@aytengul
|
Güzel yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Sabahın ilk ışıkları odaya sızarken, Sevilay yatakta ateşler içinde yanıyordu. Dünkü yaşadığı trajediden sonra vücudu hem fiziksel hem de duygusal olarak iflas etmişti. Gözleri yarı kapalı, yüzü solgun, terler içinde kaldığı halde, derin bir uykuya dalmıştı. Fakat bu huzursuz uykusu, Mukaddes Hanım'ın sert sesiyle paramparça oldu.
Mukaddes Hanım, sabah erkenden kalkar kalkmaz ilk iş olarak Sevilay'ın odasına gelmişti. Kapıyı hızla açıp içeri girdi ve daha Sevilay kendine gelmeden fırça atmaya başladı.
“Neden bağırdın dün gece? Bu evdeki huzuru bozmaya ne hakkın var?” diye hiddetle konuşmaya başladı. Sevilay'ın ateşten kıpkırmızı olmuş yüzüne bakmadan devam etti. “O senin kocan, sahibin! Ona itaat etmek zorundasın. Demirhan bu evin reisi, onun sözünden çıkamazsın!”
Sevilay, yatağında kıpırdamaya çalıştı ama vücudu yorgunluktan hareket edemiyordu. Sadece gözlerini zorla açarak Mukaddes Hanım'a bakmaya çalıştı. Nefesi düzensiz, yüzü ise acıyla buruşmuştu. Ateşi vücudunu kavururken, Mukaddes Hanım’ın söylediklerini anlamakta bile zorlanıyordu.
“Ben... ben istemedim... O...” diyebildi titreyen bir sesle. Ama Mukaddes Hanım, onu dinlemeye hiç niyetli değildi.
“O senin ne isteyip istemediğine bakmaz! Kadın dediğin kocasına hizmet eder, ona boyun eğer. Bu evde yerin varsa, bunu öğreneceksin Sevilay!” diye çıkıştı Mukaddes Hanım, Sevilay’ın acı dolu gözlerine bakmadan.
Sevilay, gözyaşları içinde kıvranırken içinden bir ses ona artık ne kadar çaresiz olduğunu hakykırıyordu. Mukaddes Hanım telaşla aşağı indiğinde ilk gördüğü manzara, gelini Mahi'nin yerde kanlar içinde kıvranıyor olmasıydı. Karnını tutan Mahi'nin yüzündeki acı, tüm bedenine yayılmış gibiydi. Gözlerinde korku ve çaresizlik vardı, kan ise hızla etrafa yayılıyordu.
Mukaddes Hanım, dehşet içinde birkaç saniye donup kaldı, ne yapacağını bilemez haldeydi. Tam o anda, başka bir manzarayla karşılaştı. Oğlu Demirhan, bir köşede, elinde sıkıca tuttuğu bir tabancayla yerde hareketsiz yatıyordu. Kafasına bir el ateş etmişti. Tabancayı hâlâ elinde tutuyordu, parmakları silahın namlusuna sımsıkı sarılmıştı.
Mukaddes Hanım, donup kalmıştı. Gözleri büyüdü, kalbi göğsünde patlayacakmış gibi çarpmaya başladı. "Demirhan!" diye haykırdı, ama sesi titrek ve boğuktu. Ayakları onu taşımıyordu, olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü Oğlu, kanlar içinde yerde yatıyordu. Silahın yankısı hala zihninde çınlıyordu, her şey bir kabusa dönüşmüştü.
Mukaddes Hanım, ne yapacağını bilemez halde, hem oğluna hem de yerde acı çeken Mahi'ye bakarken, gözlerinden yaşlar boşaldı. Bir yanda oğlunu kaybetmişti, diğer yanda ise torununu kaybetme korkusuyla gelinini izliyordu. Bu felaketin içinde çaresizce bağırdı: "Yardım edin! Yardım edin!"
Evin içi kaosa boğulmuştu. Olanlar hem Mukaddes Hanım'ı hem de diğer aile üyelerini geri dönülmez bir trajediye sürüklüyordu. Evdeki dehşet ve kaos an be an büyüyordu. Mukaddes Hanım'ın çığlığı, evin dört bir yanını sararken herkes koşarak olay yerine geldi. Evin her noktasından gelen bağırtılar, o anın dehşetini daha da artırıyordu. Çalışanlar, aile üyeleri, herkes gördükleri manzara karşısında şok içindeydi.
Demirhan kanlar içinde, hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Silah hâlâ elindeydi, yaşamı orada son bulmuştu. Herkesin yüzünde aynı soru vardı: Bu nasıl olmuştu? Nasıl böyle bir felakete sürüklenmişlerdi? Oğlu Demirhan’ı kaybetmiş olmanın ağırlığı Mukaddes Hanım'ın üzerine çökerken, diğer yandan Mahi hâlâ hayattaydı. Karnını tutarak inliyor, kan kaybından bitap düşmüş şekilde yerde acıyla kıvranıyordu.
Çalışanlardan biri hızla ambulansı aramış, yardım çağırmıştı. Mahi'nin yaşaması için zamanla yarışıyorlardı. Çalışanlar, ev halkı ne yapacaklarını bilemeden oradan oraya koştururken, evin içindeki bağrışmalar bir an olsun durmadı.
Ambulansın sirenleri uzaktan duyulmaya başladığında, umut ile korku arasında ince bir çizgide bekleyen herkesin kalbi hızla atıyordu. Demirhan’ın ölümünden sonra, Mahi’nin ve doğmamış çocuğunun hayatta kalıp kalamayacağı artık bir mücadele haline gelmişti. Sevilay, yukarıdaki odasında duyduğu çığlıklarla bir an bile düşünmeden aşağıya fırladı. Aşağı indiğinde karşılaştığı manzara karşısında nefesi kesildi. Mukaddes Hanım, yerde diz çökmüş, acı dolu ağıtlar yakıyordu.
“Ah oğlum! Demirhan! Oğlum nereye gittin sen? Bizi nasıl bırakırsın böyle!” diye feryat ediyordu. Elleri kanlı yüzüne kapanmış, çaresizlik içinde titriyordu. Gözlerinden yaşlar sel gibi akarken, oğlu Demirhan'ın cansız bedeni başucunda yatıyordu.
Sevilay, bir an yerinde donup kaldı. Gördüklerine inanmakta güçlük çekiyordu. Mahi ise hâlâ yerde, kanlar içinde acıyla kıvranıyor, ama hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Sevilay’ın kalbi hızla çarptı, nereye bakacağını bilemez haldeydi; bir yanda Mukaddes Hanım’ın ağıtları, diğer yanda Mahi’nin yaşam savaşı.
Mukaddes Hanım, Sevilay’ı fark ettiğinde ona doğru döndü. Gözleri öfke ve acı doluydu. “Bu senin yüzünden oldu! Senin yüzünden her şey mahvoldu!” diye haykırdı. Sevilay, ne diyeceğini bilemeden geriye doğru çekildi, bu suçlamalar karşısında daha da çöktü Oğlu, kanlar içinde yerde yatıyordu. Silahın yankısı hala zihninde çınlıyordu, her şey bir kabusa dönüşmüştü.
Mukaddes Hanım, ne yapacağını bilemez halde, hem oğluna hem de yerde acı çeken Mahi'ye bakarken, gözlerinden yaşlar boşaldı. Bir yanda oğlunu kaybetmişti, diğer yanda ise torununu kaybetme korkusuyla gelinini izliyordu. Bu felaketin içinde çaresizce bağırdı: "Yardım edin! Yardım edin!"
Evin içi kaosa boğulmuştu. Olanlar hem Mukaddes Hanım'ı hem de diğer aile üyelerini geri dönülmez bir trajediye sürüklüyordu. Sancak, sabahın ilk saatlerinde karısına kuru yemiş almak için çıktığı kısa geziden geri dönerken, evin önünde toplanmış kalabalığı ve huzursuzluğu fark etti. Kapının önündeki insanların yüzlerinde korku ve şaşkınlık vardı. Arabasından hızla inip neler olduğunu anlamaya çalıştı, adımları gittikçe hızlanıyordu. İçeri girdiğinde ise gördüğü manzara, onu adeta çılgına çevirdi.
Annesi Mukaddes Hanım, yere çöküp Sevilay’a hiddetle bağırıyordu: “Uğursuz kara kedi! Senin geldiğin günden beri bu evde huzur kalmadı!” Mukaddes Hanım'ın gözleri delirmiş gibi, Sevilay'ı suçlarken, yaşlı kadının acı ve öfkeyle sarsıldığını görebiliyordu.
Sancak, gözleri yerde yatan cansız bedene kaydığında nefesi kesildi. Kardeşi Demirhan'ın ölü bedenini görmesiyle birlikte dünyası başına yıkıldı. Gözleri irileşti, kalbi hızla atmaya başladı, bütün vücudu öfkeyle titredi. “Demirhan!” diye haykırdı, ama sesi boğazında düğümlenmişti. Kardeşinin cansız bedeni önünde duruyordu ve bu görüntü, onu deliye döndürmeye yetmişti.
O anda bir çalışan yanına yaklaştı, sesi titrek ve korku doluydu. "Ağam, eşinizi özel hastanelerden birine götürdüler, durumu çok ciddi," dedi. Sancak'ın kafası karmakarışıktı. “Ne oldu ona? Mahi’ye ne oldu?” diye öfkeyle bağırdı. Gözleri çılgınca etrafı tararken, çaresizliğini kontrol edemiyordu. Her şeyin nasıl bu hale geldiğini anlamaya çalışıyordu, ama duyduğu her bilgi onu daha da öfkelendiriyordu. Hem kardeşini kaybetmişti hem de karısının hayatı tehlikedeydi.
Bütün evin üzerine çöken bu trajedi, Sancak'ı çaresizliğin ve öfkenin pençesine atmıştı. Annesinin çığlıkları, çalışanların korku dolu bakışları ve Demirhan’ın cansız bedeni, yaşanan kabusun bir daha sona ermeyeceğini hissettiriyordu. Sancak'ın kalbi hızla atıyordu, çalışanlardan biri korkuyla gözlerini kaçırarak yineledi: "Ağam, geldiğimizde Mahi Hanım karnından vurulmuştu... Demirhan Ağam ise... kendini vurmuştu."
Sancak duyduklarına inanamıyordu, gözleri bir an boşluğa daldı. Göz kapaklarının arasında biriken öfke ve keder, yüzüne yansıyordu. Kardeşi Demirhan’ın cansız bedeni gözünün önünde yatarken, Mahi’nin vurulmuş olması, her şeyin daha da karmaşık hale geldiğini hissettirdi.
Boğazı kuruyarak güçlükle konuştu: "Ne demek kendini vurmuş? Mahi’ye ne oldu?!"
Çalışan, bir adım geri çekildi, titrek bir sesle devam etti: "Demirhan Ağam Mahi Hanım'ı vurduktan sonra kendini vurmuş, ağam. Mahi Hanım’ı hemen hastaneye götürdüler, durumu çok kritik..."
Sancak, dizlerinin bağı çözülmüş gibi hissetti. Bu karanlık an, içindeki tüm öfke ve çaresizliği bir araya getiriyordu. Yutkunmaya çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlenmişti. İçinde kopan fırtınayı kontrol etmekte zorlanıyordu. Birkaç adım geriledi, başını avuçlarının arasına aldı, çaresizlikle kıvranıyordu.
"Neden?" diye fısıldadı kendi kendine. Gözlerinde yaşlar birikmişti, ama o an için dökülmeyecek kadar donuktu. Tek bir düşüncesi vardı: Mahi'yi kurtarmak. "Hazırlanın! Hemen hastaneye gitmemiz gerek," diye hiddetle emretti, sonra hızla kapıyayöneldi. Sancak, gözyaşları gözlerinde birikmiş, boğazında düğümlenmiş kederle arabayı sürüyordu. Direksiyonu sımsıkı tutarken, gözleri önündeki yolu görmekte zorlanıyordu, ama hızını bir an bile kesmedi. Ağlayarak, arabayı son sürat hastaneye doğru sürüyordu. İçindeki acı, öfke ve çaresizlik, kontrol etmekte zorlandığı bir fırtınaya dönüşmüştü.
Hastaneye vardığında arabayı hızlıca park etti. Kapıyı sertçe çarpıp dışarı fırladı. Gözlerinden akan yaşlar, yüzünü yakıyordu. Yüreğindeki ağırlık her adımında daha da büyüyordu. İçeri girerken etraftaki hiçbir şeye dikkat edemedi, tek düşündüğü Mahi’ydi.
Hastane koridorlarına adım attığında, her şey daha da karanlık ve boğucu geliyordu. "Mahi nerede? Karım nerede?" diye bağırdı, sesi çaresizlikle yankılandı. Görevli hemşireler onun bu halini görünce hemen yönlendirmeye çalıştılar.
“Sakin olun beyefendi, ameliyatta, durumu kritik…” dedi biri, ama Sancak’ın içindeki korkuyu yatıştırmaya yetmiyordu. Gözlerinde akmaya devam eden yaşlarla duvarlara yaslanıp olduğu yere çöktü. Kardeşinin ölümü, Mahi’nin hayatta kalma mücadelesi… Bu kadar acıyı bir anda nasıl taşıyabilirdi? Sancak’ın zihninde tek bir düşünce yankılanıyordu: Sadece yarım saatliğine çıkmıştı, sadece kuru yemiş alacaktı. O yarım saatte, hayatı alt üst olmuştu. Her şey bir anda karanlığa gömülmüştü. Kardeşi Demirhan’ın ölümü, Mahi’nin vurulması... Nasıl olmuştu da bu kadar kısa bir sürede her şey değişmişti?
Hastane koridorunda yere çökmüş, kollarını başının arkasına dolamış şekilde sessizce ağlıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarından hızla akarken, içinde kopan fırtınayı bastırmak için mücadele ediyordu. Koca bir ömür, bir anın içine sığmıştı sanki. Kendi kendine tekrar etti: "Sadece yarım saat... Sadece kuru yemiş alacaktım..."
Geri döndüğünde ise her şey paramparça olmuştu. Sancak hastane koridorunda yere yığılmış, elleri titreyerek yüzünü kapatıyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar kesintisiz akıyordu, ama bu gözyaşları kalbindeki acıyı dindiremiyordu. Tüm dünyası başına yıkılmıştı. Sadece birkaç saat önce, her şey yolundaymış gibi görünüyordu. Oysa şimdi, hayatı geri dönülmez bir karanlığın içine sürüklenmişti.
Biraz kuru yemiş alıp dönecekti. O kadar... Sadece yarım saatliğine çıkmıştı evden. Ama o yarım saat, her şeyi mahvetmişti.
Kardeşi Demirhan'ın cansız bedeni zihninde yankılanıyordu. Nasıl olmuştu? Demirhan neden böyle bir şey yapmıştı? Kafasındaki soruların hiçbiri cevapsız kalıyordu. İçinde taşıdığı öfke, acı ve pişmanlık öylesine büyük bir yük haline gelmişti ki, nefes almak bile zorlaşıyordu.
Sancak hıçkırıklarını tutamayarak yere kapanmış halde, boğazındaki düğümle ağlamaya devam etti. Göğsü inip kalkarken, içindeki fırtına şiddetini artırıyordu. Gözleri bulanıklaşmış, zihni acıyla donmuştu.
"Nasıl… nasıl oldu bu?" diye fısıldadı. Sesini zar zor çıkarabiliyordu. “Sadece biraz kuru yemiş alacaktım... Her şey... bu kadar mı kolay yıkılır?”
O an için hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibiydi. Hayatının en sevdiği iki kişi—kardeşi ve karısı—bir anda ondan kopmuştu. Kardeşi artık yoktu, karısı ise yaşam mücadelesi veriyordu. Oysaki Sancak hep güçlü olmakla bilinirdi, ailesine sahip çıkan adamdı, ama şu an dünyayı sırtında taşıyamayacak kadar zayıf ve kırılgandı. Omuzları ağır bir yükle çökmüş, nefesi kesilmişti.
Ellerini yere koyup doğrulmaya çalıştı, ama her hareketi daha fazla acı veriyordu. Kalbindeki boşluk her nefes alışında büyüyor, içindeki çaresizlik onu boğuyordu. Hastane koridorlarında yankılanan acı dolu feryatları duyarken, bir an için hayatın ne kadar kırılgan olduğunu fark etti. Bir anlık ihmal, bir anlık uzaklık... Her şey altüst olmuştu.
Zihnindeki tek düşünce karısına sarılmaktı. Onu bir daha kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırdı. Ama içindeki korku, Mahi’yi de kaybetme düşüncesi, onu yavaş yavaş içten çökertiyordu.
"Lütfen… Mahi... Beni bırakma..." diye içinden geçirdi. Kendi acısına hapsolmuş, gözyaşlarıyla baş başa kalmıştı.
Sancak, koridorda oturmuş beklerken iki saatin ardından bebek ağlama sesi duyuldu. Kalbi hızla atmaya başladı, gözleri yaşlarla doldu. O an, hem umut hem de korku içinde dua etmeye başladı:
"Allah'ım, lütfen karımı koru… Ona bir şey olmasına izin verme, ne olur…"
İçinden geçirdiği her dua, göğsünde bir fırtına gibi yankılanıyordu. Tam o sırada doktor hızla yanına geldi, yüzünde zor okunan bir ifade vardı.
“Gözünüz aydın, bir kızınız oldu,” dedi doktor, sesi yorgun ama bir nebze de olsa umut veriyordu.
Sancak’ın içi bir anlığına huzurla doldu. Gözyaşları yanağından süzülürken, kalbinde umut kırıntıları belirdi. Ama içindeki korku hemen geri geldi. Bir an için bile olsa, her şey yolunda gidecekmiş gibi hissetmek istemedi. Zihninde tek bir soru yankılanıyordu.
"Peki ya Mahi? Karım nasıl?" dedi, sesi titriyordu. Tüm cesaretini toplamıştı, ama doktorun yüzündeki ciddiyet Sancak’ın içine korkuyu tekrar doldurdu.
Doktor derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğdi ve yavaşça konuştu: “Karınız... ne yazık ki son anlarını yaşıyor. Elimizden geleni yaptık, ama karnındaki kurşun çok fazla hasar verdi.”
Sancak’ın dünyası bir kez daha yıkıldı. Kalbi göğsünde parçalanıyordu. Doktorun sözleri kafasında yankılanıyor, anlamayı reddettiği o acı gerçek, bütün ağırlığıyla omuzlarına çökmüştü. Gözleri yaşlarla doldu, kelimeler boğazında düğümlendi.
"Hayır... Hayır, olamaz. Lütfen… lütfen bir şeyler yapın!" diye yalvardı Sancak, sesi titriyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Doktor sadece başını salladı. “Yanında olmak istersiniz,” dedi, Sancak’a nazikçe kapıyı göstererek.
Sancak gözyaşları içinde, adımlarını zor atarak odaya doğru yürüdü. Her adımda içindeki acı daha da büyüyor, kalbi kırılmaya devam ediyordu. Kapıdan içeri girdiğinde, yatağın başında yatan Mahi’yi gördü. Solgun yüzü, kapanmaya çalışan gözleriyle son nefesini vermek üzereydi. Mahi, son bir nefes alırken gözlerinde hüzün dolu bir parıltı vardı. Sancak’ın ellerini hafifçe sıktı, zorlukla ama sevgiyle gülümsedi.
"Kendine ve kızımıza iyi bak," dedi, sesi titrek ama derin bir duyguyla doluydu. "Ona bir anne şefkati lazım, ancak benim zamanım doldu... Sevilay... Sevilay ona iyi bir anne olur, lütfen, benim için üzülme."
Sancak’ın gözlerinden yaşlar süzülürken, Mahi’nin her kelimesi kalbine bir ok gibi saplanıyordu. O an, Sancak yalnızca Mahi’ye sarılmak, onu kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırdı, ama çaresizdi.
"Sen bana iyi bir koca oldun, Sancak... Sevilay’a da iyi bir koca olursun. Onun yaraları var, sen onun yaralarını sar, o da senin yaralarını sarsın..." diye fısıldadı Mahi, nefesi gitgide zayıflıyordu.
Sancak, Mahi’nin gözlerine bakarken acının derinliğinde kayboldu. "Hayır... Bunu yapamam. Sensiz ne yaparım, Mahi?" dedi, boğazı düğümlenmişti.
Ama Mahi sadece hafifçe başını salladı. Onun gözlerinde, Sancak'a karşı duyduğu sonsuz güven ve sevgi vardı. "Yapabilirsin... Sen güçlü bir adamsın. Sevilay'a şans ver, hem ona hem kızımıza sahip çık..." Son bir nefes aldı ve gözleri ağır ağır kapandı.
Sancak, Mahi'nin ellerini bırakmıyor, içindeki tarifsiz acıyla kalakalmıştı. O anda, artık ne yapacağını bilemez halde, Mahi’nin son sözleri zihninde yankılanıyordu: Sevilay’ın yaralarını sarma görevi ona kalmıştı… ve şimdi onun da kalbinde derin yaralar vardı.
Yanına çöktü, ellerini tuttu. “Mahi… lütfen, beni bırakma,” diye fısıldadı, sesi acıyla doluydu. Mahi'nin gözlerinde hafif bir parıltı belirdi, ama çok yorgundu. Zorlukla gülümsedi, elleri Sancak’ın avucunda hafifçe titredi. Son bir nefes alıp, fısıldadı:
“Bizim bir kızımız var… Ona iyi bak…”
Ve o an, Sancak’ın dünyası bir kez daha karardı. Mahi’nin eli soğudu, gözleri kapandı. Yaşamı, onun ellerinden kayıp gitmişti. Gözyaşları hiç durmaksızın akarken, kalbinde tarifsiz bir acı vardı.
Sancak, Mahi’nin cansız bedenine sarılarak ağlamaya başladı. Gözlerinden akan yaşlar yüzünü yakıyor, boğazı düğümlenmişti. İçindeki acı artık dayanılmaz hale gelmişti, kalbi parçalanıyor, nefes almak bile zorlaşıyordu.
"Mahi! Mahi, beni bırakma! Ne olur, sensiz ne yaparım? Mahi, ben ne yaparım?!" diye feryat etti, sesi koridorda yankılanıyordu. Yürekten gelen her kelime, acısının derinliğini dışa vuruyordu.
Sancak hıçkırıklar içinde yere çöktü, Mahi’nin elini bırakmadan, ona sarılmaya devam etti.
"Ben kimsenin yarasını sarmak istemiyorum! Seninle olmak istiyorum... sensiz bu hayat neye yarar?!" diye haykırdı. İçindeki keder bir dalga gibi yükseliyor, her şeyi içine çekiyordu. Mahi'nin yokluğu, onun için hayatın anlamını yitirdiği an olmuştu.
Sancak’ın bağırtıları hastane koridorunda yankılanırken, içindeki boşluk gittikçe büyüyordu. Mahi’nin yanında olmak dışında hiçbir şey istemiyordu. Onun gitmesiyle dünya daha karanlık ve anlamsız bir yer haline gelmişti. Sancak, Mahi’nin bedenini bırakamadan hastane görevlilerinin itmesiyle yavaşça geri çekilmek zorunda kaldı. Yüreği parça parça olmuştu, ama içinde kopan fırtına ile birleşen bir başka duygu onu sarhoş ediyordu.
Birden, Mahi’nin adını haykırarak feryat etti, “Mahiiii!” diye bağırdı. Ama ardında, içindeki acının bir parodisi gibi kahkahalar yükselmeye başladı. Kendi kendine hüzünlü bir gülüşle, gözyaşları içinde gülmeye çalıştı; bu, hem çaresizliğinin hem de ruhundaki derin yaraların bir yansımasıydı.
Kahkahaları, kederle birleşmişti; hem bir savunma mekanizması hem de acısının dışavurumu gibiydi. “Güzelim, bu nasıl bir şaka?” diye haykırdı, gülüşleri karanlık koridorda yankılanıyordu.
Görevliler, onun bu ani değişimi karşısında şaşkınlık içinde kalmıştı. Sancak, Mahi’nin gülüşünü, onun neşesini düşündü; ama şimdi o gülüş, derin bir hüzünle birleşmişti.
Ama her kahkahasında, Mahi’nin sesini, o neşeli gülümsemesini hissetmeye çalışıyordu. İçindeki boşluk ve karanlık giderek derinleşiyordu. Sadece bir zamanlar birlikte oldukları anların hatıraları kalmıştı geriye.
“Mahi, beni bırakma!” diye fısıldarken, kahkahaları bir anda acı bir çığlığa dönüşüyordu. Kendi içindeki çatışmanın sesi, tüm hastaneyi sarhoş eden bir fırtına gibiydi.
Mahi, morgda sapsarı ve beyaz bir halde uzanıyordu. Göz altlarındaki mor halkalar, yaşadığı acıların ve sıkıntıların izlerini taşıyordu. Dudakları rengi gitmiş, soğuk metalik bir dokunuşa sahipti. Sancak, onun yanına getirildiğinde kalbi, derin bir acı ile sarsıldı.
Beyaz örtü altında yatan Mahi’nin bedeni, artık yaşamın sıcaklığını yitirmişti. Sancak, gözyaşlarını tutamadan yanına çömeldi. Elini Mahi’nin soğuk ellerinin üzerine koydu, ama onları hissetmek, ona daha da büyük bir acı verdi. “Mahi, ne oldu sana?” diye fısıldadı, sesi titreyerek.
O an, her şey bir anda durdu gibi geldi. İçinde koca bir boşluk açılmıştı. Gözlerinin önünde, birlikte geçirdikleri mutlu anılar canlandı; gülüşleri, paylaştıkları hayaller, geleceğe dair umutları… Hepsi şimdi birer hayal olarak kalmıştı.
“Beni bırakma, ne olursun!” diye haykırmak istedi, ama sesi boğazında düğümlendi. Mahi’nin soğuk yüzüne bakarken, gözyaşları yanaklarından süzüldü. Gözleri dolmuştu, ama içindeki yasın ağırlığı kalbini ezip geçiyordu.
Bir an için Mahi’nin gözlerinin açılmasını, ona gülümsemesini istedi; ama biliyordu ki artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Hayatı, Mahi olmadan düşünemiyordu; o artık yanında değildi. Sancak, Mahi’ye bir kez daha dokunmak için elini uzattığında, derin bir acıyla birlikte, bu son veda anının acısını hissetti.
Sancak, karısını toprağa koyduktan sonra, derin bir nefes alarak Mahi’nin alnından son bir kez öptü. Gözleri yaşla dolmuştu; içinde hissettiği acı, yüreğini dağlıyordu. Mahi’nin soğuk bedeni artık yaşamdan kopmuştu ama anıları, onu asla terk etmeyecekti.
Toprağın üzerine düşen güneş ışığı, Mahi’nin yüzünü aydınlatıyor gibiydi. Sancak, gözyaşlarıyla sulanmış toprağa doğru eğildi ve eline aldığı tahta parçalarını, Mahi’nin üzerine dikkatle yerleştirmeye başladı. Her bir parça, onların birlikte yaşadığı güzel anların bir hatırasıydı. Sanki Mahi’nin anısını yaşatmak için her bir tahta parçasını özenle seçmiş gibiydi.
“Beni bırakma, lütfen,” diye fısıldadı. Tahta parçalarını yerleştirirken, her biriyle birlikte Mahi’nin gülüşünü, sesini, hayallerini hatırlıyordu. Tahta, onların hayatındaki mutlulukları simgeliyordu; şimdi ise o mutluluğun kaybolduğunu hissediyordu.
Toprağı yavaşça kaplarken, içindeki acıyı dindirmek için bir umut arıyordu. Ama kalbinde, bu boşluğun asla dolmayacağını biliyordu. Sancak, tahta parçalarını yerleştirdikten sonra, başını eğerek bir süre sessiz kaldı. Her şeyin bittiği bu an, içindeki derin yarayı daha da derinleştiriyordu.
Mahi’nin anısını yaşatmak için mücadele etmeye kararlıydı. Tahta parçaları, Mahi’nin sevgiyle dolu anılarını temsil ediyordu; o, hayatının aşkıydı. Sancak, gözyaşlarını silerek, Mahi’nin hatırası için bir dua etti. Bu dünya onu unutsa da, kalbinde her daim yaşayacaktı.
Sancak, Mahi’nin üzerine yerleştirdiği tahta parçalarının ardından, yavaşça eline aldığı toprağı yavaşça Mahi’nin üzerine atmaya başladı. Her bir avuç toprak, sanki Mahi’nin yaşamına son bir veda gibiydi. İçindeki acıyı dindirmek için zorlanıyordu; her toprağın düşüşü, kalbindeki yarayı biraz daha derinleştiriyordu.
“Beni bırakma, Mahi,” diye fısıldadı, sesi titrek ve duygusal bir tonda yankılandı. Toprağın üzerinde her avuç, Mahi’nin hatıralarını gömüyordu. Sancak, bir zamanlar hayalini süsleyen geleceği, umutları, hayalleri ve en önemlisi, Mahi ile paylaştığı her anı bu toprağın altına gömüyordu. Gözyaşları, toprağın üzerine damlarken, yüreğindeki acı daha da büyüyordu.
Toprağı yavaşça Mahi’nin üzerine sererken, aklında geçmişe dair bir sürü anı canlandı. Birlikte geçirdikleri mutlu günler, gülüşleri, paylaştıkları düşler; hepsi bu toprağın altında kalacaktı. Her avuç toprakla birlikte, Mahi’nin hayatta kalmış son anlarına veda ediyordu.
Sancak, son bir kez daha derin bir nefes alarak Mahi’nin ismini fısıldadı: “Seni asla unutmayacağım.”
Toprak, Mahi’nin üzerine yavaşça kaplanırken, içindeki boşluk hissi büyümeye devam etti. Son bir avuç toprağı atarken, “Her zaman benim kalbimde olacaksın,” dedi. Mahi’nin gülümseyen yüzü gözlerinin önünde belirdi, ama bu artık sadece bir anıydı. Mahi’nin hatırası, Sancak’ın kalbinde bir ömür boyu yaşayacaktı. Ne bölümdü beee çok duygusal oldum . |
0% |