Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@aytengul

Gün ağarırken, sancak bir nebze olsun durulan felaketin ortasında yardım faaliyetlerine hız kazandırmak için kolları sıvamıştı. Depremden etkilenmiş bölgelerde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacak yardım kolileri hazırlanıyordu. Büyük bir depoya çevrilen konağın avlusunda hummalı bir çalışma başlamıştı. Herkes el birliğiyle çalışıyordu; çalışanlar, komşular, gönüllüler… Herkes elinden geleni yapmaya hazırdı.

 

Sancak, yardım faaliyetlerini yakından denetliyordu. "Un çuvallarını dikkatlice istifleyin, paketler açılmasın! Çocuklar için olan süt ve mamalar en üste gelsin, önce onlar ulaştırılacak!" diyerek talimatlar veriyordu. Gözü sürekli yardım araçlarının giriş çıkışındaydı. Koşuşturmanın ortasında, kendisi de elleriyle kutuları taşımaktan çekinmiyordu.

 

Sevilay, yardım listesini kontrol ediyordu. "Bu koliler acil olarak hastaneye gitmeli," diyerek bir grubu yönlendirdi. Diğer yandan gönüllü kadınlara su ve gıda dağıtımı için teşekkür ediyordu. Yüzü yorgun ama kararlıydı. "Bu kadarını yapabiliyoruz, daha fazlasını da yapacağız," dedi kendi kendine, kollarını sıvayarak yeniden işe koyuldu.

 

Mukaddes Hanım, olan biteni kenardan izliyordu. Hâlâ dilini tutamıyordu. “Bunlar hep baştan savma! Eskiden böyle mi olurdu? Şimdi kimin ne yaptığı belli değil!” diyerek homurdandı. Ama kimse onu duymadı ya da duymazdan geldi. Yanındaki yardımcı kadın, usulca ona su uzatarak, "Hanımım, bu da geçecek inşallah," dedi. Mukaddes Hanım, sert bir bakış atsa da sustu.

 

Bu sırada, Mahinur ve Elay, konağın yan tarafında gönüllülerin çocuklarıyla oynuyordu. Minik Mahinur, neşeyle bağırarak, "Babam yardım ediyor! Herkes mutlu olacak artık!" diyerek elinde tuttuğu bir oyuncak bebekle koşturuyordu. Elay ise gönüllü bir abladan aldığı boyama kitaplarını çocuklara dağıtarak, "Alın, bunlarla vakit geçirin," dedi.

 

Bir ara Sancak, Sevilay’ın yanına gelip sessizce kolundaki saate baktı. "Zaman daralıyor. Kamyonlar hazırlanıp çıkmalı," dedi. Sevilay, onu onaylayarak listeyi bir kez daha kontrol etti. "Bu yola çıkan araçlar Şanlıurfa’ya, diğer grup Adıyaman’a gidecek. Ekipleri koordine ediyorum," dedi.

 

Yardım kolileri hızla kamyonlara yüklenirken, Sancak, son kontrolleri yaptı ve çalışanlara seslendi:

"Unutmayın, bu yardım kolileri, insanlar için bir umut. Her şeyi titizlikle yaptığınız için teşekkür ederim. Allah hepinizden razı olsun."

 

Bu sözler, çalışanların moralini yükseltmişti. İnsanlar bir yandan yorgun, bir yandan umut doluydu. Koliler hazırlandı, araçlar yola çıktı. Herkes, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. O gece, sancılarla uyanan şehir, dayanışmayla yeniden ayağa kalkmaya başlamıştı.

 

Sevilay ve Sancak, deprem sonrası yardım çalışmalarını koordine ederken aralarındaki uyum herkesin dikkatini çekiyordu. Göz göze bile gelmeden, kelimelere gerek kalmadan iş bölümü yapıyorlardı. Her biri en ince detayı düşünüyor, eksiklikleri hızla tamamlıyordu.

 

Sevilay, elindeki listeye tekrar tekrar bakarak konuşuyordu:

"İlkyardım çantaları kamyonların en üstüne yerleştirilsin. İlk varış noktası hastaneler. Özellikle kırsal bölgedeki ekiplerden gelen raporlara göre eksik olan malzemeleri tamamladık mı?"

Yanındaki çalışan, "Evet Sevilay Hanım, tüm ilaçlar ve hijyen kitleri hazır," dediğinde Sevilay, hafifçe başını sallayarak, "İyi, ama yine de bir kez daha kontrol edin. Hiçbir şeyin eksik olmadığından emin olmalıyız," dedi.

 

Sancak ise biraz ötede, sahra çadırlarının kurulumuyla ilgileniyordu. Kahya Efendiye dönerek, sert ama net bir ses tonuyla konuştu:

"Çadırlar dikildiğinde elektrik bağlantıları da yapılacak. Geceyi karanlıkta geçiremezler. Ayrıca sıcak yemek dağıtımı için koordinatörlerle görüş. Kaç kişilik yemek yapılacağını bilmemiz lazım. Hangi bölgede neye ihtiyaç var, raporlar anında elimde olmalı."

Kahya Efendi, "Baş üstüne beyim," diyerek hızlıca uzaklaştı.

 

Bir ara Sevilay, Sancak’a yaklaşıp hafif endişeli bir ifadeyle sordu:

"Su dağıtım araçlarının geciktiğini söylediler. Gecikme olursa sorun büyüyebilir."

Sancak, duraksamadan, "Su tankeri yola çıktı. Bir saate ulaşırlar. Ama sen yine de bir ekip daha yönlendir. Yedek planlar her zaman elimizde olmalı," dedi.

 

Sevilay, onun bu soğukkanlı duruşuna hayranlıkla baktı ama belli etmeden devam etti:

"Peki, gönüllülerin dinlenmesi için bir düzenleme yaptınız mı? İnsanlar bitkin düştü, rotasyonla çalışmaları gerekiyor."

Sancak, kısa bir süre düşündükten sonra, "Tamam, dinlenme yerlerini belirleyip listeyi oluştururum. Ama sen de kendine dikkat et, Sevilay. Kaç saat oldu, hala ayaktasın."

Sevilay, ince bir gülümsemeyle, "Sen ayaktayken benim oturmaya hakkım yok," dedi.

 

Bir ara Mukaddes Hanım, arkadan homurdanarak yaklaştı:

"Sabah oldu, bu konağın hanımıyım ama hâlâ bir çay içemedim! Herkes koşturuyor ama kimse bana bakmıyor. Yazıklar olsun size!"

Sancak, derin bir nefes alarak, annesine döndü:

"Ana, şimdi sırası mı? İnsanlar can derdinde. Sen de oturup biraz dua et bari."

Mukaddes Hanım tam bir şey söyleyecekken Sevilay, araya girip sakin bir tonla, "Mukaddes Hanım, birazdan size çay ve kahvaltı hazırlatırım. Merak etmeyin," dedi.

 

Koşuşturmaca devam ederken, Mahinur ve Elay çocuklarla birlikte bir köşede oynamaya başlamıştı. Mahinur, babasını işaret ederek, "Bakın, babam herkesin yardımına koşuyor. Bizim babamız çok güçlü!" diyordu gururla.

 

Sancak ve Sevilay, bu sözleri duyup birbirlerine baktılar. Gözlerinde yorgunluk, yüzlerinde endişe olsa da, böyle bir dayanışmaya liderlik etmenin verdiği gurur ikisini de ayakta tutuyordu. Bu dayanışma gün boyu sürdü, her an yeni bir sorun ortaya çıkıyor, her an yeni bir çözüm bulunuyordu. Sancak ve Sevilay, halkın umudu olmaya devam ediyordu.

Depremin yarattığı yıkımın ardından enkazdan çıkarılan kişiler birer birer hastanelere taşınıyordu. Siren sesleri kulakları dolduruyor, ambulanslar sürekli mekik dokuyordu. Herkesin yüzünde aynı ifade: endişe, acı ve umut.

 

Sancak, başındaki kaskı düzeltip sahada çalışan ekiplere direktifler veriyordu:

"Hızlı ama dikkatli olun! Kimseyi enkaz altında bırakmak yok. Ambulanslar dolarsa, hemen yedek araçlara yönlendirin. Herkes burada!"

 

Bir kurtarma görevlisi, "Sancak Bey, şu köşeden bir ses geliyor. Büyük ihtimalle canlı," diye seslenince, Sancak hemen oraya koştu. Yanındaki birkaç kişiyle birlikte taşları ve betonları kaldırmaya başladılar. İki dakika, beş dakika derken, bir çocuğun sesi duyuldu. Gözleri dolmuş bir anne, kenarda titreyerek dua ediyordu:

"Ne olur, oğlum olsun! Allah'ım ne olur!"

 

Sancak, son bir çabayla çocuğu enkazdan çıkardı. Küçük bedenin üzerine toz toprağa bulanmıştı ama nefes alıyordu. Çocuğu gören annenin feryadı yükseldi:

"Allah senden razı olsun! Beni yavruma kavuşturdunuz!"

Sancak, çocuğu kucağına alıp hızlıca bekleyen sağlık ekibine teslim etti. "Hemen oksijen maskesi takın, acil servise götürün," dedi ve ardından diğer enkazlara yöneldi.

 

Bir diğer köşede Sevilay, elinde bir listeyle sahra çadırlarını kontrol ediyordu. Enkazdan çıkarılan yaralıların hepsi aynı anda hastanelere yetiştirilemiyordu, bu yüzden sahada müdahale gerekiyordu. Sevilay, bir hemşireye dönüp direktif verdi:

"Bu çadırda su, serum ve battaniye eksik. Hemen tamamlayın. Özellikle çocuklara öncelik verin, onları en sıcak yere alın."

Hemşire başıyla onaylayıp hızlıca uzaklaştı.

 

Mukaddes Hanım bile bu kez kenarda sessizdi. Çaresizlik, herkesi bir şekilde susturmuştu. Oğlu Sancak'ın yaptıklarını izliyor, ara sıra gözyaşlarını silip dua ediyordu:

"Evladım, ne yük almışsın sırtına. Allah yardımcın olsun."

 

Hastaneye gönderilen ambulansların dönüşleri de gecikmiyordu. Araçlar, yeniden enkaz başına geliyor, başka hayatları kurtarmak için hızla hareket ediyordu. Her gelen araç yeni bir umut, her çıkan kişi yeni bir zaferdi. Ancak herkes biliyordu ki, bu sadece başlangıçtı.

 

Sevilay, bir an durup çevresine baktı. Bitkin ama kararlı insanlar, gözyaşları içinde sevdiklerini bekleyen aileler, sessizce kurtarma çalışmalarını izleyen çocuklar... Her şey bir felaketin ağırlığını taşıyordu. Derin bir nefes aldı ve Sancak’a doğru yürüyüp sordu:

"Daha ne kadar sürecek bu? Herkes ayakta ama düşmek üzere."

Sancak, üzerindeki tozu silkeleyip ona dönerek, "Bitene kadar. Herkes güvende olana kadar devam edeceğiz," dedi.

 

Bu sırada bir başka enkazdan bir yaşlı kadın çıkarıldı. Kadının yüzü kan içindeydi ama ellerini gökyüzüne kaldırıp, "Şükürler olsun, yaşıyorum!" diyerek ağlıyordu. Onu sedyeye yerleştiren ekiplerden biri, Sevilay’a dönüp, "Hanımefendi, bu kadının ailesine ulaşabilir miyiz? Tek başına kalmış," dedi.

Sevilay, hemen notlarını çıkararak, "Kimlik bilgilerini alalım, hemen haber ederiz," dedi ve çalışmaya devam etti.

 

Gece boyunca yardımlar sürdü. Ambulanslar, kamyonlar, kepçeler durmadan hareket etti. Her kurtarılan kişi, yorgunlukları unutturuyor; her kaybedilen kişi, acıyı biraz daha artırıyordu. Ama kimse pes etmedi. Sancak ve Sevilay, bu felaketin tam ortasında insanların umudu olmayı sürdürdü.

Mahinur ve Elay, bir köşede oyun oynarken, çevredeki kurtarma ekiplerinin uğultusu arasında ani bir ses duyuldu. İnce, titrek bir ses, bir çocuğun ağlaması…

 

“Anne! Anne!”

 

Mahinur, oyununu bırakıp Elay’a baktı.

“Elay abla, birisi ağlıyor. Duydun mu?” dedi endişeyle.

 

Elay bir süre dinledikten sonra doğruldu.

“Evet, Mahinur. Bu bir çocuk sesi. Buradan geliyor, gel benimle!”

 

Mahinur, Elay’ın elini sıkıca tutarak sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Yıkılmış bir binanın yanına yaklaştıklarında, ses daha belirgin hale gelmişti.

“Anne! Beni bırakma! Anneee!”

 

Mahinur gözleri dolmuş bir şekilde Elay’a baktı.

“Ne yapacağız? Çocuk orada, biliyorum!”

 

Elay, hızla çevredeki kurtarma ekibinden birine seslendi. O sırada Sancak ve Sevilay da durumdan haberdar olmuş, hızla olay yerine koşuyorlardı. Sancak, kaskını düzelterek ekibe talimat verdi:

“Dikkatli olun. Çocuk içeride. Önce sesin tam yerini tespit edelim.”

 

Sevilay, enkaza doğru birkaç adım ilerledi ve dizlerinin üzerine çökerek seslendi:

“Korkma yavrum, seni buradan çıkaracağız! Adın ne? Nerede olduğunu söyleyebilir misin?”

 

Çocuk, boğuk ve titrek bir sesle yanıt verdi:

“Eymen… Buradayım, karanlıktayım… Annemi istiyorum!”

 

Sevilay’ın yüreği sıkıştı. Sesi yumuşatarak devam etti:

“Eymen, güzel oğlum, biz buradayız. Seni bulacağız, söz veriyorum. Sadece sakince bekle.”

 

Sancak, ekiple birlikte dikkatlice enkazı kaldırmaya başladı. Her taş, her parça itinayla alınıyordu. Zaman geçtikçe Eymen’in ağlama sesi daha da netleşiyor, umutlar artıyordu.

 

Mahinur, Sevilay’ın yanına yaklaşıp onun eteğini çekiştirdi.

“Anne, lütfen onu kurtaralım. O da benim gibi annesini arıyor.”

 

Sevilay, kızına bakıp onun saçlarını okşadı.

“Kurtaracağız, söz veriyorum.”

 

Bir süre sonra bir görevli, “Sesi aldık! Burada, taşların altında!” diye bağırdı. Sancak ve ekip, Eymen’in bulunduğu alana odaklandı. Kazma kürek sesleri arasında bir boşluk açıldı. Sonunda küçük bir el göründü.

 

“Buldum! Çocuk burada!” diye seslenildiğinde herkesin yüzü aydınlandı. Sancak hemen eğilip çocuğu dikkatlice kucağına aldı. Eymen’in yüzü toz içindeydi, gözleri yaşla dolmuştu. Ama nefes alıyordu.

 

Eymen, gözlerini Sancak’tan Sevilay’a çevirdi. Gözlerindeki ifade bir anda değişti, titrek bir sesle bağırdı:

“Anne! Anneee!”

 

Eymen, Sancak’ın kollarından kurtulup Sevilay’a doğru atıldı. Küçük bedeniyle Sevilay’a sarıldı ve ağlamaya başladı.

“Beni bırakma anne! Çok korktum!”

 

Sevilay, şaşkınlıkla çocuğa baktı. Gözleri dolmuştu. Bir an ne diyeceğini bilemedi, ama sonra kollarını açarak Eymen’i sıkıca sarıldı.

“Canım benim… Korkma, artık buradasın. Sana bir şey olmayacak, söz veriyorum.”

 

Eymen, hıçkırıklar içinde konuşmaya çalıştı:

“Anneme çok benziyorsun… Annem de hep böyle sarılırdı…”

 

Sevilay, onu teselli etmeye çalışırken göz ucuyla Sancak’a baktı. O da bu sahneyi izliyor, gözlerindeki acıyı gizlemeye çalışıyordu.

 

Ekiplerden biri yaklaşıp, “Anne ve babası hâlâ kayıp görünüyor. Çocuğu kontrol için hastaneye götürsek iyi olur,” dedi.

 

Sevilay, hâlâ ağlayan Eymen’e sarılırken, nazik bir şekilde yanıt verdi:

“Evet, götürelim. Ama korkmasın. Ben onunla geleceğim.”

 

Sancak da yanlarına geldi, elini Eymen’in başına koyarak,

“Merak etme, aslanım. Artık güvendesin,” dedi.

 

Eymen, Sevilay’ın kucağında uykuya dalarken, herkes derin bir nefes aldı. O an, kurtarılan bir çocuğun verdiği umut, o karanlık gecede herkesin yüreğine biraz olsun ışık getirmişti.

 

 

Eymen, Sevilay’ı sımsıkı sarmıştı. Küçük elleri onun boynuna kenetlenmiş, bir an olsun bırakmıyordu. O kadar sıkı sarılmıştı ki, Sevilay adeta bir çocuğun annesine duyduğu tüm özlemi, sevgiyi ve korkuyu bu kucaklaşmada hissedebiliyordu.

 

Eymen'in soluk alıp verişi hâlâ düzensizdi, ama biraz olsun rahatlamış görünüyordu. Küçük bedeni, bütün gücüyle Sevilay'a tutunuyordu, sanki onu ellerinden alacaklarmış gibi bir korkuyla. Sevilay, çocuğun sımsıcak sarılışı karşısında içinden yükselen duyguları kontrol etmekte zorlanıyordu. Gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı silmek için başını hafifçe yana çevirdi, ama Eymen bunu fark etmişti.

 

“Anne… Beni bırakma, tamam mı? Hiç bırakma,” dedi titrek bir sesle.

 

Sevilay, onun başını okşadı, elleri küçük bedenine destek olurken sesini yumuşattı:

“Kimse seni benden alamaz, aslanım. Ben buradayım. Hep yanındayım.”

 

Eymen’in dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi ama gözyaşları akmaya devam ediyordu. O sırada Sancak da yanlarına yaklaşmış, sessizce bu sahneyi izliyordu. Eymen'in Sevilay'a olan bu bağlılığı, onu da derinden etkiliyordu.

 

Sevilay, çocuğun bu içten sarılışını hissettikçe, kalbinde büyüyen koruma duygusuna engel olamıyordu. Gözleri Sancak’la buluştuğunda, ikisi de aynı şeyi düşündü: Bu çocuk bir şekilde onların hayatına dokunmuştu.

 

Eymen, Sevilay’a biraz daha sokularak, mırıldandı:

“Anneme çok benziyorsun… O da böyle kokardı.”

 

Sevilay’ın içi burkuldu. Ona sıkıca sarılırken, yumuşak bir sesle cevap verdi:

“Benim kokum da hep seninle olacak, Eymen. Sen hiç korkma.”

 

Sancak, Eymen’in bu masumiyeti karşısında daha fazla dayanamadı ve onun başını okşadı:

“Sen artık bizim evimizde güvendesin. Ne gerekiyorsa yapacağız.”

 

Eymen, Sancak’a dönüp baktı ve sonra Sevilay’a biraz daha sokuldu.

“Annem gibi kokuyor…” diyerek gözlerini kapadı.

 

Sevilay, küçük bedeni kollarında taşırken, onun ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha hissetti. Bu çocuk sadece bir enkazdan kurtarılmamıştı; yeniden bir sevginin, bir ailenin parçası olmaya adım atıyordu. Bu sarılma, sadece onun değil, belki de Sevilay ve Sancak’ın da hayatında yeni bir başlangıç olacaktı.

 

Saatler geçmiş, enkaz altından kurtarılan Eymen hastanede gerekli bakımı görüyordu. Daha beş yaşında, küçücük bir çocuktu. Üzerindeki tozlara, kıyafetinin yıpranmış haline rağmen masumiyeti ve tatlılığı göze çarpıyordu. Masmavi gözleri, sarıya çalan pürüzsüz teni ve dalgalı sarı saçlarıyla bir meleği andırıyordu. Ama o güzel gözlerin içinde derin bir korku ve yorgunluk gizliydi.

 

Sevilay, yatağın başında oturmuş, elini Eymen'in minik ellerine koymuştu. Gözlerini çocuktan bir an olsun ayıramıyordu. Yorgun, ama bir o kadar da sevgi dolu bir bakışla ona bakıyordu. Eymen’in nefesi artık düzene girmiş, derin bir uykuya dalmış gibiydi. Ancak küçük yüzündeki endişe ve çaresizlik izleri, yaşadığı korkunç saatlerin etkisinin hâlâ sürdüğünü gösteriyordu.

 

Sevilay, başını hafifçe eğdi ve içinden, "Ne büyük bir sınavdan geçiyor bu küçücük beden," diye düşündü. Parmaklarıyla Eymen’in alnındaki saçları nazikçe geri iterek mırıldandı:

“Merak etme aslanım, artık güvendesin. Kimse sana zarar veremeyecek.”

 

Bu sırada hastane koridorundan gelen sesler, Sevilay’ın dalgınlığını böldü. Başını çevirdi ve Sancak’ın işlemleri halletmek için personelle konuştuğunu fark etti. Gözlerinde hafif bir kıskançlık ve hayranlık karışımı bir ifade vardı. Sancak’ın güçlü duruşu ve işleri bir an bile aksatmadan yoluna koyma çabası, Sevilay’ın içini rahatlatıyordu. Ama aynı zamanda, Sancak’ın yükünün ne kadar ağır olduğunu da biliyordu.

 

Bir süre sonra Sancak, içeri girdi. Yorgundu, ama gözleri hâlâ kararlıydı. Sevilay’a doğru yürüdü ve başıyla işlerin yolunda olduğunu işaret etti. Yatağın yanına gelip, Eymen’e baktı. Küçük çocuğun yüzündeki huzursuzluk onu da derinden etkilemişti.

“Bu çocuk... Sadece şansa hayatta kalmamış,” dedi kısık ama kararlı bir sesle. “Bir sebebi var. Onu korumamız gerekiyor, Sevilay.”

 

Sevilay, Sancak’a dönüp hafifçe gülümsedi. “Biz koruyacağız. Her ne pahasına olursa olsun.”

 

Eymen hafifçe kımıldadı ve gözlerini araladı. O mavi gözler, Sevilay’a kilitlendi. Uykulu ve zayıf bir sesle, “Anne?” diye mırıldandı.

 

Sevilay’ın gözleri doldu. Eymen’in bu yanılgısı, onu derinden etkiledi. Yavaşça eğilip, çocuğun elini tuttu. “Buradayım, yanındayım,” dedi nazikçe.

 

Sancak, bu anı sessizce izliyordu. Eymen’in sesi, ikisini de daha güçlü bir şekilde bu çocuğa bağlamış gibiydi. Bir karar almışlardı, ama bu sadece onların değil, Eymen’in de hayatını değiştirecek bir karar olacaktı.

 

Sancak, bir süre boyunca Sevilay’ın nasıl bir tepki vereceğini düşünerek sessiz kaldı. Hastane odasında, Eymen hâlâ derin bir uykudaydı. Küçük yüzü biraz daha rahatlamıştı, ama hâlâ yaşadığı travmanın izlerini taşıyordu. Sancak, Sevilay’ın gözlerine bakarak ağır bir nefes aldı.

 

“Sevilay,” dedi, sesi kısık ama kararlı. “Bir şey konuşmamız gerekiyor.”

 

Sevilay başını çevirip ona baktı. Yorgundu, ama Sancak’ın sesindeki ciddiyet onu hemen dikkat kesilmeye zorladı. “Ne oldu Sancak? Bir sorun mu var?”

 

Sancak hafifçe başını iki yana salladı. “Hayır, ama... bir gerçeği seninle paylaşmak istiyorum. Araştırmalar yaptım. Eymen’in ailesini bulmaya çalıştım. Anne ve babasının enkaz altında kaldığını biliyorsun. Ne yazık ki... ikisi de kurtarılamadı.”

 

Sevilay derin bir nefes aldı. Bu gerçeği zaten hissetmişti, ama Sancak’ın ağzından duyunca boğazına bir yumru oturdu. Gözleri istemsizce doldu ve Eymen’e doğru bakışlarını çevirdi. Minik beden, bu kadar büyük bir acıya nasıl dayanacaktı?

 

“Peki ya başka kimse? Hiç kimse yok mu?” diye sordu Sevilay, gözyaşlarını tutmaya çalışarak.

 

Sancak bir an duraksadı, ardından başını üzüntüyle salladı. “Hiç kimse yok, Sevilay. Ne bir akraba, ne de bir yakın. O artık... yalnız.”

 

Bu sözler, Sevilay’ın kalbine bıçak gibi saplandı. Yatağın yanına oturup minik Eymen’in başını okşamaya başladı. Parmakları çocuğun sarı saçlarında gezinirken gözyaşları yanaklarından sessizce süzüldü. Sanki tüm dünya bu küçük bedenin omzuna yüklenmiş gibiydi.

 

“Sancak,” dedi titrek bir sesle, “Bu çocuk daha beş yaşında... nasıl yalnız bırakılır? Nasıl bu kadar acıya terk edilir? Kimse mi yok onun elini tutacak?”

 

Sancak, Sevilay’ın yanına gelip elini onun omzuna koydu. “Sevilay, bak... Ben onun yalnız kalmasına izin vermeyeceğim. Ama bunu tek başıma da yapamam. Oğlunu kaybetmiş bir anne var. Kocasını kaybetmiş bir baba var. Ve bir çocuk var, annesiz babasız, yapayalnız... Eğer istersen, ona bizim çocuğumuz gibi bakabiliriz.”

 

Sevilay başını kaldırıp Sancak’a baktı. Gözleri şaşkınlık, duygusallık ve biraz da korkuyla doluydu. “Bizim çocuğumuz gibi mi?” diye tekrarladı.

 

Sancak başını salladı. “Evet, bizim çocuğumuz. Onun bir ailesi olabiliriz. Biz ona anne ve baba olabiliriz. Ona yalnız olmadığını, sevildiğini gösterebiliriz.”

 

Sevilay’ın boğazına düğümlenen sözcükler vardı, ama bir türlü konuşamıyordu. Sadece Eymen’in yüzüne baktı. Küçük elleri, incecik bedeni ve huzursuz uykusu... Bir an kendi kızı Mahinur’u düşündü. Eymen de Mahinur gibi gülüp oynayabilirdi. Sevgiyle büyüyebilirdi.

 

“Peki ya ben?” dedi Sevilay, sesi titreyerek. “Ya bu çocuğun hayatında bir eksiklik bırakırsam? Ya onun için yeterince iyi olamazsam? Zaten Mahinur var... ona nasıl adil olurum?”

 

Sancak, Sevilay’ın yüzüne ciddi ama sevgi dolu bir bakışla baktı. “Sevilay,” dedi, “Sen bir anne olarak zaten yeterlisin. Eymen için de Mahinur için de... Onlara sevgini veriyorsun. Bu yeter. Biz birlikte olduğumuz sürece her şeyin üstesinden geliriz. Sen bu çocuğu sevemezsen, kim sever?”

 

Sevilay derin bir nefes aldı ve tekrar Eymen’e döndü. Küçük bedenine baktı. Ardından Sancak’ın gözlerine dönerek fısıldadı: “Biz ona aile olacağız. Onun her şeyi olacağız. Bir daha asla yalnız kalmayacak. Asla.”

 

Sancak, Sevilay’ın kararını duyunca hafif bir gülümsemeyle başını salladı. İkisi de aynı anda Eymen’in yatağında birleşen ellerine baktılar. Artık bu minik çocuk onların bir parçası olacaktı. Bu karar, hepsinin hayatını sonsuza dek değiştirecekti.

Heloooo bir bölüm daha sizlerle bolca oy ve yorum yazın

 

 

Loading...
0%