@aytengul
|
Sancak, hastane yatağında hareketsiz yatarken gözleri uzaklara dalmıştı. Odayı saran soğuk, sessiz hava bile Mahi'nin eksikliğini hatırlatıyordu. Derin düşüncelere dalmış, her nefes alışında Mahi’nin hatırasını sanki yeniden yaşıyordu. Bu gün, Mahi'nin ölümünün üzerinden tam iki hafta geçmişti.
Telefonunu elinde sıkı sıkı tutarak, bir umutla bekliyordu. Sanki bir mucize olacak da Mahi hakkında bir haber alacakmış gibi hissetti. Ama gerçek bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu; Mahi artık yoktu, artık o telefonu açıp Sancak’a gülümseyerek konuşmayacaktı. Boğazında düğümlenen kelimeleri bile bir türlü yutamıyordu, bir damla gözyaşı yanaklarından süzülüp yastığa düştü. "Neden, Mahi?" diye mırıldandı.
Tam o sırada, Mahi’nin yüzünü gözlerinin önünde canlandırdı. O masum, gülen yüzü… Sancak’ın içinde tarifi zor bir boşluk vardı. Mahi'nin kaybını hazmedememişti, onun yokluğu sanki yüreğinde açılan derin bir yara gibiydi. Gözlerinin önünde Mahi’nin sıcak gülüşü canlanıyor, ama gerçek dünyanın soğuk gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyordu. Bu işin ardını bırakmamalıydı, ama nasıl yapacağını da bilmiyordu. Onu her şeyden çok seven Mahi, şimdi hiçbir şey söyleyemiyordu.
Sessiz sedasız, içindeki fırtınaları dışarıya yansıtmadan yaşamak zorunda kalmıştı. Mahi'nin gidişi, Sancak’ın dünyasını paramparça etmişti. Çaresizlik içinde beklerken kendi kendine söz verdi: "Mahi, senin için... Senin intikamını almak için ne gerekiyorsa yapacağım."
Hastane koridorlarında yankılanan ayak sesleri bu sessizliği daha da dramatik hale getiriyordu. Sancak’ın içinde bir kor ateş yanıyordu; fakat o, bu acıyı kimseye belli etmemek için bütün gücünü topluyordu. Karanlık odada, sadece kendisi ve Mahi'nin ruhunun bıraktığı iz vardı; o iz ise Sancak’ı bu intikam yoluna sürüklemekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Sancak, telefondan gelen bildirim sesine irkildi. Parmakları titreyerek ekranı açtı ve mesajı okudu. Gözleri büyüdü, yüzüne gölge gibi bir ifade yerleşti. Mesajda yazanlar, tüm hayatını altüst edecek cinstendi.
“Kardeşim, sana kötü bir haberim var… Kardeşin, maalesef mal varlığını artırmak için yasal olmayan işlere bulaşmış, hatta bir fuhuş çetesi kurmuş.”
Sancak, gözlerini mesajdan ayıramıyordu. Sanki her bir kelime bıçak gibi yüreğine saplanıyordu. Kardeşi, bir zamanlar aynı evde büyüdüğü, her sırlarını paylaştıkları kan bağı olan kardeşi, böyle bir işin içine mi girmişti? Beyninde yankılanan soru işaretleri, onu daha da derin bir sessizliğe çekiyordu.
"Hayır, olamaz!" diye fısıldadı kendi kendine. Bir yandan öfkeyle doluyor, bir yandan da bu işin nasıl olup da bu kadar ileriye gidebildiğini anlamaya çalışıyordu. İçindeki adalet duygusu, bu işe sessiz kalmasını imkansız hale getiriyordu. Fakat bu durumda ne yapacağına karar vermesi de hiç kolay değildi. Kardeşini koruma içgüdüsü ile bu yasa dışı işleri ortaya çıkarma kararlılığı arasında sıkışıp kalmıştı.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Mahi'nin ölümünün acısı henüz tazeyken, şimdi bir de kardeşiyle ilgili bu karanlık gerçeklerle yüzleşmek zorundaydı.
Kendi kendine mırıldandı: “Mahi’yi kaybettim... Kardeşimi de mi kaybetmek zorundayım? Bu işin sonunu getirirsem onu da mahvedeceğim.” Sancak’ın içindeki öfke dalga dalga büyüyordu. Mahi'nin ölümüne neden olan ve kendisini böylesine ağır bir acıya mahkum eden kişi, kanından biriydi; ona çocukluğunu, güvenini borçlu olduğu kardeşiydi. Telefonda yazan gerçekler karşısında, hem geçmişin ağırlığı hem de geleceğin belirsizliği altında eziliyordu.
İçinden gelen bir ses, "Bu davanın peşini bırakamazsın, Mahi’nin intikamını almalı, adaleti sağlamalısın," diye yankılandı. Diğer yandan, kardeşine duyduğu sevgi ve bağlılık, onu zor bir seçime sürüklüyordu. Adalet terazisinin hangi yanında durması gerektiğini kestiremiyordu.
Gözleri dolmuş bir halde, Mahi’nin hayali gözlerinin önüne geldi. O, masum bir hayatı elinden alınan sevgili eşiydi. “Bu işin bedelini ödeyeceksin kardeşim,” diye fısıldadı, adeta kendi kendine yemin edercesine. Ne kadar acı verici olursa olsun, hem Mahi’nin huzura kavuşması için hem de içindeki adalet arzusunu dindirebilmek adına bu davanın peşini bırakmamaya kararlıydı.
Odada yankılanan sessizlik, karanlığın içindeki yalnızlığına bir çığlık gibi dolarken, Sancak kendisini artık tek bir yola mahkum etmişti. Bu yol, intikam dolu bir adalet arayışına dönmüştü Sancak, içindeki sessiz fırtınaya kapılarak, dudakları titrerken içinden haykırdı: "Sen öldürdün, Demirhan! Karımı, hayatımı, her şeyimi ellerimden aldın. Beni hiçbir suçu olmayan Sevilay ile bu sahte evliliğe mahkum ettin. Masum Mahi’yi, annesiz bıraktın, ve minik Mahinur’u annesiz büyümeye mahkum ettin."
Sancak’ın gözleri dolmuştu. Demirhan, onun dünyasını altüst etmişti, ailesinin huzurunu yerle bir etmişti. Sevilay ise istemeden bu yükün altına girmiş, Sancak’ın acısını paylaşmaya çalışırken kendi payına düşen ağırlıkları yüklenmişti. Sancak içinden söz vererek, “Bu dava burada bitmeyecek, Demirhan. Mezara girsen bile sana rahat yok. Senin yıktığın her şeyi yeniden kuracağım, ama intikamımın tadını çıkarmadan asla...”
Sancak’ın bu karanlık yeminini hiçbir şey sarsamazdı artık. Karısının yasını tuttuğu kadar, hayatındaki bu kırık dökük parçaları da toplamaya and içmişti. Sevilay’ın ve minik Mahinur’un hak ettiği huzuru sağlayacak, ancak bu uğurda adaletin karşısına geçmeye hazırlıklı olacaktı. Sancak, Faruk’un mesajını okurken bir an duraksadı. Kardeşinin karanlık işleri hakkında daha fazla bilgi edinme isteği içinde büyüyen bir öfkeyle birleşmişti. Hemen cevap vermek için parmaklarını telefonun ekranında gezdirdi.
“Faruk, kardeşimin kara işlerini öğrenmek için ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama bana her şeyi at. Senin araştırmalarını ve benimkileri birleştirip büyük bir plan gerçekleştirebiliriz. Bu iş, çoğu kişinin başını ağrıtacak gibi görünüyor. Ama bir saat içinde bana gereken her şeyi vermezsen, bu işin altından kalkamam.”
Faruk’un cevabı hemen geldi: “Sadece bir saat ver bana. Bu süreçte, yaptığımız her şeyi gizli tutmalıyız. Adımlarımızı dikkatlice atmalıyız, Sancak. Bu işin sonu, tüm ailemiz için tehlikeli olabilir.”
Sancak, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Kardeşiyle ilgili her şeyin başına dert açma ihtimaline rağmen, içinde bir şeyler onu harekete geçmeye zorluyordu. “Tamam,” diye yazdı. “Sana güveniyorum. Ama bu işin sonunda kardeşimin de kendine bir çıkış yolu bulmasını sağlayacağız. Geçmişteki her şeyi aydınlatmalıyız.”
Mesajı gönderdikten sonra, kalbindeki karanlık düşüncelerle yüzleşmek zorunda olduğunu biliyordu. Faruk’un araştırmalarıyla birlikte, hem kardeşinin suçlarını ortaya çıkaracak hem de ona yardım etmek için bir yol bulacaklardı. Zaman daraldıkça, Sancak’ın kararlılığı daha da güçleniyordu. Şimdi, yalnızca doğru zamanın gelmesini beklemesi gerekiyordu. Sancak, derin bir nefes alarak elindeki telefonun ekranına baktı. Kendine fısıldar gibi, "Bu işin sonu ne olursa olsun, ben biliyorum," dedi. "Benim karım asla böyle ayıp bir şey yapmazdı. Mahi, dürüstlüğü ve temizliğiyle tanınırdı, kötü işlere bulaşacak biri değildi."
Kendini toparladı, kararlılıkla gözlerini sıkıca kapattı. İçinde yanan adalet ateşi onu daha da ileriye itiyordu. "Demirhan, ne yaptıysan gün yüzüne çıkacak. Yaşasa da, ölü olsa da, herkes onun kirli yüzünü görecek," diye mırıldandı.
Sancak’ın zihninde Mahi’nin saf gülüşü ve o masum bakışları canlandı. O, Mahi’yi hep o haliyle hatırlıyordu. Mahi’yi kaybetmenin acısı yüreğinde taptaze dururken, şimdi de ona iftira atılmasına asla izin veremezdi. Demirhan’ın yaptıkları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmalı, onun adını lekeleyen ne varsa herkesin önünde ayan beyan açığa dökülmeliydi.
Kendi kendine fısıldadı, "Senin adını lekeleyen her kimse, gerçekleri öğrenip yüzleşeceğiz. Bu davayı bırakmayacağım, Mahi’nin anısını lekelemeye çalışan herkesle savaşacağım," dedi ve gözleri, adeta öfkeyle parladı.
Artık kararını vermişti; bu yolda geri dönmeyecekti. Sancak, elini sıkı sıkı yumruk yaparak kendi kendine söz verdi. Kimin nerede saklandığına bakmadan, bu işin ardında ne varsa açığa çıkaracaktı. Sevilay kanepede cenin pozisyonunda uyuduğu için uyanmıştı. Sevilay yavaş yavaş üzerindeki örtüyü kenara bırakıp Sancağın yanına doğru geldi. Sancak, Sevilay’ın ona doğru yaklaştığını görünce başını yastığa yaslayıp gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Sevilay, üzerindeki ince örtüyü kenara bırakarak yavaş adımlarla Sancak’ın yanına yaklaştı. Ama aralarında görünmez bir duvar gibi soğuk bir mesafe vardı.
Sancak gözlerini açmadan, “İyiyim, Sevilay,” diye mırıldandı, sesi mesafeli ve soğuktu.
Sevilay bir an duraksadı, yüzünde hafif bir hüzünle, "Biliyorum... ama iyi görünmüyorsun," dedi alçak bir sesle. “Sadece konuşmak istiyorum... Ne düşündüğünü anlamak.”
Sancak gözlerini açıp ona baktı ama bakışlarında yorgunluğun yanı sıra bir mesafe vardı. “Bu saatten sonra ne fark eder ki, Sevilay? Seninle konuşmak bazı şeyleri değiştirmiyor,” dedi, sesi kırık ama belirgin bir kararlılıkla.
Sevilay, derin bir iç çekerek, "Belki değiştirmiyor... Ama belki de yükünü hafifletir, bilmiyorum," dedi ve aralarındaki o soğuk boşluğu doldurmak istercesine bir adım daha yaklaştı. Ancak Sancak, hafif bir el hareketiyle durmasını işaret etti.
"Sevilay, bazı şeyler sadece sessizlikle taşınır," dedi Sancak. “Benim bu yükü, bu acıyı kelimelere dökerek paylaşmam mümkün değil. Bazı duvarları sen de aşma, çünkü her şeyin içinde saklı kalması gereken sırlar var.”
Sevilay gözlerini yere indirerek başını salladı. “Anlıyorum, Sancak… Belki seninle konuşmak hiçbir şeyi değiştirmez. Ama senin yanında olmak, acını paylaşmak istiyorum. Yalnız değilsin…” dedi hafif bir sesle, ama ne kadar yakınlaşmak istese de aralarındaki o uzaklık onları ayrı düşüren bir sis gibi orada durmaya devam ediyordu. Ancak sabah olduğunda hiçbir şey aynı kalmayacaktı. Gecenin karanlığı yavaşça aydınlığa dönerken, Sancak’ın kafasında beliren karanlık düşünceler yerini kesin bir kararlılığa bırakıyordu. Mahi’nin ölümünden sonra ilk defa, bu kadar derin bir intikam hırsıyla dolmuştu. Ona yapılan haksızlığı ortaya çıkarmak, adaletin yerine gelmesini sağlamak artık tek amacıydı.
Telefonuna baktığında, Faruk’tan gelen mesajı gördü. "Her şey hazır," yazıyordu. Faruk’un topladığı deliller, Sancak’ın bu davada ileri adım atmasına olanak tanıyacaktı. Bu, sadece Mahi’nin masumiyetini kanıtlamak için değil, Demirhan’ı da tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmak için bir fırsattı. Sabaha karşı, hazırlıklarını tamamlayıp hastane odasından ayrıldığında, aklında tek bir şey vardı: ne pahasına olursa olsun, Mahi'nin intikamını almak.
Ama Sancak, intikam için attığı bu adımın kendi hayatını da tamamen değiştireceğinin farkında değildi. Artık dönüşü olmayan bir yola girmişti; onu bekleyen sırlar, yüzleşeceği karanlık gerçekler, her şeyi yeniden tanımlayacaktı. Ve sabah olduğunda, o eski Sancak’tan geriye pek bir şey kalmayacaktı. Sabah saat altıydı, gün yavaş yavaş ağarırken hastane koridorlarını çınlatan bir gürültü her yana yayılmıştı. Herkes bu ani patırtıyla uykusundan sıçradı. Koridorlarda yankılanan ayak sesleri ve yoğun bir telaş vardı; sanki her şey kontrolden çıkmış gibiydi. Hasta odalarındaki hemşireler ve görevliler ne olup bittiğini anlamak için bir araya gelmeye başlamıştı.
Sevilay, Sancak'ın odasında nöbette kalmıştı. Gürültüyü duyunca hemen irkildi ve Sancak’a doğru baktı. Derin uykuda olan Sancak hâlâ farkında değildi. Ancak bu kargaşanın kaynağını merak eden Sevilay, tedirginlikle kapıya yöneldi.
Koridorda gördüğü manzara onu daha da kaygılandırdı. Sağlık personeli telaşla bir yerlere koşuyor, güvenlik görevlileri bir şeyleri kontrol etmeye çalışıyordu. Sevilay’ın aklında yüzlerce soru belirdi. Bu sabah, sadece bir hastane değil, belki de birçok hayatın sessizliği bozulacaktı. Tam o anda, bir patlama sesi daha hastane koridorlarında yankılandı. Sancak ve Sevilay bir an irkilerek birbirlerine baktılar. Sancak, vücudunun acısına aldırış etmeden doğrulmaya çalıştı.
"Hayır, burada kalamam!" dedi, gözlerinde kararlılıkla. "Ne olduğunu öğrenmem lazım."
Sevilay onu durdurmaya çalışarak, "Sancak, dur! Daha tam olarak iyileşmedin. Böyle bir durumda dışarı çıkmak tehlikeli olabilir," dedi, sesi titreyen bir endişeyle.
Sancak, dişlerini sıkarak, "Sevilay, anla! Bu yaşadıklarımın hepsi... Mahi’nin ölümünden sonra hayatım altüst oldu. Şimdi bir şeyler yapmazsam, belki her şey daha kötüye gidecek," dedi ve yavaşça ayağa kalktı.
Sevilay derin bir nefes aldı, ardından hafif bir kararlılıkla, "O zaman ben de senin yanındayım. Yalnız gitmene izin vermem," dedi.
Birlikte kapıya doğru yürürlerken, hastane koridorlarında yankılanan sesler, gerilimi artırıyordu. Sancak, kararlı bir adımla ilerlerken, gözlerinde kaybettiği her şeyi geri alma arzusuyla alevlenen bir ifade vardı. Sancak, ardı ardına gelen patlama sesleriyle yatağında irkilerek doğruldu. Gözlerini ovuşturarak etrafa baktı ve şaşkınlıkla Sevilay’a yöneldi.
"Sevilay, ne oluyor? Bu patlama sesleri de neyin nesi?" dedi, sesi endişeyle titriyordu.
Sevilay hemen yanına geldi, sakin görünmeye çalışarak cevap verdi, "Sancak, sakin ol. Hastanede bir kargaşa var ama görevliler durumu kontrol altına almaya çalışıyor."
Sancak, gözleriyle Sevilay’ın yüzünü taradı, sesindeki kaygıyı fark etti. "Patlamalar... Koridorlardan mı geliyor?"
Sevilay, başını hafifçe salladı. "Evet, ama sen burada güvendesin. Güvenlik ve sağlık personeli müdahale ediyor. Seni korumak için buradayım."
Sancak, derin bir nefes aldı ve elleriyle başını ovuşturdu. "Bu kadar zamandır buradayım ve artık her şey kontrolden çıkmış gibi. Mahi'nin ölümünden sonra her şey daha kötüye gidiyor."
Sevilay, elini hafifçe Sancak’ın omzuna koyarak ona destek olmaya çalıştı. "Bu kötü günler geçecek, Sancak. Şimdi önemli olan senin iyileşmen. Gerisini sonra düşünürüz."
Sancak, Sevilay’ın gözlerine baktı, yüzünde hüzünlü bir ifade vardı. "Biliyorum Sevilay, ama artık sabrım kalmadı. Bu işin arkasında kim varsa, bunun hesabını soracağım."
Sevilay, Sancak’ın koluna yavaşça destek vererek onu kaldırdı. Sancak, derin bir nefes aldı; Sevilay’ın ince ve hafif tatlı kokusu ciğerlerine dolarken, kalbinde hem bir rahatlama hem de tarifsiz bir acı hissetti. Sevilay, Sancak'ı dikkatlice tekerlekli sandalyeye yerleştirip onu güvenle tutarak hastane çıkışına doğru ilerlemeye başladı.
Koridor boyunca ilerlerken, hastanenin havasındaki gerginlik adeta elle tutulur bir hâl almıştı. Her köşeyi döndüklerinde, insanların telaşlı adımları, fısıltıları ve kaygılı bakışları ile karşılaşıyorlardı. Sevilay, Sancak'ın yüzüne bakarak sakinleştirici bir gülümsemeyle ona güven vermeye çalıştı.
Tam o sırada, hastanenin sessizliğini bölen bir silah sesi duyuldu. Sevilay ve Sancak aynı anda irkildiler. Sancak, refleks olarak başını eğip Sevilay’a sığınırken, Sevilay ise korkuya rağmen onu korumak için daha sıkı sarıldı.
Sancak fısıldayarak, "Bu ses... Bu iş sandığımızdan daha ciddi olabilir," dedi.
Sevilay’ın gözleri endişeyle doluydu, ama kendini toparlayarak sakin bir sesle, "Sana söz veriyorum, bu karmaşadan birlikte çıkacağız," dedi. Tekrar tekerlekli sandalyeyi iterken, kafasından birçok senaryo geçiyordu. Ya onlara da bir zarar gelirse? Ya her şey Sancak’ın beklediğinden de karanlıksa?
Sancak başını hafifçe kaldırarak, "Sevilay, eğer yolun sonunda beni yalnız bırakmak zorunda kalırsan..." diye fısıldadı.
Sevilay ise onu susturdu, "Hayır, Sancak. Seni yalnız bırakmayacağım. Seninle sonuna kadar yan yanayız."
O anda bir başka silah sesi daha duyuldu. Sancak’ın gözlerinde bir an için Mahi’nin gülüşü, onun parlak gözleri belirdi. Acı, hüzün ve öfke karışmış duygularla titreyen sesiyle, "Bana bunu yapanlardan hesap soracağım," dedi. Sevilay'ın elini sıkarak güç aldı ve içinde büyüyen adalet arzusuyla ilerlemeye devam etti.
Hastane çıkışına yaklaştıklarında gerilim doruk noktasına ulaşmıştı; her adım onları, geçmişin gölgelerinin tam ortasına çekiyordu. Patlamanın şiddetiyle Sevilay ve Sancak savrulup farklı köşelere düştüler. Sevilay gözlerini açmaya çalıştı, başı dönüyordu ve kulaklarında uğultu vardı. Nefes almakta zorlanıyordu; etrafını bir sis perdesi sarmış gibiydi, ama gözlerini kırpıştırarak görüntüyü netleştirmeye çalıştı.
Ve o an, Sancak’ı gördü. Birkaç metre ötede, yerde hareketsiz yatıyordu. Sevilay’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Sancak’ın kafasından ince bir kan damlası süzülüyordu; o an içinde kopan fırtına, kelimelerle tarif edilemezdi.
"Sancak!" diye çığlık attı, ama sesi boğuk çıkmıştı, sanki kendi sesini bile duyamıyordu. Dizlerinin üstünde sürünerek ona doğru gitmeye çalıştı. Her adımda patlamanın etkisiyle duyduğu acı bedenine yayılsa da Sancak’a ulaşmak için her şeyini vermeye hazırdı.
“Sancak, ne olur bana gözlerini aç,” dedi Sevilay, yanına vardığında elleri titreyerek onun yüzüne dokundu. Sancak’ın nabzını hissetmeye çalıştı, ama korkusu her şeyin önüne geçiyordu.
Yavaşça başını onun göğsüne yasladı, bir mucize beklercesine. “Sana bir şey olmayacak, tamam mı? Sen güçlü adamsın, dayanacaksın,” dedi, ama kelimeleri kendi içinde yankılanıyordu. Bu kadar zor bir anda onu kaybetme korkusu, tüm cesaretini paramparça ediyordu.
O sırada hastane koridorunda koşuşturan insanlar, gelen acil yardım ekipleri ve Sevilay’ın haykırışları arasında yalnızca tek bir şey netti: Sevilay, Sancak’ı yaşatmak için her şeyini verecekti.
|
0% |