Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@aytengul

Akşamın turuncuya çalan ışıkları, şehri yavaşça gölgelerken Sevilay, odasının büyük camından dışarı bakıyordu. Gün batımının getirdiği o hüzünlü güzellik ona yaşadığı zorlukları, geride bıraktığı acıları hatırlatıyordu. Buraya gelmek, böylesine güçlü bir kadın olmak kolay olmamıştı. Küçük bir bebek büyütmek zorundayken, hayat ona adeta meydan okumuştu.

 

Sevilay, o zamanlar yalnızca bir anne değil, aynı zamanda ayakta kalmak için direnen bir kadındı. Kendisine ihtiyacı olan minik bir bebek vardı; onun gülüşünde, ağlamasında sığınacak bir liman aramıştı. Ama ne zaman biraz güçlenmeye çalışsa, ona karşı duran, destek değil köstek olan birini bulmuştu karşısında. Kayınvalidesi Mukaddes Hanım, Sevilay’ın hayatını zorlaştırmak için elinden geleni yapmıştı. Sevilay’a kocaman bir taş gibi yük olan o baskıcı tavırları, ona karşı beslediği soğukluk ve sert tavırları, her an kalbinde derin yaralar açmıştı.

 

Mukaddes Hanım’ın o günleri aklına geldiğinde içi hala ürperiyordu. Onun için Sevilay sadece "istenmeyen" bir gelindi. Zayıf, çaresiz ve istenmeyen bir gelin. Bebeğini kucağına aldığı her an, Sevilay’ın ayakları adeta kayar gibi olmuştu; Mukaddes Hanım ona bu dünyada kendini güçlü hissettirecek hiçbir alan bırakmamıştı. Sevilay, kendi evinde bir yabancı gibiydi. Mukaddes Hanım her fırsatta onu küçümser, yanlışlarını arardı. Onu evden kovmak, oğlunu bu "yanlış kadından" kurtarmak için en ufak bir fırsatı bile kaçırmamıştı.

 

Ama Sevilay yılmadı. Mukaddes Hanım’ın bitmek bilmeyen tavırlarına, aşağılamalarına, "bu evde bir yerin yok" bakışlarına inat, kalmaya karar verdi. Bebeği için, kendi hayatı için bu savaşı vermekten vazgeçmedi. Her seferinde ayağa kalktı, her acıda daha güçlü oldu. Sevilay, bebeği Mahinur için bir kalkan, bir siper oldu. Kendisine muhtaç olan o minik kalp için gözyaşlarını içinde sakladı, acılarını gömdü.

 

Şimdi, o gün batımının solgun ışıkları altında dururken, Sevilay’ın yüzüne bir gölge gibi yansıyan tüm anılar, ona ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hatırlattı. Mukaddes Hanım’ın evden atmak için harcadığı tüm çabaların aksine, Sevilay bu eve kök salmış, ayakta kalmış ve bugünkü güçlü, kararlı kadına dönüşmüştü.

 

"Kolay olmadı," diye fısıldadı kendi kendine. Ama o, artık aynı Sevilay değildi. Tüm bunlar ona sadece bir güç, bir direnç kazandırmıştı. Artık kimse onu yıkamazdı. Gözlerini kısarak ufuktaki güneşin son ışıklarına baktı ve derin bir nefes aldı.

Sevilay, geçmişin yüklerini sırtından indirip gün batımını izlemeye devam ederken, minik Mahinur aniden odaya paytak paytak yürüyerek girdi. Üzerindeki pijamaları ve dağınık saçlarıyla annesinin yanına geldi, yüzünde o saf, masum gülümsemesiyle.

 

"Aniş! Ne yapıyorsun sen burada?" dedi, merak dolu bir sesle.

 

Sevilay, içindeki tüm karamsarlığı bir anlığına unuttu ve gülümseyerek dizlerinin üstüne çöktü, kızını kollarına aldı. "Ah, minik kuzum, seni bekliyordum," dedi ve Mahinur'un o tatlı yüzünü okşadı.

 

Mahinur, annesinin gözlerine bakarak başını yana eğdi, "Aniş, neden hüzünlüsün? Bana anlat," dedi, sanki onun içindeki hüzünlü tonları sezip anlamış gibi.

 

Sevilay derin bir nefes aldı ve Mahinur'un saçlarını düzeltirken, "Bazen eski günleri düşünüyorum, ama her şey yolunda minik kuşum," diye karşılık verdi. "Sen yanımda olduğun sürece her şey çok güzel," diyerek onu kucağına aldı.

 

Mahinur, annesinin boynuna sarılarak, "Aniş, seni hep mutlu etmek istiyorum! Babam uyanınca daha da mutlu olacaksın, değil mi?" dedi, gözlerinde bir umut ışığıyla.

 

Sevilay, boğazında bir düğümle gülümsedi ve "Evet, canım kızım, baban uyandığında hepimiz çok mutlu olacağız," diye yanıtladı. "Ama şunu bil ki sen zaten beni çok mutlu ediyorsun."

 

Mahinur, kollarını iki yana açarak, "O zaman hadi sarılalım!" dedi, coşkuyla annesinin boynuna sarıldı. Sevilay, kızına sımsıkı sarılırken içindeki tüm hüzün bir anda eridi. Mahinur’un o sıcak sevgisi, her şeyin üstesinden gelecek bir güç gibi kalbini sardı.

 

İkisi, gün batımının loş ışıkları altında sımsıkı sarılarak, anın

tadını çıkardılar.

Sevilay, Mahinur'u kucağında tutarken, odaya yayılan o derin sessizliği bir bildirim sesi bozdu. Telefonuna baktığında ekranda beliren isimle kalbi hızla çarpmaya başladı: Sancak’ın doktoru arıyordu.

 

Titreyen elleriyle telefonu açtı. "Alo?"

 

Doktorun sesi, Sevilay’ın kulağında yankılandı: "Gözünüz aydın, Sevilay Hanım. Ağam, Sancak Bey uyandı!"

 

O an Sevilay’ın gözleri doldu, sesi titredi. "Gerçekten mi? Yani… Sancak uyandı mı?" diye sordu, içinde yılların umudu ve heyecanı bir arada karışmış halde.

 

Doktor gülümseyen bir tonla, "Evet, gerçekten uyandı. Sağlığı henüz tam anlamıyla düzelmedi, ama bilinci açık ve sizi görmek istiyor," dedi.

 

Sevilay, gözyaşlarını tutamıyordu. Mahinur’a dönerek, "Baban uyandı, meleğim!" dedi, sesi mutluluktan çatlarcasına. Mahinur, annesinin gözlerindeki sevinci görünce kollarını havaya açarak, "Baba uyandı mı? Beni görecek mi?" diye çığlık attı.

 

Sevilay, kızı kucağında sıkıca tutarak ayağa kalktı. "Evet, tatlım. Baban bizi bekliyor!"

 

Bir yandan ağlıyor, bir yandan gülüyordu. Kalbinde çırpınan bin bir heyecanla Mahinur'u kucağına alarak hızla kapıya yöneldi. Artık tüm zorluklar geride kalacak, hayat onlara yeniden gülümseyecekti.

Mahinur, annesinin kucağında heyecanla kıpırdanıyor, sevinçten yerinde duramıyordu. "Aniş! Aniş’im, hemen çabuk ol gidelim, babişimi görmek istiyorum ki ben!" dedi bıcır bıcır, gözleri sevinçle parlıyordu.

 

Sevilay, kızının o heyecan dolu sesine gülümseyerek baktı ve gözyaşlarını sildi. "Tamam, minik kuzum, hemen gideceğiz. Baban bizi bekliyor," diyerek Mahinur'u sımsıkı sardı. İçinde tarifsiz bir sevinç, biraz da tedirginlik vardı; yıllardır beklediği o an gelip çatmıştı.

 

Mahinur ellerini minik yumruklar yapıp sevinçle sallarken, "Babam da benim gibi heyecanlanmıştır, değil mi aniş? O da beni özlemiştir, öyle değil mi?" diye sordu.

 

Sevilay, nazikçe kızının saçlarını okşayarak, "Evet, kuzum, eminim o da seni çok özlemiştir. Bir an önce yanına gidip ona kocaman bir sarılacağız," dedi.

 

Merdivenleri hızla inerken Mahinur, "Ona en sevdiğim oyuncağı da göstereceğim, sonra da en sevdiğim masalları anlatacağım!" diye ekledi, heyecanla.

 

Sevilay, kızının neşesine kapılarak, "Baban senin masallarını dinlemek için sabırsızlanıyordur," diyerek arabaya doğru ilerledi. İçindeki tüm korkular yerini tarifsiz bir heyecana ve umut dolu anlara bırakırken, Sancak’la yeniden bir aile olmanın hayaliyle dolup taşmışlardı.

Mahinur, evin kapısından içeri girer girmez minik sesiyle büyük bir haber verdi. "Ev halkı, baba uyandı!" diye bağırdı, sesi tüm eve yayıldı. Sanki bu sözler tüm duvarları yankıladı, herkes bir anda dondu kaldı, sonra büyük bir heyecan dalgası sardı evi.

 

Mukaddes Hanım, önce inanmakta zorlansa da torunun yüzündeki sevinci gördüğünde gözleri doldu. "Sancak... oğlum uyandı mı?" dedi, titreyen sesiyle. Sonra haberi sindirince birden ellerini havaya kaldırarak "Şükürler olsun!" diye haykırdı. Yanındaki gelinler ve akrabalar heyecanla birbirlerine sarıldılar, çığlıklar ve sevinç nidalarıyla etrafı doldurdular. Yıllardır süren bekleyişin sonunda gelen bu müjde, herkese adeta umut ışığı olmuştu.

 

Yengelerden biri sevinçle diğerinin elini tutarak, "Görüyor musun, dualarımız kabul oldu! Sancak geri döndü!" diye fısıldadı. Bir diğeri ise gözyaşlarını silip, "Artık ailemiz tamamlandı, çok şükür!" dedi. Evdeki bu coşku, sevinç dolu kahkahalar ve gözyaşlarıyla birleşerek herkesin kalbinde yeni bir sayfa açmıştı.

 

Sevilay, bu anı kalbine kazıyarak tüm bu duygulara ortak oldu. Mahinur’un minicik elleriyle onu çekiştirmesiyle kendine geldi. "Aniş, hadi hemen babama gidelim, bekletmeyelim onu!" dedi. Sevilay başını sallayarak ona gülümsedi, gözlerinde sevginin ve huzurun ışığı parlıyordu.

 

Bu coşkulu haberle eve dolan umut, sanki yılların bütün kederini alıp götürmüş, herkese yeni bir nefes olmuştu.

Mahinur, evin sevinç dolu atmosferinde heyecanla annesinin elini çekiştirerek, "De hayde anişim, babişimi görmeye gidelim!" dedi, minik ayakları yerinde duramıyordu. Sevilay, kızının bu tatlı heyecanına gülerek baktı ve onun elini sıkıca tutarak, "Tamam kuzum, haydi gidiyoruz," dedi.

 

Mukaddes Hanım, gözyaşlarını silerken onlara sevgi dolu bir bakış attı. "Gidin, gidin kızım. Oğlumu bizim için kucaklayın," dedi, sesi titreyerek. Yanındaki akrabalar da dualar eşliğinde onları uğurladı. Evdeki herkesin gözlerinde umut ışığı parlıyordu.

 

Mahinur annesinin elini bırakmadan, "Babişime en sevdiğim masalı anlatacağım, sonra da ona sürprizler yapacağım," diyerek kendi kendine heyecanla konuştu. Sevilay, kızının bu coşkusunu izlerken kalbi sevgiyle doldu; onun da içi, uzun zaman sonra ilk kez böyle ferah ve umutluydu.

 

Arabanın kapısını açarak Mahinur’u içine oturttu, sonra kendisi de direksiyona geçti. Mahinur, camdan dışarı bakarken minik ellerini birleştirip mırıldandı, "Babişim uyandı... Haydi hızlı gidelim, anişim!"

 

Sevilay, "Merak etme minik kuzum, çok yakında babanın yanında olacağız," diyerek arabayı hastaneye doğru sürdü. Yolda, ikisinin de yüreğinde biriken o mutluluk ve heyecan, sessizce ama derinden birbirine aktı.

Araba yolculuğunun sonunda, Sevilay ve Mahinur nihayet hastaneye varmışlardı. İçlerinde günlerdir biriken heyecan ve mutluluk, onları adımlarını hızlandırmaya teşvik ediyordu. Mahinur, annesinin elini sıkıca tutmuş, gözlerinde parlayan umut ışığıyla etrafa bakıyordu. Küçük kızın heyecanı öylesine bulaşıcıydı ki, hastane koridorlarında onları görenlerin yüzüne bir gülümseme yayıldı.

 

Mahinur bir yandan hoplayıp zıplıyor, bir yandan da annesine dönüp, "Aniş, hadi acele edelim! Babam bizi bekliyor!" diye neşeyle fısıldıyordu. Sevilay, kızının bu coşkusunu gülümseyerek izledi ve ona daha sıkı sarıldı. Yılların hasreti, Mahinur'un neşesiyle birleşince içindeki tüm zorlukları unuttu.

 

Onları tanıyan hastane personeli de bu özel anı fark etmişti. Bir hemşire gülümseyerek Sevilay'a bakarak, "Gözünüz aydın, Sevilay Hanım," dedi. Sevilay minnetle başını salladı, duygulandı.

 

Mahinur ise duramıyor, hastanede tanıdığı herkese sevinçle "Babam uyandı!" diye haber veriyordu. Küçük kızın neşesi, çevresine ışık saçarken Sevilay, kızının elini tutarak "Tamam kuzum, geldik, şimdi babana kavuşuyoruz," dedi.

 

Artık onları bir kapı ayırıyordu. Sevilay derin bir nefes alarak elini kapıya uzattı, yüreğindeki tüm sevgi ve hasretle kapıyı açtı. Babasıyla geçirecekleri yeni hayat için oradaydılar; o anın heyecanı içlerinde, yüzlerinde birer gülümseme, kalplerinde ise yılların mutluluğu

vardı.

Sancak, gözlerini yavaşça açmış, yedi yıllık bir sessizlikten sonra etrafını şaşkınlıkla inceliyordu. Hastane odasının beyaz duvarları, sakin aydınlatma ve sessiz atmosfer, ona bir rüyanın içindeymiş gibi hissettiriyordu. Doktorun yumuşak sesi, onun düşüncelerini bölerek tekrar dünyaya bağladı.

 

"Hoş geldiniz, Sancak Bey," dedi doktor gülümseyerek. "Şu anda çevrenizde sadece birkaç kişi var. Az sayıda kişiyle baş başa olmanız, bu yeni uyanış sürecinde sizin için çok daha sağlıklı. Bu şekilde etrafınızdaki her şeye daha sakin bir şekilde adapte olabilirsiniz."

 

Sancak, güçlükle ama merakla doktorun söylediklerini anlamaya çalıştı. "Kaç yıl oldu... uyuyor muydum?" diye sordu, sesi zayıf ve sanki çok uzaktan geliyormuş gibi.

 

Doktor, nazik bir ses tonuyla yanıtladı, "Yedi yıl, Sancak Bey. Yedi yıldır bitkisel hayattaydınız. Ama merak etmeyin, toparlanacaksınız. Fiziksel ve zihinsel olarak tam anlamıyla güçlenmeniz biraz zaman alacak. Bu süreçte her şeyi yavaş yavaş, sindirerek anlamaya çalışacaksınız."

 

Sancak gözlerini biraz kısarak, odadaki diğer kişileri süzdü. Tanıdık bir yüz arıyordu. Bu esnada doktor konuşmaya devam etti: "Böyle uzun bir süreden sonra her şey size yabancı gelebilir, ama aileniz her zaman burada oldu. Eşiniz ve kızınız sizi bekliyordu."

 

Sancak, doktorun sözleri üzerine derin bir nefes aldı. "Kızım…? O kaç yaşında şimdi?" diye sordu şaşkınlıkla, yutkunarak. Zihni, yılların nasıl aktığını henüz tam olarak kavrayamıyordu.

 

Doktor, hafif bir tebessümle, "Kızınız Mahinur artık sekiz yaşında. Size olan sevgisini hiç kaybetmedi; her gün bir umutla uyanmanızı bekledi," dedi. Sancak’ın gözleri dolarken, doktor devam etti: "Ama endişelenmeyin, Mahinur sizi çok seviyor ve sizi burada görünce çok mutlu olacak. Sizi tanıması ve size yeniden alışması için sabırlı olacağız."

 

Sancak, o an içinde bir sıcaklık hissetti. Yıllar sonra yeniden ailesiyle olmanın verdiği mutluluk, bütün yorgunluğunu alıp götürüyordu. Kendine geldiğini hissettikçe soruları artıyordu, ama doktorun sözleri ona rehber olmuştu: "Her şeyi yavaş yavaş öğreneceksiniz, Sancak Bey. Bu uzun yolculukta yanınızda biz olacağız ve size destek olacağız."

 

Bu sözlerin ardından Sancak, derin bir nefes alarak gözlerini kapattı, içini derin bir huzur kapladı. Artık geri dönmüş ve yeniden yaşamaya başlamıştı.

Sevilay ve Mahinur, heyecan ve biraz da endişe içinde Sancak’ın odasına adım attılar. Sevilay’ın kalbi göğsünde hızla çarpıyordu, gözleri dolmuş, yılların hasretini içinde saklıyordu. Yanında paytak adımlarla ilerleyen Mahinur ise babasına ilk defa bilinçli olarak bakıyordu. Küçük kız, babasının yatağında oturan güçlü ama yorgun adamı görünce, ürkek bir şekilde annesinin elini daha sıkı tuttu.

 

Sancak, gözlerini kısarak kızına doğru baktı. "Mahinur..." dedi, sesi titrek ve duygularla yüklüydü. Gözlerinden akan yaşları saklamaya çalışırken, "Minik kızım… Ne kadar büyümüşsün," diye fısıldadı, o kadar yıl sonra onu ilk defa gördüğüne inanamıyordu.

 

Mahinur, babasının gözlerinin içine korkuyla ama merakla bakarak adım adım yanına yaklaştı. "Baba... sen... gerçekten buradasın, değil mi?" diye sordu, sesi hafifçe titriyordu. Sancak, o kadar yıl sonra kızının sesiyle yeniden hayat bulmuş gibi hissetti. Elleriyle kızına doğru uzandı, ama güçsüz olduğunu fark edip duraksadı.

 

Sevilay, sessizce yaklaşıp Sancak’ın elini kızına uzattı. "Haydi, Mahinur, babanın elini tut," dedi. Mahinur cesaretlenerek babasının parmaklarına küçük ellerini uzattı. Sancak, kızının minicik ellerini avucunda hissettiğinde derin bir nefes aldı, yılların yükü bir anda silinmiş gibi hafifledi.

 

Mahinur, babasının yüzüne bakarak, "Baba, sen benimle kalacaksın, değil mi? Yine uyuyup gitmeyeceksin…" dedi, sesi umut ve kırgınlık arasında gidip geliyordu. Sancak, kızının sözleriyle gözyaşlarına hâkim olamadı. "Hayır, minik kızım, bu sefer hiçbir yere gitmeyeceğim," dedi, sesi kırılgan ve içten bir sevgiyle doluydu.

 

Mahinur’un yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Babasına daha sıkı sarılırken, "Seni çok özledim baba… Her gün uyanmanı bekledim," dedi. Sancak, kızını kollarına alırken içinden, “İyi ki döndüm,” diye geçirdi. Bu küçük an, geçen yılların tüm acılarını silmiş, yeni bir başlangıcın habercisi

olmuştu.

Sancak, odada sessizlik hakimken Sevilay'a boş gözlerle bakmaya devam etti. O an, Mahinur'un sesi havada yankılandı. “Babiş, anemi de öp!” dedi küçük kız, gözlerinde masum bir merakla. Sevilay, Mahinur’un bu sevimli isteği karşısında gülümsedi ama Sancak’ın bakışlarında bir şeyler eksikti.

 

“Babişim,” dedi Mahinur, sesinde biraz daha ısrar olduğunu hissettirerek. “Anemi neden öpmüyorsun? Onu seviyor musun?”

 

Sancak, Mahinur’ın sorusuyla bir an irkildi. Kızı, durumu masum bir çocuk saflığıyla ifade ederken, o an içindeki karmaşayı daha da derinleştirmişti. “Ben… Ben sadece biraz yorgunum, tatlım,” dedi Sancak, gözlerini Sevilay'dan ayırmadan. Ama gözlerindeki boşluk, cümlelerinin etkisini yok ediyordu.

 

Sevilay, bu anı daha da derinleştirmek için konuşmaya karar verdi. “Kuzum,” dedi, Mahinur’a dönerek, “Baban, biraz dinlenmeye ihtiyaç duyuyor. Ama biliyor musun, ben de onu çok seviyorum. Baban senin için burada, sağlığına kavuşmak için savaş veriyor.”

 

Mahinur, annesinin sözlerini düşünerek başını eğdi. “Ama aniş, ben seni seviyorum. Sen de onu seviyorsun, değil mi? Babanın seni sevdiğini biliyorum, ama neden birbirinize sarılmıyorsunuz?” dedi, masumiyetle dolu bir tavırla.

 

Sancak, bu sorularla boğuşurken, kalbinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. “Kuzum, hayatta bazen işler düşündüğümüz gibi gitmiyor,” dedi. “Ama ben buradayım. Hepiniz için buradayım.”

 

Sevilay, Sancak’ın yanındaki duruşunu ve yüzündeki duygusuz ifadeyi izleyerek bir an düşündü. “Sevgi bazen karmaşık olabilir, Mahinur,” dedi, kızıyla göz teması kurarak. “Ama biz aileyiz ve aile olmak, birbirimizi sevmek demektir. Bunu unutmamalıyız.”

 

Mahinur, annesinin sözlerini dikkatle dinlerken, “Benim için her şey yoluna girecek, değil mi? Babişim de bana sarılacak ve ben de ikinizi bir arada göreceğim!” dedi, umutla dolup taşarak.

 

Sancak, kızı için bir şeyler yapma isteği duysa da, hissettiği boşluk ve karışıklık, buna engel oluyordu. “Evet, tatlım. Zamanla her şey düzelecek,” dedi ama içinden bu sözlerin ne kadar gerçek olduğunu sorguluyordu.

 

Sevilay, Mahinur’un gözlerindeki ışıltıyı görünce, Sancak’a dönerek “Zamanla birbirimizi daha iyi anlayacağız, değil mi?” diye sordu. Sancak, sadece başıyla onayladı ama içindeki kararsızlık ve belirsizlik, hala geçerliydi.

 

Mahinur, babası ve annesinin arasındaki bu karmaşayı anlamaktan uzakken, “Ben hepinizin yanındayım!” dedi sevinçle. Bu cümle, odada bir umut ışığı gibi parladı; belki de, geçmişin gölgeleriyle yüzleşmek ve yeniden bağlanmak için bir

fırsat olabilirdi.

 

Loading...
0%