@aytengul
|
Merhaba bir bölüm daha sizlerle hadi bolca yoeum istiyorum. Sevilay’ın bir soyadı yoktu, çünkü babası ona soyadını bile vermeye tenezzül etmemişti. Babası için Sevilay, yalnızca ikinci bir kız evlat olarak dünyaya gelmiş ve o yüzden hiçbir zaman değer görmemişti. Ailenin onuru ve devamı erkek çocuklar üzerine kurulu olduğu için, Sevilay’ın varlığı babası için neredeyse yok gibiydi. Aile, onun adını bile resmi kayıtlara geçirmeye zahmet etmemişti.
Ancak diğer kız, yani Sevilay’ın ablası, babasının gözünde daha değerliydi. Soyadını gururla taşımış, aile içinde kabul görmüştü. Babası, ablasına her zaman daha fazla ilgi göstermiş, onu toplum önünde aile adını taşıyan bir evlat olarak kabul etmişti. Ne var ki, bu abla da Demirhan'la evlenecekken düğün günü başka bir adamla kaçmıştı. Bu olay, aileyi rezil duruma düşürmüş ve şimdi bu onurun telafisi Sevilay’a kalmıştı.
Sevilay, hiçbir zaman ailesinin tam anlamıyla bir parçası olmamıştı, soyadı bile olmadan büyümüştü. Ama şimdi, ablasının yaptığı hatanın bedelini ödemek için sahnedeydi. Babasının ona soyadı bile vermemesi, Sevilay’ın hayatı boyunca çektiği dışlanmanın ve değersizliğin bir simgesiydi. Ama bugün, onun istemediği bir evlilikle, ailelerinin adını temizlemek için kullanılacaktı. Demirhan Türkmen, yanında duran Sevilay’a bakarken içinde bir fırtına koptu. Koca Türkmen ailesine, soyadı bile olmayan, babası tarafından istenmeyen bir kızı zorla vermişlerdi. Düğün günü kaçan ablasının yerine geçmesi, Sevilay için ne kadar acı bir kaderdi. Koskoca Türkmen ailesinin gururu, şanı, böyle bir kızla mı kurtarılacaktı?
Demirhan’ın gözlerinde derin bir öfke ve hayal kırıklığı vardı. Onun yerinde, ablasının olması gerekiyordu; ailesinin onurunu, namusunu simgeleyen kişi o olmalıydı. Ama şimdi, babasının bile değer vermediği bu kız onunla evlenmek zorundaydı. Demirhan, bu durumun ağırlığını iliklerine kadar hissetti. Sevilay’ın çaresizliği, babasının ona verdiği değersizlik, hepsi Demirhan’ın içindeki öfkeyi daha da körükledi.
İçinden, “Bu nasıl bir töre, nasıl bir kader?” diye geçirdi. Onun evliliği, kaçan bir kadının boşluğunu doldurmak için yapılacak kadar değersiz hale getirilmişti. Ama töreler vardı, ve töreler her şeyden önce geliyordu. Halaylar kurulmuş, davul zurnayla Antep’in o kendine özgü havasında danslar ediliyordu. Düğün, her ne kadar baştan savma bir evlilik gibi görünse de, dışarıdan bakanlar için Türkmen ailesinin onuru kurtarılmış gibiydi. Misafirler dans ederken, Demirhan bir köşede oturmuş, yanındaki Sevilay’a bakıyordu. Gözlerinde derin bir hüzün ve kızgınlık vardı.
Sevilay, kendi dünyasında sessizce oturmuş, hiçbir şey yapmadan etrafı izliyordu. Yanında duran bu güçlü ve gururlu adam, ona bakarken sadece bir boşluk hissediyordu. Demirhan’ın gözlerinde, Sevilay’ın ne bu düğüne ne de kendisine yakıştığını düşünür gibiydi. O, Demirhan’ın hayal ettiği, yanında görmek istediği kadın değildi. Onun yeri, düğün günü kaçan ablasıydı.
Demirhan’ın içinde büyüyen öfke, bu kadere karşı verdiği savaşı daha da büyütüyordu. Yanındaki Sevilay, hem ailesinin hem de kendisinin düşman bir gölgesi gibi duruyordu. Törelerin getirdiği bu zoraki evlilik, onu daha da hırçın hale getiriyordu. Dans eden, eğlenen insanlar ona uzak ve yabancı geliyordu, çünkü içindeki huzursuzluk her şeyi gölge gibi sarıyordu.
Sevilay ise sessizdi, başı öne eğilmişti. O an düğünde olsa da, bu kalabalığın bir parçası değildi. Ne soyadı, ne de bu hayatta bir yeri vardı. Demirhan’ın yanında oturmak bile ona fazlasıyla yabancı geliyordu. Saatler ilerlemiş, düğünün coşkusu yerini yavaş yavaş yorgunluğa bırakmıştı. Gelenek gereği altınlar takılmaya başlanmıştı. Davetliler sırayla sahneye çıkıyor, Demirhan’a gösterişli altınlar, yüklü miktarda para takıyordu. Herkes, Türkmen ailesinin geleneğine uygun olarak Demirhan’a değer veriyor, onu onurlandırıyordu.
Ancak Sevilay’ın durumu bambaşkaydı. Ona takılan altınlar, paralar son derece az ve gösterişsizdi. Gelen misafirler, Sevilay’ı Demirhan’ın yanında bile saymıyor gibiydi. Kaçan gelin yerine zorla nikâh masasına oturtulmuş bir kızın, bu düğünün başrolü olmadığını herkes hissettiriyordu.
Sevilay’ın boynuna birkaç basit altın takılmış, ellerine küçük miktarda para bırakılmıştı. O, kendini daha da yalnız ve dışlanmış hissediyordu. Herkes Demirhan’a takılan altınları, paraları konuşurken, Sevilay sessizce köşesine çekilmişti. Babasının bile ona değer vermediği bir hayatta, düğün misafirlerinin de aynı şekilde davrandığını fark etmek onun için acı vericiydi.
Demirhan ise bu durumu fark ediyor, fakat hiçbir şey söylemiyordu. İçindeki öfke ve hayal kırıklığı Sevilay’a duyduğu uzaklığı daha da artırıyordu. Onun için bu düğün, sadece ailesinin gururunu kurtarmak için yapılmış bir gösteriden ibaretti. Sevilay, gözünde hep ikinci planda kalacak, asla hak ettiği ilgiyi göremeyecekti. Demirhan ve Sevilay, sessizce arabaya binmiş, düğün gecesinin ağırlığı altında yola koyulmuşlardı. Arabada derin bir sessizlik hâkimdi. Sevilay, başına örtülen kırmızı duvakla bir köşeye sinmiş, ne yapacağını bilemeden oturuyordu. Yüzünde belirsiz bir hüzün vardı, ama en çok da çaresizlik hissi içindeydi. Hayatının bu noktaya gelmesi, bir kader oyunu gibi üzerine çökmüştü. Oysa kimse onu istememişti, şimdi de istemeyen bir adamın yanındaydı.
Birden Demirhan, sert bir hareketle Sevilay’ın başındaki kırmızı duvağı çekip çıkardı. Duvak yere düştü, arabanın içinde yankılanan bu hareketle sessizlik bozulmuştu. Demirhan, öfkeli bir bakışla Sevilay’a döndü. Gözlerinde hem hırs hem de tiksinti vardı.
“Sen benim karım değilsin, anladın mı?” diye sert bir sesle konuşmaya başladı. “Babasının bile sevmediği bir kadını değil sevmek, tek gecelik bile hevesimi öldürmek için yatağıma almam. Senin gibi bir kadına asla o şerefi vermem. Ne yatağıma gireceksin ne de koynuma. Bu evlilik sadece adımızı temizlemek için yapıldı.”
Sevilay, Demirhan’ın bu sözleri karşısında irkilmiş, gözleri dolmuştu. Ama hiçbir şey söylemedi, söyleyemezdi. Zaten hayatta hep böyle susturulmuştu. Babası onu istememiş, şimdi de kocası diye yanında oturan bu adam onun varlığını reddediyordu. İçindeki hüzün daha da derinleşti.
Arabaları nihayet Demirhan’ın büyük ve gösterişli evine ulaştı. Ev, karanlıkta bile büyüklüğü ve ihtişamıyla dikkat çekiyordu. Demirhan, arabadan hızla inip kapıyı çarparken Sevilay usulca ve ürkek adımlarla peşinden yürüdü. Evin kapısı açıldığında onları Demirhan’ın annesi karşıladı. Kadının yüzünde hiç gülümseme yoktu, yalnızca soğuk ve katı bir ifade.
"Odana git," diye Sevilay’a buyurgan bir sesle seslendi. "Demirhan banyoda, sen de odana çekil. Beni utandırmadan sessiz ol."
Sevilay, çaresizce başını eğip kadının gösterdiği odaya yöneldi. Burası onun kaderiydi, kaçamayacağı bir hapishane gibi. Odaya girerken gelinliği ağır ağır yere sürünüyor, adımları onu daha da yorgun ve güçsüz hissettiriyordu. Odaya girdiğinde yalnız kalacağını düşünmüştü, fakat Demirhan kısa bir süre sonra banyodan çıktı. Islak saçları ve sert bakışlarıyla Sevilay’ı gördü.
Sevilay odaya çekildiğinde Demirhan’ın öfkesi hâlâ dinmemişti. Onu odada, gelinliğiyle görünce içindeki öfke yeniden alevlendi.
"Ne işin var burada?" diye sert bir şekilde bağırdı. "Bu oda senin değil! Sana söylemedim mi? Ne yatağıma ne de koynuma giremezsin!"
Sevilay, bir an için ne yapacağını bilemedi, geri adım atmaya çalıştı. Ama Demirhan çoktan yanına gelmiş, onu kolundan yakalayıp odadan dışarı doğru çekmeye başlamıştı. Gelinliğiyle beraber iteklenmiş, kapıya doğru sürüklenmişti.
"Bu evde senin yerin burası değil. Seni burada görmek bile istemiyorum," dedi Demirhan, sesi keskin ve soğuktu. Kapıyı açtı ve Sevilay’ı dışarı doğru iterek kapıyı yüzüne kapattı. Sevilay, gelinliğiyle dışarıda kalakalmış, hem bedenini hem ruhunu ezen bu duruma karşı savunmasızca bekliyordu.
Gözyaşları yanaklarına süzülürken, artık tamamen yalnız olduğunu hissetti. Bu evlilik, yalnızca bir formalite olmuştu. Demirhan onu ne karısı olarak kabul etmişti, ne de ona bir eş gibi davranacaktı. Dışarıda, gelinliğiyle soğuk duvarlara yaslanmış halde, Sevilay hayatının belki de en büyük acısını yaşarken, geleceğinin ne kadar karanlık olduğunu düşünmeden edemedi.
Gözlerinde biriken yaşlarla odanın dışındaki soğuk boşlukta kalmıştı, ve o an anlamıştı: Bu evlilik, sadece ailesinin değil, onun da kalbini paramparçaeden bir oyun olmuştu. Demirhan’ın öfkesiyle dışarı atılan Sevilay, gelinliğiyle kapının önünde kalakalmıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, içeride yaşanan gerilim dışarıya kadar taşmıştı. Bu bağırış çağırış Mukaddes Hanım’ın, yani kaynanasının dikkatini çekmişti. Mukaddes Hanım, sert adımlarla aşağıya indi, Sevilay’ın o çaresiz halini görünce daha da sinirlendi.
Hiçbir şey söylemeden Sevilay’a yaklaştı, gözlerinde sert bir ifade vardı. Birden, öfkesini kontrol edemeyip Sevilay’ın yüzüne sert bir tokat attı. Tokadın sesi, karanlık ve sessiz koridorda yankılandı. Sevilay neye uğradığını anlayamamıştı, zaten yeterince ezilmişti, ama bu tokatla birlikte tüm onuru yerle bir olmuştu.
Mukaddes Hanım, dişlerini sıkarak konuşmaya başladı:
"Ne sanıyorsun sen? Senin bu evde bir yerin mi var? Babana bile layık görülmemişsin, soyadın bile yok! Bu eve adımını atar atmaz sorun çıkardın, ne yüzle burada kalmaya çalışıyorsun? Demirhan seni istemedi, anlamadın mı hâlâ?"
Sevilay, bu sözlerin ağırlığı altında tamamen kırılmıştı. O zaten bu evde bir gölge gibiydi, babası tarafından istenmeyen bir kız olarak doğmuştu, şimdi de kocası ve kaynanası tarafından eziliyordu. Başını önüne eğdi, gözyaşları hâlâ süzülüyordu, ama artık karşı koyacak gücü bile kalmamıştı.
Mukaddes Hanım, onu aşağılarken devam etti:
"Bu ailede sana yer yok! Düğünde neyse, burada da o olacaksın; sadece boşluğu dolduruyorsun. Demirhan’ın koynuna girmeye cesaret edemezsin, anladın mı? Sen bu evde bir yabancısın, bu onuru hak etmiyorsun!"
Sevilay, bu sözler karşısında sessizce durdu, elleri titriyordu. İçindeki acı büyüdükçe büyüdü. Mukaddes Hanım onu bir kez daha küçük düşürdü ve bu kez daha da sert bir bakışla ekledi:
"Şimdi git odana, gözüm seni bir daha görmesin. Ama sakın unutma, senin burada bir yerin yok."
Sevilay, ağır adımlarla yeniden odaya doğru yürümeye başladı, ama içindeki kırgınlık ve çaresizlik katlanarak büyüyordu. Hem Demirhan’ın sözleri hem de Mukaddes Hanım’ın hakaretleriyle daha da ezilmişti. Bu evde ne bir sevgisi vardı, ne de saygısı. Her şeyin ötesinde, onun varlığı bir ceza gibiydi, bir hatanın bedelini ödüyordu. Sabah olduğunda, Sevilay tüm gece boyunca gözyaşları içinde kıvrandığı kilerdeki yataktan zorla kalktı. Ağlamaktan yorgun düşmüş bedeni, daha da zayıf ve bitkin görünüyordu. Ancak kendini toparlayamadan, kilerin kapısı hızla açıldı. Kapıda Mukaddes Hanım vardı, yüzünde öfke dolu bir ifade, bakışları ise keskin ve aşağılayıcıydı.
Mukaddes Hanım, odaya adımını atar atmaz Sevilay’ı süzdü. Gözleri hemen Sevilay’ın yatağının kenarındaki ıslaklığı fark etti. Kızgınlıkla kaşlarını çatarak, gözlerini Sevilay’ın üzerine dikti. Bir anlığına derin bir sessizlik oluştu, ardından Mukaddes Hanım, patlayacakmış gibi konuşmaya başladı:
"Ne? Sen gerçekten bunu mu yaptın?!" diye bağırdı. "Altına mı yaptın, bu yaşta?! Koca Türkmen konağında böyle bir rezillik mi olur?!"
Sevilay, ne yapacağını bilemez haldeydi. Korkuyla yatağın köşesine sinmiş, başını önüne eğmişti. Mukaddes Hanım’ın sesi, odada yankılanıyordu, her kelimesi daha da ağır geliyordu. Öfkeyle ellerini beline koydu ve sert adımlarla Sevilay’ın yanına yaklaştı.
"Bu ne rezalet?! Nasıl bir utanç getirdin bu eve!" diye bağırarak devam etti. "Altına yapan bir kadını gelin diye mi getirdik bu eve? Türkmenlerin adını böyle mi kirleteceksin? Babana bile layık görülmemişsin, şimdi de bizim şerefimizi mi ayaklar altına alıyorsun?"
Mukaddes Hanım’ın gözlerinde adeta ateş yanıyordu. Bu durumu affetmeye hiç niyeti yoktu. Sevilay’ın o savunmasız hali onu daha da öfkelendiriyordu. Birden elini kaldırıp Sevilay’a sert bir tokat attı. Tokadın sesi odada yankılandı, Sevilay’ın yüzü yana döndü, gözleri yaşlarla doldu ama ağlamaya bile cesaret edemedi.
Mukaddes Hanım, öfkeyle nefes alıp verirken, Sevilay’ı yatağından çekip kaldırdı.
"Bu rezilliği temizleyip hemen buradan çıkacaksın!" diye bağırdı. "Bu konağın gelini olmayı hayal ediyorsan, aklını başına devşir! Altına yapan bir kadını Demirhan’ın yatağına bile yaklaştırmam. O seni istemez, kimse istemez! Sen bu eve sadece adımızı kurtarmak için geldin, başka hiçbir şey için değil!"
Sevilay’ın gözleri yaşlarla doldu, ama içindeki kırgınlık ve çaresizlik, onu tamamen teslim almıştı. Mukaddes Hanım onu yerden yere vururken, odada tek bir kelime bile edemedi. Sadece başını eğdi ve kaderine razı olmuş bir şekilde bu aşağılamalara dayandı.
Mukaddes Hanım, Sevilay’ı itti ve odadan çıkmadan önce son bir kez alaycı bir bakış attı:
"Senin burada bir yerin yok, anladın mı? Yerin bu konağın çöplüğünde bile değil! Burada sadece bir utançsın!"
Kapı, Mukaddes Hanım’ın ardından hızla kapandı. Sevilay, yere düşmüş halde kaldı, yüreği daha da kırılmıştı. Gözyaşlarıyla boğuşarak, içindeki acının ve utancın onu yavaş yavaş tükettiğini hissetti. Bu evde bir geleceği olmadığını anlıyordu, ama kaçacak bir yeri de yoktu. Tek yapabildiği, sessizce acısını yaşamak ve bu korkunç gecenin bitmesini beklemekti. Mukaddes Hanım’ın sesi, tüm konağı sarmıştı. Bağırışları duyan ev halkı hızla odalara doluşmaya başladı. İlk olarak kayınbaba Eşref, ardından diğer aile üyeleri ve çalışanlar, Sevilay’ın yaşadığı rezaletin yankılarını merakla dinlemek için bir araya geldiler. Gözler, bir yandan Mukaddes Hanım’ın öfkesine, bir yandan da Sevilay’ın çaresiz haline çevrilmişti.
Mukaddes Hanım, kalabalığın ortasında öfkesini daha da artırarak konuşmaya devam etti: "Hepiniz şunu bilin! Bu evde bir rezalet yaşanıyor! Sevilay, gelinim olduğunu unuttu ve şimdi hepimizin onurunu yerle bir ediyor!"
Eşref, Mukaddes Hanım’ın sözlerini duyarak yanına geldi. "Ne oluyor burada? Sesler neler çıkarıyor?" diye sordu, gözleri Sevilay’a kaydı. O an, Sevilay’ın yüzündeki utanç dolu hali, Eşref’in içini burktu ama öfke ve kızgınlık duygusu daha baskındı.
"Bu aşağılık kız, dün gece altına yapmış!" dedi Mukaddes Hanım, yine sesini yükselterek. "Bu eve gelin diye getirdik ama sadece bizim başımıza belaya açıyor!"
Eşref’in gözleri Sevilay’a döndü. "Senin gibi birini bu eve almış olmaktan utanıyorum! Babası sana bile layık görmemiş, şimdi bizimle nasıl yüzleşebilirsin?" dedi. Konaktaki herkesin gözleri Sevilay’ın üstüne dikilmişken, o sadece başını önüne eğdi. Utanç ve korkuyla dolu bakışları, evin içindeki herkesin dikkatini çekti.
Tam o sırada, Demirhan’ın ismi anılmadığı için kayınbaba Eşref bir an duraksadı. "Nerede bu çocuk? Düğün gecesinde gelinini bırakıp nerelere gitti?" diye sordu sinirle. Fakat Demirhan o an, bir başka kadının kollarında mutluluk içinde uyuyordu; kendi gelinini başkalarının önünde küçük düşürmekten daha çok, o kadının koynunda olmayı seçmişti.
Bu sahne, Mukaddes Hanım’ın öfkesini daha da körükledi. "Demirhan nerede? Onun da bir şeyler söylemesi lazım! Geline karşı bu kadar duyarsız olamaz!" dedi. Evin içindeki gerginlik, herkesin gergin bakışları arasında daha da artıyordu.
Sevilay, sessiz bir şekilde yaşadığı utanç dolu anları düşünüp gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. Mukaddes Hanım, durmadan bağırıyor, Sevilay’ı aşağılıyor, Eşref ise karısına destek vererek onun yanındaydı. Diğer aile üyeleri ve çalışanlar ise olan biteni hayretle izliyorlardı, bu durum evin huzurunu tamamen bozmuştu.
Sevilay, artık dayanamayarak yavaşça odadan dışarıya çıktı. Herkesin bakışlarını üzerinde hissettiği anlar, onun için bir kabusa dönüşmüştü. Kalabalığın arasında kaybolmaya çalıştı ama bu evdeki herkesin onu dışladığını biliyordu.
Demirhan ise, o gece başka bir kadının yanında huzur bulmuştu; kendi evliliğinin ağırlığını umursamaz bir tavırla sırtından atarak başka bir dünyada yaşamaya devam ediyordu. Sevilay’ın yaşadığı dram, ona bir şey ifade etmiyordu. Ne yazık ki, bu evin içindeki herkes için aynı durum geçerliydi. Demirhan, yavaş yavaş gözlerini açtığında, güneşin ilk ışıkları odanın içine sızıyordu. Başının üstünde dökülen altın sarısı saçlarıyla, yanındaki kadının yüzü, hafif bir gülümseme ile aydınlanmıştı. Kendi karısı Sevilay’dan çok daha farklı bir aura taşıyan bu kadın, Demirhan’a huzur veriyordu. Kendi evliliğinden kaçış bulmuş, özgürlüğü ve heyecanı yeniden hissetmişti.
Odanın sessizliğinde, yavaşça yanındaki kadına doğru eğildi. "Dün gece her şey mükemmeldi," dedi fısıldayarak, kadının kulaklarına yakın bir sesle. "Seninle geçirdiğim zaman, hayatımda hissettiğim en güzel anlardı."
Kadın gülümsedi, hafifçe başını döndürerek Demirhan’a bakarken gözlerindeki ışıltı daha da belirginleşti. "Seninle olmak çok farklı. Hayatımda hissetmediğim duyguları yaşatıyorsun," diye yanıtladı. Sesindeki samimiyet, Demirhan’ın kalbini bir an için yerinden oynatmıştı.
"Sevilay’ı unuttum gibi hissediyorum. Evliliğimin yükü altında kalmaktansa, böyle anların tadını çıkarmak çok daha güzel," diye devam etti. Bu sözleri söylerken, gözlerini kadının gözlerinden ayırmadı. O an, Demirhan’ın aklında karısı Sevilay’ın yaşadığı dramın hiçbir önemi yoktu. Zihni sadece yanındaki kadındaydı; güzelliği, cazibesi ve ona sunduğu keyif, gerçek hayatının yerini almıştı.
Kadın, Demirhan’ın ellerini kendi elleriyle kavrayarak, "Bazen hayatta istediğimiz şeyleri elde etmek için cesur olmak gerekir. Bunu başardın," dedi. Bu sözler, Demirhan’ın kalbinde bir sıcaklık yarattı.
Ama aynı anda, Sevilay’ın gözyaşları ve çaresizliği aklının bir köşesinde belirmeye başladı. Kendi içindeki çatışmalar, yavaşça kendini gösteriyordu. Yine de bu düşünceleri geriye itip, yanındaki kadına yöneldi: "Birlikte daha nice geceler geçireceğiz. Seni her zaman yanımda hissetmek istiyorum."
Kadın, Demirhan’a karşılık vermeden önce hafifçe gülümseyerek, "O zaman bugün dışarı çıkalım, birlikte yeni yerler keşfedelim," dedi.
Demirhan, o anki neşesiyle, Sevilay’a dair hissettiği suçluluğu bir kenara bıraktı. İleriye doğru attığı adımlarla birlikte, kendi hayatında yeni bir sayfa açmayı düşünmeye başlamıştı. Hayatındaki bu değişim, onu geçmişinden tamamen koparıyor ve geleceğe daha cesurca bakmasını sağlıyordu. Demirhan, kadının sözleriyle bir anlık irkildi. Gözleri kadının gözlerine kilitlendi ve onun içindeki ateşi hissetti. Kadının sesi, odanın sessizliğini delip geçerek, kalbinin derinliklerine kadar ulaşıyordu. "Seni iliklerime kadar yeniden hissetmek istiyorum," dedi kadın, sesi erotik ve baştan çıkarıcı bir tonda.
Bu sözler, Demirhan’ın içinde bir kıvılcım çaktı. Kalbi hızla atmaya başladı. İçindeki istek ve arzu, tüm duygularını sarhoş eden bir alev gibi büyüyordu. Yanındaki kadın, ona hitap eden her hareketiyle sanki onu derinden etkiliyordu. "Bunu hissetmek... gerçekten çok özel," diye fısıldadı, sesi biraz daha alçalarak.
Kadın, yavaşça Demirhan’ın yanına doğru yaklaştı. Duygularının yoğunluğuyla, vücudunu ona daha da yakınlaştırdı. "Sadece bedenimle değil, ruhumla da seninle olmak istiyorum. Beni hissetmeni istiyorum," dedi.
Demirhan, bir an için tüm dünyayı unuttu. Sevilay’ın varlığı, evliliği, yaşadığı tüm yükler bu anın karşısında silinip gitmişti. Sadece bu kadın, bu sıcaklık ve bu anın tadı kalmıştı. İçinde bir cesaret buldu ve kadının belinden kavrayarak kendine doğru çekti.
"Ben de seni her yönünle hissetmek istiyorum," dedi. Anlık bir kararlılıkla, kadınla arasında ki mesafeyi ortadan kaldırarak onu daha da yakına çekti. O an, tüm düşünceleri yalnızca bu kadınla birlikte olma isteğiyle dolup taştı. Hayatındaki kaygıları ve endişeleri bir kenara bırakıp, bu anın tadını çıkarmaya karar verdi.
Kadın, Demirhan’ın kollarında kaybolmuş bir şekilde gözlerini kapadı. "Beni unutma, her anımızı paylaşalım," dedi.
Bu yeni hisler ve keşiflerle dolu bir yolculuğa çıkma arzusuyla, Demirhan kendini tamamen kadının kollarına bıraktı. Etrafında dönen her şey kaybolmuş, sadece ikisi arasında bir kıvılcım kalmıştı. Bu an, geçmişin tüm yüklerinden kurtulmanın ve yeniliğin başlangıcıydı. İstediğiniz kadar söve bilr siniz |
0% |