@aytengul
|
Merhaba benim birtanelerim! İyi akşamlar, nasılsınız, umarım çok iyisinizdir.
Uzun zamandır sizlerden ayrı kalmak zorunda kaldım; ne yazık ki telefonum bozuldu ve sizlere bölümler yazamıyordum. Bu süre zarfında sizinle iletişime geçememek beni çok üzdü. Ancak Allah’ın izniyle sonunda yeni bir telefon alabildim!
Şimdi yeniden sizinle olabilmek ve yazmaya devam etmek için çok heyecanlıyım. Artık bölümleri düzenli olarak yazabileceğim. İçimdeki bu coşkuyu ve hevesi sizinle paylaşmak, kaldığımız yerden devam etmek benim için tarifsiz bir mutluluk.
Umarım yazacağım yeni bölümleri beğenirsiniz ve bu hikayeyi hep birlikte yaşamaya devam ederiz. Sizleri çok seviyorum ve yanımda olduğunuz için çok minnettarım. Desteğinizle yazdıklarımın daha anlamlı hale geldiğini hissediyorum. Sizinle bu yolculukta birlikte ilerlemek benim için çok değerli.
Görüşmek üzere, sevgilerimle!
Mahinur, küçücük bedeniyle babasının yanında dimdik durmaya çalışıyordu. Henüz bir bebekken annesini kaybetmiş, o kaybın büyüklüğünü ve babasının içine işlemiş derin acıyı anlamadan büyümüştü. Annesi Mahi'nin kim olduğunu, nasıl biri olduğunu bilmiyor; onun hakkında kimseyle konuşmadığından babasının gözlerindeki o hüzünlü bakışın, yüzündeki yorgun çizgilerin sebebini tam anlamıyla kavrayamıyordu. Ancak küçük bir çocuk olarak, babasının içinde taşıdığı bu ağırlığı hissediyordu. Baba-kız arasında sanki görünmez bir duvar vardı ve Mahinur, bu duvarın ardında kalan o gizli dünyaya girmeye çalışıyor, ama ne yaparsa yapsın oraya ulaşamıyordu.
Sancak’ın yorgun yüz hatları, bakışları derinlere dalmış, düşünceleri uzaklarda, belki yıllar önce yaşadığı o kara güne gidip gidip geliyordu. Annesi Mahi'nin ölümünden sonra Mahinur onun tek dayanağı, belki de dünyadaki tek tesellisiydi. Ama bu teselli bile kalbinde taşıdığı sızıya yeterli gelmiyordu. Anılar, Mahi'nin sesi, kahkahası ve gözlerinin ışığı, Sancak'ın zihninde bir sis perdesi gibi yeniden yeniden beliriyor, kalbinin kırık parçalarına bir dokunuş gibi dokunuyordu. Mahinur, o küçücük haliyle babasının bu hüzünlü denizinde bir dalga gibi oradan oraya sürükleniyor, babasının geçmişi düşündüğünde daha da ağırlaşan sessizliğini çözmeye çalışıyordu.
O gece hastane odasının loş ışıkları altında, Mahinur sessizce babasının yüzünü izledi. Sancak, kızının varlığını biliyor ama ona bakacak gücü bulamıyordu kendinde. Onu sevgiyle kucaklamak istiyordu, ama her seferinde içindeki o tarifsiz acı, Mahi'yi düşünmekten doğan yorgunluk ağır bir yük gibi üzerine çöküyordu. Mahinur, küçücük ellerini babasının eline usulca koydu, o an babasının sert, yorgun ellerinin altında minik parmaklarının nasıl küçücük kaldığını hissetti.
Sancak, Mahinur'un bu dokunuşuyla irkildi. Yavaşça ona döndü, gözlerindeki yorgunluğu ve hüzünü saklamaya çalıştı, ama bu o kadar kolay değildi. Mahinur, babasının yüzündeki kırışıklıklara, o kederli bakışlara bakarak onun neden bu kadar üzgün olduğunu anlamaya çalışıyordu. Annesi yoktu, ama Mahinur bunun eksikliğini, onun yokluğunun yarattığı bu sonsuz boşluğu henüz tam anlamıyla anlayamamıştı.
Bu küçük kız, babasının içine işlemiş bu tarifsiz acıyı anlamasa da, ona nasıl yardım edeceğini bilemese de, sadece yanında olmak için elinden geleni yapıyordu. Babasının ellerini hiç bırakmıyor, onun yanında dik durmaya çalışıyordu. Mahinur, her ne kadar annesini tanımamış olsa da, babasının gözlerinde ona dair izler görmeye çalışıyordu. Babası her iç çektiğinde, her dalgın bakışa daldığında, annesinin hayaletinin o odada dolandığını hissediyordu. Ama yine de babasını yalnız bırakmıyor, onun yanında olup, babasının hayatındaki en değerli varlık olmanın sorumluluğunu minicik yüreğiyle taşımaya çalışıyordu.
Ancak Mahinur’un hayatında yedi yıldır ona annelik eden, ona şefkatle kol kanat geren biri vardı: Sevilay. Mahinur’un bir anneye ihtiyaç duyduğu her an, Sevilay onun yanındaydı. Henüz bir bebekken annesini kaybeden Mahinur’un gözlerinde büyüyen o masumiyetin farkındaydı. Mahinur'un ilk adımlarında elinden tutmuş, ilk kelimelerinde ona sabırla rehberlik etmiş, düşüp canı yandığında başını omzuna yaslayıp teselli vermişti. Küçük kızın uykusuz gecelerinde başında beklemiş, korkulu rüyalarında ona sarılıp sakinleşmesi için saçlarını okşamıştı.
Sevilay, Mahinur’a bir anne gibi bağlanmıştı, belki daha da derinden. Her sabah onun yanaklarına bir öpücük kondurup “Günaydın, güzel kızım” dediğinde içten bir sevgiyle doluydu. Ona duyduğu bağlılık, salt bir görev bilinciyle değil, bir annenin çocuğuna duyduğu saf sevginin ta kendisiydi. Mahinur da, Sevilay’a anne gibi sarılıyordu. Küçük kız, Sevilay’ın sıcak bakışlarında, sevgi dolu ellerinde bir annenin eksikliğini hissetmiyordu.
Sevilay’ın kalbi, Mahinur’un o minik ellerini tuttuğunda yumuşar, gözlerinin içine baktığında tarif edemediği bir şefkatle dolardı. Mahinur’un kahkahaları, Sevilay’ın ruhunu ısıtır, ona annesizliğin açtığı boşluğu hissettirmemek için her şeyini vermeye çalışırdı. Küçük kızın üzgün yüzünü güldürmek, düşüp dizini acıttığında onu kucağına alıp teselli etmek, Sevilay’ın hayatının en değerli anları haline gelmişti. Mahinur'un sevdiği masalları anlatırken, ona ninniler söylerken, gözleri Sevilay’a hayranlıkla bakan bu çocuğu daha da sahipleniyor, içten bir sevgiyle ona bağlılığını bir kez daha hissediyordu.
Mahinur, Sevilay'ı hep yanında, hep destekçisi olarak görüyordu. Başını Sevilay’ın omzuna yasladığında kendini güvende hissediyor, onun kollarında adeta bir anne sıcaklığını buluyordu. Birlikte yaptıkları kahvaltılar, uzun yürüyüşlerde el ele dolaşmaları, okuldan geldiğinde Sevilay’ın ona sarılması… Her şey Mahinur için sevgiyle dolu anılar haline geliyordu. Sevilay’ın onun için hazırladığı yemeklerde, odasını düzenleyip ona masal okuduğunda Mahinur, annesinin boşluğunu Sevilay’ın kalbindeki sevgiyle dolduruyordu.
Sevilay, Mahinur’a “güzel kızım” dediğinde, o küçük kız gözlerinin içi parlayarak ona bakar, bu sözlerin ardında yatan sıcaklığı tüm kalbiyle hissederdi. Sevilay, Mahinur’un başını dizine yaslayıp ona hikayeler anlatırken, hayatının bütün anlamını o minik gözlerde buluyordu. Mahinur için dünyadaki her şeyden değerliydi, belki de en çok sevdiği varlıktı Sevilay. Onun için Mahinur, kan bağı olmadan sevginin nasıl en güçlü bağ olduğunu gösteren bir mucize gibiydi.
Birbirlerinin hayatında eksik parçaları tamamlıyor, kalplerinde büyüyen sevgiyle o yitirilmiş anne boşluğunu dolduruyorlardı. Sevilay, Mahinur’a baktıkça her şeyin daha anlamlı, daha yaşanabilir olduğunu hissediyor; Mahinur ise Sevilay'ın sıcak kollarında bir annenin güvenini, huzurunu buluyordu. Bu bağ, belki de onların hayatlarında her şeyden daha değerliydi.
Mahinur her “Anniş” dediğinde Sevilay’ın kalbi sıcacık olur, o kelimenin içinde duyduğu saf sevgiyi ve güveni hissederdi. Ancak o küçük sesin getirdiği mutlulukla birlikte, içinin bir yanı da hep bir korkuyla titrerdi. Yıllardır annelik ettiği bu masum çocuğun bir gün gerçekleri öğrenmesinden korkuyordu. Ya Mahinur, aslında öz annesi olmadığını öğrendiğinde onu eskisi gibi sevmezse? Ya bu sımsıkı bağları, o minik elleriyle bir daha ona sarılmayacak şekilde koparsa? Bu ihtimal, Sevilay’ın kalbinde derin bir acıya dönüşüyor, düşündükçe ruhunda derin bir hüzne bürünüyordu.
Sevilay, kendini Mahinur’un gözünde güçlü bir örnek olarak göstermeye adamıştı. Ona, hayatta karşılaştığı zorluklara rağmen dimdik durmayı öğretmek istemişti. Bu yüzden hayatını yalnızca Mahinur’un üzerine kurmamış, aynı zamanda mesleğinde başarılı bir kadın, saygı gören bir birey olarak da ayakta durmayı başarmıştı. Çevresindeki herkes ona hayranlıkla bakarken, Sevilay da Mahinur’a örnek bir anne olmanın gururunu taşıyordu. Çalışkanlığı, azmi ve sabrı ile Mahinur’a bir kadının her durumda nasıl güçlü kalabileceğini gösteriyordu.
Mahinur, Sevilay’ın bu özverili yönüne hayranlıkla bakarken, onunla gurur duyuyordu. Onun yanında kendini güvende hissediyor, Sevilay’ın hayatı günü günden güzeleşiyordu.
Sevilay, küçük Mahinur’u eve bıraktıktan sonra derin bir nefes aldı ve yeniden hastanenin yolunu tuttu. Zihninde sürekli Mahinur’un görüntüsü vardı; onunla vedalaşırken yüzünde beliren küçük burukluk, elini Sevilay’ın elinden çekmek istemeyen o masum hali… İçinde yumuşak bir sızı bırakan bu anıya rağmen, ona güçlü olduğunu göstermek için gülümsemiş ve "Yakında yanındayım," diyerek onu teselli etmişti. Mahinur’un her “Anniş” deyişinde hissettiği sıcaklık içini ısıtırken, bu bağın ne denli kırılgan olduğunu bilerek yüreğinde bir korku taşımaya devam ediyordu. Ancak güçlü kalmalıydı; hem Mahinur’un güven duyduğu annesi, hem de hayatın tüm zorluklarına karşı dimdik duran bir kadın olarak…
Hastaneye vardığında, Sancak’ın odasına doğru ağır adımlarla ilerledi. İki gündür şirketteki işlerini uzaktan hallediyor, hastane ile iş arasında sürekli bir koşuşturma içinde yaşamaya çalışıyordu. Bu yoğun tempoda neredeyse hiç dinlenmeye fırsat bulamamıştı; telefonlar, e-postalar ve işlerin getirdiği sorumluluklar peşini bırakmıyordu. Fakat Sancak’ın başında beklemek, onun iyileşmesi için elinden geleni yapmak Sevilay için her şeyden daha önemliydi.
Odaya girdiğinde Sancak’ın hâlâ dalgın gözlerle tavana bakmakta olduğunu gördü. Günlerdir değişmeyen bu manzara Sevilay’ı hüzünlendiriyordu. Eşini kaybetmenin derin acısı, Sancak’ın ruhunda kapanmaz bir yara bırakmıştı; onun bu yaralı hali Sevilay’ın içini parçalıyordu. Sessizce yatağının yanına oturdu ve onun bu donuk bakışlarını seyretti. Sancak, kendisini fark ettiğinde bile Sevilay’ı sanki odaya yeni girmiş bir yabancı gibi görüyordu. Aralarındaki mesafeyi hissettikçe Sevilay’ın kalbi sıkışıyor, ama her şeye rağmen ona destek olabilmek için sabırla yanında bekliyordu.
Sevilay, iki gündür süren bu bitmeyen koşuşturmanın yorgunluğunu omuzlarında hissediyordu, ancak bir an bile kendine acımadı. Hem Mahinur’a annelik etmek, hem de Sancak’ın başında refakatçi olmak; hayat ona belki ağır yükler yüklüyordu, ama o bu yüklerin altında ezilmeden ayakta kalmayı öğrenmişti. Şirketteki işleri uzaktan hallediyor, bir taraftan telefonları yönetiyor, bir yandan da her şeyin kontrol altında olmasını sağlıyordu. Bu zorlu süreçte kendi ihtiyaçlarını, yorgunluğunu ve hatta uykusuzluğunu bir kenara koymuş, sevdiklerinin yanında olmaya öncelik vermişti.
Odanın sessizliği içinde, kendi düşüncelerine dalmış olan Sevilay, Sancak’a bakarak içinden derin bir iç çekti. Kendi içinde büyüttüğü bu sevgi, fedakarlık ve bağlılık, onun hayatına anlam katıyordu. Mahinur’un kendisine duyduğu sevgiyi koruyabilmek ve Sancak’ın yaralarını sarmaya yardımcı olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Bu kadar yorgun ve uykusuz olmasına rağmen, hastane odasında onun yanında kalmaya devam ediyor, hiçbir anında yalnız bırakmıyordu.
Hastane odasında geçen bu uzun geceler, Sevilay’ın kararlılığını ve sevgisini bir kez daha sınasa da o, her defasında güçlü kalmayı başarıyordu. Hem bir anne, hem bir refakatçi, hem de bir iş kadını olarak üzerindeki tüm sorumlulukları taşıyordu.
Sancak, uzun bir sessizliğin ardından derin bir nefes aldı, yüzünü Sevilay’a çevirerek konuşmaya başladı. Gözlerinde yorgun bir minnettarlık ve derin bir keder vardı.
"Sevilay," dedi, sesi titrek ama içtenlikle doluydu, "Benim yokluğumda kızıma bu kadar iyi baktığın, ona annelik ettiğin için gerçekten minnettarım. Mahinur’a olan sevgini görüyorum; onun için her şeyi yaptın, onu benden bile daha iyi tanıyorsun belki de. Senin sayende, Mahinur annesiz büyümekten çok uzakta… Ona bir annenin verebileceği her şeyi vermişsin. Sen olmasaydın, Mahinur bu kadar sevgi dolu, bu kadar güçlü bir çocuk olamazdı."
Sevilay, Sancak’ın söylediklerini duyduğunda içinde tarifsiz bir mutluluk ve hüzünle karışık bir duygu hissetti. Kalbindeki sevgi dalgalandı, yüzüne hafif bir gülümseme oturdu, ama gözlerinde derin bir düşüncelilik vardı. "Sancak," dedi, yumuşak ama kararlı bir sesle, "Bunu Mahinur için içtenlikle yaptım. Sadece onun değil, senin de yanında olmam gerekiyordu. Çünkü… senin de yükünü biraz hafifletmek istedim. Hayat seni yeterince yordu." "Hayat seni yeterince yordu, omuzlarına fazlasıyla ağır yükler bıraktı," dedi Sevilay, gözlerinde derin bir anlayışın izleriyle. "Ben sadece senin yanında olmaya çalıştım. Çünkü sana ve Mahinur’a gerçekten değer veriyorum. Senin yokluğunda ona bir annelik yapabildiysem, bu benim için en büyük huzur. Senin yaralarını sarmaya, hayatında bir iz bırakmaya çalıştım, çünkü bunu yapmayı içtenlikle istedim.”
Sancak, Sevilay’ın sözlerini dinlerken, içinde bir yerlerde hafif bir kırılma hissetti. Belki de yıllardır yüreğine ördüğü duvarlar, Sevilay’ın içten sözleriyle ince bir çatlak veriyordu. Yine de derin bir iç çekerek başını eğdi, gözlerini yere sabitledi ve duraksayarak konuşmaya başladı.
"Sevilay," dedi, sesi hafifçe titreyerek, "Ben, Mahinur için ne kadar minnettar olsam da, içimdeki yarayı, kaybettiğim o parçayı kimse dolduramaz. Mahi gittiğinde, kalbimin bir yarısını onunla birlikte mezara koydum. Onun gidişiyle içimdeki en sıcak duygular sanki dondu, buz kesti. Yıllardır bu yarayla yaşamaya çalışıyorum, ama ne zaman gözlerimi kapatsam onun yüzünü görüyorum, sesini duyuyorum… Ben kalbimi Mahi’yle birlikte gömdüm. Başka birine, başka bir geleceğe yer yok gibi geliyor. Kendi içimde sıkışıp kaldım, Sevilay.”
Sevilay, bu sözleri duyduğunda içinde derin bir sızı hissetti. Onun acısının derinliğini anlıyor, ama aynı zamanda bu yaralı adamın yanında olmaya devam etmek için kendi kalbindeki sevgiyi korumaya çalışıyordu. Bu kelimeler, onun umutlarını incitmişti ama yine de Sancak’ın gözlerindeki o hüzne karşılık ona bir şans tanımak istiyordu.
Bir an sessizce Sancak’ın gözlerinin içine baktı, ardından dudaklarından hafifçe titreyen bir sesle şu soruyu sordu: "Bizden bir aile olur mu, Sancak? Mahinur için, kendimiz için… bir yuva kurabilir miyiz sence?"
Sancak derin bir nefes aldı, gözlerini ondan kaçırarak acı bir gülümsemeyle başını salladı. "Sevilay," dedi, “Sen ne kadar değerli bir kadın olduğunu her an bana gösterdin. Ama kalbimi yitirdim ben; sevdiğim kadını toprağın altına bıraktım. Yüreğimde bir mezar var ve o mezarın içinde Mahi’nin hatıraları var. Kendi yıkıntılarımın içindeyim, bir başkasına kalbimi açacak gücü bulamıyorum. Benden bir aile olmaz, en azından şu anki benliğimle. Seni incitmek istemem, ama duygularımın gömüldüğü yeri kimsenin açması mümkün değil. Bu acıyı yalnızca ben taşırım; başka kimseye yüklemek istemem."
Sevilay, gözlerindeki nemi saklamaya çalışarak, Sancak’ın bu acı dolu sözlerini içine sindirmeye çalıştı. Kalbi kırılmış olsa da, Sancak’ın içindeki derin yarayı anlıyor, onu olduğu gibi kabul etmeye çalışıyordu. İçinde buruk bir tebessümle başını hafifçe sallayarak fısıldadı: "Sen yine de bil ki, biz buradayız. Her şeye rağmen, Mahinur ve ben senin yanındayız."
Evet, hep öyle olurdu değil mi? İnsan, kalbiyle yaşadıklarına değil, yanında kalanlara, ona hayat verenlere kalırdı sonunda. Sancak karısını çok sevmişti; Mahi’nin gözlerinde bulduğu huzuru, onunla kurduğu yuvanın sıcaklığını bir daha kimsede bulamayacağını sanıyordu. Ama kader, bazen insanı beklenmedik yerlere sürüklerdi. Mahi gitmiş, arkasında derin bir boşluk bırakmıştı. Ancak Sevilay, o boşluğu doldurmak için sessizce adım atmış, her şeye rağmen yanında kalmayı seçmişti. O, sadece bir yabancı değil, Mahinur’un yanında ona bir anne şefkati sunan kadındı.
Sevilay, Mahinur’a bir üvey anneden çok, gerçek bir anne gibi davranıyordu. Nice üvey annenin belki hiç yapmayacağı kadar derin bir sevgiyle ona sarılıyor, asla kendi çocuğundan ayırmadan sevgisini gösteriyordu. Mahinur’u her an koruyup kolluyor, onun bir gülüşü için elinden geleni yapıyordu. Küçük kızın canı yandığında, Sevilay her seferinde ona sıcak kollarını açıyor, bir annenin şefkatini yaşatıyordu. Sancak, Sevilay’ın Mahinur’a olan sevgisini, ona olan ilgisini gördükçe içten içe minnet duyuyordu. Belki kalbinin bir yanı hâlâ kapalıydı, belki Mahi’nin anısıyla yaşıyordu, ama Sevilay’ın yaptığı fedakarlıklar onun gözünde her gün daha da büyüyordu.
Sevilay, Mahinur’a bir kez bile kötü söz söylememişti. Küçük kız hata yaptığında bile ona sabırla yaklaşmış, her seferinde onu anlayarak, ona rehberlik ederek destek olmuştu. Mahinur’un üzgün olduğu her an, Sevilay onun yanında durmuş, gözyaşlarını silmişti. Onu hiç azarlamamış, kalbini kırmamıştı. Aksine, Mahinur’un her ihtiyacında yanındaydı, her seferinde onun mutluluğunu kendi mutluluğu gibi görmüş, sevincine ortak olmuştu. Sevilay, Mahinur’a sadece bir annelik değil, aynı zamanda bir dostluk da sunmuştu. Mahinur, onun kollarında her zaman kendini güvende hissetmiş, Sevilay’ın şefkatiyle büyümüştü.
Sevilay, onu kucağına alıp başını okşadığında, Mahinur bu dünyada hiç kimsenin kendisini bu kadar sevemeyeceğini hissediyordu. Sevilay’ın ona anlattığı masallarda, gece uyumadan önce ona söylediği ninnilerde bir annenin o eşsiz sevgisini buluyordu. O masum “Anniş” kelimesinin ardında, Sevilay’ın yüreğindeki şefkat dolu yer vardı. Üvey anne olmanın tüm önyargılarına meydan okumuş, Mahinur’a hem bir anne, hem bir öğretmen, hem de bir arkadaş olmuştu. Belki kan bağları yoktu ama aralarındaki bağ, tüm bu duygusal engelleri aşmış, onları birbirine sımsıkı bağlamıştı.
Sancak, Sevilay’ın bu özverili tavırlarını gördükçe, içinde kendine bile itiraf edemediği bir hayranlık ve minnettarlık büyüyordu. Sevilay, hayatını Mahinur’a adamıştı. Mahinur’un bir gülüşü için her şeyi yapabilecek kadar sevecen, onun yüzünde bir hüzün belirdiğinde onu teselli edecek kadar şefkatliydi. Sevilay’ın kalbinde Mahinur’a karşı sınırsız bir sevgi vardı. O sevgiyi her gün daha fazla hissettiren, her şeyin ötesinde bir annelik sevgisi… Üvey bir annenin değil, öz bir annenin yüreğinde bulabileceği türden bir şefkatle Mahinur’a sarılıyor, ona dünyanın en güvenli limanını sunuyordu.
Belki Mahi gitmişti, ama Mahinur’un yanında Sevilay vardı; ona göz kulak olan, onun mutluluğunu kendi mutluluğu sayan, onun üzüntülerine ortak olan bir yürek vardı. İşte insan bazen hayatında en beklenmedik anlarda, en beklenmedik kişilerde yeniden nefes almayı öğrenirdi. Sancak’ın belki kalbi donmuştu, ama Sevilay’ın varlığı, ona sevgiyi farklı bir açıdan yeniden gösteriyor, hayata yeniden bağlanması için bir ışık tutuyordu.
Gece ilerlemiş, Türkmen Konağı’nın karanlık koridorlarına hüzünlü bir sessizlik hâkim olmuştu. Ancak bu sessizlik, fırtına öncesi bir durgunluktan başka bir şey değildi. Mukaddes Hanım’ın gözlerinde yılların getirdiği bir kıskançlık ve sönmemiş bir intikam ateşi parlıyordu. Yıllardır Sevilay’a iyi davranmıştı; onu kabul etmiş, hatta Mahinur’un gözünde bir aile olduklarına dair bir yanılsama yaratmasına bile izin vermişti. Ancak, bu geçici nezaketin ardında hep o eski kibir saklıydı. Mukaddes Hanım için Sevilay, yalnızca yerini bilen bir gölgeydi. Mahinur büyüdükçe ve Sevilay’a daha da bağlandıkça, Mukaddes Hanım içten içe kaynayan kıskançlığını kontrol etmekte zorlanıyordu. Nihayet, yıllar sonra uyanan bu kibir ve kıskançlık, sessizliği bir anda ateşe verecekti.
O gece, Mukaddes Hanım, uzun zamandır sakladığı bir sırrı ortaya dökmeye karar verdi. Elinde eski bir fotoğraf vardı; Sancak’ın ve hamile eşi Mahi’nin birlikte çekildiği bir fotoğraf… Gözlerini o fotoğrafta gezdirdi; Sancak’ın Mahi’ye olan şefkatli bakışları, Mahinur’a olan sevgisinin simgesi olan bu kare, ona aradığı silahı vermişti. Bu görüntü, yıllardır içinde biriken öfkeyi açığa çıkarmanın anahtarıydı. Zihninde karanlık bir plan şekillenmişti; Mahinur’un saf, çocuksu kalbinde annesi olarak bildiği Sevilay’a karşı bir şüphe tohumu ekecekti. Kızın içini yavaş yavaş zehirleyecek, onu Sevilay’dan koparacak ve gerçek annesi Mahi’ye olan bağlılığı yeniden canlandıracaktı. Yıllardır Mahinur’a “torunum” diyerek, sahte bir sevgi gösterisiyle yaklaşmıştı. Ama şimdi o sahte sevgi yerini soğuk bir hesaplaşmaya bırakıyordu.
Sabah olduğunda Mukaddes Hanım, adımlarını sessizce Mahinur’un odasına doğru yönlendirdi. Uyuyan küçük kızın yüzüne bir süre baktı; o an onun masumiyetine bile aldırmaksızın yapacağı kötülüğün keyfini çıkardı. "İnsan yetmişinde de değişmezmiş," diye düşündü, yüzünde soğuk bir gülümseme belirirken. Yıllar boyu edindiği deneyimlerle iyice sertleşmiş, kalbi yıllar önce bir buz kütlesine dönüşmüştü. Mukaddes Hanım, “ne olursa olsun” diye fısıldadı kendi kendine, “Mahinur o kadının değil, Mahi’nin kızı olarak büyüyecek.”
Mahinur’un yatağının başucuna fotoğrafı yerleştirirken, arkasına gizlice kendi el yazısıyla şu notu ekledi: “Kızım, annen seni çok seviyor. Seni benden kaç senedir ayırdılar. Senin annene ait olduğunu unutmanı istediler. Ancak ben seni hep bekledim, gözüm gibi sakladım. O kadın değil, annen sana sahip çıktı. Bir gün bunu anladığında gerçek anneni bulacaksın.”
Mukaddes Hanım, bu notun Mahinur’un kalbinde şüphe tohumları yeşerteceğini, Sevilay’ın ona verdiği sevgiyi sarsacağını biliyordu. Onun için önemli olan, Sevilay’ın hayatını mahvetmekti. Sevilay’a duyduğu nefret, onun Mahinur’la kurduğu o derin bağı yok etmek için fazlasıyla yeterliydi. Sevilay’ın yıllar içinde kazandığı sevgiyi, o saf sevgiyi paramparça etmek istiyordu. Çünkü biliyordu ki, Sevilay’ı en çok yaralayacak şey Mahinur’un ona sırt çevirmesi olurdu.
Küçük Mahinur, uyandığında başucunda bulduğu fotoğrafa bakarken içinde tuhaf bir his oluştu. Babasının yanında gördüğü o genç kadının kim olduğunu anlayamadı. Onun yanında Sevilay değil, başka bir kadın vardı. Üstelik arkasında yazılı olan cümleler kalbinde büyük bir karmaşa yaratmıştı. "Annem mi?" diye düşündü şaşkınlıkla. Bu yeni öğrendiği gerçek, onun zihninde, masum çocuk yüreğinde derin bir iz bırakmıştı. Kafası karışmış, sevgisine gölge düşmüştü.
Mukaddes Hanım, kapının ardından bu sahneyi izlerken sessizce gülümsedi. Uzun yıllardır içinde tuttuğu bu hınç, bu plan sayesinde yerini soğuk bir rahatlamaya bırakıyordu. O an anladı ki, Sevilay’ın kalbinde açacağı yara, onun için bir zaferdi.
|
0% |