@aytengul
|
Merhaba arkadaşlar bi bölüm daha sizlerle lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz sizleri çok seviyorum.
Sevilay, yerde dizlerinin üzerine çökmüş halde duran Sancak’a yavaşça yaklaştı, ellerini onun omuzlarına koydu ve nazik bir sesle fısıldadı: "Hadi, Sancak. Kalkalım. Birlikte kalkalım." Sesi, hem bir davet hem de bir umut fısıltısı gibiydi. Onun gözlerinde yanan kararlılık, odadaki tüm karanlığı dağıtmaya yetecek güçteydi. Sanki yorgun, yıkık ve harap olmuş adamı yeniden hayata bağlamak istercesine, kendindeki tüm sevgiyi ona aktarıyordu.
Sancak, onun sıcak ellerini omzunda hissettiğinde, derin bir iç çekti. Gözlerini kapadı; içinde kopan fırtınalar, tüm o yaralar, bir an için sönmeye yüz tutmuş gibiydi. Sevilay'ın sesi, kalbini yavaş yavaş sakinleştiriyor, kırgınlıklarının içindeki keskinliği alıyordu. Sancak, onun varlığında bir güç bulmaya çalıştı; adeta elinden tutup onu karanlıktan çekip çıkarmasını bekliyordu.
Sevilay, gözyaşlarını silerek Sancak'ın elini tuttu, yavaşça onun kalkmasına yardım etti. "Birlikte her şeyi aşacağız, inan bana," dedi. "Bunu, geçmişin yükünü bir başına taşımak zorunda değilsin artık." Sevilay, yavaşça Sancak'ı kendine çekti, omuzları üzerine yüklenen tüm ağırlıkları hafifletmeye, onun sırtına yüklenmiş acıları paylaşmaya hazırdı.
Sancak, titreyen elleriyle Sevilay'ın eline daha sıkı tutundu. Yavaşça doğruldu, ama bedenine ve ruhuna işleyen yılların yüküyle zorlanarak ayağa kalktı. Yine de, Sevilay'ın kararlı bakışlarında bir güven, bir huzur buluyordu. Onun yanında her şeyin biraz daha dayanılır hale geldiğini hissediyordu. Belki de hayatın bütün zorluklarına karşı birlikte ayakta durabileceklerdi.
Sevilay, Sancak'ın gözlerine bakarak, "Bundan sonra düşecek olursan, seni hep kaldıracağım, bunu bil," diye ekledi, sesi bir söz, bir yemin gibi içten çıkmıştı. "Bu evde yıkılan, parçalanan sadece eşyalar değil, senin kalbin. Ama yeniden inşa edebiliriz. Her şey kırılmış olabilir ama ben buradayım ve seninle birlikteyim."
O an ikisi de, geçmişin ağırlığına rağmen, birlikte yeni bir adım atabileceklerinin farkına vardılar. Sessizce birbirlerine bakarken, bu dayanışmanın, bu yaralarını birlikte sarma umudunun, her şeyin ötesinde bir bağ olduğunu hissettiler. Geçmişteki kırıklıkların, tüm karanlıkların ötesinde, Sevilay ve Sancak, birlikte ayağa kalkmanın gücünü keşfettiler. Mahinur, annesi ve babasının seslerini duyup odanın kapısından içeri daldı. Küçük ayakları telaşla yere vururken sesi çatallaşmış bir merak ve endişeyle, "Aniş! Babam!" diye seslendi. Odaya adım attığında yerde kırılmış eşyaları, dağılan kitapları ve yüzlerinde bir yorgunlukla birbirine bakarak ayakta duran Sevilay ile Sancak’ı gördü. Çocuk kalbiyle hemen bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti.
Mahinur, gözleri yaşlarla dolarak annesine doğru koştu, küçük kollarını Sevilay’ın bacaklarına sarıp, kafasını onun göğsüne yasladı. "Aniş, lütfen ağlama! Ne olur ağlama!" dedi titrek bir sesle. Sevilay, kızını sakinleştirmek için başını okşadı, ama gözlerindeki yaşları gizlemek imkansızdı. Mahinur, yüzünü Sevilay’ın göğsünden kaldırıp babasına doğru döndü. "Babam, neden üzgünsünüz? Neden kavga ediyorsunuz? Ne oldu, bir şey mi yaptım?" diye sordu korkulu bir sesle.
Sancak, bir an şaşkınca kızının masum gözlerine baktı. "Mahinur," diye kısık bir sesle konuşmaya başladı. "Hayır, yavrum, sen hiçbir şey yapmadın. Biz sadece..." Cümlesini toparlamaya çalışırken, Mahinur’un gözlerindeki endişe ona daha fazla söz bırakmıyordu. Sancak, kızının elini tuttu ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti. "Bazen anne ve babalar, geçmişte yaşadıkları şeylerden dolayı üzülürler. Ama bu seni asla ilgilendirmeyen bir şey, tatlım."
Mahinur, Sancak’ın elini sıkıca tutarak ona doğru sokuldu. "Ama ben sizi üzgün görmek istemiyorum. Birbirinizi sevmiyor musunuz?" dedi fısıltı halinde, sanki bu soruyu sormaktan bile korkuyormuş gibi.
Sevilay diz çöküp Mahinur’un göz hizasına geldi, ellerini küçük kızın omuzlarına koydu. "Güzel kızım," dedi, sesi yumuşak ve sakin. "Baban ve ben seni her şeyden çok seviyoruz. Aramızdaki her şey, seni daha mutlu görmek için. Ama bazen büyükler üzülür, konuşur ve geçmişin yaralarını iyileştirmeye çalışır." Mahinur’un gözlerinde biriken yaşları silerek ekledi, "Bu hayatta seni bırakmayacağım, bunu bil. Her zaman senin yanında olacağız, sen bizim biricik kızımızsın."
Mahinur, annesinin yüzüne baktı, sonra başını babasına çevirdi. "O zaman birbirinize hep destek olun, tamam mı?" diye yalvardı. "Ben sizi çok seviyorum, hep birlikte olalım," dedi, kollarını iki yana açarak her ikisine de sarıldı. "Birbirinizi kırmayın, çünkü ben sizi böyle görünce çok üzülüyorum."
Sancak, kızıyla göz göze geldi ve elini nazikçe saçlarında gezdirerek, "Tamam, Mahinur. Senin için, birbirimize destek olacağız," dedi, sesi yumuşamıştı. "Senin gibi güzel bir evladımız olduğu için şanslıyız. Biz seninle her şeyin üstesinden geliriz."
Mahinur, rahatlamış gibi derin bir nefes alıp, başını annesinin omzuna yasladı. "Siz yanımda oldukça hiçbir şeyden korkmam," dedi yavaşça. "Biz bir aileyiz değil mi, hep birlikte her şeyin üstesinden geliriz."
Sevilay, gözlerinde biriken yaşları tutamayarak küçük kızını sıkıca kucakladı. "Evet, Mahinur," dedi. "Biz her zaman bir aileyiz ve hep böyle kalacağız."
Mahinur, annesi ve babasının arasındaki gerginliği bir nebze hissetse de, çocukça masum bir tavırla onları rahatlatmaya çalıştı. Yüzünde sevimli bir gülümsemeyle, "Evet, hadi ama!" dedi. "O kadar çok konuştuk ki karnım acıktı! Yemek yemeyecek miyiz?"
Sevilay, kızının bu beklenmedik çıkışına gülümseyerek karşılık verdi, elini Mahinur’un küçük yanağında gezdirdi. "Senin gibi aç bir minik varken sofraya hemen oturmak lazım," diye şakacı bir sesle yanıtladı. "Sence önce ne hazırlayalım, küçük hanım?"
Mahinur düşünür gibi başını iki yana eğdi, gözlerini kocaman açarak, "Makarna! Hem de bol peynirli, olmaz mı?" diye sordu heyecanla. Sonra babasına dönerek ekledi, "Baba, sen de yardım eder misin? Bugün hep birlikte yemek yapalım mı?"
Sancak, kızının neşesini görünce, yüzünde beliren buruk gülümsemeyi saklamaya çalıştı. "Peki, Mahinur Hanım," dedi şakacı bir tavırla, "Ama makarnayı karıştırmak senin görevin olacak. Ben de sosu yaparım."
Mahinur heyecanla başını salladı, "Anlaştık! En iyi makarnayı biz yapacağız," diyerek Sevilay’a döndü. "Aniş, sen de bize katıl, üçümüz birlikte yapalım," diye ekledi, gözleri parıldıyordu.
Sevilay, bu neşeli tabloya kayıtsız kalamadı ve "Tabii ki, güzel kızım," dedi sevecenlikle. "Bugün bu mutfağın en iyi aşçıları biziz."
Hep birlikte mutfağa geçtiklerinde, Mahinur yüksek bir sandalyeye çıkıp dikkatle makarnayı karıştırmaya başladı. Sancak sosla uğraşırken, arada bir dönüp kızına gülümsedi. "Görüyor musun Sevilay," dedi keyifle, "Mahinur tam bir aşçı olacak galiba. Bir gün ünlü restoranlar peşine düşerse şaşırmam."
Mahinur, babasının bu sözlerine yanıt olarak kendini biraz daha önemli hissederek, "Belki kendi restoranımı açarım," dedi gururla. "Ama ikinizi de davet ederim tabii!"
Sevilay, bu hayal dolu anı daha da canlı tutmak için gülerek ekledi, "Biz de o restoranda her gün yemek yeriz, senin en büyük hayranların biz oluruz."
Birlikte gülerek makarnayı hazırladılar, sofraya oturduklarında ise Mahinur sevinçle annesi ve babasına baktı. "Birlikte yaptığımız yemek en güzeli, değil mi?" dedi gururla. Sevilay ve Sancak göz göze gelip kızlarının bu neşeli tavrı sayesinde yüzlerine yayılan huzuru hissettiler. Bu an, her şeyin ötesinde, aile olmanın güzelliğini onlara hatırlatıyordu. Yemek yapma kararı alındığında mutfakta neşeli bir kargaşa başlamıştı. Sancak, biraz hantal adımlarla mutfağa ilerlerken, Sevilay ve Mahinur, yemek yapma heyecanıyla neredeyse mutfağın ortasında dans ediyorlardı. Mahinur, annesi ve babasına sırayla talimatlar veriyordu; küçük yaşına rağmen büyük bir şef edasıyla, “Hadi bakalım, sosu karıştıran baba olacak! Anişim, sen de makarnayı tencereye dökeceksin! Ben de her şeyi kontrol edeceğim!” dedi.
Sevilay, güler yüzle ona göz kırptı. “Sen küçük şef olmuşsun ama bakalım bu mutfağın kraliçesi kim?” diye şakalaştı. Mahinur hemen cevabı yapıştırdı: “Tabii ki ben! Bugün kuralları ben koyuyorum!” Sancak, kızının bu cesur tavrını gördükçe hafifçe gülümsedi; bu neşeli tablo, ona huzur dolu, sıcak bir aile ortamının anlamını hatırlatıyordu.
Sevilay, ocağın altını açıp tencereye makarnaları koyarken, Sancak da sos için gerekli malzemeleri hazırlamaya koyuldu. Mahinur ise dikkatle babasının yanına sokuldu ve sos için kullanılan malzemeleri tek tek kontrol etmeye başladı. “Baba, domates sosunu koydun mu? Baharatları da ekleyecek misin?” diye sordu. Sancak, kızının meraklı gözlerini izleyerek, “Evet küçük şef, bu sos senin istediğin gibi bol domatesli ve bol baharatlı olacak,” dedi.
Mutfakta her şey bir ritim içinde ilerlerken Mahinur, yüksek bir sandalyeye çıkarak makarnayı karıştırmaya başladı. Küçük elleriyle kaşığı tutarken oldukça dikkatliydi. Sevilay, ona gülümseyerek, “Bakıyorum da mutfakta herkesin görevi belli, küçük hanım çok yetenekli,” dedi. Mahinur ise sevimli bir tavırla başını sallayıp, “Tabii ki öyle, en iyi makarnayı biz yapacağız!” diye gururla cevap verdi.
Bu sırada Sancak, sosu hazırlarken farkında olmadan kızına ve eşine her zamankinden daha yakın hissettiğini fark etti. Kızının ve Sevilay’ın mutfağın içinde şakalaşmalarını izlerken, içindeki tüm sıkıntılar bir an olsun hafifliyordu. Sosun kokusu mutfağa yayılmaya başladığında, Mahinur kokuya dayanamayarak burnunu çekti, “Mmm, baba, kokusu muhteşem oldu! Eminim tadı da harika olacak!” dedi.
Sevilay, gülerek ona doğru eğildi, “Tamam o zaman, hemen sofrayı hazırlayalım. Mahinur Hanım, bu makarnanın tadına bakacak ilk kişi sen olacaksın,” dedi. Mahinur gözleri parıldayarak “Ben hazırım!” diye sevinçle bağırdı.
Sofra hazırlanırken, Mahinur’un heyecanı ve mutlu tavırları, Sevilay ve Sancak’ın da yüzlerine huzurlu bir gülümseme getirdi. Hep birlikte masaya oturduklarında, Mahinur’un önüne ilk tabağı koydular. Mahinur, çatalını makarnaya daldırıp ilk lokmasını büyük bir iştahla aldı ve gözleri parlayarak “Harika olmuş!” dedi.
Sancak ve Sevilay, Mahinur’un bu neşesini paylaşıyorlardı. Sancak, kızının yüzündeki sevinci izlerken, yıllardır yaşadığı tüm sıkıntılar bir nebze olsun unutulmuş gibiydi. Onlar da makarnayı yemeye başladılar ve sohbet eşliğinde neşeli bir yemeğe devam ettiler. Bu sırada Mahinur, büyük bir ciddiyetle anne ve babasına dönerek, “Bir gün kendi restoranımı açtığımda sizi ilk davet edeceğim, tamam mı?” diye sordu.
Sevilay, gülümseyerek başını salladı, “Senin ilk müşterilerin biz olacağız zaten, bir tanem,” dedi. Sancak da ona katılarak, “Ve her gün o restoranda yemek yiyeceğiz,” diye ekledi.
Bu neşeli an, herkesin yüreğini ısıtmış, tüm geçmişin acılarını bir anlığına bile olsa unutturmuştu. Sancak, bu sıcak aile tablosunu izlerken kendini daha önce hiç bu kadar huzurlu hissetmediğini fark etti. Mahinur, şen kahkahalarıyla odanın içini doldururken, Sevilay ve Sancak onun neşesine ortak olmuşlardı. Herkes için unutulmaz, huzurlu bir akşam yemeği olmuştu.
Birlikte yemek yedikten sonra, Sevilay, Mahinur’un ellerinin ve yüzünün biraz kirlendiğini fark etti. “Güzel kızım, hadi banyoya gidip yüzünü yıkayalım,” dedi. Mahinur ise hafif bir muzurlukla gözlerini kırparak hemen “Ama önce beni yakalamanız gerekecek!” deyip banyoya doğru hızla koşmaya başladı.
Sancak ve Sevilay, kızlarının bu ani oyun başlatmasına şaşırıp gülümserken, Sancak eğlenceli bir sesle, “Kaç bakalım küçük tavşan, nasıl olsa seni yakalayacağız!” diye seslendi ve ardından Sevilay ile beraber peşine düştüler. Mahinur kahkahalarla banyoya girmeye çalışırken onları atlatmaya uğraşıyor, her ikisi de onun enerjisine kapılarak gülüyordu.
En sonunda Mahinur banyoya girip kendini kilitli gibi yaparak, “Hadi bakalım, şimdi beni yakalayamazsınız,” diye seslendi. Sevilay kapıyı nazikçe tıklatarak, “Minik kaçak, hadi bakalım, şimdiye kadar iyi direndin ama artık yüzünü yıkama zamanı,” dedi. Sancak ise eğilip kapının altından, “Bir anlaşma yapalım mı Mahinur Hanım? Kapıyı açarsan sana ödül olarak en sevdiğin oyuncağını veririz,” diye teklifte bulundu.
Mahinur kısa bir süre düşündükten sonra kapıyı aralayarak başını uzattı, gözlerinde şakacı bir ifadeyle, “Ödülümü alınca söz, yüzümü yıkayacağım,” dedi. Sevilay, onun bu sevimli hallerine gülerek içeri girip onu nazikçe kucağına aldı. “Tamam küçük hınzır, sen kazandın,” dedi sevgi dolu bir sesle. Mahinur ise gülümseyerek, “O zaman hadi, bana bir bardak su verin de yüzümü kendim yıkayayım,” diye ekledi.
Sancak, bu mutlu tabloya bakarken hem sevgi hem de huzurla doldu. Kızlarıyla bu masum ve eğlenceli anları yaşamak ona hayatın asıl güzelliklerini hatırlatıyordu. Sevilay, Mahinur’un ellerini ve yüzünü yıkarken onunla şakalaşmaya devam etti. Mahinur sonunda ellerini kurulamadan, “Tamam, artık temizim!” deyip ikisine de öpücükler kondurdu ve “Bir sonraki oyunda da yine ben kazanacağım, bekleyin görürsünüz!” diye meydan okudu.
O an, evdeki herkesin yüreğini ısıtan bu neşeli kahkahalar, yaşanan tüm acıların ve geçmişin üzerini örter gibi bir huzur bıraktı.
Mahinur’un yüzü yıkandıktan sonra banyodan çıkarken kaşlarını çatıp dudaklarını büzerek, sevimli bir öfkeyle babasına koştu. Küçük adımlarla mutfakta yemek hazırlığı yapan Sancak’a doğru hızla ilerleyip kollarını sımsıkı babasının bacaklarına doladı.
“Baba! Annem az kalsın kafa tasımı çatlatıyordu!” dedi, biraz hüzünlü ama daha çok oyunbozan bir tavırla. “Yüzümü yıkarken o kadar ovuşturdu ki neredeyse saçlarımı bile yoluyordu,” diye ekledi ve kaşlarını çatarak Sevilay’a kısa bir bakış attı.
Sancak, kızının bu şikayetini duyunca yüzünde kocaman bir gülümsemeyle eğilip onu kucağına aldı. “Minik prensesim, bu kadar mı kötüydü gerçekten? Annen seni tertemiz yapmaya çalışırken mi böyle oldu?” dedi, alaycı bir sesle.
Mahinur ellerini kollarına kavuşturup çok ciddili bir ses tonuyla, “Evet baba! Bana nasıl davranıyor görsen inanamazsın! Neredeyse kafa tasımı çatlatacaktı! Böyle yapmaya devam ederse benden şikayet dilekçesi alacak, hiç şansı yok!” diye devam etti.
Sevilay ise bu konuşmayı duyduğunda gözlerini devirerek güldü ve Mahinur’a hafifçe yaklaşarak, “Aman minik hanım, o kadar da abartma lütfen! Seni biraz suyla buluşturduk diye bu kadar yaygara yapmaya gerek var mı?” dedi.
Mahinur, bir yandan babasının kucağında kıpırdanarak, “Ama anne, biraz yüzümü yıkayacaktın, kafa tasımı değil! Ellerini bana o kadar sert bastırdın ki neredeyse fırça gibi ovdun,” dedi.
Sancak, Mahinur’un bu afra tafralarını duyunca kahkahasını tutamadı. “Belli ki temiz olmanın bedeli ağırmış, minik hanım,” diyerek Mahinur’un yanağına öpücük kondurdu.
Sevilay hafifçe gülümseyerek, “Peki küçük hanım, bir dahakine nazikçe yıkayacağım. Ama sen de bu kadar tozu toprağı yüzüne bulaştırmazsan o kadar sert temizlemem gerekmeyebilir, ne dersin?” dedi, alaycı bir sesle.
Mahinur ciddi bir tavır takınarak, “Bundan sonra sokakta oynarken dikkatli olacağım ama sadece yüzümü biraz yıkaman lazım, anne, bütün kafa tasımı değil!” diyerek bir kez daha lafını esirgemedi.
Sancak, bu ikilinin şakalaşmasını izlerken hem Sevilay’a hem de Mahinur’a içten bir sevgiyle baktı. Evdeki bu neşeli ve sıcak hava, Sancak’ın içinde huzur ve mutluluk bıraktı. Küçük kızının afra tafralı, şikayet dolu ama bir o kadar da şirin halleri, herkesin yüzünü güldürdü.
İşte, mutlu olmak bazen bu kadar basitti. Büyük ihtişamlar, gösterişli sofralar, yüksek mevkiler gerekmiyordu mutluluğa ulaşmak için; bazen sadece sevdiklerinle geçirdiğin bir an, gülümsemeyle taçlanan bir dakika yetiyordu insanın içini ısıtmaya.
Sancak, Mahinur’un küçücük ama kocaman anlamlar taşıyan bu şikayetlerini dinlerken fark etti bunu. Gözleri, bir yandan babasının kucağında güvende hissetmenin keyfini süren, bir yandan da afra tafralı tavırlarıyla kendini dinleten Mahinur’a takılmıştı. Küçük ellerini babasının omzuna dayayıp onunla konuşurken yüzüne yansıyan o masum ifade, sevinç dolu tebessümü, neşeli gözleri… Her şey ona gerçek mutluluğun resmini çiziyordu adeta.
Sevilay ise bir adım ötede, Mahinur’un sergilediği bu tatlı oyunbazlık karşısında sabırla gülümsüyordu. Yıllarca bu minik kız çocuğuna anne sevgisini sunmuş, her gün onun için çırpınmıştı. Şimdi ise, küçüğün şikayetlerini dinlerken içten içe onun böyle sağlıklı, neşeli, kendine güvenli olmasına duyduğu mutluluğu yaşıyordu. Her gülüş, her sitem dolu minik söz, Sevilay’ın yüreğine bir damla huzur bırakıyordu.
Evin içindeki bu anın sessizliği bile bir anlam taşıyordu. Aralarındaki samimiyet, her bir sözün ardındaki sevgi, belki de uzun zamandır aradıkları huzuru onlara fısıldıyordu. Sancak, Sevilay ve Mahinur’un bu mutlu sahnesine bakarken, aslında mutluluğun büyük beklentilerde değil, küçük anlarda saklı olduğunu anladı. İnsan, bazen yüzlerce satırdan daha anlamlı bir bakışta, bir çocuk kahkahasında, bir minik dokunuşta buluyordu huzuru.
Evet, mutluluk bu kadar kolaydı: Sevdiklerinin yanında, sevildiğini bilmenin getirdiği huzurla oturabilmek…
|
0% |