@aytengul
|
Dilenci değilim ancak yorum yapmanızı ve oy vermenizi bekliyorum.
Keyifli okumalar
Sevilay, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte konağın işlerine koyulmuştu. Mukaddes Hanım’ın talimatlarını yerine getirmek için saatlerdir koşturuyordu. Ellerinin nasır tutmasına aldırmadan, yüzündeki yorgunluk ve gözlerindeki hüzünle evin her köşesini temizliyordu. Hiç durmaksızın çalışmak, onun kaçış yolu olmuştu; bu evde saygı görmek ya da sevilmek gibi bir beklentisi kalmamıştı, ama en azından işlerini yaparak ayakta kalabilirdi.
Yere çömelmiş, elindeki bezle zemini siliyordu. Gözleri boş bir noktaya takılmış, zihni uzaklardaydı. Her silme hareketi, içindeki umutsuzluğu biraz daha artırıyor gibiydi. Ellerinin titremesine rağmen duraksamıyordu. O kadar derin düşüncelere dalmıştı ki, kapıdan giren kimseyi fark etmiyordu bile.
Zemin, Sevilay’ın gözünden akan gözyaşlarıyla daha da parlıyordu. Sessizce ağlıyordu, ama bu ağlayış içten içe gelen bir feryattı. Kendini her gün bu evde biraz daha kaybediyor, kişiliği yok oluyordu. Sevilay, yaptığı işi bir umutla ya da bir iyileşme beklentisiyle yapmıyordu. Yere çökmüş şekilde sadece o anda var oluyordu, çaresizliği ve acısı ile baş başa.
Tam o sırada, Mukaddes Hanım bir kez daha odanın kapısında belirdi. Onun sert ve küçümseyici bakışları yine üzerindeydi. "Ne yapıyorsun orada? Yerleri hala temizleyemedin mi?" diye sordu alaycı bir sesle.
Sevilay, başını kaldırıp cevap vermedi. Sessizce, bezini tekrar zemine sürterek işine devam etti. Mukaddes Hanım, Sevilay'a küçümseyici bakışlarla yaklaştı ve soğuk bir ses tonuyla, "Beceriksiz! Elinden hiçbir şey gelmiyor. Bir işi bile doğru düzgün yapamıyorsun!" diye bağırdı. Sevilay, kadının sözleriyle iyice küçülmüş gibi hissetti. Ellerindeki bezle yere daha sıkı sarıldı, ama o an hiçbir şey söyleyemedi. Ne kadar çalışsa da ne yapsa da Mukaddes Hanım'ın gözünde değeri yoktu.
Mukaddes Hanım, Sevilay'ın tepkisizliğinden daha da cesaret alarak, "Bu evde sana yer yok, ama bunu anlaman zaman alacak anlaşılan. Ne de olsa böyle beceriksiz, işe yaramaz birinin burnundan getiririz her şeyi. Zamanı geldiğinde, sen de nasibini alacaksın!" dedi ve Sevilay'ın yanından sert adımlarla uzaklaştı.
Ama Sevilay’ın içinde bir şey kırılmamıştı. Sessizce gözyaşlarını silerken, kalbinin derinliklerinde bir öfke büyüyordu. Onun çaresizliğinden faydalanan Mukaddes Hanım, belki de hiç farkına varmadan kendi sonunu hazırlıyordu. Sonuçta ne demişlerdi: "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste." Sevilay bu evde her gün biraz daha aşağılanıyordu, ama mazlumun ahı er geç sahibini bulurdu.
Zamanla, Sevilay'ın içinde bir güç filizlenecek, o gün geldiğinde ise kendisine yapılan her haksızlığın karşılığını, beklenmedik bir şekilde gösterecekti. Sevilay, sabah boyunca utana sıkıla yemek yemişti. Her lokmada boğazına düğümlenen bir hüzün vardı. Evin içinde hissettiği değersizlik, her anını sarıyordu. Şimdi ise tam ağzına bir lokma koymak üzereyken Mukaddes Hanım’ın sesi odayı doldurdu: "Gel, ayaklarımı yıka!"
Sevilay bir an duraksadı, elindeki ekmeği bırakmak istemedi, ama yapacak bir şeyi de yoktu. İstemeye istemeye, elindeki bir dilim ekmeği yere bırakıp ayağa kalktı. İçindeki küçüklük hissi, onu daha da boğuyordu. O sırada Mukaddes Hanım, Sevilay’ın bu hareketini fırsat bilip ona sert bir bakış attı ve ağır bir tonla konuşmaya başladı: "Günah, günah! Bizim erkeklerimiz o ekmeği kazanana kadar ne kadar çalışıyor, biliyor musun? O ekmeğin kıymetini bilmek yerine yere atıyorsun!"
Sevilay, gözlerini yerden kaldıramadı. Kalbi hızla atarken, Mukaddes Hanım’ın sesindeki küçümseme kulaklarında yankılanıyordu. "Gerçi, senin gibisi nereden bilecek!" diye ekledi Mukaddes Hanım, sözlerine daha da küçümseyici bir tonda. Her kelimesi Sevilay’ın ruhuna bir bıçak gibi saplanıyordu.
Sevilay, zorla tuttuğu gözyaşlarını geri iterek, Mukaddes Hanım’ın ayaklarının yanına çömeldi. Ellerini uzattı, ama her hareketi ağırlaşıyor, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. Mukaddes Hanım’ın sözleri, onu bu evde daha da aşağılamıştı, ama Sevilay hiçbir şey söylemedi. Sessizce, kendisine verilen görevi yapmaya başladı.
Ancak, içindeki mazlumun ahı bir kez daha gün yüzüne çıkıyordu. Sevilay, bu aşağılanmanın bir gün sona ereceğini, kendisine yapılan her haksızlığın hesabının sorulacağını biliyordu. Ama o gün ne zaman gelecekti, işte bunu bilemiyordu. Sevilay, sessizce yere çökmüş, Mukaddes Hanım'ın ayaklarını yıkarken tüm dünyanın yükünü omuzlarında hissediyordu. Başını önüne eğmiş, elinden geleni yapıyordu, ama ne yapsa beğendiremeyeceğini biliyordu. Tam o sırada, Cemile ve Emine odanın kapısında belirdiler. Üzerlerine taktıkları altınlar parıl parıl parlıyor, giyimleriyle, takılarıyla sanki Sevilay’a karşı birer zafer kazanmış gibiydiler. Gözlerinde küçümseyici bir bakış, dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle Sevilay’ı izlediler.
Cemile, bileğindeki bilezikleri hafifçe sallayarak Sevilay’a doğru eğildi, alaycı bir ses tonuyla, "Bak hele, sen hâlâ kaynanana hizmet ediyorsun, biz ise takılarımızla düğün düğün geziyoruz," dedi. Emine de gülerek ona katıldı, "Belli ki sen bu evde başka bir şeye layık görülmemişsin," diye ekledi. İkisi de Sevilay’ın çaresizliğini büyük bir keyifle izliyordu.
Mukaddes Hanım ise Sevilay’ın çabasına hiç aldırmadan, "Doğru düzgün yıka ayaklarımı! Sanki iş yapıyormuş gibi hareket etme!" diye emretti. Sevilay, titreyen elleriyle Mukaddes Hanım’ın ayaklarını yıkamaya devam etti. Ancak ne yaparsa yapsın, Mukaddes Hanım'ın yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirmiyordu.
Bir anda Mukaddes Hanım, ayaklarını sert bir hareketle leğenin içindeki suya doğru savurdu. Su, Sevilay’ın üzerine sıçradı, elbiseleri ıslanmıştı. Soğuk su, sadece kıyafetlerini değil, gururunu da ıslatmıştı. Mukaddes Hanım, alaycı bir gülümsemeyle, "Bak, ne hale geldin! Bir işi bile doğru düzgün yapamıyorsun. Beceriksiz!" diye bağırdı.
Cemile ve Emine, bu sahneyi izlerken kıkırdadılar, alayları odanın her köşesinde yankılanıyordu. Sevilay, ıslak kıyafetleriyle sessizce durdu, kalbi hızla çarpıyordu. Utanç, çaresizlik ve öfke birbirine karışmıştı. Ama gözyaşlarını tutmaya devam etti. Bu eve ve bu insanlara karşı verdiği mücadelede, sesini duyuracak günü beklemekten başka bir çaresiyoktu. Mukaddes Hanım, Sevilay’a sert bir bakış fırlattı ve "Gel, yerleri sil hemen!" diye bağırdı. Sevilay, gözleri yaşla dolmuş, hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı. O sırada dışarıdan bir hizmetli koşturarak içeri girdi, nefes nefese ve heyecan dolu bir sesle, "Mukaddes Hanım! Oğlunuz Sancak Paşazadem geliyor! Karısı ile birlikte yoldalar," dedi sevinçle.
Bu haber, Mukaddes Hanım’ın yüzünde anında bir değişikliğe sebep oldu. Bir anlık öfke ve küçümseme, yerini sevinç dolu bir ifadeye bıraktı. Sancak Paşa, bu ailenin gururu, büyük oğlu, işinde gücünde başarılı biriydi. Kardeşlerinin aksine, karı kız peşinde koşmayan, işine ve ailesine sadık bir adam olarak tanınırdı. Onun gelişi, hem aile hem de çevre için her zaman önemli bir olay olurdu.
Mukaddes Hanım, heyecanını gizleyemeden ellerini birbirine sürttü. "Ah, ne güzel haber! Sancak geliyor demek! Hem de karısıyla... Mahi, ne kadar da güzel ve edepli bir kızdır. Doğumuna da az kaldı, torunumu kucağıma almak için sabırsızlanıyorum," diye mırıldandı.
Hizmetli kadın başını eğerek, "Evet hanımım, yoldalar. Şimdi hemen hazırlık yapalım, her şey mükemmel olmalı," dedi. Mukaddes Hanım, Sevilay’a dönüp bir kez daha sert bir şekilde, "Hadi, oyalanma! Yerleri sil hemen! Sancak Paşa gelmeden her şey hazır olmalı," diye emretti.
Sevilay, sessizce başını eğdi ve hızla işe koyuldu. İçinde bir burukluk vardı. Sancak’ın gelişi bile ona bir nevi baskı olmuştu. Bu ailenin onuru, büyük oğlu için her şey mükemmel olmalıydı, ama o ne yaparsa yapsın her zaman yetersiz kalıyordu. Sevilay, yerleri silerken etrafındaki hareketliliği izledi. Evin her köşesi, Mukaddes Hanım’ın büyük oğlu Sancak Paşa’nın gelişine hazırlanıyordu. Sevilay ise bu büyük tabloda sadece arka planda sessiz bir figürdü. Sancak Ağa, eve adımını attığında içeride büyük bir hazırlık olduğunu hemen fark etti. Sofra özenle hazırlanmış, evin her köşesi temizlenmişti. Karısı Mahi, yanında ağır adımlarla yürüyordu, karnı iyice büyümüştü, doğumuna çok az kalmıştı. Mukaddes Hanım, onları büyük bir gurur ve sevgiyle karşıladı, gözlerinde oğluna ve gelinine duyduğu derin sevgi vardı.
"Hoş geldiniz, oğlum! Mahi, nasılsın kızım? Torunum ne durumda, iyi mi?" diye sordu Mukaddes Hanım, Mahi’nin ellerini sevgiyle tutarak.
Mahi nazikçe gülümsedi, "İyiyiz anne, çok şükür. Bebek de gayet iyi, sabırsızlıkla bekliyoruz," dedi yumuşak bir sesle.
O sırada, Sancak Ağa etrafına göz gezdirirken, Sevilay’ı fark etti. Onu önce hizmetlilerden biri sanmıştı, zira üstü başı hala düğün gecesinden beri düzeltilmemişti, ama sonra yüzüne daha dikkatli bakınca onun bir hizmetçi olmadığını fark etti. Sevilay’a doğru dönüp içten bir selam verdi.
"Nasılsın bacım?" diye sordu. Sevilay, bir an şaşkınlıkla ona baktı, o ana kadar böyle bir nezaket görmemişti. Gözlerini yere indirip kısık bir sesle, "İyiyim, ağam," diye cevap verdi. Gözlerinde hafif bir ürkeklik vardı.
Sancak, kardeşinin düğününe katılamamıştı. Bu yüzden Sevilay’ın kim olduğunu tam olarak bilmiyordu. Durumu anlamaya çalışırken, annesine dönüp hafifçe kaşlarını çattı. "Bu kim anne? Hizmetlilerden biri mi?" diye sordu.
Mukaddes Hanım’ın yüzünde hafif bir gerginlik belirdi, ama hemen toparlanıp soğuk bir tonda cevap verdi: "O, senin kardeşin Demirhan’ın karısı. Bu evde yaşayan, ama tam anlamıyla hanımefendi olamamış birisi."
Sancak şaşkınlıkla Sevilay’a bir kez daha baktı. "Kardeşimin karısı mı? Neden daha önce hiç duymadım? Kardeşimin düğününe katılmayı çok isterdim, ama işlerim vardı. Demirhan ne zaman evlendi?" diye sordu, annesinden net bir açıklama bekleyerek.
Mukaddes Hanım hafif bir iç çekti. "Bu düğün... zoraki bir evlilik oldu. Demirhan’ın nişanlısı onu terk etti. Biz de mecburen Sevilay’ı gelin aldık."
Sancak, durumu anlamaya çalışırken, Sevilay’ın yüzündeki mahcubiyeti ve utancı fark etti. İçten bir sesle konuştu, "Anlıyorum. O halde hoş geldin, bacım. Bu evde kendini yalnız hissetme," dedi ve daha fazla soru sormadan sofraya doğru yöneldi.
Sevilay ise sessizce geri çekildi, başını eğerek Sancak’ın sözlerine cevap veremedi. O an, bu evde hep bir yabancı kalacağını bir kez daha hissetti. Mukaddes Hanım, oğlu Sancak ve gelini Mahi’yi büyük bir sevgiyle karşılamıştı. Özellikle Mahi’ye karşı tavrı dikkat çekiciydi; her sözü, her hareketi ona olan ilgisini ve sevgisini yansıtıyordu.
"Mahi, kızım, ne kadar da güzel görünüyorsun," dedi Mukaddes Hanım, gelininin yüzüne hayranlıkla bakarak. "Senin gibi birini bu eve gelin verdiğim için ne kadar şanslıyım, bir bilsen. Karnındaki torunumu da sabırsızlıkla bekliyorum. Dikkat et kendine, yorulma sakın. İstediğin bir şey varsa hemen söyle," diye ekledi, Mahi’nin ellerini sıkıca tutarak.
Mahi, nazikçe gülümsedi. "Sağ olun anne, her şey yolunda. Siz nasılsınız?" dedi. Mukaddes Hanım, büyük bir memnuniyetle başını salladı. "Biz iyiyiz kızım, sen iyi ol, yeter," dedi.
Sofraya oturduklarında Mukaddes Hanım, sürekli Mahi’nin rahat etmesini sağlamak için ona özel ilgi gösterdi. "Yemeklerimizi beğendin mi Mahi? Sana özel yaptırdım, torunuma iyi gelecek yemekler bunlar," dedi gururla.
Bu sıcak tavırların aksine, Sevilay’a gösterilen tavır çok farklıydı. Mukaddes Hanım, Sancak ve Mahi ile ilgilenirken, Sevilay sanki orada değilmiş gibi davranıyordu. Mahi’nin yanında bir prenses gibi hissetmesini sağlarken, Sevilay’a tek bir nazik söz bile sarf etmemişti. Bu farklılık, Sevilay’ın yüreğine bir kez daha ağırlık gibi çökmüştü.
Mukaddes Hanım’ın gözünde Mahi, bu evin baş tacıydı; Sevilay ise sadece bir yük gibi görünüyordu. Mahi, cana yakın ve içten tavırlarıyla hemen herkesin gönlünü kazanıyordu. Mukaddes Hanım'ın sıcak ilgisi karşısında bile, Mahi'nin gözleri sevgi ve merhametle parlıyordu. Sofrada otururken, her sözünde nazik bir dokunuş, her hareketinde bir samimiyet vardı.
"Anne, biz geldik diye kendini yormaya gerek yok," dedi Mahi, Mukaddes Hanım’ın heyecanını görünce. "Ben her şeyi yapabilirim, sen sadece dinlen," diye ekledi gülümseyerek. Mahi, annesinin duygusal yönlerini besleyen bu yaklaşımıyla, evdeki atmosferi daha da yumuşatıyordu.
Sancak, Mahi’nin bu sıcaklığını hissettiğinde gururlu bir bakışla ona döndü. "Biliyor musun, Mahi? Sen benim için her zaman en değerli hazinesin," dedi. Mahi, kocasının sözlerine gülümseyerek karşılık verdi. "Sen de benim hayatımın en güzel parçasısın," diye yanıtladı.
Mahi, Sevilay’a da her fırsatta bir sıcaklık göstermeye çalışıyordu. "Sevilay, sen de bizimle gel, yemeğin tadına bak. Anne çok güzel yemekler yaptı, sen de denemelisin," dedi. Sevilay, Mahi'nin bu içten yaklaşımı karşısında bir an şaşırdı, ama hemen bir gülümseme ile cevap verdi: "Teşekkür ederim, Mahi. Gerçekten çok naziksin."
Mahi, Sevilay’ın utangaç tavırlarını görünce ona daha da yaklaştı. "Seninle daha çok sohbet etmek isterim. İkimiz de bu evin kadınlarıyız, birlikte güçlü olmalıyız," dedi. Sevilay, Mahi’nin bu merhamet dolu sözleriyle kalbinde bir sıcaklık hissetti. Ancak, Mukaddes Hanım’ın tavırları ve evdeki diğer durumlar bu sıcaklığı gölgede bırakıyordu.
Sancak’ın yanında olmak, Mahi için bir mutluluk kaynağıydı. Her ne kadar hamileliği ona zorluklar yaşatsa da, Mahi, sabırsızlıkla kucağına alacağı bebeğini bekliyordu. Sevilay ise Mahi’nin bu neşeli atmosferinde kaybolmuş, kendini daha da yalnız hissetmişti. Mahi’nin sevgi dolu bakışları ve içten tavırları, Sevilay’a bir nebze olsun teselli sunsa da, içinde bulunduğu durum onu durmaksızın düşündürüyordu. Mukaddes Hanım, Mahi’nin Sevilay’a gösterdiği ilgiye duyduğu rahatsızlığı gizleyemedi. Gözleri Mahi’nin üzerine kilitlenmişti ve bu sıcak tavırlara karşı bir tepki vermeden duramadı. "Yüz verme şuna," dedi sert bir ses tonuyla, yüzünde bir soğuk ifadeyle.
Mahi, bu çıkışı duyduğunda bir an donakaldı. "Anne, neden böyle diyorsun? Sevilay da bizim ailemizin bir parçası," diye karşılık verdi, ama Mukaddes Hanım’ın bakışları Mahi’nin sözlerini geçersiz kılmaya yetecek kadar tehditkârdı.
"Ne demek ailemizin bir parçası? Bizim ailemizde herkesin bir yeri var. O sadece zorunluluktan bu evin gelini oldu, unutma," diye yanıtladı Mukaddes Hanım, sert bir şekilde. Mahi, annesinin bu tavrıyla hüsrana uğramıştı ama yine de kalbindeki merhameti korumaya çalışıyordu.
Sevilay, bu konuşmaların ortasında sessizce durdu. Mukaddes Hanım’ın ona yönelik bu soğuk tavırlarını ve Mahi’nin içten yaklaşımını izlerken, kendini daha da yalnız hissetti. O an, evin içinde iki ayrı dünyanın var olduğunu bir kez daha fark etti: Biri Mahi’nin sıcaklığı, diğeri ise Mukaddes Hanım’ın sertliği.
Mahi, annesinin bu sözlerine karşı durmak istedi, "Anne, lütfen. Sevilay’ın da bizim desteğimize ihtiyacı var. Bu evde güçlü olmak zorundayız, birbirimize destek olmalıyız," dedi ama Mukaddes Hanım’ın kararlılığı karşısında sesinin tonu zayıflıyordu.
Mukaddes Hanım, gözlerini Mahi’den ayırmadan, "Kendini zayıf gösterme, kızım. Bu evde zayıflığa yer yok. Onu görmezden gel, kendi hayatına bak. Sevilay’ın bizim gibi bir aileye katılması asla kolay olmayacak," dedi.
Mahi, derin bir iç çekerek, annesinin sözlerini anlamaya çalıştı ama Sevilay’ın yaşadığı zorluklar karşısında bir şeyler yapmanın önemini biliyordu. İçindeki merhameti korumak istiyordu, ama annesiyle olan bu çatışma, ikisi arasında bir mesafe yaratıyordu. Sevilay ise o an bir çıkmazda hissetti; ne Mahi’nin sıcaklığı ne de Mukaddes Hanım’ın soğuk tavrı onu bu evde kabul görmeye yetiyordu.
Akşam olmuştu ama Demirhan hâlâ eve gelmemişti. Mukaddes Hanım, bu durumu fırsat bilerek, Sevilay'a seslendi: "Kadın olsaydın, kocanın evine bağlasaydın," dedi alaycı bir tavırla. Sevilay, bu sözlere bir şey demedi ama içinde bir burukluk hissetti. Mukaddes Hanım’ın tavrı, onu daha da yalnız hissettiriyordu.
Gecenin karanlığı çökmüş, Sevilay’ın sesi evin içinde yankılanıyordu. Çığlıkları, çaresizliği ve acısı, evin duvarlarını sarmalamıştı. Bir anda Sancak, aşağı kata indiğinde gözleriyle karşılaştığı manzara karşısında şok oldu. Demirhan, gece geç saatlerde eve gelmiş, Sevilay’ın odasında ona saldırmıştı.
Sancak, odanın kapısını açtığında gördüğü manzara karşısında ağzı açık kalmıştı. Sevilay’ın elbisesi yırtılmış, dudağı kanıyordu; bedeninde morluklar oluşmuştu. Gözleri korkuyla parlayan Sevilay, Demirhan’ın sert bakışları altında çaresizce geri çekilmişti.
Sevilay, Demirhan’ın karısıydı ama bu unvan, ona huzur ve güven vermekten çok, acı ve çaresizlik getiriyordu. Demirhan’ın onu nasıl bir zorbalıkla köşeye sıkıştırdığı, bu gece bir kez daha gözler önüne serilmişti. Sancak, abisinin bu durumunu izlerken içindeki öfkeyi kontrol edemedi.
“Demirhan, bu yaptıkların asla affedilemez!” diye haykırdı Sancak. “Sevilay, senin karın; ona böyle davranamazsın! Bu bir zorbalık!”
Demirhan, Sancak’ın öfkesini umursamaz bir tavırla, “O benim karım, istediğimi yaparım!” dedi, ama gözlerinde bir tehdit ve şiddet barındırıyordu.
Sevilay, bu sözleri duyduğunda içindeki çaresizlik daha da büyüdü. “Lütfen, Demirhan... Benimle böyle konuşma,” dedi titrek bir sesle. Ama Demirhan’ın yüzü, bir karanlık ifade ile dolmuştu.
“Sen, benim kelimelerimi sorgulayan kim oluyorsun? Bu gece bir daha asla bana karşı gelmeyeceksin!” diye ekledi. Sevilay’ın içinde bir korku belirdi; onun için bir baş dönmesi gibiydi.
Sancak, Sevilay’ın gözlerindeki korkuyu gördüğünde, abisine daha da yaklaştı. “Bu gece onu bırak!” dedi sert bir sesle. “Bu yaptıkların cezasız kalmayacak. Sevilay’a böyle davranarak sadece kendini değil, ailenizi de küçültüyorsun!”
Demirhan, Sancak’ın bu karşı duruşuna daha da öfkelenerek, “Sen kimsin ki bana direktif veriyorsun?” diye bağırdı. Ama Sancak, artık geri adım atmayacaktı.
“Ben, onun kardeşi gibi olan biriyim. Sevilay’ı korumak zorundayım,” dedi ve hemen Sevilay’a dönerek, “Gel, benimle gel. Buradan hemen çıkalım.”
Sevilay, Sancak’ın elini sıkıca tuttu ama Demirhan araya girdi. “Bırak onu! O benim karım ve benim kararım!” diye bağırdı.
Sancak, Sevilay’ı korumak için bedenini araya koyarak, “Bunu yapmana izin vermeyeceğim! Sevilay, sen benim yanımda ol. Şimdi buradan çıkıyoruz!” dedi.
Demirhan, öfke içinde boğulurken, Sancak’ın kararlılığı karşısında bir an duraksadı. Sevilay’ın gözlerindeki korku ve Sancak’ın koruyucu tavrı, ona bir şeyleri sorgulatmaya başlamıştı.
Sevilay, bu anın içinde bir umut ışığı hissetmeye başladı; belki de Sancak sayesinde bu zorbalığın son bulabileceğini düşündü. Ancak Demirhan’ın yüreğindeki öfke ve hırs, her şeyin üstündeydi.
“Sevilay, seni bir daha asla bırakmayacağım,” diye mırıldandı. Gözlerinde bir karanlık belirmişti ve bu karanlık, Sevilay’ın korkusunu daha da derinleştiriyordu.
Bu gece, sadece bir çatışmanın ötesinde, Sevilay için bir dönüm noktası olacaktı. Ailesinin, karanlık sırlarının gölgesinde ne kadar derin ve karmaşık bir hayat yaşadığına dair bir farkındalık doğuyordu. Sancak, içindeki öfkeyi bir kenara bırakarak Sevilay’a yaklaşarak eski battaniyeyi alıp onun omzuna attı. Battaniyenin sıcaklığı, Sevilay’ın titreyen bedenine bir nebze olsun huzur verdi. Sancak, bakışlarını yere indirerek, “Gel bacım, misafir odasına geç. Orada rahat edersin,” dedi.
Sevilay, Sancak’ın nazik ses tonuyla yüreğinde bir umut ışığı hissetti. “Ama… Demirhan…” diye mırıldandı, ama Sancak’ın kararlılığı onu cesaretlendirdi.
“Demirhan’ı düşünme. Senin iyiliğin önemli. Çalışanlara da söylerim; sana bir iki parça şey verirler giyinmene,” dedi Sancak, onu desteklerken.
Sevilay, Sancak’ın elini sıkıca tuttu ve yavaşça misafir odasına yönelmeye başladı. Her adımda içindeki korku biraz daha azalmıştı. Sancak, onun arkasından gelirken, Demirhan’ın odadan uzaklaştığını ve rahatlama hissinin kapladığını fark etti.
Misafir odasına girdiklerinde, Sancak, Sevilay’a bir sandalye gösterdi. “Otur, dinlen. İstersen biraz su getireyim,” dedi, Sevilay’a nazikçe gülümseyerek.
Sevilay, oturduğunda içindeki gerginlik bir nebze olsun azalmıştı. “Teşekkür ederim, Sancak,” dedi, sesi hala titrekti ama gözlerinde biraz umut vardı.
“Burası artık senin için bir sığınak olacak. Demirhan’a karşı dikkatli olmalısın ama bu evde yalnız değilsin,” diye ekledi Sancak, Sevilay’ın yanındaki koltuğa otururken.
Sancak, hemen çalışanlara seslenerek, “Biraz yiyecek ve içecek getirin, lütfen,” dedi. Onlar koşarak yanlarından uzaklaştılar.
Sevilay, Sancak’ın bu sıcak davranışlarına karşı minnettardı. “Sadece… Ben çok korkuyorum,” dedi gözleri dolarak.
Sancak, ona şefkatle baktı. “Korkma, bacım. Korku seni esir almasına izin verme. Ben buradayım. Bu durumu değiştirmek için elimden geleni yapacağım,” diye yanıtladı.
Sevilay, Sancak’ın sözlerinin içindeki samimiyeti hissetti. “Beni koruyacak mısın?” diye sordu, yüreğindeki umutla.
“Her zaman,” dedi Sancak kararlılıkla. “Şimdi dinlen, kendini toparla. Her şey yoluna girecek.”
Bu sözler, Sevilay’ın içinde bir güç doğurmuştu. İlk defa, yalnız hissetmiyordu. Hâlâ Demirhan’ın karanlık yüzü aklındaydı ama Sancak’ın varlığı, ona savaşacak bir neden sunuyordu. Ne bölümdü ama bee |
0% |