@aytengul
|
Helo nasılsınız muhteşem günolar hadi okuyup oy ve yoeum yapın bakam süpersonik bir bölüm daha
Sancak, Sevilay’a derin bir bakışla sessizce hayranlıkla dolu gözlerle baktı. Onun, kendi eksikliğinde gösterdiği cesaret ve liderlik, her zorluk karşısında dik duruşu, şirkete ve aşirete olan bağlılığı… Bütün bunlar, aslında Sevilay’ın sadece Mahinur’a değil, koca bir düzene de hayat verdiğini açıkça gösteriyordu. Sancak, Sevilay’ın bu güçlü duruşunu takdirle izlerken, içinde giderek büyüyen bir minnet hissetti. Ona hayranlıkla, sakin ve kararlı bir sesle, “Benim yokluğumda hem şirkete hem de aşirete öyle bir liderlik yapmışsın ki Sevilay, senin varlığın sayesinde her şey ayakta kalmış,” dedi.
Sevilay, Sancak’ın sözlerini dinlerken, gözlerinde minnetle parlayan ışığı fark etti. Herkesin kendisine şüpheyle baktığı, “Kadın halinle ne yapabilir ki?” diye küçümsediği günler aklından hızla geçti. Yıllardır içinde sakladığı o kırgınlıkları, sessizce direndiği mücadeleleri anımsadı. Hafifçe başını kaldırarak, alçakgönüllü ama dimdik bir ifadeyle, “Sana söz vermiştim Sancak,” diye başladı. “Şirket de, aşiret de senin kadar benim de canımdan bir parçaydı artık. Eğer senin iznin olursa, bu görevime devam etmek istiyorum. Yarım kalmış bir işi, bir hayali bırakmak istemem.”
Sancak, Sevilay’ın bu sözleri karşısında derin bir nefes aldı. Kendisini toparlamaya çalışarak, Sevilay’ın eline uzandı. Elleri birbirine değdiğinde, aralarında sessiz bir anlaşmanın gücü hissetti. Ona içtenlikle, “Bir izne ihtiyacın yok, Sevilay. Sen, çoktan bu yerin ruhu olmuşsun. Tek başına değil, el ele verip her şeyi düzene sokacağız. Senin yanında benim de gücüm var. Birlikte hem aşireti hem de şirketi güvenle çekip çevirebiliriz,” dedi.
Aralarındaki bağ, her ikisinin de beklemediği bir derinlikte gelişmeye başlamıştı. Sancak’ın içi bu yeni yakınlığa karşı karmaşık duygularla doluydu; bir yanda Sevilay’ın azmi, kararlılığı ve içindeki ışık onu etkiliyor, diğer yandan ise geçmişin gölgeleri hâlâ peşini bırakmıyordu. Mahi’nin anıları, ihaneti ve çocuğunu istememesi hâlâ Sancak’ın yüreğinde derin bir yara olarak duruyordu. Ama Sevilay’ın ona uzattığı el, adeta yeni bir sayfanın davetiyesiydi; sakin ama sağlam bir başlangıç…
Sevilay ise Sancak’ın yüzündeki gölgeleri fark ettiğinde, bir an duraksadı. Sancak’ın yükünü, yüreğinde taşıdığı acıyı hissetmişti. Ona dokunmak, onun yaralarını sarmak istiyordu ama acele etmiyordu. Sabırla, onun yeniden güvenini kazanmak için yanında olacaktı. Sancak’ın gözlerine baktı, derin bir içtenlikle, “Ne kadar zor olursa olsun, sana söz veriyorum Sancak,” dedi. “Her şey yoluna girecek. Ben senin yanında olmaya devam edeceğim, sen istemedikçe gitmeyeceğim. Bu yükü beraber taşıyacağız.”
Sancak, Sevilay’ın bu içten sözleri karşısında bir an sessiz kaldı, gözlerini kaçırdı. Sevilay’a güvenmek istiyordu, yeniden birine yaslanmak istiyordu, ama kalbinin bir kısmı hâlâ geçmişin acılarıyla kaplıydı. Yine de, Sevilay’ın elini tutarken hissettiği güven duygusu, içinde yeni bir umut filizi gibi yeşermeye başlamıştı.
Sancak, Sevilay’ın gözlerine bakarak derin bir nefes aldı ve kendini toparlayıp konuşmaya başladı. “Sevilay,” dedi, sesi titrek ama kararlıydı. “Biliyorum, yıllardır bekledin. Sen beklerken ben bu bilinçsizliğin içinde kaybolmuş bir haldeydim. Her gün burada, bu hayata döneceğimi umarak yanımda duran biri olduğunu bilemeden geçip gitti o yıllar. Şimdi karşımdasın ve içimde her şey karma karışık… Ama bil ki, seni burada, yanımda görmek bana güç veriyor.”
Bir an duraksadı, yılların birikmiş acısı ve geçmişin ağırlığı omuzlarında hissediliyordu. “Yedi senemi kaybettim,” dedi, sesi derin bir hüzün taşıyordu. “Sen ise, yedi seneni benim için harcadın. O kadar zaman boyunca bekledin, umudunu kaybetmedin. Ben bu yaşananları, bu zor günleri asla unutamam ama senin bu sabrını da unutamam, Sevilay. Geçen yılları geri getiremeyiz ama artık yeniden başlayabiliriz, belki de birlikte yaralarımızı sarabiliriz.”
Gözlerini yere indirdi, sanki geçmişin gölgeleri hâlâ peşindeydi. Ama Sevilay’ın kararlı bakışları, ona bir çıkış yolu sunuyordu. “Yıllardır bilmediğim şeyleri öğrendim,” diye devam etti, sesi biraz daha güçlü çıkmaya başladı. “Öğrendiklerim bana büyük bir darbe oldu. Gerçekler, ihaneti ve yalanları ortaya çıkardı, beni bir kez daha sarstı. Şimdi her şeyi biliyorum. Artık geçmişin acı yükünü taşımayacağım. Gerçekler acı verse de, bu defa seninle bu hayatı yeniden kurmak istiyorum.”
Sancak, Sevilay’ın ellerini kendi ellerine aldı, gözlerinde bir umut ışığı yanıyordu. “Geçmişimiz karanlık, ama geleceğimizi beraber inşa edebiliriz. Belki geçmişte seni görmezden geldim, belki de asıl hak ettiğin yeri sana vermedim ama artık seni anlıyorum. Sana ve bize bir şans vermek istiyorum, Sevilay. Eğer kabul edersen, seninle güçlü bir aile olmayı hayal ediyorum. Bu yükü tek başına taşımak zorunda değilsin; biz birlikte daha güçlü olabiliriz.”
Sancak’ın sözleri, her kelimesinde yılların birikmiş acısını ve aynı zamanda Sevilay’a olan minnettarlığını taşıyordu. “Bu zor bir yol olacak, belki de geçmişin izlerini hemen silemeyeceğiz, ama yanımda olacağını bilmek bana güç veriyor,” diye ekledi. “Elimden gelen her şeyi yapacağım, artık yalnız değilsin. Sen benim dayanağımsın ve ben de senin yükünü paylaşacağım. Bunu sana söz veriyorum.”
Sevilay’ın gözleri dolmuştu, ama bu gözyaşları umut ve mutluluk doluydu. Sancak’ın kararlılığı, ikisinin de geçmişin yaralarını iyileştirip yeni bir geleceğe adım atması için ilk adım olmuştu.
Mukaddes Hanım, elindeki tesbihi sinirle çekiştirirken kendi kendine konuşuyordu; odanın her yanına içindeki hırs ve hayal kırıklığının yankısı dolmuştu. Sancak’ın uyanmasıyla birlikte kurduğu bütün hesaplar bir bir boşa çıkmıştı. Mahinur’un babasına ve Sevilay’a olan bağlılığının, aralarında oluşturduğu güven bağının kırılmasını beklerken, işler tam tersi bir hal almıştı. Bu beklenmedik yakınlaşma Mukaddes Hanım’ı çileden çıkarmış, onu adeta içten içe kemiriyordu.
“Koca kadın olmuşum, onca oyun kurmuşum, senelerimi vermişim,” diyerek söyleniyordu, sesi giderek yükseliyordu. “Ama şu kıza bak! Neden Sevilay’dan vazgeçmedi? O kadınla nasıl böyle bağ kurdu, nasıl benim sözlerimi duymazdan geldi?” diye hırçın bir tonla kendi kendine söylendi.
Odada volta atarken, dudaklarından dökülen her kelime nefretle doluydu. “Ben bu aileyi korumak için neler yaptım! Neleri feda ettim! Ama o… o sevdiği bir kadını, bir yabancıyı benden üstün tutacak, öyle mi?” diye fısıldadı, gözleri neredeyse ateş saçıyordu.
Bir an duraksadı, sonra derin bir nefes alarak kendi kendine söylenmeye devam etti. “Mahinur’a gerçeği gösterdim. O kadın sadece bir yabancı. Ona asla annelik yapamaz. Ama yok! Neden böyle yapıyor, neden onların yanında kalmaya devam ediyor?” diye bağırarak öfkesini tesbihine yöneltti, parmaklarıyla boncukları sertçe çekiştirirken, sanki sinirini bir şekilde çıkarmaya çalışıyordu.
Başını ellerinin arasına alarak oturdu. “Mahinur’u yanıma çekmek için her şeyi yaptım, ama o hâlâ gidip o kadının eteğine yapışıyor,” dedi hırçın bir fısıltıyla. Sancak’ın uyanmasıyla Sevilay’a ve Mahinur’a karşı oynadığı bütün oyunlar, sarf ettiği bütün çabalar boşa gitmiş gibi hissediyordu.
Odada öfkeden patlamaya hazır bir volkan gibi dolanırken, bir an gözlerini karartıp kendi kendine mırıldandı: “Onları ayırmam gerekiyordu… O kızı bana karşı doldurmalıydım, Sevilay’a bağlılığına engel olmalıydım. Ama o kadın her seferinde bir yolunu bulup Mahinur’u kendine bağladı. Yazıklar olsun bana! Bunca zamandır bu kadar ince ince kurduğum tuzakları, bu kadar iyi planlanmış oyunları nasıl bozdular?”
Mukaddes Hanım, içindeki hırs ve kinle kıvranıyordu. Geçmişte yaptıklarının, aileyi kendine bağlı tutma çabalarının bir bir boşa gitmesine, planlarının ellerinden kayıp gitmesine dayanamıyordu. Mahinur’un, Sevilay’a duyduğu sevgi ve güvenin önünde bir engel olarak duramamak, içindeki kıskançlık ve öfkeyi daha da körüklüyordu.
“Bu iş burada bitmedi,” diye mırıldandı kendi kendine, sesi kararlılıkla doluydu. Gözlerini odanın boş bir köşesine dikerek, kendi kendine sessiz bir yemin etti. “Bu iş daha bitmedi. Bu ailenin başında ben varım, ve böyle kalacak.”
Sevilay, gecenin sessizliği içinde Sancak’ın kollarında yavaşça gözlerini araladı. Gözlerini açtığında, Sancak’ın ona sımsıcak sarıldığını ve kendine has erkeksi kokusunun etrafa yayıldığını hissetti. Bu koku ona güven veriyor, içinde huzur dolu bir his yaratıyordu. Uzun bir zamandan sonra bu şekilde birine yakın uyanmak Sevilay için de alışılmadık bir duyguydu. Yüreğinde, kaybettiği yılların acısını bir nebze dindiren bir huzur vardı. Sancak’ın solukları ritmik, sessizdi; sanki içindeki bütün yaralar kapanmış gibi derin bir uykuya dalmıştı.
Bu huzurlu sessizliği, aniden büyük bir gürültüyle açılan kapı bozdu. Minik Mahinur, sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış ve koşa koşa babasının odasına gelmişti. O tatlı coşkusuyla kapıyı sertçe açarak kendini birdenbire babasının kucağına attı. Sancak, aniden uyanarak hafifçe irkildi, bir an ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ama Mahinur’un sevimli yüzünü görünce, yavaşça gülümsedi. Küçük kızın gözleri ışıl ışıldı; babasını özlemişçesine ona sarılıyor, neşeyle babasına şımarıkça gülümsüyordu.
Sevilay ve Sancak, Mahinur’un bu ani baskını karşısında hafifçe gülümseyip, göz göze geldiler. Sevilay yavaşça doğruldu, yatağın kenarında duran hırkasını giyerken Sancak da Mahinur’u kollarına aldı ve onu sevgiyle öptü. Ardından üçü birlikte hazırlanarak aşağı indiler.
Kahvaltı sofrası sakin bir sabah havasında hazırlanmıştı. Sancak, kahvaltıda Mahinur’un saçlarını özenle okşarken, minik kız gözlerini babasına dikti ve çocukça bir şirinlikle, “Baba, annemi de öp,” dedi, bakışlarıyla Sevilay’ı işaret etti. Sancak, bu tatlı isteği karşısında hafifçe gülümsedi ve başını Sevilay’a doğru çevirdi. Mahinur, iki sevdiği insanı yan yana görmekten tarifsiz bir mutluluk duyuyor, masumane bir şekilde onları izliyordu.
Tam o sırada, Mukaddes Hanım yan odadan geldi. Mahinur’un bu şirinliklerini görüp Sevilay’ın Sancak’ın yanında olmasına içerlemiş gibi, alaycı bir ses tonuyla, “Hiç utanmanız, arlanmanız kalmamış maşallah! Sabahın köründe herkesin içinde gösterilere bak hele! Hayret bir şey!” diyerek söze girdi. Gözleri Sevilay’a kin dolu bir bakış atıyordu; içinde, uzun süredir bastıramadığı bir öfke kabarıyordu.
Sevilay ise bu sözleri duymazdan gelemedi, Mukaddes Hanım’ın bitmek bilmeyen laf sokmalarından bıkmıştı artık. Derin bir nefes alarak sakinliğini korumaya çalıştı ve kibar ama kesin bir tavırla yanıt verdi: “Mukaddes Hanım, sizin ağzınız böyle boşken pek çok konuşuyor. Belki biraz kahvaltı yaparsanız, kelimeleriniz biraz dinlenir.”
Sancak, Sevilay’ın bu sakin ama dokunduran cevabı karşısında hafifçe gülümsedi ve sessizce kahvaltısına devam etti. Mahinur, anne ve babasının yanında olmasından o kadar mutluydu ki, Mukaddes Hanım’ın söylediklerini bile duymazdan gelmişti.
Mukaddes Hanım ise Sevilay’ın cevabıyla daha da öfkelenmişti, gözleri kısılmış, dudakları incelmişti. “Bana bak Sevilay,” dedi, sesi iyice sertleşmişti. “Bu konakta ağzını çok açtın, bu ailede herkes yerini bilecek, sen de haddini aşmadan ne konuşacağını bileceksin. Sözlerim seni rahatsız ediyorsa, o da senin kendi meselen.”
Sevilay, Mukaddes Hanım’ın bu tehdidine aldırmadan hafifçe gülümsedi, bakışlarını ondan sakınmadan karşılık verdi. “Ben haddimi biliyorum, Mukaddes Hanım. Biliyorum, çünkü bu aile için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Bu konağın yükünü senelerce taşırken bana kimse yardımcı olmadı. Ancak bir şeyden emin olun, bu aileyi ayakta tutmak için daha da güçlü olmaya devam edeceğim.”
Bu sözlerin ardından Mukaddes Hanım adeta küplere binmişti. Sevilay’ın her sözü, onun gururuna bir darbe gibiydi. İçinde kabaran kıskançlık ve nefret, yüzüne yansıdı. Fakat karşısında duran Sevilay’ın kararlılığı karşısında ne kadar sert bakışlar atsa da, bu mücadelede Sevilay’ın dimdik durduğunu görmek onu daha da sinirlendirmişti.
Mahinur bu gerginliğin farkında bile değildi. Kahvaltısına keyifle devam ediyor, anne ve babasının onun yanında olmasından mutlu bir şekilde tabağını dolduruyordu. Sevilay ve Sancak ise, bir an için göz göze gelerek, bu anın tadını çıkarmaya karar verdiler. Sessiz bir anlaşmayla, Mukaddes Hanım’ın söylediklerine aldırış etmeden, Mahinur’un yanında olmanın huzurunu yaşadılar.
Sevilay, Sancak’ın ardından giderken Mukaddes Hanım’ın soğuk sesi duyuldu: "Kocan artık sağ, o dururken senin çalışmak ne haddine?" Sözler, Sevilay’ın içinde bir ağırlık yaratsa da, Sancak hemen araya girdi. Karısının yanında durarak bakışlarını Mukaddes Hanım’a çevirdi, sesinde bir güven ve sahiplenme vardı.
“Benim karım istediğini yapabilir,” dedi Sancak, sözlerine bir kesinlik ekleyerek. "Sevilay, sadece evimin hanımı değil, hayatımdaki en değerli insan, aklıma akıl katan kadınım. Onun çalışması, güçlenmesi, kendini bulması en doğal hakkı. Bunu ona kimse yasaklayamaz, hele benim karım olduğu sürece.”
Sevilay, bu sözler karşısında gözleri dolu dolu Sancak’a baktı, kalbinin derinlerinde bir güç hissetti. Sancak ona dönerek elini tuttu, parmaklarını yavaşça sıkarak, gözlerinin içine baktı. “Sen benim yanımda olduğun sürece,” diye ekledi, “bu aileyi birlikte yönetiriz. Senin fikrine, emeğine her zaman değer veririm. Bizim yolumuz bir, adımımız bir Sevilay. Seninle birlikte, hem evde hem işte, geleceğimizi kuracağız.”
Mukaddes Hanım, Sancak’ın bu sözlerinden sonra bir şey söyleyemedi. Sancak’ın kararlılığı ve Sevilay’a olan güveni karşısında, bakışlarını yere indirdi. Sevilay, Sancak’ın desteğiyle daha güçlü hissederek, onun yanında yerini aldı. Bu an, ikisi için de birlikte geçirecekleri yeni bir başlangıcın işaretiydi.
Sancak ve Sevilay iş için evden ayrılırken, kapının önünde üzgün bir halde onlara bakan minik Mahinur, alt dudağını sarkıtmıştı. Sevilay, kızına sevgiyle eğildi ve saçlarını okşayarak, “Ah, hiç öyle bakma minik hanım,” dedi gülümseyerek. "Bizim işimiz var ama senin de çok eğlenceli bir günün olacak. Evde kalıyorsun ve birazdan senin için gelecek olan ablayla oynayacaksın. Hem, akşama döndüğümüzde sana kocaman bir sürprizimiz olacak, tamam mı?"
Mahinur, biraz burun kıvırarak Sevilay’a baktı, ardından Sancak’a yöneldi. “Ama babacığım, gitmeyin,” diye mırıldandı, minik elleriyle babasının ceketinin ucuna yapışarak. Sancak, diz çöküp kollarını açarak kızını sarıldı. “Biz sadece kısa bir süreliğine gidiyoruz, tatlı kızım. Sen bize burada göz kulak ol, olur mu?” dedi, onu kucaklarken.
Sevilay ve Sancak, Mahinur’un hüzünlü bakışlarını arkalarında bırakarak kapıdan çıkarken, minik kızlarına bir kez daha el salladılar. Mahinur, onları izlerken yüzünde beliren küçük bir tebessümle onları uğurladı. İçindeki özlem bir yana, gün boyu onları bekleyecek ve akşam yeniden kollarına koşacaktı.
Türkmen Şirketi’nin devasa binasına adım attıklarında, Sancak ve Sevilay’ın çevresinde bir hareketlilik başladı. İçeriye girdiklerinde çalışanlar saygıyla selam verip, başlarını hafifçe eğerek gülümsüyorlardı. Şirketin içinde büyük bir itibar ve güven kazanan Sevilay, başıyla selamlarını aldı, her zamanki gibi kendinden emin, ama sıcak ve içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Sancak ise, arada göz ucuyla etrafı süzüyor, Sevilay’ın bu ortamdaki saygınlığını, çalışanların ona olan güvenini görmekten gururlu ama içinde kıpırdayan bir kıskançlıkla ilerliyordu.
Tam o sırada, Hakan hızlı adımlarla yanlarına geldi. Sevilay’a doğru eğilerek, “Hoş geldiniz Sevilay Hanım,” dedi samimi bir sesle. “Bugün birkaç görüşmeyi size iletmek istiyordum, fırsatınız olduğunda konuşabilir miyiz?”
Sevilay gülümseyerek Hakan’a dönüp, “Elbette Hakan, ofise geçer geçmez konuşuruz,” dedi. Sesi sıcak ve güven vericiydi. Hakan, Sevilay’ın işlere olan ilgisinden her zaman etkilenmişti; onun liderliğinden ve dürüstlüğünden oldukça memnundu.
Sancak, Hakan’ın Sevilay’a karşı bu kadar yakın ve içten davranmasına gözlerini kısarak baktı. Hafif bir kıskançlık hissiyle Sevilay’a doğru yaklaştı ve kolunu nazikçe Sevilay’ın omzuna koyarak Hakan’a dönerek sordu, “Sen hangi departmandan sorumluydun, Hakan Bey?”
Hakan, Sancak’ın sorusuna şaşkınlıkla ama saygıyla yanıt verdi, “Yönetim ve planlama işlerinden sorumluyum, Sancak Bey. Sevilay Hanım’la şirketin projeleri üzerine sıkça toplantılar yapıyoruz.”
Sevilay, Sancak’ın bakışlarını fark edip hafifçe gülümsedi. “Hakan, şirkette sağ kolum gibi oldu artık,” dedi gururla. “Her projemizde büyük emeği var.”
Sancak bu sözler karşısında biraz içten içe kıpırdanırken, başını hafifçe salladı. “Tabii… Sağ kol demek…” dedi. "Her işte mutlaka güvenilir biri olmalı tabii, özellikle Sevilay gibi değerli bir liderin yanında."
Hakan, bu cümlelerdeki ince kıskançlığı hissetmiş gibi bir gülümsemeyle Sancak’a baktı. “Endişeniz olmasın, Sancak Bey. Sevilay Hanım’a her zaman profesyonel bir mesafeyle saygı gösteririz. Ayrıca, kendisi yalnızca bir lider değil, ilham aldığımız bir mentor.” dedi. Sesi samimi ve içten, gözlerinde dürüst bir bakış vardı.
Sevilay, aralarındaki gerilimi hafifletmek için gülümseyerek, “Hadi, ofise geçelim,” dedi. Hem Sancak’a hem de Hakan’a bakarak, “Bugün yapılacak işlerimiz var. Ama şunu da belirtmeliyim ki, ikiniz de şirket için çok değerlisiniz,” diye ekledi. Sancak ve Hakan’ı peşine takarak ofise doğru yürürken, içten içe bu sıcak ama tatlı kıskançlıkla dolu ortamın ona huzur verdiğini hissetti.
Mahinur, Sevilay ve Sancak’ın iş için evden ayrılmasının ardından, Elay’la baş başa kalmıştı. İlk başlarda biraz çekingen davransa da Elay’ın sıcak ve neşeli tavırları küçük kızı hemen kendine çekmişti. Elay, 20 yaşında, 1.60 boylarında, ela gözlü, yüzünde daima bir gülümseme taşıyan, enerjik ve sevgi dolu bir genç kadındı. İnce yapılı, zarif ama hareketli duruşu, Mahinur’a yakınlaşmasını kolaylaştırıyordu.
“Mahinur Hanım, oyun oynamak ister misiniz?” diye sordu Elay, elinde bir oyuncak kutusuyla küçük kıza yaklaşarak.
Mahinur, gözleri parıldayarak, “Evet, evet! Oynayalım Elay Abla!” dedi. Sonra merakla ekledi, “Sen hiç benden büyük gibi değilsin, sen de küçüksün sanki.”
Elay, kahkahayla gülerek, “Küçük mü? Teşekkür ederim, Mahinur Hanım. Demek beni kendinle yaşıt gördün!” dedi. Eğilerek, Mahinur’un göz hizasına geldi. “Ama biliyor musun, büyümek de çok güzel. Hem böylece seni kucağıma alıp havalara fırlatabilirim!”
Mahinur kıkırdayarak, “O zaman hadi yap! Bak, çok yükseğe uçmak istiyorum!” dedi. Küçük kız kollarını açmış, Elay’ın kendisini kaldırmasını bekliyordu.
Elay, Mahinur’u kucağına aldı ve havaya kaldırarak salladı. Mahinur mutluluktan kahkahalar atıyor, sanki bir kuş gibi uçuyordu. “Yükseğe, daha yükseğe!” diye bağırdı.
Sonra ikisi birlikte yere oturup oyuncak bebekleri oynamaya başladılar. Mahinur, Elay’a bir bebek vererek, “Bu senin olsun, Elay Abla. Bak, sen bu bebeğin annesisin, tamam mı? Ben de bu bebeğin öğretmeni olacağım,” dedi, ciddi bir ifadeyle. “Ama öğretmen olunca beni üzmemelisin!”
Elay, Mahinur’un bu ciddi tavrına gülümseyerek cevap verdi: “Anlaştık, öğretmen hanım. Anneler asla çocuklarını üzmez ki, her zaman onlara en güzel hikayeleri anlatır ve onları hep korur.”
Mahinur başını sallayarak onayladı, “Evet, annem de beni hep korur. Sen de benim gibi küçük bir kızken annen seni hep korudu mu?” diye sordu, merakla.
Elay, gülümseyerek küçük kızın saçlarını okşadı. “Evet, tıpkı senin annen gibi. Benim annem de hep yanımdaydı. Büyüdüğümde bile… Tıpkı senin de büyüdüğünde yanında olacağı gibi, seni kimseye bırakmaz.”
Mahinur gözlerini Elay’dan ayırmadan, hayranlıkla, “O zaman sen de hep benimle kalacaksın değil mi, Elay Abla? Hiç gitmeyeceksin!” dedi.
Elay, Mahinur’u sıkıca sararak, “Tabii ki, Mahinur Hanım. Nereye gidebilirim ki? Senin gibi tatlı bir kızın yanından kim gitmek ister?” dedi sevgi dolu bir sesle.
Bu sevgi dolu sözler, Mahinur’un içindeki güven duygusunu iyice pekiştirmişti. Elay’la oyunlarına kaldıkları yerden devam ettiler, birlikte gülüp eğlendikçe Mahinur, bu yeni bakıcısına her geçen dakika daha da yakınlaştı.
Sancak, gün boyunca Sevilay’la yoğun bir tempoda çalışmıştı. İkisi aynı odadaydılar ve masalarında sürekli evraklar, yeni projeler ve görüşme talepleri birikiyordu. İşleri bitirmek için ara sıra bir yemek molası verip kısa sohbetler ediyor, gelecek planlarını tartışıyorlardı. Sancak, Sevilay’ın şirketteki liderliğini ve kararlılığını takdir ediyor, onunla çalışmanın getirdiği huzur ve güveni derinden hissediyordu. Bir an durup, “Seninle çalışmak başka bir şey, Sevilay. İşleri böyle ustaca hallettiğinde, seni daha da çok takdir ediyorum,” dedi.
Sevilay gülümsedi, “Sana destek olmak benim için de büyük bir keyif, Sancak. Güvenin için teşekkür ederim.” İş temposu arasında konuşmaları kısa olsa da, ikisi de birbirlerine olan bağlılıklarını bu küçük anlarda hissediyorlardı.
Öğleden sonra Sancak, şirketin sahip olduğu tarlalardan birini kontrol etmek için yola çıktı. Yaklaşık birkaç saat süren bir yolculuktan sonra tarlaya vardığında, geniş, sararmış arazinin üzerinde dolaşan sıcak hava dalgalarını seyretti. Yanına köyün muhtarı geldi; Sancak tarlanın genel durumu hakkında onunla sohbet ederken gözleri ileride, hızla koşarak uzaklaşan bir kadına takıldı. Kadının saçları dağınıktı, elbiseleri eski ve yıpranmış haldeydi. Ağır adımlarla uzaklaşıyor gibiydi ama bir şeyden ya da birinden kaçıyor gibi görünüyordu.
Sancak muhtara dönerek sordu, “O kadın kim, muhtar? Ne yapıyor burada?”
Muhtar derin bir nefes aldı, başını hafifçe yana eğip gözlerini yere dikti. “O kadın mı? Eskiden ‘Kınalı Gelin’ derlerdi ona. Ellerinde hep kına olurdu, herkesin dilindeydi, güzelliğiyle, neşesiyle. Ama şimdi… Şimdi tek başına. Yıllarca ortadan kaybolmuştu, kimse bir şey bilmezdi ama birkaç aydır yine görünüyor arada bir.”
Sancak bu sözleri duyunca kadına bakmaya devam etti. Tam o sırada, kadın dönüp Sancak’a doğru koşmaya başladı. Yüzü acı ve korkuyla doluydu, gözleri çaresizce etrafa bakıyordu. Ağlayarak ona doğru koşarken, “Yardım edin… Ne olur, yardım edin!” diye bağırdı.
Kadın Sancak’ın yanına varır varmaz dizlerinin üzerine çöktü. Sancak bir an donakalmış halde kadının yüzüne baktı; bu yüz ona geçmişin gölgelerinden bir anıyı hatırlatıyor gibiydi. Kadın yorgunluktan bayıldığında, muhtar aniden bir şeyler hatırlamış gibi kendi kendine mırıldandı.
“Bu… Bu o değil mi?” dedi muhtar şaşkınlıkla. “Yıllar önce düğününden sonra kaybolan Kınalı Gelin. Demek sonunda ortaya çıkmış.”
Sancak derin bir nefes aldı, kadına baktı ve kafasında eski anıları canlandırmaya çalıştı. Bir şeylerin düğümü çözülecek gibiydi ama bu düğüm, belki de yıllar öncesine dayanıyordu.
|
0% |