@aytengul
|
Mahinur, fotoğrafı ellerinde tutarken birdenbire bir soğuk rüzgar gibi içini saran bir boşluk hissetti. O an, ne olduğunu anlamadan, gözleri bulanmış, dünyası bir anda ters yüz olmuştu. Yavaşça gözlerini araladı ve derin bir nefes aldı. “Annem bana yalan söylemezdi, annem hiç yalan söylemezdi…” diye mırıldandı, ağlamaya başladığında sesindeki kırılganlık her şeyi açıkça ortaya koyuyordu. Gözyaşları, sessizce yanaklarından süzüldü, elindeki fotoğraf karesi titriyor, onun içinde ne kadar büyük bir hayal kırıklığı, ne kadar derin bir şüphe bulunduğu belliydi.
"Anişim..." diye fısıldadı, yavaşça, sanki Sevilay’a olan güveninin temellerinin yıkıldığını hissediyordu. "Bana yalan söylemezdi... Anişim beni bırakıp gitmezdi, ben her zaman ona inanırdım." Mahinur’ın küçük yüreği, büyük bir karmaşa içinde atıyordu. Sevilay’ın ona verdiği sevgiyi, her zaman güvenle sarıldığı o sıcak kolları, ona söylediği “benim kızım” sözlerini bir anda gözlerinde yabancılaştıran bu fotoğrafla nasıl bağdaştırabileceğini bilmiyordu. Bir annenin, bir baba ile birlikte çekilmiş olduğu o eski fotoğraf, o kadının hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu, kendi hayatındaki yerini aniden sorgulamaya başlamıştı.
Her şey, bir anda değişmişti. Annesi diye bildiği kadının, ne kadar zaman boyunca ona yalan söylediği şüphesiyle baş başa kalmıştı. Bir anda, Sevilay’ın ona nasıl davranmaya devam ettiği, o sevgi dolu bakışlarının, “annem” dediği her anın ne kadar gerçek olup olmadığına dair korkular yavaşça odanın içinde yankılanıyordu. Mahinur, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü avuçlarıyla sıvazladı, fakat bu, kalbindeki boşluğu doldurmuyordu. Kafasında tek bir düşünce vardı: Bana annem yalan söylememişti, o ne yaptıysa doğruydu, peki ya şimdi?
Ona, yıllardır annesi gibi görünen kadının doğru olmadığını, hatta belki de yıllardır hissettiği sıcaklığın, sevgisinin aslında ne kadar da yalan olduğunu kabullenmek, Mahinur için büyük bir yıkım oluyordu. Kalbinde annesinin, ona söylediği her güzel sözün sahte olduğunu öğrenmek, onu derinden sarsıyordu. Ama gözlerinin önündeki fotoğrafı, ona Sevilay’ın yalan söylemiş olabileceğini, belki de her şeyin farklı olabileceğini düşündürüyordu.
Yanaklarından süzülen gözyaşlarını silmek yerine, Mahinur daha da çok ağladı. “Benim annem, bana hiç yalan söylemezdi…” diye tekrarladı, ağlamaktan sesi titriyor, yüreği kırılıyordu. Her şey, her anı, her gülüşü, Sevilay’ın ona söylediği her şey, şimdi onun içinde dev bir soru işareti olmuştu. Gözlerinde acı, içindeki karışıklık giderek büyüyordu. Gözlerini kapadı, ama yine de fotoğrafı görmekten alıkoyamıyordu kendini. Her şey bir anda değişmişti. "Anişim, bana yalan söylemezdi," diye mırıldandı, ama kalbindeki sızıyı, o güveni kaybetmiş olmanın acısını hissetmek, hiçbir şeyle telafi edilemezdi.
Mahinur, o an Sevilay’ı, yıllardır ona gösterdiği sevgiyi, onun annesi olduğunu düşündüğü kadını kaybetmek üzere olduğunu hissetti. İçinde kopan fırtına, her geçen saniye daha da büyüyordu. O sıcak kollar, o yumuşak bakışlar, bir anda anlamını kaybetmişti. Ve bu, Mahinur’un hayatındaki en zor anlardan biri oluyordu.
Sevilay, Sancak’ın hastaneden çıkışı için son hazırlıkları yaparken, elinden geleni titizlikle yapıyordu. Sancak, hâlâ biraz yorgun görünse de Sevilay’ın nazik elleri, ona huzur veren bir güven duygusu veriyordu. Onlar, her gün biraz daha yakınlaşıyor, zamanla birbirlerinin yaşamlarında önemli bir yer edinmeye başlamışlardı. Sevilay, Sancak’ın iyileşmesi için elinden gelen her şeyi yaparken, içindeki duygular da giderek daha karmaşık hale geliyordu. Sadece bir bakımcı değil, Sancak’ın ruhsal yüklerini hafifletmeye çalışan bir dost, bir sırdaş, hatta belki de başka bir şey olmuştu.
Sancak, Sevilay’ın üzerini giydirirken ya da ona yardımcı olurken, aralarındaki mesafe giderek azalıyor, çok daha yakın bir ilişki şekilleniyordu. Sevilay, onun sağlığına dikkat ediyor, aynı zamanda ona moral veriyor, bu süreçte onun yanında olduğuna dair sürekli güvence veriyordu. Ancak Sancak, o kadar yorgundu ki, bu yakınlık Sevilay’a olan güveninin bir göstergesiydi. Sevilay, nazik bir şekilde, Sancak’ın omuzlarına bir elini koyarak, yavaşça onu giydirmeye devam etti. Sancak, Sevilay’ın varlığında bir şeylerin farklı olduğunu fark ediyordu, ama içinde, yıllar süren acıların ve kayıpların yankıları olduğu için bu yakınlığa nasıl tepki vereceğini bilemiyordu.
Sevilay’ın elinin, Sancak’ın cildinde gezmesi, aralarındaki bağı güçlendiriyordu, ama bu bağda bir yalnızlık, bir kırıklık da vardı. Sancak’ın zihni hep geçmişteydi, Mahin’in hatıralarında kaybolmuştu. Ne kadar Sevilay ona şefkatle yaklaşsa da, Sancak’ın kalbi, onu sevmiş olan Mahi’ye aitti. O hatıralar, sanki bir gölge gibi, her zaman peşinden geliyordu. Yine de, Sevilay’a her ihtiyaç duyduğunda teşekkür ediyordu. Bu yakınlık, başlangıçta sadece bir hastalık sonrası iyileşme süreci gibi başlamıştı, ama zamanla, iki insan arasında duyulan bir güven ve yakınlık hissine dönüştü.
Sevilay, Sancak’a nazikçe yardım ederken, her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini fark etti. Geçen yıllar boyunca Sancak’ın iyileşmesi, onun hayatına yeni bir anlam katmıştı. Ancak Sevilay’ın içinde bir karmaşa vardı. Sancak’a duyduğu yakınlık, ona her geçen gün daha da derinleşen bir bağ hissettiriyordu. Onunla geçirdiği her an, ona daha fazla güven duymasına neden oluyordu. Ama ne yazık ki, bu güvenin temelleri Mahi’nin hatıralarıyla sarsılıyordu. Sevilay, Sancak’ın Mahi’ye olan sevgisini hiçbir zaman tamamen silemezdi, ancak ona her gün gösterdiği destekle kalbinde yavaşça başka bir yer açtığını hissediyordu.
Sancak, Sevilay’a teşekkür ederken, "Her şey için teşekkür ederim. Gerçekten... Sen çok iyi bir insansın," dedi, ama gözlerinde hala eski acıların izleri vardı. O an, bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyordu, ama kalbinde hala sevdiği kadının anıları vardı. Sevilay, bu teşekkürlere sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi, ama içindeki hisler karmaşıklaşmıştı. "Ben sadece görevimi yapıyorum," dedi ama gözlerindeki anlam, başka bir şey söylüyordu.
Her şey bir anda değişebilirdi, çünkü bazen insanlar, acılarını ve kayıplarını bir kenara bırakıp, yeniden başlamak zorunda kalırlardı. Sevilay ve Sancak arasındaki bu yakınlık, sevgiyle başlamamıştı belki, ama zamanla, birbirlerine duydukları güven ve destekle şekillenmişti. Ne olursa olsun, ikisi de birbirlerinin hayatında bir yer edinmişti, ve bu yerin, her geçen gün biraz daha derinleştiğini hissediyorlardı.
Sevilay ve Sancak, hastane çıkışlarının ardından sessizce arabalarına doğru ilerlediler. Sancak, biraz halsizdi, Sevilay ise onun yanındaki her adımı dikkatle takip ediyordu. Arabada, huzurlu bir sessizlik hakimdi. Sevilay, gözlerini yoldan ayırmadan, kalbinde bir huzursuzluk hissediyordu. Ne kadar sükunet içinde görünseler de, aralarındaki mesafe hala silinmemişti.
Sancak, başını geriye yasladı, gözleri yorgundu. Bugün, yine zor bir gündü. Sevilay, gözlerini yolda tutarak derin bir nefes aldı. Araba, hızla şehri geçerken, her ikisi de geçmişin gölgelerinde kaybolmuş gibiydi. Birbirlerine yakın olmalarına rağmen, o mesafeyi geçmek, her geçen gün biraz daha zorlaşıyordu.
Sevilay, düşündükçe, Sancak’a duyduğu yakınlık, ona gösterdiği şefkat ve ilgiden başka bir şey daha hissetmeye başladığını fark etti. Ama kalbinin derinliklerinde, bu duygulara ne kadar güvenebilirdi? Geçmişin acıları, Sancak’ı terk etmeyen karanlık bir gölge gibiydi. Sevilay, içinden bir şeylerin düzelmesini istese de, her şeyin hâlâ kırılgan olduğunu biliyordu. O an, hiç kimse birbirine ne kadar yakın olursa olsun, geçmişin getirdiği yaraların tam anlamıyla iyileşmeyeceğini fark etti.
Sancak, pencereye yaslanarak gözlerini kapattı. Yavaşça, “Buralarda çok zaman geçiremedik,” dedi, ama sesinde bir kayıp, bir hüzün vardı. Sevilay, “Evet,” diye karşılık verdi, ama o kadar da hüzünlü değildi. Araba bir virajı dönerken, Sancak gözlerini açıp Sevilay’a baktı. "Teşekkür ederim," dedi, sesinde o kadar fazla şey gizliydi ki, Sevilay ne cevap vereceğini bilemedi. Ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa olsun, Sancak’ın içinde hala o eski acıların yankıları vardı.
Eve geldiklerinde, Sevilay arabayı park etti ve Sancak’a kapıyı açtı. Dışarıda hafif bir rüzgar esiyordu. Sancak, arabadan inmekte biraz zorlanıyordu, ama Sevilay hemen yanına geldi ve ona yardımcı oldu. Birlikte yürürken, Sancak’ın yorgun ama rahatlamış yüzü, Sevilay’a derin bir sessizlik içinde huzur verdi. Ancak o huzurun altında, kalbinde kararsızlık vardı. İki insan, hiç konuşmasalar da, aralarındaki bu yakınlığın sınırlarını zorlayarak eve adım atıyorlardı.
Sevilay ve Sancak, eve adım attıkları anda, kapının hemen önünde Mahinur’un silueti belirdi. Mahinur, gözleri ağlamaktan kırmızı, yüzü korku ve çaresizlik içinde, Sevilay’ın karşısına çıkmıştı. O an, zaman sanki donmuş gibiydi. Mahinur, Sevilay’ı gördü ve hiçbir şey düşünmeden, bütün gücüyle ona sarıldı. Gözyaşları, nehrin sularına karışır gibi yanaklarından süzüldü.
Sevilay, şaşkınlıkla Mahinur’un sıkıca sarıldığı bedenini kucakladı, ama içinde bir boşluk, bir korku vardı. Mahinur’ın sesi titrek, ama kalpten geliyordu: “Anne… Beni bırakma, nolur… Senin öz kızın değilim belki, anne ama beni annesiz bırakma…”
Mahinur, Sevilay’ın kolunu sıkıca sararken, her kelimesi bir çığlık gibi yankılandı Sevilay’ın içinde. Gözyaşları, Mahinur’un sesindeki çaresizliği yansıtarak iki kat daha yoğun bir şekilde dökülüyordu. “Anne…” dedi, ama bu kelime, ne kadar da derinden bir anlam taşıyordu. O kadar çok şey vardı ki Mahinur’un içinde. Sevilay’ın sımsıkı sarılması, ona bir türlü ulaşamayan bir güven hissi veriyordu, ama aynı zamanda ne kadar kaybolmuş olduğunu hissettiren bir boşluk da vardı.
Sevilay, bir an ne yapacağını bilemeden, Mahinur’un ağlayan yüzüne baktı. Mahinur, aslında hep ona ihtiyaç duymuştu; ama bugün, her şey birdenbire daha farklı hale gelmişti. “Beni bırakma,” diye fısıldadı Mahinur, ağlamaktan boğazı düğümlenmişti. “Senin öz kızın değilim belki… Ama… Anne, beni annesiz bırakma… Lütfen…”
Sevilay, her bir kelimenin içindeki acıyı, korkuyu hissederek derin bir nefes aldı. Mahinur’ın, o kadar sevgiye ve güvene ihtiyacı vardı ki, içindeki her türlü çelişkiyi silip atmak kolay değildi. Ancak, kalbinde Mahinur’a duyduğu derin sevgi, ona sarıldıkça daha da güçlüleşiyordu. “Ben seni bırakmam,” dedi Sevilay, sesi titreyerek ama yüreğinde büyük bir kararlılıkla. "Sana her zaman anne olacağım. Senin annesiz kalmana asla izin vermem."
O an, Mahinur’un içindeki her korku, her kayıp duygusu biraz daha hafifledi. Sevilay’ın kolları, ona hayatı boyunca aradığı o güveni, o sevgiyi sunuyordu. Mahinur, ağlarken bir yandan da Sevilay’a sımsıkı sarılmayı bırakmadı, adeta onun kalbinde kendi yerini bulmuştu. Sevilay, tüm acısına rağmen, Mahinur’a o an sadece bir şey söyleyebiliyordu: "Beni asla yalnız bırakma, çünkü ben her zaman senin yanında olacağım."
Ve o anda, Sevilay, Mahinur’a hem bir anne, hem de bir dost olma sözünü verirken, geçmişin yükü bir nebze olsun hafiflemişti. Aralarındaki bağ daha da güçlenmişti, ve belki de Mahinur’un gözyaşları, birlikte daha güçlü bir geleceğe doğru attıkları ilk adımdı. Sancak, Mahinur’un gözlerinde derin bir korku ve belirsizlik görerek eğildi. Yavaşça, kızının yüzünü avuçlarına aldı ve nazikçe sordu: “Kızım, bunu sana kim söyledi? Neden böyle bir şey yaptın?” Mahinur, ağlamaktan boğuk bir sesle, Sevilay’ın koluna sıkıca sarılmaya devam etti. Gözlerinde korku vardı, sanki bir an Sevilay onu terk edecekmiş gibi hissetti.
Mahinur, gözyaşları arasında derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı: “Anne… Annem yalan söylemiş… Mahin’in fotoğrafını buldu… O annem gibi… O da benim annem gibi sevdi beni… Ama Sevilay…” Gözleri, Sevilay’ın kolundan bir an olsun ayrılmadı. Sevilay’a tutunarak, kaybolma korkusu içinde titriyordu.
Sancak, Mahinur’un söylediklerini anlamaya çalışarak, “Bunu sana kimse söyleyemez,” dedi. “Sevilay hiçbir zaman seni bırakmaz.” Sancak’ın sesi sabırlı ama kararlıydı. Mahinur, korkuyla Sevilay’a sıkıca sarılırken, “Anne, beni bırakma,” diye fısıldadı. “Benim öz annem sensin, beni annesiz bırakma.” Sevilay, Mahinur’ı kucaklayarak onu sakinleştirmeye çalıştı. “Sana her zaman anne olacağım. Bunu sana kimse söyleyemez. Ben buradayım, hep senin yanındayım.”
Mahinur, başını Sevilay’ın omzuna yasladı ve gözyaşları içinde, “Beni hiç bir zaman yalnız bırakma,” dedi. Sevilay, onu sımsıkı sararak, “Bunu sana kimse söyleyemez,” diye tekrar etti. “Seninle hep olacağım.”
Sancak, gözlerini Mahinur’un ağlayan yüzüne odaklayarak, derin bir nefes aldı ve, “Bunu sana kimse söyleyemez,” dedi. “Ben sana güveniyorum. Sevilay da sana güveniyor.” Mahinur, Sevilay’a daha da sıkı sarılırken, gözlerinden dökülen yaşlar, güvenin ve sevginin getirdiği rahatlamayla yavaşça sakinleşmeye başladı.
Sevilay, Mahinur’ı kucaklayarak, “Ben seni hiç bırakmam,” dedi. Mahinur, gözlerinde hala korku olsa da, Sevilay’ın kollarında güven buldu. “Anne, seni hiç bırakmam,” diye mırıldandı Mahinur, ama bu kez kelimeler kayboluyor, Sevilay’ın sıcak kollarında huzur buluyordu.
Sevilay, Mahinur’un başını okşayarak, gözlerinden süzülen yaşlara bakarken derin bir nefes aldı. Yavaşça, Mahinur’ın gözlerinin içine bakarak, yumuşak ama kesin bir şekilde konuştu:
"Mahinurum," dedi, sesi titrek ama kararlı, "Sen benim biriciğimsin, güzel kızımsın. Evet, seni ben doğurmadım belki, ama seni ben büyüttüm. Benim için senin annen kimse, o sensin. Seninle paylaştığım her an, her gülüş, her gözyaşı, hepsi benim için canımdan daha değerli.
Sana kan bağım yok belki, ama bizim bağımız çok daha güçlü. Bizim bağımız can bağı. Kanla değil, kalple bağlıyız. Seninle öyle bir bağ kurdum ki, ne bir mesafe ne de zaman bu bağı koparabilir. Senin annesin, bir tanem, ve her zaman öyle kalacaksın.
Unutma, doğurduğunuz çocuk değil, büyüttüğünüz, sevdiğiniz çocuktur insanı gerçek anne yapan."
Sevilay, Mahinur’un saçlarını nazikçe okşayarak, bir kez daha fısıldadı: "Sadece kan bağına değil, kalpten kalbe bağlıyız biz. Seninle bu dünyada en güçlü bağa sahibim."
Mahinur, Sevilay’ın kollarında huzur buldu. O an, ne kan ne de doğumun anlamı vardı. Sadece bir annenin, bir çocuğunu sevme şekli vardı. Ve Mahinur, Sevilay’a sarılırken bunu hissetti, canla, kalpten, en derin duygularla.
Sevilay, Mahinur'un başını nazikçe okşayarak, derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu, ama kalbinde o kadar büyük bir sevgi vardı ki, her şeyi aşmaya kararlıydı. Yavaşça, Mahinur’a gözlerindeki korkuyu görmek için eğildi ve nazikçe fısıldadı:
"Ben senin annen olmasam da, seninle gurur duyuyorum, minik kızım, güzel kızım. Ben seni doğurmadım belki ama seni her halinle seviyorum. Senin anneni her şeyinle seviyorum, senin her halini… Her bir yanını seviyorum, güzel kızım." Sevilay’ın sesi, tıpkı bir annenin evladına duyduğu derin sevgiyi yansıtır gibi içten ve saf bir şekilde yankılandı.
Mahinur, bir an Sevilay’ın sözlerini anlamaya çalıştı, ama gözlerinden akan yaşlar, bir çocuğun içindeki en derin korkuyu taşıyordu. Sevilay, biraz daha yaklaşıp ona şefkatle bakarak, "Güzel kızım, sana bunları kim söyledi? Bunu sana kim söyledi?" dedi. "Evet, biliyorum, özür dilerim. Bu sözleri benden duymamalıydın. Ama güzel kızım, seni çok seviyorum. Bunu bilmelisin. Küçüktüm o zamanlar, biraz daha büyüdüğünde sana her şeyi anlatacaktım. Ve seni anlayacağını biliyordum, senin anlayışın büyük, minik kızım."
Mahinur, bir yandan gözyaşlarını silmeye çalışırken, Sevilay’ın söyledikleri arasında bir güven, bir sevgi arayışı buluyordu. "Şimdi ağlama," dedi Sevilay, "gözyaşlarını sil. Seninle her şeyin üstesinden geliriz."
Mahinur, hâlâ Sevilay’a sarılarak, "Bunları kim söyledi?" diye tekrar sordu. "Bana bunları kim söyledi?"
Sevilay, Mahinur’a sakinleştirici bir şekilde baktı, ama Mahinur gözlerinde hâlâ bir soru işareti vardı. Sevilay’ın sözleri, Mahinur’a umut verirken, aynı zamanda bir korku da taşıyordu. "Bunları kimse sana söylememeliydi, güzel kızım. Ama şimdi sana her şeyi anlatacağım."
Mahinur, başını sallayarak, ağlamaktan zor bir şekilde burnunu çekti ve gözleri hafifçe bulutlu bir şekilde Sevilay’a bakarken, başını eğdi. "Annem…" dedi, sesi titrekti, "Annemin resmini buldum. Başında büyük bir kadın vardı, babamla birlikte, karnı şişmişti… ve altındaki yazı… çok korktum, Sevilay." Mahinur’ın sesi ağlamaktan kesiliyordu. "Çok korktum…"
Sevilay, Mahinur’ı yavaşça kucakladı. "Bunu sana anlatmadım," dedi. "Ama korkma, şimdi sana her şeyi anlatacağım, güzel kızım. Gerçekler seni korkutmasın. O resim, belki bir zamanlar hayatın bir parçasıydı. Ama şimdi senin yanında ben varım. Bunu seninle birlikte aşacağız."
Sevilay, Mahinur’ın gözlerinin içine bakarak, derin bir nefes aldı. "Benim için her şey yolunda olacak. Çünkü seni seviyorum, ve seni her şeyinle kabul ediyorum, güzel kızım." Sancak, yedi yıl boyunca bedenen bir bitkisel hayatta yaşamıştı, ama içinde biriken öfke, biriken hayal kırıklıkları, kalbinin derinliklerinde biriktirdiği kırgınlıklar bir anda patladı. O kadar uzun süre sustu, o kadar çok bekledi ki, şimdi bu öfke bir yangın gibi tüm vücudunu sarıyordu.
Bir an için, Sevilay’ın yukarı çıkmasının ardından, evin sessizliğine kulağını verdi. Ama sonra, gözlerinde yıllarca bastırılmış bir furyanın patlaması gibi bir şey hissetti. Öfkesinin kontrolünü kaybederek, öne doğru adım attı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
"Yedi yıl! Yedi yıl boyunca bir bitki gibi yaşamışken, benim yerime senin yerini kimse dolduramadı! Benim yerime seninle ilgilenen, Mahinur’a bakan kimse olmadı! Ama şimdi, bu çocuğa böyle bir şey söylenmesine kimse izin veremez!" Sancak’ın sesi, evin her köşesini sarsacak kadar yüksekti. Gözlerinde biriken yılların öfkesi, tüm vücudunu sarhoş etmişti. O, yıllarca dışlanmış, köşelere itilmiş bir adamdı. Ama şimdi patlama zamanıydı.
"Kimse… kimse o küçük kıza böyle bir şey söyleyemez!" diye bağırarak, etrafındaki her şeyi devirdi. "Hadi, söyleyin bana, kimse bu çocuğa böyle bir şey söylesin! Hadi, bana açıklayın!" Sancak, öfkesini kontrol edemiyordu. Yıllarca uykusuz geçen, bilinçsiz geçen zamanın ardından, tüm bu gerilim, bir anda fırtına gibi patladı.
"Sadece bu kadar mı? Beni mi yok saydınız? Yedi yıl boyunca hiçbir şey hissetmedim mi sanıyorsunuz? Ne, ben bitkisel hayatta mıydım? Benim ruhum, vicdanım, hislerim neredeydi?" Sancak, yere sertçe bir şey fırlatarak devam etti. "Neden? Neden hep göz ardı edildim? Hep susmam gerekti, değil mi? Ama artık yeter!"
Sancak, adeta kendinden geçerek, ellerini sıkıca yumruklayıp, etrafındaki her şeyi devirmeye çalıştı. Her hareketinde bir çığlık vardı, yıllarca içinde biriken duygular, şimdi kendini tüm gücüyle dışarıya vuruyordu. "Bu çocuk, benim kızım! Mahinur’a kimse bu şekilde yaklaşamaz! Eğer bir aile varsa, o aile ben ve Sevilay’dır! Bunu kimseye yediremem!"
Sancak’ın nefesi hızlanıyordu. Gözleri dolmuştu, ama bu öfkenin içinde hala kaybolmuş bir baba vardı. Yıllardır içini kemiren bu duygular şimdi patlamıştı ve kimse, hiçbir şey bu öfkeyi durduramazdı. Yorumlar yazınız Ardı gelecek
|
0% |