@aytengul
|
Lütfennnnnnnnn biraz yorum istiyorum.....
Laçin Arslan, yorgun ve bitkin bir halde, gece saat 2'yi bulmuştu. Bütün gün süren araştırmalar ve yapılan testler, her şeyi detaylıca incelemek, kontrol etmek ve suçluları adalet önüne çıkarmak için harcadığı enerji, onun fiziksel ve ruhsal durumunu oldukça zorlamıştı. Şimdi, bir süreliğine oturup dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gözleri hafifçe kapanıyordu; ama dinlenme ihtiyacı, zihnindeki karmaşayı bir nebze olsun hafifletebilecek miydi?
“Bütün tepkikler, kontroller yapılmıştı,” diye düşündü. “Her şey yerli yerindeydi, ama yine de bu gece geçmek bilmiyordu. Biraz dinlenmeli, kendime gelmeliyim. İnsanlar gerçekten kıyım yapabiliyor; en yakınımız, bazen en büyük düşmanımız olabiliyor.”
Düşüncelerinde, hayatın acımasızlığı üzerine yoğunlaşmıştı. “Neden bir insanın gülümsetilmesi bu kadar zor?” diye düşündü. “Neden insanlar bu kadar kolay ağlatılabiliyor, acı çektirilebiliyor? İçimizdeki en derin yaralar, bu kadar çabuk açılabiliyor.”
Laçin, gözlerini kapatarak birkaç dakika sessizlik içinde kalmaya çalıştı. Kafasındaki bu karmaşanın ve içsel çatışmanın etkisi, yorgunluğunu daha da artırıyordu. Gece ilerledikçe, yaşamın acımasız yüzü, işin zorlukları ve insanların karanlık yönleri üzerine düşüncelerinin derinleşmesine neden oluyordu.
Ama her şeyin sonunda, bu geceyi geçirmesi ve dinlenmesi gerekiyordu. Gözleri yavaşça kapandı, ama zihnindeki düşünceler hala canlıydı. Dinlenmeye ihtiyacı vardı, hem fiziksel hem de ruhsal olarak, böylece yarın, adalet için savaşmaya devam edebilecekti. Kendi içsel dinginliğini bulması, işine olan bağlılığını sürdürebilmesi için gerekliydi.
Laçin Arslan, uykuya daldığında, gözleri hala yorgun ama dinlenmiş görünüyordu. Fakat gece ilerledikçe, uykusu derinleşirken eski bir kabus yeniden kendini gösterdi. Kabus, geçmişin karanlık köşelerinden fısıldayan bir hatıra gibi zihninde belirdi.
Rüyasında, bir evin karanlık koridorunda yürüyordu. Duvarlar, eski ve solmuş, üzerindeki gölgeler, geçmişin acılarını yansıtıyordu. Laçin, hızla yürüyen adımlarıyla koridoru geçerken, adımlarının yankıları, derin bir boşluğun yankıları gibi geri dönüyordu. Gözleri, karanlıkta sadece bir siluet görebiliyordu, ama bu siluet çok tanıdık ve korkutucuydu.
Aniden, bir kapının arkasından annesinin çığlıkları geldi. Laçin, korkuyla kapıyı açtı ve içeriye baktı. İçeride annesi, babasının elleriyle sıkıca kavranmış, gözlerinde korku ve çaresizlik vardı. Babası, gözlerinde karanlık bir öfkeyle, annesinin üzerine doğru ilerliyordu. Hemen her şey çok hızlı ve boğucu bir şekilde gerçekleşti.
Laçin, kalbi hızla çarpıyor, elleri titriyordu. Gözleri, annesinin acı dolu bakışlarını ve babasının acımasız yüzünü izliyordu. Annesinin gözyaşları, kalbini parçalayan bir acıyla doluydu. Babasının elindeki bıçak, karanlıkta parıldıyor ve her hareketi, sanki Laçin’in kalbine saplanıyordu.
Annesinin çığlıkları, Laçin’in kulaklarında yankılanıyordu. Her şey, bir film şeridi gibi gözlerinin önünde geçerken, Laçin kendini o anın içinde sıkışmış buldu. Ellerini uzatmaya çalıştı, ama ne yaparsa yapsın, annesine yardım edemiyordu. Babasının elindeki bıçak, annesinin üzerine inmeye devam ediyordu ve Laçin’in gözleri, bu korkunç manzarayı izlemekten başka bir şey yapamıyordu.
Nihayet, babasının bıçağı annesinin vücuduna saplandığında, Laçin bir çığlık attı ve uyandı. Nefes nefese, vücudu titreyerek yatakta oturdu. Gözleri korku dolu, kalbi çılgınca çarpıyordu. Kabusun etkisiyle, tüm vücudu ter içinde kalmıştı. Derin bir nefes aldı, ama yine de kabusun gerilimi ve acısı içinde boğuluyordu. Gece boyunca, annesinin o acı dolu bakışları ve babasının acımasız yüzü, zihninde dönmeye devam etti.
Laçin Arslan, sabah uyandığında, gece boyunca yaşadığı kabusun etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Gözleri, gece boyunca yaşadığı travmanın derin izlerini taşıyor, yüzü solgun ve yorgundu. Uykusuzluk ve kabusların etkisi, her zamanki gibi kendini gösteriyordu. Günün ilk ışıkları, onun acılı ve karanlık düşüncelerini daha da belirginleştiriyordu.
Hızla kalktı ve mutfağa yöneldi. Soğuk bir su içmek istiyordu, ama suyun soğukluğu bile, içindeki ateşi söndüremedi. İçsel bir boşluk ve nefret, yavaşça her şeyin üzerine çöküyordu. Babasının, annesini öldürmesi, onun üzerinde derin bir travma bırakmıştı. O anı hatırladığında, kalbindeki acı ve öfke, hiç dinmiyordu.
Babası, annesinin sadece tuzsuz yemek yapmış olması yüzünden, onu acımasızca öldürmüştü. Laçin, bu acımasızlık ve şiddeti anlamakta güçlük çekiyordu. Yemeğin tuzsuz olduğu, annesinin ölümünden çok daha önemsiz bir ayrıntı gibi görünüyordu. Hatırladığı tek şey, yemeğin tuzsuz olduğuydu ve bu, babasının gözünde bir öldürme sebebi olmuştu.
Annesinin acımasızca öldürülmesi, Laçin’in zihninde ve ruhunda derin bir yara açmıştı. O küçük çocuk, annesinin ölümüne şahit olmuş, acı ve trajediye doğrudan tanıklık etmişti. Bu olayın ardından, abisinin ona suçladığı sözler hala kulaklarında yankılanıyordu. “Sen öldürdün annemi,” demişti abisi. “Sen anneni meşgul etmeseydin, oyununa dahil etmeseydin, annem ölmeyecekti.”
Bu suçlama, Laçin’in içsel dünyasında derin bir yara açmış, suçluluk ve pişmanlık duygularını körüklemişti. Kendisini her zaman suçlu hissediyordu; o küçük çocuk, annesinin ölümüne dolaylı yoldan neden olduğu için, içsel bir savaş veriyordu. Babasının acımasızlığı ve abisinin suçlamaları, Laçin’in ruhunu sarmış ve onu derin bir karanlığa çekmişti.
Laçin’in ismi, ‘Laçin’ olarak bilinirdi ve bu ismin anlamı “şahin”di. Ancak, bu güzellik, acının ve travmanın gölgesinde kalmıştı. Laçin, bu ismin ardında ne kadar acı ve savaş yattığını düşünürken, içindeki karanlığı ve güzelliği anlamaya çalışıyordu. Güzel olan şeylerin, karanlık ve acı verici anlarla nasıl çelişebileceğini gözlemliyordu. Bu içsel savaş, onun her adımında, her kararında kendini gösteriyordu.
Güzellik ve acı arasındaki bu çatışma, Laçin’in kişiliğini ve yaşamını şekillendiren derin bir duygusal karmaşa yaratmıştı. İçsel savaşında, annesinin ölümünü, babasının acımasızlığını ve abisinin suçlamalarını sürekli olarak sorguluyor ve kendini bu karmaşadan kurtarmanın yollarını arıyordu.
Laçin Arslan, yaşadığı travmaların etkisi altında, geçmişin gölgeleriyle yüzleşmeye devam ediyordu. Çocukken yaşadığı derin acının üzerine, hayatında başka büyük yaralar açılmıştı. O küçük çocuk, annesinin acımasızca öldürülmesi ve abisinin suçlamalarıyla yetinmek zorunda kalmıştı; ancak, bu travma, onun yaşamının sadece başlangıcıydı.
Küçük yaşta yaşadığı suçlamalar, Laçin’in içsel dünyasını derinden etkilemişti. Çocukken üzerine yıkılan suçlamaların ağırlığı, onun ruhunda kalıcı bir yara açmıştı. Her şey, suçun ve sorumluluğun üzerindeki bu yükün, bir çocuğun omuzlarına ne kadar kolay yüklendiğini gösteriyordu. Küçük yaşta yaşanan bu travmalar, Laçin’in psikolojik yapısını şekillendirip, onun hayatını derinden etkilemişti.
Zamanla, Laçin’in teyzesinin yaşadığı trajedi de onun hayatına dokundu. Teyzesi, yeni bir evlilik yapmış ve bu evlilik, Laçin’in hayatında başka bir acı kaynağı haline gelmişti. Ancak, teyzesinin evliliği, Laçin’in yaşadığı travmaların üstüne tuz biber ekmişti. Teyzesi, Laçin’in yaşadığı hamilelikle ilgili yanlış bir suçlama yapmıştı.
Bu suçlamanın ardından, Laçin’in teyzesinin öfkesi ve yanlış anlamaları, evde büyük bir kavga ve şiddete neden olmuştu. Teyzesi, Laçin’i haksız yere suçlayarak, onu evden atmış ve dövmüştü. “Sen namussuzsun!” diyerek Laçin’e ağır hakaretlerde bulunmuştu. Bu olay, Laçin’in ruhunda derin bir yara açmış ve onu toplumun dışında bırakmıştı.
Mahallenin, Laçin’in yaşadığı olaylara duyarsız kalması ve onun yüzüne bakmaması, Laçin’in yalnızlığını ve toplumdan dışlanmışlığını daha da derinleştirmişti. Sosyal çevresi, Laçin’e karşı umursamaz ve acımasız bir tutum sergilemişti. Toplumun ve aile üyelerinin bu zalim tutumu, onun psikolojik sağlığını daha da zedelemişti.
Laçin’in yaşadığı bu acılar, onun içsel savaşını daha da karmaşık hale getirmişti. Her bir olay, onun ruhunda derin yaralar açmış ve yaşamının her alanında etkilerini göstermişti. Laçin, geçmişin bu karanlık gölgeleriyle başa çıkmaya çalışırken, içsel bir savaşı sürekli olarak sürdürmek zorunda kalıyordu. Her acı, onun kendini bulma ve iyileşme yolunda bir engel oluşturuyordu, ama aynı zamanda bu zorluklar, onun içsel gücünü ve direncini de test ediyordu.
Laçin, sabahın ilk ışıklarıyla uyanırken, alışkanlıkla mutfakta yerini aldı. Kahve makinesinin tıkırtıları arasında, her zamanki gibi acı bir kahve hazırlıyordu. Kahvenin yoğun aroması, evin her köşesine yayılmaya başlamıştı. Yanına, zeytin kadar acı, bitter çikolatalardan bir dilim koydu. Bu küçük ritüel, her gününün ilk adımıydı.
Kahvesini yudumlarken pencerenin kenarına oturdu. Şehir uyanıyor, sabah trafiği yavaş yavaş hareketleniyordu. Laçin, dışarıdaki manzarayı izlerken, çikolatanın acı ve tatlı karışımıyla kahvesinin lezzetini dengelemeye çalıştı. Her yudumda, kahvenin acılığı ve çikolatanın yoğunluğu arasında bir denge bulmaya çalışıyordu.
Bu sabah rutinleri, onun huzur bulduğu anlardan biriydi. Her gün aynı ritüeli sürdürmek, ona bir tür güven veriyordu. Güne başlamadan önce bu sessiz anların kıymetini biliyordu. Şehirdeki hareketlilikten önce, bu küçük kaçış, Laçin’in yalnızlığında huzur bulduğu bir zaman dilimiydi. Her yudumda, hem geçmişin hem de geleceğin yükünü hafifletmeye çalışıyordu.
Laçin Arslan, yaşadığı travmalar ve içsel savaşlar arasında, sabahın erken saatlerinde emniyete gitmek üzere hazırlanmaya başladı. Gözleri hâlâ uyku eksikliği ve yorgunluk izleri taşıyor, ama görev bilinciyle hareket etmek zorundaydı. Üzerini değiştirip, formunu giyerken, her bir hareketi bir rutinin parçası gibi görünüyordu. Ancak, içsel dünyasında yaşadığı karmaşa ve acı, her adımında hissediliyordu.
Kıyafetlerini hızlıca değiştirdi ve emniyete gitmek üzere evden çıktı. Kapıyı kapatırken, arkasında kalan karanlık geçmişin ağırlığını hissetti. Her adımı, onun bu yükten kurtulma arzusunu yansıtıyordu. Emniyete doğru yürürken, derin düşüncelere daldı. İçindeki bu acılar ve travmalar, onun her adımında, her hareketinde yankılanıyordu.
Emniyete vardığında, görevine odaklanmıştı. Meslektaşlarıyla selamlaştı, ama yüzündeki ifadesiz bakış, yaşadığı içsel savaşın bir yansımasıydı. Gözleri, yaşadığı travmanın derin izlerini taşıyor, ama profesyonel duruşunu bozmamaya çalışıyordu. İçeri girdiğinde, kendini yeniden işine vermek, adaletin peşinden koşmak için tüm gücünü toplamaya çalıştı.
Görev alanına girdiğinde, Laçin’in zihni geçici bir süreliğine geçmişin karanlık köşelerinden uzaklaşıyordu. Ancak, geçmişin yükü her zaman yanında, onu takip ediyordu. İçsel savaşının izleri, işine odaklanmaya çalışırken bile belirgin bir şekilde ortaya çıkıyordu.
Bu, Laçin’in yaşadığı travmalarla baş etme mücadelesinin bir parçasıydı. Her gün, geçmişin ağırlığını ve acısını hissetse de, işine olan bağlılığı ve adalet arayışı, ona bu zorlu süreçte bir tür direnç ve güç kazandırıyordu.
Hey sen evet sen niye yorum yapmadan gidiyorsun?
Bie yorum yaz hadi |
0% |