@aytengul
|
Merhaba lütfen yorum yazınız müthiş oldu...
Demirhan Türkmen, Antep'in en saygın ailelerinden birinin oğluydu. Düğün günü, şehrin tarihi dokusu içinde ihtişamla süslenmiş bir otelde kutlanıyordu. Antep'in dar sokakları boyunca arabalar sıralanmış, tüm şehir bu düğünü konuşuyordu. Antep’in ağır törelerine uygun olarak, aileler arasında her şey en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. Geleneksel kıyafetler, bolca altın ve şehrin en iyi yemekleri masaları süslüyordu. Bu düğün, yılın olayıydı.
Demirhan, sabahın erken saatlerinde hazırlanmış, geleneklere uygun bir şekilde babasının elini öperek yola çıkmıştı. Şehirdeki herkes düğün hakkında konuşuyor, düğüne katılmak bir prestij meselesi sayılıyordu. Ancak içeride, gösterişli davetlilerin gülüşleri ve kahkahaları arasında, kimsenin fark etmediği bir fırtına kopmak üzereydi.
Gelin, zarif gelinliği içinde, odasında sessizce oturuyordu. Gözleri boş bir noktaya takılı kalmıştı. Herkes onun en mutlu günü olduğunu düşünürken, içi karmakarışıktı. O, kalbini başka birine kaptırmıştı. Fakat ailesi, törelerin gereği olarak Demirhan’la evlenmesi için baskı yapmıştı. Bu evlilik, iki güçlü ailenin birleşmesi demekti. Ama bu birleşme, onun için bir aşk değil, hapis anlamına geliyordu. Kalbi bir başkasına aitti, fakat bu şehirde böyle bir ihaneti kaldırmak imkansızdı.
Saat yaklaştıkça nefes almakta zorlanmaya başladı. Onu bekleyen sevdiği adam, şehir dışındaki bir benzin istasyonunda kaçmaya hazırdı. Gelinliği, sanki bir ağırlık gibi üzerindeydi. Başını pencereden dışarıya çevirip Antep’in sıcak, tozlu havasını iç çekerek izledi. Bu şehirde bir gelin, düğünden kaçarsa bunun bedeli ağır olurdu, ama daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Telefonuna gelen mesaj, kararını kesinleştirdi: “Hazırım. Seni bekliyorum.”
Son bir defa aynaya baktı, derin bir nefes aldı ve kapıyı sessizce açarak dışarı süzüldü. Koridorda ona yardım eden kuzeniyle göz göze geldi. Kuzeni de onun sırdaşı olmuştu. Sırtındaki gelinlik kuyruğu zarifçe yere sürünürken sessiz adımlarla arka kapıya doğru ilerledi. Misafirler dans edip gülüyor, gelinin ortadan kaybolduğunu fark etmiyorlardı. Otelin arka çıkışına vardığında onu bekleyen siyah bir araba vardı. Arabaya binerken içi ürpertiyle doldu, ama özgürlüğün tadı bu riski almaya değerdi.
Demirhan, bu sırada otelin önünde misafirleri karşılıyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Dışarıdan bakıldığında her şey mükemmel görünüyordu. Onun düğünü, herkesin kıskanacağı bir düğün olacaktı. Ancak içindeki huzursuzluk her geçen dakika artıyordu. Gelin uzun süredir ortada yoktu. Önce gelinin kuzenine sordu, kuzeninin verdiği kaçamak cevaplar ise şüphelerini artırdı. İçeriden bir telaş haberi geldi: Gelin kaybolmuştu!
Demirhan’ın dünyası bir anda başına yıkıldı. Damarlarındaki kan çekildi, yüzü bembeyaz oldu. “Nasıl yani? Kayboldu mu?” Sorduğunda cevap alamadı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. “Töre... Bu nasıl olur?” diye mırıldandı. Şehre, ailesine, kendisine ne olacaktı? Onuru, şerefi, her şey bu düğünün devam etmesine bağlıydı. Aile büyükleri bunu öğrenirse, namus davası çıkar, kan dökülür, büyük bir rezalet olurdu. Törelerin keskin kuralları vardı: Bir gelin, düğünden kaçmazdı. Eğer kaçarsa, bunun cezası sadece aileye değil, tüm sülaleye olurdu.
Misafirler arasında yavaş yavaş bir kargaşa başladı. Gelinin kaybolduğu haberi kulaktan kulağa yayılıyordu. Aile büyükleri öfkelenmiş, ne yapılacağını tartışıyorlardı. Demirhan, dışarıda kalabalıktan uzaklaşarak bir köşeye çekildi. Gözleri buğulandı. Kendi düğününde terk edilmek... Şehrin her köşesinde bunu konuşacaklardı. Bir Türkmen erkeğinin düğününde terk edilmesi, kimliğiyle özdeşleşmiş tüm gücün yıkılması demekti. Bu, hem ailesi hem de kendi onuru için bir felaket olurdu.
Dışarıda otelin önünde misafirlerin toplanmaya başladığı an, gelinin kaçtığı ortaya çıktı. Araba, çoktan şehir dışına doğru yol almıştı. Demirhan, sessizce oturup etrafındaki hayatın parçalanışını izliyordu. Bu düğün onun sonunu getirmişti. Töreler, bir kere çiğnendiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Demirhan Türkmen, o an içinde büyüyen öfkenin kontrolünü kaybetmeye başladığını hissetti. İlk başta sakin kalmaya çalışmış, durumu anlamaya çabalamıştı. Ama şimdi, içindeki ateş her saniye daha da büyüyordu. O bir Türkmen’di, bu şehirde adı ağırlık taşıyan bir adamdı. Terk edilmek, hem de kendi düğününde, bütün ailesinin önünde... Bu, kabul edilemez bir aşağılanmaydı. Damarlarındaki kan, ateş gibi akıyordu.
Birden ayağa fırladı, gözlerinde bir anlık karanlık belirdi. Yüzü kasılmış, çenesi sımsıkıydı. Çevresindekiler onun böyle bir anda sakin kalmayacağını, fırtınanın yaklaştığını hemen anladılar. Salonda toplanmış olanlar başlarına ne geleceğini hisseder gibi bir adım geri çekildi. O, her zaman sabırlı ve soğukkanlı biri gibi görünürdü, ama onu tanıyanlar bilirdi ki Demirhan bir kez patlarsa, karşısındaki her şeyi yerle bir ederdi.
Hızla kapıya yöneldi, yanındaki adamlarına bağırdı: “Arabayı hazırlayın!” Sesindeki öfke, etrafındaki herkesi sindirdi. Yüzü kızarmış, adeta gözlerinden ateş fışkırıyordu. O an bir boğa gibi kızgındı; ne durdurulabilir ne de sakinleştirilebilirdi. İçindeki namus ve töre duygusu, birer birer kontrolünü ele geçiriyordu. Bir Türkmen erkeği olarak ailesine yapılan bu ihanet, onun gözünde sadece gelinin bir kaçışı değil, soyunun ve onurunun ayaklar altına alınmasıydı.
Herkesin bakışları altında, otelin dışına çıktı. Şehir meydanındaki hava artık bunaltıcıydı, ama onun içindeki öfke daha da yakıcıydı. Sokaklar, arabalar ve insanlar artık umursamadığı şeylerdi. “Onu bulacağım!” diye haykırdı. Adamları etrafa dağıldı, ama kimse Demirhan’a yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Onun gözündeki öfkeyi görenler, bir adım geri çekiliyor, sanki patlamasını bekliyorlardı. Gelinin kaçışı sadece bir aile meselesi değil, artık bir şeref meselesine dönüşmüştü.
Demirhan, başına gelen bu büyük rezaleti düşünürken, içinden geçen her türlü ağır sözü söylemeye başladı. Kendine hakim olamıyor, adeta kendi öfkesiyle boğuluyordu. “Bu bana yapılır mı?” diye bağırarak öfkesini dışa vurdu. O an sokaktaki herkes, Demirhan Türkmen'in karşısında durmanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Şehirdeki herkesin duyacağı kadar yüksek sesle haykırıyordu: “Onu bulacağım! Nereye giderse gitsin, bedelini ödeyecek!”
Antep’in dar sokaklarında yankılanan bu sözler, Demirhan’ın gözünde bir töre davasına dönüşen ihaneti kabullenmediğini gösteriyordu. Kendi namusu, ailesinin onuru yerle bir olmuştu. O an kim olursa olsun, bu ihaneti affetmeyecekti. Saatler geçmiş, Antep’in sokakları geceye bürünmüşken, Demirhan’ın öfkesi hala dinmemişti. Aklında tek bir düşünce vardı: Kaçan gelin ve onunla birlikte olan adamı bulup hesap sormak. Ama bu sırada telefonu çaldı. Ekranda babası Rıza Ağa’nın adı yazıyordu. Demirhan, babasının sesiyle irkildi; Rıza Ağa, bu topraklarda sözü geçen, saygı duyulan bir adamdı. Onun araması işlerin ciddiyetini daha da pekiştirmişti.
Demirhan derin bir nefes alarak telefonu açtı, ama babasının sesindeki kararlılığı duyduğunda öfkesi biraz da olsa dizginlenmişti.
“Demirhan, eve gel. Hemen,” dedi Rıza Ağa, sesinde tartışmaya yer bırakmayan bir sertlik vardı. “Ne olursa olsun, bu düğün olacak. Bu mesele kapanmayacak. Kimse Türkmen ailesinin adını lekeleyemez.”
Bu sözler Demirhan’ı bir an için duraksattı. İçindeki fırtına biraz yatıştı, çünkü babasının dediği gibi, töreye göre bu düğün yapılmalıydı, ne olursa olsun. Bu mesele bir gurur, bir şeref meselesine dönüşmüştü. Kaçan gelin ve adamı bulmak ne kadar önemliyse, düğünü devam ettirip bu olayı halkın önünde toparlamak da o kadar elzemdi. Antep’te, özellikle de Türkmen ailesi gibi güçlü bir soyun adının lekelendiğini kimse görmemeliydi.
Demirhan, babasının sözüne itaat etmek zorunda olduğunun farkındaydı. Rıza Ağa, bu durumu her zamanki soğukkanlılığıyla ele almıştı. Düğün her ne kadar tökezlese de, bu topraklarda kimse Türkmen ailesine leke süremezdi. Bir çözüm bulunmalıydı. Gelin kaçar, erkek geri döner ama töreler hep ayakta kalırdı.
Demirhan, arabasına binerek eve döndü. Kapıdan girdiğinde, içerideki sessizlik adeta gürültü kadar ağırdı. Aile büyükleri odada toplanmış, her biri kendi içine kapanmıştı. Antep’in bu ağır havası, düğünün altına çektiği kara bulutlarla daha da bunaltıcı olmuştu.
Rıza Ağa, odanın ortasında duruyordu. Dimdik ve kararlı bakışlarla oğluna baktı. “Demirhan, bir Türkmen erkeği olarak gururunu korumak zorundasın. Bu düğün yapılacak. Ne olursa olsun. Bizim adımıza kimse kara çalamaz. Gelin kaçmış olsa bile, bu düğünü bozmayacağız. Biz büyüğüz, biz duruşumuzu bozmayız.”
Demirhan, babasının sözlerini sindirmeye çalıştı. Aklı hala gelin ve onunla kaçan adamdaydı, ama babasının dediği gibi, şimdi yapılması gereken şey belliydi: Düğünü devam ettirmek ve ailelerinin itibarını korumak. Kendi öfkesi, gururu ve ailelerinin adı artık birbirine karışmıştı.
Rıza Ağa, ağır adımlarla Demirhan’a yaklaştı. Elini oğlunun omzuna koydu ve yumuşak ama kesin bir tonda konuştu: “Oğlum, biz Türkmenler olarak bu dünyada duruşumuzla biliniriz. Bu olayı hemen unutmayacağız, ama zamanı geldiğinde doğru hamleyi yapacağız. Şimdi güçlü olman gerek. Bu düğün, adımıza leke getirmeden bitecek.”
Demirhan, babasının bu sert ama akıl dolu tavsiyesine boyun eğdi. Öfkesi hala içindeydi, ama artık bu öfkeyi kontrol altına almak zorundaydı. Dışarıda herkes onların adımlarını izliyordu. Bu düğün, sadece bir evlilik değil, iki ailenin, iki soyun bir araya geldiği bir tören olarak bitmeliydi.
Düğün salonuna geri dönüldü. Misafirler henüz tamamen dağılmamıştı. Herkes bir merak içindeydi, fakat Rıza Ağa’nın kesin tavrı ve Demirhan’ın yanında duruşu, orada bulunan herkese bir mesaj verdi: Türkmen ailesi ne olursa olsun diz çökmezdi. Düğün devam edecek, namus koruma altına alınacaktı.
Ama Demirhan’ın içinde hâlâ kopan fırtınalar durulmuş değildi. Evleneceği kadın ve adam çoktan Antep’i terk etmiş olsalar da, Demirhan’ın zihninde tek bir şey vardı: O kaçışı durdurmak ve töreye göre hesabını sormak. Ama şimdi, babasının istediği gibi, düğün yapılacaktı. Olay bitmemişti, sadece ertelenmişti. Demirhan, babasının komutuyla arka odaya gittiğinde neyle karşılaşacağını tam olarak bilmiyordu. Kapıyı açtığında içeride başına kırmızı bir örtü serilmiş, boynu bükük ve gözleri yaşlarla dolu bir genç kız gördü. O an içinde bir karmaşa koptu. Bu kız, Sevilay’dı. Antep’teki düğün törelerine göre gelin başına kırmızı bir örtü örtülürdü, ama bu gelin Sevilay’dı; Demirhan'ın evleneceği kadın değil.
Demirhan bir an duraksadı, anlamaya çalıştı. Babası Rıza Ağa ve büyükler onun arkasından odaya girdiler. Olan biteni açıklamak üzere Rıza Ağa ağır bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Demirhan, bu kız, Sevilay, senin evleneceğin kadının kardeşi. Bugün yaşanan rezaletin ardından, bir bedel ödenmesi gerek. Onur, töre... Senin evleneceğin kadın kaçtı, ama törelerimize göre bu düğün yine de olacak. Ve sen Sevilay’la evleneceksin.”
Demirhan’ın kafasında şimşekler çakmaya başladı. Sevilay... Bu kız onunla evlenmek zorunda mı kalacaktı? Peki ya kardeşi? Kaçan gelinin abisi, Demirhan’ın evleneceği kadını kaçırmıştı. Bu yüzden şimdi iki ailenin onuru ve namusu için bir bedel ödenecekti. O bedel de Sevilay’ın boynuna asılmış gibiydi.
Sevilay’ın sessizce ağladığını gören Demirhan, ne diyeceğini bilemedi. Bu kız, kendi ailesinin yaptığı hatanın bedelini ödemek üzere buradaydı. Başına kırmızı örtü örtülmüş, sessizce, boynu bükük şekilde kaderine razı olmuş gibi duruyordu. Onun gözlerindeki çaresizlik, Demirhan’ın içindeki öfkeyi bambaşka bir boyuta taşıdı. Artık sadece terk edilen bir damat değildi, bu töreyle bir başka masumun hayatı mahvoluyordu.
Demirhan, babasının yüzüne baktı. Rıza Ağa’nın ifadesi sertti, ama kararlıydı. “Bizim adımıza kara çaldılar, oğlum,” dedi babası. “Bu düğün yapılacak. Kaçan gelin yüzünden bu aile rezil olmayacak. Sevilay senin karın olacak. O kardeşinin yaptığı ihanetin bedelini ödeyecek.”
Sevilay’ın elleri titriyordu. O an Demirhan’ın içine bir ikilem düştü. Karşısında duran bu genç kız, hayatı boyunca sadece bir evlilikle anılacak ve kaçan ablasının hatasını ödemek zorunda kalacaktı. Ama Demirhan, babasının ve törelerin ağırlığı altında ne yapacağını bilemez haldeydi. Onur, gurur, aile adını temizlemek... Ama aynı zamanda bir genç kızın hayatını mahvetmek pahasına.
Sevilay’ın gözlerinde, ablası tarafından terk edilen bir ailenin yükü vardı. O, kendi isteğiyle burada değildi. Ama Demirhan, Rıza Ağa’nın kararını sorgulayamıyordu. Bu, bir Türkmen ailesinin töresi ve gururu için alınmış bir karardı. Ama içinde, bu kararın yanlış olduğunu hissetti. Törelerin bu kadar ağır olduğu bir dünyada, Sevilay’ın hayatı kurban edilmişti. Demirhan, bir yandan kendini ailesine karşı sorumlu hissediyor, diğer yandan bu genç kıza bakarken vicdanının sesini duymazlıktan gelemiyordu.
Babasının sözleri kulaklarında yankılanırken, derin bir nefes aldı. Demirhan için düğün, artık bir kutlama değil, adeta bir hesaplaşma yerine dönüşmüştü. Ama töreler bu topraklarda ağır basardı. Şimdi bu kız, ailesinin hatası için bedel ödemek zorundaydı. Demirhan, içinde kopan fırtınayla Sevilay’a doğru bir adım attı. “Bu iş burada bitmeyecek,” diye mırıldandı, k endi kendine. Sevilay’ın hikayesi Demirhan'ın gözlerinin önünde birdenbire belirmeye başladı. O gece, düğünün gölgesinde kalan bu genç kızın geçmişi, onu daha da derinden etkiledi. Sevilay, babasının ikinci kızı olarak dünyaya gelmişti ve bu toprakların sert kurallarına göre, erkek evlat kadar değerli görülmemişti. Babası, Sevilay’ı doğduğu andan itibaren ailesinin gözünden uzak tutmuş, onu evdeki hizmetliye teslim etmişti. Bu yüzden, Sevilay kendi ailesinden çok hizmetliyle büyümüş, evin içinde ama her zaman bir yabancı gibi yaşamıştı.
Sevilay, doğduğu andan itibaren istenmeyen bir çocuk olarak kabul edilmişti. Babası ona hiçbir zaman değer vermemiş, sadece bir yük olarak görmüştü. İlk doğan çocukları erkek olduğunda, ailenin onuru ve gururu korunmuş gibi görünmüştü. Ancak ikinci çocuk kız olduğunda, işler değişmişti. O, babasının gözünde bir kız evlat olmaktan öteye gidememiş ve bu yüzden evdeki hizmetliye verilmişti. Sevilay’ı büyüten, ona bakan kişi aslında babasının hizmetçisi olan yaşlı bir kadındı.
Demirhan şimdi onun önünde dururken, Sevilay’ın gözlerinde sadece o gece olanların değil, bütün bir hayatın ağırlığını gördü. Sevilay, ailesi tarafından hep geri planda bırakılmıştı, ama şimdi ablasının hatası nedeniyle daha büyük bir yükle karşı karşıyaydı. O, kendi hayatı için değil, ablasının kaçışı yüzünden bedel ödemek zorundaydı. Babası, kendi evladını evde istememiş, onu büyütme işini bir başkasına bırakmıştı. Şimdi ise, ailesinin adını kurtarmak için Demirhan’la evlendirilmek üzereydi.
Sevilay, başına gelenlerin kaçınılmaz olduğunu hissederek ağlıyordu. Bu sadece onun kaderi değildi; doğduğu günden beri istemediği bir hayatın içine sürüklenmişti. Bir Türkmen kızı olarak, babasının isteği doğrultusunda evlendirilecekti, ama bu evlilik onun gönül rızasıyla değil, bir töre bedeli olarak gerçekleşecekti.
Demirhan, bu gerçeği öğrendiğinde içindeki öfke yerini derin bir hüzne ve karmaşaya bıraktı. Sevilay’ın ailesi tarafından terk edildiğini ve hep geri planda tutulduğunu bilmek, ona karşı hislerini daha da karmaşık hale getirdi. O an, Sevilay’ın kaderi yüzünden bir şeyler yapmak istiyordu, ama törelerin ve babasının baskısı altında kalmıştı. Bu genç kız, kendi hayatının iplerini hiçbir zaman eline alamamıştı ve şimdi de ablasının hatasının bedelini ödüyordu.
Demirhan, Sevilay’a doğru bir adım attı ve onun boynu bükük, çaresiz halini gördükçe, içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. O an sadece kaçan gelinle ilgili değildi; bu evlilik Sevilayın... Demirhan, Sevilay’ın çaresiz bakışlarına bir an bile dayanamadan, içindeki öfkeyi ve kararsızlığı daha fazla kontrol edemedi. Sert bir hareketle Sevilay’ın kolunu kavradı. Parmaklarının sıkıca kenetlendiği bu an, hem Sevilay için hem de Demirhan için bir dönüm noktasıydı. Sevilay, hafif bir acıyla irkildi, ama bir şey söylemedi. Zaten hayatı boyunca hep susmuş, boyun eğmişti. O an, bu sert dokunuşta kaderin ağırlığını hissetti.
Demirhan’ın gözleri ateş saçıyordu. İçinde biriken öfke, kaçan gelinin ihanetine ve babasının baskısına karşı verdiği mücadeleyle harmanlanmıştı. Bu evlilik artık sadece bir zorunluluk değil, bir hesaplaşma haline gelmişti. Sevilay’ın kolunu daha da sıktı, sanki içindeki öfkeyi onun zayıf bedenine aktarmak ister gibiydi.
"Bu senin seçimin değil, biliyorum," diye mırıldandı Demirhan, sesi soğuk ve sertti. "Ama bu töre böyle. Senin de, benim de başka bir yolumuz yok."
Sevilay, gözyaşlarını saklamaya çalışarak başını eğdi. O da biliyordu, bu evlilik onun için bir kaderdi; kaçamazdı, karşı koyamazdı. Babasının gözünde hiçbir zaman değerli olmamıştı, şimdi ise ablasının hatasını telafi etmek için bir araçtan ibaretti. Ama Demirhan’ın kolundaki sert kavrayış, onun içindeki korkuları ve çaresizliği daha da derinleştiriyordu.
Demirhan, Sevilay’ın gözlerindeki sessiz acıya rağmen, geri adım atmadı. Bu, onun için de zor bir durumdu. Ama ne yaparsa yapsın, artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Babasının, ailenin ve törelerin baskısı altında ezilen Demirhan, Sevilay’ı bu evliliğin içine sürüklemek zorunda kaldığını biliyordu.
O gece, Sevilay'ın kolunu bırakırken bir an durdu. İkisinin de kaderi artık birbirine bağlanmıştı; istemeseler de bu yola girmişlerdi. Ama bu evliliğin sadece iki insanın değil, iki ailenin töresi, gururu ve geleceği üzerinde büyük bir gölge olduğunu ikisi de biliyordu.
Demirhan, Sevilay'ın kolunu sıkıca tutarak, ikisini düğün alanına götürdü. Adımları kararlı ama içinde fırtınalar kopuyordu. Dışarıda her şey olması gerektiği gibiydi: misafirler, aile büyükleri, kasvetli bir sessizlik içinde olan biteni izliyordu. Antep’in bu ağır havasında, herkes Türkmen ailesinin neler yapacağını merak ediyordu. Kaçan gelin ve düğünden geri kalan yarım hikaye kulaktan kulağa fısıldanıyordu, ama törelerin ağırlığı bu fısıltıları bastırıyordu.
Düğün salonunun ortasında, ışıklar altında Sevilay ve Demirhan yan yana durdular. Misafirlerin gözleri onlardaydı, ama bu evlilik sadece bir formaliteydi. İmam yerini aldı, ağır başlı bir tavırla sessiz kalabalığa doğru bakarak nikahın kıyılacağını ilan etti. Bu, ailelerin onurunu koruyacak olan bir töre nikahıydı. Kaçan gelin olsa da, bu düğün bir şekilde tamamlanacaktı. Türkmen ailesinin adı yerde kalamazdı.
Sevilay, başı önde, sessizce duruyordu. O an, artık kaderine boyun eğmekten başka bir seçeneği olmadığını biliyordu. Kendisini bir bedel olarak görüyor, bu evliliğin onun için bir ceza olduğunu hissediyordu. Gözleri ıslaktı, ama ağlamıyordu. Yıllardır sustuğu gibi, şimdi de susuyordu.
İmam, dualar okumaya başladı. Demirhan’ın başı hafifçe öne eğildi, ama içindeki öfke hala dinmemişti. Bu nikah, kaçan kadının ve Sevilay’ın ödeyeceği bedelin sadece bir başlangıcıydı. Tüm misafirler, gözleri önünde gelişen bu törenin ağırlığını hissediyorlardı. Bir yanda töreler, bir yanda bu iki gencin mecburiyetten doğan evliliği. İmam, sorularını sorduğunda, herkesin beklediği an geldi.
"Demirhan Türkmen, Sevilay'ı eş olarak kabul ediyor musun?"
Demirhan, derin bir nefes alarak içindeki karmaşayı bastırmaya çalıştı. Bir an duraksadı, gözleri Sevilay’ın yere düşmüş bakışlarına kaydı. Sonra, herkesin duyacağı şekilde, sert ama kesin bir sesle cevap verdi: "Evet."
İmam, Sevilay’a döndü. O an, bütün salon bir nefes aldı. Sevilay’ın başı hâlâ önündeydi, gözleri yerdeydi. İmam sorusunu sordu: "Sevilay, Demirhan Türkmen’i eş olarak kabul ediyor musun?"
Sevilay, bir an için nefesini tuttu. Başını yavaşça kaldırdı, ama gözleri kimseyle buluşmadı. Kaderine teslim olmuş bir sesle cevap verdi: "Evet."
İmam nikahı kıydığında, kalabalıkta bir uğultu yükseldi. Herkes, Türkmen ailesinin onurunun kurtarıldığını düşünüyordu. Ama Sevilay ve Demirhan için bu sadece bir başlangıçtı. Töreler tamamlanmış, fakat geride ağır bir yük ve büyük bir sessizlik kalmıştı.
|
0% |