Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@aytengul

 

Merhaba canlarım, bir bölüm daha sizlerleydi. Bu bölümde, hepimizi derinden etkileyen deprem konusuna değinmek istedim. Böyle zor zamanlarda, birlik ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Umarım bu bölüm, hem size bir şeyler katmıştır hem de kalbinize dokunmuştur.

 

Sizleri çok seviyorum, iyi ki varsınız. Yorumlarınız, destekleriniz benim için çok değerli. Hep birlikte daha güzel bölümlerde buluşmak dileğiyle… Kendinize iyi bakın!

 

 

 

Karanlık gece, konağın her köşesini içine alan bir huzursuzlukla çalkalanıyordu. Şiddetli gürültüler tüm konağı titretirken herkes panikle yataklarından fırladı. Yatakhanede kalabalıklaşan adımlar, yüreklerdeki korkunun dışa vurumu gibiydi. Çalışanlardan yaşlı Hatice Hanım dualar mırıldanarak diz çöküp gözlerini kapamış, genç hizmetliler birbirlerine sokularak korkuyla fısıldaşıyorlardı.

 

Sevilay, uyandırmaya çalıştığı Mahinur’un titreyen ellerini avuçlarına alarak güven vermeye çalışıyordu. Korkuyla bakan gözlerini görmezden gelmeden ona sarıldı. “Korkma yavrum, buradayım. Sana hiçbir şey olmayacak,” diyordu ama kendi gözlerinde de yaşlar birikmişti. Sancak hızla odaya dalarak ikisinin yanında belirdi, bir an bile tereddüt etmeden onları kucakladı. “Hadi, hemen dışarı çıkıyoruz!” dedi.

 

Onlar hızla konağın kapısına doğru ilerlerken, koridorda rastladıkları konağın eski ustalarından Mehmet Efendi, endişe dolu gözlerle onlara baktı. Sancak onu omzundan tutup, “Herkesi dışarı çıkar. Kimseyi burada bırakma,” diye uyardı. Mehmet Efendi başını sallayıp içeri geri koşarken, aşağı kata indiklerinde, genç hizmetlilerden Zeynep ağlamaklı gözlerle Sancak ve Sevilay’a yaklaştı. "Efendim, siz de mi dışarı çıkıyorsunuz? Her şey… her şey mahvoldu mu?" diye sordu, korku ve şaşkınlık içinde.

 

Sancak ona bakarak, “Herkes dışarıda toplansın. Biz buradayken kimseye bir şey olmayacak,” dedi. Sancak’ın sesi her zamanki gibi güven vericiydi, ama gözlerindeki endişe dikkatlerden kaçmıyordu.

 

Dışarı çıkıp konağın bahçesine geldiklerinde, ev halkının birçoğu zaten oradaydı. Kimi korkuyla dua ediyor, kimi çocuklarını teselli etmeye çalışıyordu. Hizmetlilerden Fadime, çocuklarını kucaklayarak, “Rabbim, koru bizi…” diye mırıldanıyordu. O sırada evin yaşlı bekçisi İhsan, Sancak’a doğru ilerleyip, “Beyim, siz de buradasınız. Bize bir şey olmayacak, değil mi?” diye sordu, yorgun ama güven arayan gözlerle ona baktı.

 

Sancak, çevresindeki kalabalığa dönüp, bir yandan onları sakinleştirmeye çalışarak konuştu. “Sakin olun. Konağımız dimdik ayakta duracak. Kimseye zarar gelmeyecek,” dedi, sesi kalabalığın içinde yankılandı.

 

Bu sırada Sevilay, Mahinur’u sıkıca kucaklayarak Sancak’ın yanına yaklaştı. Mahinur, hala korkuyla titriyordu. Sevilay, kızının saçlarını okşarken, “Her şey yoluna girecek, tamam mı? Biz buradayız,” diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu. Sancak, onları teselli eden bu sahneyi bir an izledi, derin bir nefes aldı.

 

Aniden konağın dışındaki bazı komşular da toplanmış, şaşkınlık ve korkuyla olanları izliyorlardı. Konağın dışında kalabalık bir grup endişeyle beklerken, Sancak arkasını dönüp, Sevilay ve Mahinur’a bakarak kararlı bir sesle, “Biz bu konağı, bu yuvayı koruyacağız. Kimseyi korkutmalarına izin vermeyeceğim. Hep birlikte, bu zorlukları aşacağız,” dedi.

 

Karanlığın içindeki endişeli kalabalık, Sancak’ın güven dolu sözleriyle biraz olsun sakinleşti. Herkes birbirine destek olarak konağın etrafında beklemeye devam etti. Gece boyunca süren bu bekleyişte, Sancak ve Sevilay’ın kalplerinde birbirlerine ve evlerine olan bağ daha da güçlendi. Karanlık, şafağa yerini bırakırken, Sancak konağa dönüp dimdik ayakta duran bu tarihi yuvayı izledi.

 

Mukaddes Hanım, konağın kalabalık bahçesine doğru yardımıcısına tutunarak yürüyordu, ağzında bitmeyen öksürükler ve gözlerinde sitem dolu bir bakış vardı. Bütün yüz hatlarıyla, rahatsızlığını açıkça dile getiren bir ifadeyle etrafına bakınıyordu. İleriye doğru biraz daha ilerleyip Sancak ve Sevilay'ın yanında durarak, hafif titreyen ama sert bir sesle, "Vah bana, vah halime! Onca gürültü koptu, biriniz gelip sormadı, ‘Mukaddes Hanım bir şey oldu mu, iyi mi?’ diye. Altmış yaşındaki kadın, ‘ne yaptı, ne etti’ diye düşünen yok. Vah başıma gelenler!" dedi.

 

Sancak, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı, ama annesinin susturulmaz sesi, sinirlerini iyice germişti. Derin bir nefes aldıktan sonra, hafif bir sabır arayışıyla gözlerini açtı ve sakin bir sesle, "Ana, yeter! Yetti artık!" dedi. Ama Mukaddes Hanım bu sözleri duymazdan gelerek sitemlerini daha da yükseltti.

 

"Allah sizi bildiği gibi yapsın! Hepiniz gözümde eksildiniz. Ben olmasam kim bilir bu konakta ne olurdu! Hiçbiriniz Mukaddes Hanım olmadan bir adım atamazsınız, anlıyor musunuz? Kimse benim kıymetimi bilmiyor," diyerek etrafındakilere adeta meydan okuyordu.

 

Sancak, bakışlarını yere dikti, fakat ardından yüzünü annesine döndü ve keskin bir ifadeyle, "Ana, sus artık. Yemin ederim ki yeter! Başıma onca şey geldi, ölümlerden döndüm, sen ise bencilliğinde boğuluyorsun! Bir kere de karşımda destek olduğunu göreyim! ‘Oğlum nasılsın, bir şeye ihtiyacın var mı?’ diye sorsan şaşarım artık!" dedi. Mukaddes Hanım bu sözler karşısında kaşlarını çattı, dudaklarını sıkarak alındığını belli etti ama Sancak sözlerine devam etti.

 

"Sırf anamsın, büyüğümsün diye bir şey demiyorum. Yoksa hakkımda ileri geri konuşmana tahammül edecek değilim! Bu evdeki herkes senden korkar ama o korkularla gönlünü kazanmış değilsin. Bil istedim," diyerek gözlerini bir an bile annesinden ayırmadı.

 

Mukaddes Hanım bu sözleri sindiremedi, yardımcısının koluna daha da sıkı sarılarak, derin bir nefes aldı. Son bir hamleyle, "Oğlum, ben sana ne yaptım ki bana böyle konuşursun? Evlat dediğin her şeye değer verir, büyüğüne saygı duyar," diye karşılık verdi. Ama Sancak, kararlı bir tavırla ona baktı ve son sözünü söyledi.

 

"Saygı sevgiyle olur ana. Eğer bize destek olmazsan, biz de sana ne kadar saygı duyabiliriz? Anca eleştirmekle olmaz bu iş," dedi ve arkasını dönüp Sevilay ve Mahinur’u yanına alarak oradan uzaklaştı. Mukaddes Hanım, bu sert çıkış karşısında sessizleşse de, içten içe kendi söylediklerini haklı çıkarmaya çalışır bir tavırla kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.

Sancak derin bir nefes aldı ve kahyasına dönerek, güçlü ama hüzünlü bir sesle konuşmaya başladı:

 

“Kahya Efendi, zorluklarla geçen bu geceye rağmen yanımızdaki, çevremizdeki herkesin ihtiyaçlarını göz ardı edemeyiz. Biz buradayız, ayaktayız ve daha kötüsünü yaşayan insanlar var. Çevrede kim varsa, yardıma ihtiyacı olanlara ulaşın. Herkesin acısını paylaşacağız, yanlarında duracağız. Konaktaki erzaklar ne varsa hazırlayın, dağıtım yapacağız.”

 

Kahya, Sancak’ın gözlerindeki kararlılığı görünce başını eğdi. “Merak etmeyin Sancak Bey, biz de elimizden geleni yapacağız. Herkesin yanında olacağız, dediklerinizi yerine getireceğiz.”

 

Tam o sırada, yaşlı bir kadın, ellerini açarak konaktan içeriye doğru adım attı. “Oğlum, şu evde hastamız var; çocuklar aç, soğukta kaldılar…” dedi, sesi titreyerek. Sancak kadının yanına gidip nazikçe omzuna dokundu, gözlerinin içine bakarak konuştu:

 

“Teyze, sakin olun. Hiçbir evladımızı aç, açıkta bırakmayacağız. Bu gece kimse yalnız değil, bütün erzaklarımızı bölüşeceğiz. Yardım edecek gücümüz var. Evdekilere haber salın, kimsenin derdi bize uzak değil. Hepsini tek tek yanımıza alacağız.”

 

Kahya da hemen durumu fark ederek yanında duran adamlara döndü: “Hadi, herkes bir şey alsın. Herkes eline ne gelirse dağıtacak. Buradan yola çıkan kim varsa, konaktaki insanlara yardım eli uzatacak. Türkmen ailesi için her zorlukta yardıma koşmak farzdır.”

 

O sırada, konaktaki diğer çalışanlar, kendi aralarında konuşmaya başladı. Herkes, kimin nereye gideceğini planlıyor, nereye yardım yapılacağını organize ediyordu. Çalışanlardan biri, “Konak halkına su, yiyecek ve battaniye dağıtacağız,” diye kahyaya yöneldi.

 

Sancak, bu uğraşın arasında gözlerini konaktaki insanlara çevirdi ve gür sesiyle bir kez daha seslendi: “Unutmayın, herkes bizim ailemiz. Bu gece kimse yalnız kalmayacak. Kimsesizlere yuva, açlara yemek, hastalara ilaç bulacağız. Biz birbirimize yaslanmazsak, bu zor günleri nasıl atlatacağız? El birliği ile çıkacağız bu işin içinden.”

 

Kahya ve diğer çalışanlar, Sancak’ın bu kararlı sözleriyle daha da motive olmuş şekilde hızla harekete geçerken, konaktaki herkes Sancak’ın liderliğinde bu yardım görevini sürdürmek için seferber olmuştu. Bu zor günlerde herkes elini taşın altına koymaya hazırdı ve Türkmen ailesinin yardımları çevrede yankılanmaya başlamıştı.

 

Sancak ve Sevilay, depremden etkilenen insanlara yardım ulaştırmak için hummalı bir çalışma içindeydi. Konaktaki herkes, bu kampanyaya el uzatıyor, yardıma ihtiyaç duyanları en kısa sürede bulup destek sağlamak için koşturuyordu. Sancak, Sevilay’a dönüp dikkatle konuştu:

 

“Sevilay, listeleri gözden geçirelim. Erzakları en çok ihtiyaç duyan yerlere yönlendirelim. İlaç, battaniye ve yiyecek sıkıntısı yaşayan insanlara öncelik verelim. Bu gece kimse aç ve açıkta kalmamalı.”

 

Sevilay ise gülümseyerek Sancak’ın elini sıktı. “Seninle birlikte böyle zor bir günde bile omuz omuza olmak içimi rahatlatıyor, Sancak. Biz bir aileyiz ve ihtiyacı olan herkese ulaşacağız. Yardım kolilerini hazırlayan çalışanlara ben de yardımcı olacağım.”

 

Bu sırada, Mahinur ile bakıcı Elay yan tarafta oturmuş, sakince oyun oynuyorlardı. Mahinur, küçük parmaklarıyla oyuncak bebeğine sarılmış, Elay’a içten bir gülümsemeyle “Bak Elay Abla, bu bebek ben! Beni çok seviyorsun, değil mi?” diye soruyordu.

 

Elay, nazik bir tebessümle başını salladı. “Tabii ki, Mahinur. Sen çok özel bir çocuksun ve seni sevmeden olur mu hiç?” Mahinur gülerek Elay’ın yanına sokuldu, kendini daha güvende hissediyordu.

 

Ama o sırada Mukaddes Hanım, arka planda mırıldanmaya ve sitem etmeye başlamıştı. Sert bir bakışla etrafındakilere şöyle seslendi:

 

“Beni düşünen yok zaten, herkes yardıma koşmuş. Kimse bana gelip ‘Mukaddes Hanım, nasılsınız? Bir ihtiyacınız var mı?’ diye sormadı. Şu hale bakın! Benim bu yaşımda, bu soğukta bir arabada oturuyorum. Allah sizi bildiği gibi yapsın! Hiç mi saygınız kalmadı?”

 

Sancak annesinin sitem dolu sözlerine kayıtsız kalmak istese de, artık dayanamayarak ona döndü ve kısık bir sesle, ama kararlı bir şekilde konuştu:

 

“Yeter, anne! Lütfen bu zorlu zamanda bizden destek yerine köstek olma. İnsanlar zor durumda, can derdindeyken kimse senin gönlünü almayı düşünemiyor olabilir. Sen de kendini düşünme de, insanların yardımına koşmaya çalış. Biz burada hayat kurtarmak için varız, senin gereksiz kaprislerinle uğraşmak için değil.”

 

Mukaddes Hanım bu sözler karşısında sinirle elini salladı. “Ben sizin ananızım! Bu yaşıma geldim, bir teşekkür duymadım. Ne var yani, beni düşünüverin bir. Bu yaşımda, beni düşünecek kimse yok mu?”

 

Sevilay, ortalığı yumuşatmak için araya girdi ve kibarca Mukaddes Hanım’a yaklaştı. “Mukaddes Hanım, elbette sizi önemsiyoruz. Bu zor zamanda hepimiz bir şeylere koşturuyoruz, ama size olan sevgimizi unutmuş değiliz. Şimdi birlikte hareket edip ihtiyaç sahiplerine yardımcı olursak, inanın hem sizin hem de hepimizin içi rahat olacak.”

 

Mukaddes Hanım, Sevilay’ın bu nazik yaklaşımı karşısında biraz yumuşadı ama yine de homurdanarak uzaklaştı. “İyi, iyi. Siz bilirsiniz. Ben bir kenarda kalırım, nasıl olsa herkes kendi işine bakıyor.”

 

Sancak, Sevilay’a dönüp göz kırptı. “Böyle zamanlarda annem bile olsa, sabır gösterip işimize odaklanmalıyız. Yardımların ulaşmasını sağlamak daha önemli.”

 

Sevilay ise derin bir nefes aldı. “Haklısın Sancak. Hadi, kampanyanın detaylarına bakalım. Yardımların yetişeceği her noktaya ulaşmamız lazım.”

 

Bu konuşmalar arasında, konaktaki diğer çalışanlar ve yardımcılar da Sancak ve Sevilay’ın gösterdiği liderlikle kendilerini işlerine daha da verdiler. Herkes, Türkmen ailesinin bu güçlü ve kararlı duruşundan etkilenmiş, etraflarındaki insanlara yardım ulaştırmak için gönülden çalışmaya devam ediyordu.

 

Sancak, enkaz bölgesine yardıma gelmiş, inşaat ekipmanlarını seferber etmişti. Büyük kepçeler, enkaz altında kalan insanların kurtarılmasına yardımcı olmak için var gücüyle çalışıyordu. Her yandan yükselen çığlıklar, feryatlar ve acı dolu sesler kulakları dolduruyor; karanlık çökmüşken sadece umutla çalışan bu makinelerin ışıkları etrafı aydınlatıyordu.

 

Sancak, kepçelerin her hamlesini dikkatle takip ediyor, operatörlere sürekli direktifler veriyordu. Kalabalığın içindeki çaresiz yüzler, gözlerinde bir umut kırıntısıyla kepçelerin etrafında toplanmış, sevdiklerinin bulunmasını bekliyordu. Bir ara Sancak’ın yanına, yaşlı bir adam geldi; titreyen elleriyle Sancak’a sarılarak gözleri dolu dolu, kısık bir sesle konuştu:

 

“Evladım, Allah razı olsun senden. Oğlum, gelinim içeride kaldı… Allah aşkına, yardım et. Onları bulalım.”

 

Sancak adamın omzuna elini koyarak, kararlı bir ifadeyle başını salladı. “Amca, elimizden gelen her şeyi yapacağız. Burada kimseyi bırakmayacağız, merak etme. Her taşı kaldıracağız, hepsini tek tek çıkaracağız.”

 

O esnada, kepçenin yanında bekleyen diğer görevliler bir çocuğun ağladığını duyunca duraksadılar. Feryat figan arasında belli belirsiz bir ses yükseliyordu, belli ki birisi enkazın altında yaşıyordu. Sancak, hızlıca operatöre döndü:

 

“Dikkatli olun! Aşağıda bir çocuk sesi geliyor. Lütfen nazik hareket edin, yavaşça açın o bölgeyi.”

 

Herkesin kalbi duracak gibi atarken, kepçe ağır ağır taşları kaldırıyor, bir umutla enkaz altındakilere ulaşmaya çalışıyordu. Sancak, o an insanların hayatını kurtarmanın bütün servetlerden, işlerden daha değerli olduğunu bir kez daha anladı.

 

Gecenin sessizliği ve insan feryatları arasında bir umut ışığı olarak çalışan bu makineler ve çevresindeki herkes, insani bir gayretle birbirine destek olmaya, en küçük bir ses bile duymak için adeta nefeslerini tutarak çalışıyordu.

 

Sabahın ilk ışıkları şehrin üzerine vururken, karanlığın ve toz bulutlarının arasında yavaş yavaş bir aydınlık belirmeye başladı. Ancak bu aydınlık, ne yazık ki umut dolu değildi; şehrin dört bir yanına yayılan sessiz bir acı ve kaybedilenlerin derin hüznüyle doluydu. Enkaz yığınları arasından çıkarılan bedenler, o geceyi karanlığa hapseden depremde hayatını kaybeden insanları gün yüzüne çıkarıyordu.

 

Her yer toz ve moloz yığınıyla doluyken, kurtarma ekipleri ve gönüllüler bir an bile durmaksızın çalışıyordu. Yorgun yüzler, kırık eller ve yaralı kalplerle sevdiklerini bulma umuduyla bekleyen insanlar, umut ve çaresizliğin iç içe geçtiği bir alanda, sessizce sabaha tanıklık ediyorlardı. Yavaşça yükselen güneş bile, şehirdeki derin hüzün ve kayıpların üzerine doğmuş gibi kasvetli bir görüntü sergiliyordu.

 

Sancak, sabahın ilk ışıklarına kadar hiç dinlenmeden çalışmıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü, fakat hâlâ enkazın başından ayrılmıyordu. Her kurtarılan hayat, her çıkarılan beden, içini hem rahatlatıyor hem de derin bir acı veriyordu. Bir ara, hafifçe ellerini yüzüne kapatıp derin bir nefes aldı ve içinden dua etti:

 

“Allah’ım, bize güç ver. Bize dayanma gücü ver. Bu insanların evlatlarına, annelerine, babalarına ulaşmamıza yardım et.”

 

O sırada yanına yaklaşan muhtar, titrek bir sesle konuştu:

 

“Sancak Bey, geceden beri burada çalışıyorsunuz. Allah sizden razı olsun. Sayenizde birçok kişi sevdiklerine kavuştu, ama… ama bazıları da...”

 

Muhtar, gözyaşlarını tutamayıp elleriyle yüzünü kapadı. Sancak, omzuna dokunarak onu teselli etmeye çalıştı.

 

"Muhtar, burada her nefes almakta olan canı bulmak bizim görevimiz. Hep birlikte dayanacağız, güçlü olacağız. Bu insanlar için ne gerekiyorsa yapacağız. Umudu kaybetmeyeceğiz."

 

Sabahın aydınlığı tüm şehre yayılırken, insanlar bir yandan kayıplarının yasını tutuyor, bir yandan da umutla kalanların bulunması için dua ediyordu. Enkaz kaldırıldıkça, şehir hem fiziksel olarak temizleniyor hem de kaybettiklerini anarak yeniden ayağa kalkmaya hazırlanıyordu.

 

Sancak, Sevilay’ın yorgunluktan titreyen bedenini fark ettiğinde, gözlerinde endişeyle ona doğru ilerledi. Sevilay, gözleri yarı kapalı, ayakta durmakta zorlanıyordu; her şeye rağmen yardım etmeye devam ediyordu ama bedeni artık dayanamayacak gibiydi. Tam yere düşmek üzereyken Sancak hızla hareket ederek onu kucakladı.

 

"Sevilay, yeter artık... Kendini bu kadar zorlamaman lazım," diye fısıldadı yumuşak ama kararlı bir sesle.

 

Sevilay, yorgunluktan gözlerini zor açarak hafif bir gülümseme ile karşılık verdi: "Bu insanlara yardım etmek boynumuzun borcu… Beni bırak, biraz dinlenirim, yine devam ederim."

 

Sancak, ona daha sıkıca sarılarak yüzünü ona yaklaştırdı. "Artık izin yok. Sen kendini bitirirsen, bu işi kim sürdürecek? Hadi, arabada biraz dinlenmen lazım. Gerisini biz hallederiz."

 

Sevilay, karşı koyacak gücü olmadığını hissederek, yavaşça başını Sancak'ın göğsüne yasladı ve gözlerini kapadı. Sancak, nazikçe onu arabaya kadar taşıdı, kapıyı açıp onu koltuğa yerleştirdi. Üzerine bir battaniye örterek saçlarını okşadı ve yorgun yüzünde beliren çizgilere baktı.

 

“Biraz dinlen, Sevilay. Bunca insanı düşünüyorsun; bir de kendini düşün. Senin güçlü durman lazım," diye fısıldadı.

 

Sevilay gözlerini kapatmadan önce hafifçe gülümsedi ve kısık bir sesle “Sen yanımda olduğun sürece her şeye dayanırım, Sancak,” dedi.

 

Sancak, kapıyı sessizce kapatarak dışarı çıktı ve dönüp tekrar enkaz bölgesine yöneldi. Arkasına dönüp baktığında Sevilay’ın uykuya dalmış olduğunu görerek içini bir huzur kapladı. Onun da dediği gibi, yan yana oldukları sürece her şeyle baş edebileceklerine inancı tamdı.

 

Deprem, geniş bir coğrafyada etkisini hissettirmiş, pek çok ilde hayatı durma noktasına getirmişti. Yıkılan binalar, yarısı ayakta kalmış köprüler, yolları kapatan moloz yığınları... Türkiye'nin dört bir yanından yardım çağrıları yükseliyordu. İnsanlar, sevdiklerine ulaşmak için endişeyle telefonlara sarılmış, haber almak için umutla beklemekteydi.

 

Sancak, kendi şehirlerinde başlayan yardım çalışmalarını genişletmek için hemen diğer illerdeki tanıdıklarıyla iletişime geçti. "Burada yıkım büyük, ama destek olmazsak enkaz altındakilere yetişemeyecekler," diyerek çevresindekilere direktifler veriyordu. Bölgedeki tüm ağır iş makinelerini ve kaynakları seferber ederek hızla komşu illere göndermeye başladı.

 

Sevilay da uykusuzluğa ve bitkinliğe rağmen kontrolünü sağlamış, telefon başında yardım taleplerini not ediyor, gönüllüleri yönlendiriyordu. “Sancak, Mersin tarafında da durum kötü, oraya da bir ekip göndermemiz gerek,” diyerek hızlı bir şekilde gelen bilgileri organize ediyordu.

 

Yardımlar hızla ulaştırılırken, Mukaddes Hanım da olanları gözlemliyordu. Herkese sert bakışlar atsa da elinden bir şey gelmediği için sessiz kalmak zorundaydı. "Bunlar da mı başımıza gelecekti? Kimse bana ne durumda olduğumu bile sormadı!" diye mırıldandı kendi kendine, ama Sancak’ın bakışlarını üzerine çekince sustu.

 

Sancak, Mukaddes Hanım’a dönüp sakin ama kararlı bir şekilde, "Ana, şimdi herkesin dayanışma zamanı. Şikayet edeceğimiz zaman değil," diyerek onu sessiz kalmaya zorladı. Herkesin ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını, bu süreçte küçük dertlerin göz ardı edilmesi gerektiğini hatırlatıyordu.

 

Depremin vurduğu illerde, gecenin karanlığını delip geçen yardım çığlıkları ve kurtarma çalışmalarının sesi yankılanıyordu. Herkes, tek yürek olmuş, zor durumda kalanların yardımına koşuyordu.

 

 

 

Loading...
0%