişin yükünü taşırken, yarının eli olacağını bilmezdi. Hayatın acımasızlığı buydu; insanı o kadar çok değiştirirdi ki, bir zamanlar masum olan, bugün canavar kesilebilirdi. Ansızın gelen bir ihanet, kapanmayan bir yara, insanı koca bir felakete sürüklerdi. Ve işte, zamanın ne kadar da dönüştürücü olduğunu en iyi anlatan hikaye buydu. Bir zamanlar ağlayan, belki de gözyaşlarının hesabını sormaya başladığında, ağlatanın kim olduğunu hatırlamazdı.
Tıpkı Laçin Arslan gibi, sorgu odası yine gürlüyordu. Duvarlar, onun öfkesinin yankısıyla titriyor, ağır havası daha da bunaltıcı hale geliyordu. Yine o, kudretli sesiyle odanın her köşesini dolduruyordu. "Sen nasıl bir amcasın?" diye hiddetle haykırdı, boğazındaki damarlar gerilmiş, gözleri öfkeyle parlıyordu. Önündeki adamı kolundan kavrayıp yere savurdu, her kelimeyle birlikte yumruğu inip kalkıyordu. "Sen! O senin yeğenindi! Nasıl yapabildin bunu? Nasıl öldürdün o masumu? Cevap ver!"
Adamın yüzü kan içinde, dudakları titrek bir haldeydi. Gözleri boşluğa bakıyordu; bu an, ölüm kadar soğuktu. Ancak Laçin’in öfkesi dinmek bilmiyordu. O masum çocuğun cansız bedeni gözlerinin önünden gitmiyordu. Ne kadar vicdansız olmalıydı ki, bir amca, kendi kanından birini, üstelik savunmasız, küçücük bir çocuğu öldürebilsin?
Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki. Masum bir soru, ardından kopan kıyamet... Laçin, bu işin ardındaki sırları çözmeye kararlıydı. Ama içindeki kin, adalet duygusundan daha ağır basıyordu. Adamı bir kez daha omuzlarından yakalayıp yüzüne doğru eğildi, nefesi öfkeyle buğulanmıştı. "Neden? Neden yaptın bunu? O çocuk sana ne yapmıştı?" Sesi titredi... Laçin deliriyordu. Gözlerinin önüne bir kez daha o masumun cansız bedeni geldiğinde, içindeki öfke patlama noktasına gelmişti. Bir masumun daha ölmesini kaldıramıyordu. Beyni zonkluyor, elleri kontrolsüzce titriyordu. O masum çocuk… Henüz hayatının başındaydı. Şimdi ise soğuk bir mezarda, geleceği çalınmıştı.
"O daha bir çocuktu!" diye haykırdı, odanın duvarları yankılandı. Laçin’in nefesi düzensizdi, sanki her nefes ona biraz daha acı veriyordu. "Sana ne yapmıştı? Neden onu aldın elimizden?" diye devam etti, sesi çatlamıştı. İçinde taşıdığı yük artık dayanılmaz bir hale gelmişti.
Her şey gözünün önünde tekrar canlanıyordu; o küçücük eller, titrek bakışlar… O masumun ölüm haberi geldiğinde, dünya başına yıkılmıştı. Ve şimdi, bu soğuk, korkak adamın karşısında duruyordu, ama aldığı hiçbir cevap, içindeki yangını söndüremiyordu. Laçin, her şeyin suçlusunun sadece karşısındaki adam değil, belki de bu acımasız dünya olduğunu düşünüyordu.
Kaldıramazdı. Bir masum daha kaybolamazdı. Bu işin sonu nereye varırsa varsın, adalet yerini bulmalıydı, ne pahasına olursa olsun. Laçin, elini bir kez daha kaldırdı ama bu sefer vurmadı. İçindeki fırtına, gözlerinde ateş gibi parlıyordu. Artık geri dönüş yoktu.
Laçin Arslan, diğer adıyla Gölge Komiser, 29 yaşında genç bir komiserdir. Ancak bu genç yaşına rağmen şehirde hem korku hem de saygı uyandıran bir figür haline gelmişti. İyilerin dostu, kötülerin karanlık Azrail’i olarak bilinen Laçin, adaletin peşinde karanlığın içine hiç çekinmeden dalardı. Söz konusu adalet olduğunda, merhamet göstermezdi. Gölge gibi sessiz, hızlı ve ölümcül hareket eder, iz bırakmadan düşmanlarını alt ederdi. Karanlıkta yaptığı işler, ona bu lakabı kazandırmıştı; onun olduğu yerde kötüler rahat uyuyamazdı.
Gecenin içinde süzülen, adeta gölgelerle bir olmuş bu adam, iyiliğin her zaman galip geleceğine inanmıştı. Ama bu inanç, onun içinde koca bir savaş alanı yaratmıştı. İyilik için ne kadar karanlığa dalması gerekiyordu? Kötüler onu bir Azrail gibi görüyordu; bir gün ansızın gelecek, nefeslerini kesecek ve onlara cehennemin kapılarını açacaktı. Ama Laçin için bu, bir görevden fazlasıydı. Bu, onun yaşam amacıydı.
Kim ona bulaşabilirdi ki? Sonuçta, Laçin Arslan’dı o. Güçlü, kararlı ve zekânın birleşmiş haliydi; adeta bir vücut bulmuş adalet. Haksızlığa asla boyun eğemeyen o kız… Zamanında hamilelik testi yüzünden teyzesi evden atdığında, dövülen, sövülen, hatta mahalleli tarafından şiddete maruz kalan o masum genç kız, şimdi karanlıkla savaşıyordu. O kız, artık bir komiserdi. Ve sadece bir komiser değil; ülkeyi ayağa kaldıran, adaletsizliğe karşı sesini yükselten bir liderdi. Adaletin olmadığı bu sisteme adaleti getiren oydu.
Dünyada kendini güçlü sanan karanlık insanlar vardı, ama onların unuttuğu tek bir gerçek vardı: Gölge, yani Laçin, peşlerini bırakmazdı. Karanlığın içinde bile belirirdi; bir Azrail misali. Hiç kimse Laçin Arslan'ı hafife alamazdı. Çünkü herkes biliyordu ki, Laçin bir şeyi kafasına koyarsa, onu mutlaka yapardı. O kadar kararlıydı ki, kimse onun canını yakıp kenarda oturamazdı. Çünkü Laçin, adalet için her şeyi göze alırdı. O kadın, adaleti sağlamak için canını bile verecek kadar inançlıydı. Çünkü ona göre, adalet, bu dünyadaki en mutlak sonuçtu.
Adalet olmadan birlik ve beraberlik olamazdı. Ne kadın, ne erkek, ne çocuk, ne yaşlı... Herkesin adalete ihtiyacı vardı. Herkes şunu anlamalıydı: Bu ülkenin sesi oydu, adaletin sesi. Güçlü kadının, azimli kadının sesi Laçin Arslan’dı. Kimse kendini ona karşı koyabilecek kadar güçlü zannedemezdi. Bu ülkede çok şey başarmıştı ve daha fazlasını başarmaya devam ediyordu. Onun sınırlarına kimse yaklaşamazdı, çünkü sınırları o belirlerdi. Ve sınırları olmayan yerlere gidip "Ben buradayım!" diye iddiasını koymaktan da asla çekinmezdi.
Çünkü o kadın, gerçekten bir kadın gibiydi. Gücünü, azmini, kararlılığını ve inancını asla kaybetmeyen, adaletin sembolü olmuş bir kadındı.
Bugün yine bir volkan gibi patlamıştı. İçindeki öfke, bir sel gibi her şeyi silip süpürüyordu. Küçücük bir çocuk, kendi amcası tarafından katledilmişti. Bir masumun, savunmasız bir yavrunun hayatı hunharca son bulmuştu. Kendi kanından olan biri tarafından, acımasızca yok edilmişti. Ama bu vahşetin daha korkunç yanı, bu suça göz yuman bir sürü insanın olmasıydı. Bir mahalle, bir köy, bir grup insan… Sessiz kalmışlardı, olanları izlemişlerdi. Sanki bu ölüm onların vicdanını hiç sızlatmamıştı. Sanki bir çocuğun hayatının, amansız bir el tarafından koparılması onların gözünde önemsizdi.
Laçin’in gözlerinde öfkenin alevleri yanıyordu. Bu insanlara adaletin ne olduğunu öğretmek istiyordu, çünkü belli ki adaleti anlayamamışlardı. Onlara göre adalet, belki de sadece güçlünün yanında olan bir kavramdı. Ama gerçek adalet böyle değildi. Gerçek adalet, her daim masumların hakkını savunan, suçlulara hak ettiği cezayı veren kutsal bir dengeydi. Adalet, kimseye göre değişmezdi. İnsanlar ve karakterler değişirdi, ama adaletin kendisi asla değişmezdi.
Kimi insanlar adaleti kendi çıkarlarına göre bükmeye çalışırdı; bazen güçlü olanın, bazen zengin olanın yanında dururdu. Ancak Laçin için bu kabul edilemezdi. Gerçek adalet, acı çekenin, haksızlığa uğrayanın, masumların hakkını geri almak demekti. Ve Laçin, bu adaletin peşindeydi. Bu vahşete seyirci kalanların da, en az bu suçu işleyenler kadar suçlu olduğunu biliyordu. Bu dünyada adaletin sesi olmak kolay değildi, ama Laçin hiçbir zaman kolay olanı seçmemişti. Kendi sınırlarını zorlayarak, gerçek adaletin değişmez olduğunu bu insanlara gösterecekti.
Laçin, adamı sorgu odasına atıp sert bir şekilde önündeki sandalyeye oturttu. Odanın soğuk ve loş ışığı altında, adamın korkuyla titreyen elleri dikkat çekiyordu. Laçin, bir süre sessiz kaldı, adamın gözlerinin içine bakarak, kendisini toplamasını bekledi. Ardından, sükûnetini koruyarak, ama içinde fokurdayan öfkeyi gizleyemeyerek konuşmaya başladı.
"Ne yaptığını biliyorsun, değil mi?" dedi Laçin, sesi derin ve keskin bir bıçak gibi odayı doldurdu. Adam başını kaldırmadan yere baktı, dudakları titriyordu, ama ses çıkarmıyordu.
"Laftan anlamaz mısın? Sana bir soru sordum," dedi Laçin daha sert bir tonla. Masanın kenarına vurdu, adam bir anda sıçradı. Korku gözlerine yerleşmişti.
"Ben... Ben... istemedim," dedi adam sonunda, sesi kısık ve suçluluk doluydu.
Laçin alaycı bir kahkaha attı. "İstemedin mi? Küçücük bir çocuğu öldürdün, kendi yeğenini. Bana istemediğini mi söylüyorsun?"
Adamın nefesi düzensizdi, ellerini ovuşturarak terini siliyordu. "O... o an... ne yaptığımı bilmiyordum. Çok sinirliydim."
"Sinir mi? Bir çocuğu öldürmek için bahanen bu mu? Sinirliydim mi diyorsun?" Laçin’in sesi giderek yükseldi. Öfkesini zor bastırıyordu. Sandalyeye doğru bir adım atarak adamın yüzüne doğru eğildi. "Sinirli olmak, bir canı almana sebep olamaz. Anladın mı beni?"
Adam yutkundu, bir şey söylemeye çalışıyordu, ama kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. Laçin geri çekildi, derin bir nefes aldı ve sandalyesine oturdu.
"Sana son kez soruyorum cevap ver!" sesi hiddetliydi.
Laçin, adamın gözlerine derin derin baktı, öfke ve merak arasında gidip gelen bir ifadeyle. "Neden öldürdün?" diye tekrar sordu. Soru, odadaki sessizliği kesen keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı.
Adam, gözleri korku ve suçlulukla dolu bir şekilde başını salladı. "Beni tehdit ediyorlardı," dedi titrek bir sesle. "Annem... annemle ilişkimi öğrendiler. Korktum, onları susturmak zorundaydım."
Laçin’in gözleri genişledi ve yüzü adeta kıpkırmızı kesildi. Bu yeni bilgi, ona şok etkisi yaratmıştı. "Ne dedin?" dedi Laçin, sesi titreyerek.
"Annemle ilişkimi öğrendiler," diye tekrarladı adam, korku içinde. "Onlara her şeyi anlatmazsam, ailemi tehlikeye atacaklardı. Korktum, çocuğu öldürmek zorunda kaldım."
Laçin, bu açıklamayı dinlerken gözleri dolmuştu. İçindeki öfke, yerini derin bir üzüntü ve öfkeye bıraktı. "Yani... bu yüzden bir masumu öldürdün?" dedi, sesi boğuk bir fısıldamaya dönüşmüşken. "Korktuğun için bir çocuğu canı pahasına korudun ve hala cezasını ödemedi."
Adam, Laçin’in tepkisinden korkmuş bir şekilde titredi. "Beni affedin, lütfen. Ben... Ben bir cani değilim."
Laçin, derin bir nefes aldı, kendini toparlamaya çalıştı. "Affetmek? Bir çocuğun hayatını nasıl geri getirebilirsin? Senin yaptığın, affedilebilir bir şey değil. Artık sana bir şans verilmez. Gerçek adaletin yerini bulması gerekiyor."
Laçin, bu acı gerçeklerin ve insanların içindeki karanlıkların peşine düşmeye devam edecekti. Bu olaya tanık olduktan sonra, adaletin sağlanması için mücadeleye daha da kararlı bir şekilde devam etmek zorundaydı.
2024 Eylül ayı, ülke için bir dönüm noktasıydı. Sineler adeta titriyordu. Ülkenin dört bir yanından yükselen idam sesleri, bu kararın ne kadar büyük bir yankı uyandırdığını gösteriyordu. Her köşede, "Anne baba olmasın!" ve "Hiç kimse bir çocuğun canını alamaz!" sesleri yankılanıyordu. Toplumun neredeyse her kesiminden, adaletin sağlanması için idam kararına destek gelen bu sesler, hükümetin kararını ne denli zorlaştırdığını ortaya koyuyordu.
Hükümet, bu kararın ardından yapılacak en ufak bir yanlış hamlede her şeyin kontrolden çıkacağından endişeliydi. Tek çıkar yol, bu şiddet olaylarına son vermek için idam cezasıydı. 21 Eylül 2024 tarihinde kabul edilen idam cezası, bu ülkenin adalet anlayışında bir devrim anlamına geliyordu. Bugün, bu kararın ilk uygulayıcısı seçilmişti.
Ne kadar bazı savcılar ve diğer yetkililer, idamın büyük bir karar olduğunu savunsa da, Laçin Arslan bu konudaki kararını çoktan vermişti. Bu ülkede artık bir çocuğun daha hayatını kaybetmesine izin vermeyecekti. Her ne kadar bazıları, idam cezasının ne kadar büyük bir adım olduğunu tartışsa da, Laçin için bu, kaçınılmaz bir zorunluluktu.
Artık masum çocukların hayatlarına zindan olacak bu acımasız suçlara dur denilecekti. Hiçbir çocuk kefen giymeyecek, bir sabah okula gitmeyi bekleyen bir çocuğun geleceği çalınmayacaktı. Tek suçu günahsız olmak olan yavrulara böyle bir şey yapılamazdı. Laçin, bu ülkede çocukların ölmesine neden olan suçluların cezasını çekmesini sağlayacaktı.
Artık yeterdi. Çocuklar, suçlu olmalarına rağmen adaletsiz bir şekilde hayatlarını kaybetmeye devam edemezdi. Suçluların cezalarını çekmesi gerekiyordu; ya öyle ya böyle. Bu, Laçin Arslan’ın ve ülkenin adalet anlayışının kararlılığıydı. Bu ülkede artık bir çocuğun daha hayatı, suçluların ellerinde kaybolmayacaktı. |
0% |