@aytengul
|
Merhaba sevgili okuyucularım,
Umarım sizler iyisinizdir. Benim için zor bir dönem geçiyor, çünkü grip oldum. Son bir yıldır böyle bir rahatsızlık yaşamamıştım, ama işte geçen yılın bu ayında olduğu gibi, tekrar grip oldum. Kendimi gerçekten pek iyi hissetmiyorum.
Bu süreç içinde sizlerle paylaşmak istediğim birkaç satır yazdım. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi bekliyorum, çünkü geri dönüşleriniz benim için çok değerli. Birlikte bu hikayeyi daha da güzelleştirebiliriz.
Sevgiyle,
Sevilay’ın başına atılan örtü, sanki dünyanın ağırlığını taşıyor gibiydi. Eski, yıpranmış bir bez parçasıydı; belki de yıllarca bir köşede unutulmuş. Onun gibi sessizdi, karanlıktı. Örtünün altındaki yüzünü kimse göremiyordu ama gözyaşlarının örtüye süzüldüğünü hissetmemek imkansızdı. Sevilay’ın bedeni titriyordu, içinde fırtınalar kopuyordu. Birkaç gün önce "abi" diye hitap ettiği, "bacım" diye seslendiği adamla şimdi evlenmek zorundaydı. Karşısındaki Sancak, ona hiç bakamıyordu. Yüzündeki gerilim, omuzlarına çöken ağırlık, her ikisi için de kaçınılmaz sonu gösteriyordu.
Hoca, önlerinde durup evliliği onaylamadan önce usulca sordu: İmam, karşılarında duran Sancak ve Sevilay’a bakarken sesi yumuşak ama kararlı bir şekilde yankılandı odada:
"Sancak Ağa, bu nikahı kabul ediyor musunuz?"
Sancak’ın yüreği sıkışmıştı, gözlerini yerden kaldıramıyordu. Ne yaparsa yapsın, boğazındaki düğüm çözülmüyordu. Bir an için kafasını sallamayı düşündü ama biliyordu ki bu yetmezdi. İmam kararlı bir "evet" bekliyordu. Derin bir nefes aldı, boğazı kuruydu ama kelimeler dudaklarından döküldü:
"Evet."
İmam, ikinci defa sordu:
"Bu nikahı kabul ediyor musunuz?"
Sancak, gözlerini yine yerden kaldırmadı. Kelimeler ona işkence gibiydi. Bir kere daha, sesi titreyerek tekrar etti:
"Evet."
İmam üçüncü kez tekrarladı soruyu:
"Kabul ediyor musunuz?"
Sancak’ın içi paramparça olsa da, mecburiyeti göz ardı edemedi. İçindeki acıya rağmen bir kez daha aynı kelimeyi söyledi:
"Evet."
İmam bu kez Sevilay’a döndü. Gözleri nemliydi, titreyen elleriyle başındaki örtüyü sıkıca tutuyordu. İmam ona da aynı şekilde sordu:
"Sevilay Hanım, bu nikahı kabul ediyor musunuz?"
Sevilay’ın sesi çıkmıyordu. Boğazı düğümlenmişti. O an her şeyden uzaklaşmak istiyordu, kaçmak, kaybolmak... Ama bir an düşündü; kaçış yoktu, töre buydu. Dudakları titredi ve gözlerini kapatarak:
"Evet," dedi.
İmam tekrar sordu, bu defa daha yüksek bir sesle:
"Kabul ediyor musunuz?"
Sevilay gözlerini açtı ama baktığı yerde hiçbir şey görmüyordu. Dudakları kurumuştu, ikinci kez istemeye istemeye mırıldandı:
"Evet."
Son kez soruyu yöneltti imam:
"Kabul ediyor musunuz?"
Sevilay, bir an daha sessiz kaldı, sanki dünya durmuş gibiydi. Son bir kez nefesini topladı ve kelimeleri zorlayarak söyledi:
"Evet."
İmam, bu zorlu nikahın akdini ilan ederken, Sevilay içindeki her şeyin ağırlaştığını hissetti. Sanki bu kelimeler, hayatında hiç taşımadığı kadar büyük bir yük getiriyordu. Mehir sorusu geldiğinde, sessizliği kırarak ince bir sesle:
"Mehir olarak bir beyaz gül istiyorum," dedi.
Bu basit ama bir o kadar da derin istek, odada yankılandı. Mukaddes Hanım'ın içindeki öfke patlamak üzereydi. Ama ne yapabilirdi? Yalnızca iç inden Sevilay’a lanetler yağdırmaya devam ediyordu. Bu söz, odada yankılandı. Herkes şaşkınlık içinde birbirine bakıyordu. Bir beyaz gül mü? Basit ama anlamı derin bir istekti bu. Masumiyetin, temizliğin simgesi... Sevilay, bu evliliğe istemeden girmişti, ama bu istekle belki de son bir masumiyet parçasını korumak istiyordu. O gül, onun için zorunluluğun simgesi değil, kendi masumiyetinin bir işareti olacaktı.
Mukaddes Hanım köşede oturuyordu. Yüzü kaskatı kesilmişti. Duyduklarına inanamaz bir halde içinden söylenmeye başladı:
"Uğursuz kız... Felaket getirdi. Oğlumun hayatını mahvetti. Şimdi bir de karısı mı olacak? Onu gelinim olarak görmek istemiyorum. Lanet olası töreler… Ama töreler ağırdır. Başımı eğmek zorundayım. Kim bu törelere karşı durabilir ki? Ah, oğlumun canını yaktı, şimdi de evimize felaket getirecek!"
Mukaddes Hanım içinden bu bedduaları mırıldanırken, Sancak hâlâ sessizdi. Gözlerini yerden bir an olsun kaldırmadı. İçindeki karanlık derinleşiyordu. Sevilay’ın o masum isteği bile, onun içinde yankılanan acıyı hafifletmeye yetmiyordu.
Hoca, evlilik akdini onayladı. Sessizce dualar edildi, töre gereği olan her şey yerine getirildi. Sevilay, başındaki örtünün ağırlığı altında eziliyordu. Gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüyor, ama kimse görmüyordu.
Nikah bitmişti. Sevilay ve Sancak artık karı kocaydılar. Ama bu evlilik, onların üzerindeki ağır bir yükten başka bir şey değildi.
Sevilay, odaya girdiğinde etrafı bir süredir görmezden geldiği anılarla dolu buldu. Her köşede Mahi ve Sancak’ın fotoğrafları, duvarlarda gülen yüzleri vardı. Duvarda asılı olan büyük bir fotoğrafta, Mahi’nin kucağında henüz birkaç günlük olan küçük Mahinur, huzur içinde uyuyordu. O an Sevilay’ın içi burkuldu. Hiçbir şeyden habersiz, melek gibi uyuyan küçük bir kız... Hayat, Sevilay’a bu yükü omuzlarına koymuştu.
Sancak odanın içinde ağır adımlarla yürüyerek Sevilay’a eliyle geçip oturmasını işaret etti. Sevilay, kendini zorla bir sandalyeye oturttu, kalbi göğsünde hızla çarpıyordu. Sancak da bir sandalye çekip karşısına oturdu. Yüzü yorgun, bakışları uzaklardaydı. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
"Bacım…" dedi, her zamanki alışkanlıkla. Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Gözlerini Sevilay’dan kaçırıyordu. “Sen çocuksun… Daha hayatın ne olduğunu bile anlayacak yaşta değilsin. Buralarda birçok kadın gibi, senin de okuma hakkın elinden alındı. Bunu biliyorum. Senin de elinde bir seçenek yoktu.”
Sancak, başını yere eğip ellerini ovuşturdu. Konuşmak zor geliyordu ama yapması gerekeni biliyordu. Gözlerini kaldırmadan devam etti:
"Ben seni… karım olarak göremem, Sevilay. Mahi benim sevdiğim kadındı. O öldü, ama her anımda yaşıyor. Onun yerine kimseyi koyamam." Sancak’ın sesi giderek daha hüzünlü bir hal aldı. “Senden tek isteğim var… sadece okumanı istiyorum. Seni okutacağım. Kendi ayaklarının üzerinde durmanı sağlayacağım. Ve… arada Mahinur ile ilgilenmeni. O, artık sensiz büyüyemez. Sen onun ablası gibi olacaksın."
Sevilay, Sancak’ın bu sözleri karşısında ne diyeceğini bilemedi. İçinde bir burukluk vardı, ama aynı zamanda bu yükün ona ne kadar ağır geldiğini de fark etti. Sancak, onu zorlamıyor, aksine özgürlüğünü geri vermeye çalışıyordu. Ama yine de, bu nikahın ağırlığı boynunda asılıydı.
Sancak, son bir kez derin nefes alarak başını kaldırdı ve Sevilay’a baktı:
"Ben seni incitmek istemiyorum. Biliyorum, bu evlilik ikimiz için de zor ama mecburiyet bu… Töreler böyle. Tek yapabileceğimiz, birbirimize destek olmak. Benim senden başka bir beklentim yok. Sadece oku, kendini kurtar." Sancak derin bir nefes aldı, gözlerini yere dikti ve fısıldarcasına konuştu:
"Ben… artık sadece kızım için yaşayan bir adamım. Sana başka bir şey veremem. İçimde ne sevgi kaldı ne de başka bir his. Kalbimdeki her şey Mahi'yle beraber gitti."
Sesi giderek daha da ağırlaşıyordu. Sanki konuştuğu her cümleyle kendi acısını yeniden yaşıyordu. Gözlerinde yaşlar birikmişti, ama onları göstermemek için başını çevirdi.
"Sana eşim olarak bakamam, Sevilay. Yüreğimde sana yer yok… Sadece kızım var, Mahinur. Onun için yaşıyorum artık. O benim son umudum, tek sebebim."
Sancak başını salladı, sanki kendisini ikna etmeye çalışıyormuş gibi. Sonra derin bir iç çekerek devam etti:
"Senden başka bir şey istemem. Senin de benden beklentin olmasın. Bu evlilik sadece kağıt üstünde kalacak, ikimiz de bunu biliyoruz. Kızım için buradayız, ve sen onun için olacaksın. İkimiz de bu oyunu oynayacağız… Ama ben, seni asla karım olarak göremem."
Sevilay, Sancak'ın bu sözleri karşısında sessiz kaldı. Bu adamın ne kadar yaralı olduğunu, içinde taşıdığı acının ne kadar derin olduğunu o an daha iyi anladı. Ama aynı zamanda bu yükün ne kadar ağır olduğunu da fark etti.
Sancak odadan çıkarken kapıyı arkasından yavaşça kapattı, ama içindeki fırtınalar dinmiyordu. Her adımı ağırdı, sanki omuzlarındaki yük onu yere çekiyordu. Bahçeye çıktığında derin bir nefes aldı, serin hava yüzüne vurdu, ama içindeki yangını söndüremedi. Gözlerini gökyüzüne dikti, Mahi’nin yüzünü bir kez daha hatırladı, kalbi acıyla burkuldu. İçindeki acıyı dışarı atmak istese de yapamıyordu, her şey içinde birikmişti. Elleri yumruk olmuştu, o kadar sıkmıştı ki neredeyse kanatacaktı. Bahçedeki esinti ruhunu biraz olsun rahatlatırken, içeride Sevilay da duygularını kontrol edemiyordu. Elleriyle başını kavramış, gözyaşları avuçlarının arasına akıyordu. Sessizce, içinden gelen hüznü tutamayarak ağlamaya başladı. O da biliyordu ki bu evlilik bir zorunluluktu, ama kalbindeki çaresizlik ve yalnızlık büyüyordu. Bu hayatı istememişti, ama ona biçilen kader buydu. Sevilay’ın içindeki fırtına, yaşadığı her anı ağırlaştırıyordu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, daha ne olduğunu bile anlamamıştı. O, çocukken ona "abi" diyen adam şimdi kocasıydı. Ama bu evliliğin gerçekte ne olduğunu biliyordu; sadece bir zorunluluk, sadece bir oyun... Ama bu oyunun içinde sıkışmıştı, ve kaçacak bir yer yoktu. Sevilay gözyaşlarını silmeye çalışırken, Mahinur’un incecik ağlaması odayı doldurdu. Küçük bebeğin sesi, içindeki kırgınlığı daha da derinleştiriyordu. Yavaşça yerinden kalktı, minik Mahinur’u kucağına aldı. Bebeği kollarına sararken yüreğinde hem bir boşluk hem de bir sıcaklık hissetti. Sandalyeye oturup Mahinur’u sallamaya başladı. Ağlamaya devam ederken, kendi kendine konuşmaya başladı, sesini fısıldarcasına alçaltarak:
"Ah küçük meleğim… Senin annen ben değilim, biliyorum. Ama ne yapabilirim ki? Annenin kokusunu özlüyorsun, o yok... Ne yapabilirim? Sana annelik yapacak gücüm var mı bilmiyorum... O, baban için dünyaydı, ben ise bir yabancı... Ama senin için elimden geleni yapacağım, ne olursa olsun seni yalnız bırakmayacağım."
Sevilay, Mahinur’un minik ellerini okşayarak sözlerine devam etti:
"Belki senin annen olamam ama seni sevebilirim, seni koruyabilirim. Sen de tıpkı benim gibi bu evde bir yabancısın, belki biz birbirimizi anlarız... Baban seni çok seviyor, ama o da acı çekiyor. Seni her gördüğünde anneni hatırlıyor, acısını saklayamıyor."
Sevilay, Mahinur’un yüzüne bakarken gözyaşları tekrar yanaklarına süzüldü. Küçük bebeğin masum yüzünde hayatın ne kadar zalim olabileceğini gördü. Annesiz kalan bu küçücük beden, bir gün annesinin kim olduğunu, neden yok olduğunu öğrenecek mi diye düşündü.
"Senin için buradayım küçük melek, ne olursa olsun seni yalnız bırakmayacağım…" dedi Sevilay, sesi kısılarak. Mahinur’un ağlaması hafifledi, sanki Sevilay’ın kollarında kendini biraz daha güvende hissediyordu.
Sevilay, içindeki acıyı biraz olsun hafifletmeye çalışırken, geleceğin belirsizliğinin getirdiği korkuyla baş başa kaldı. Sevilay, Mahinur’un ağlamasının şiddetlenmesiyle hızlıca hareket etti. Küçük bebeğin altını değiştirip, dolabın üzerinde duran hazır biberonu alarak onu sakinleştirmeye çalıştı. Bebeği kollarına alıp, sandalyeye oturdu. Mahinur’un minik dudakları biberona uzanırken, Sevilay yavaşça sallanarak bir ninni mırıldanmaya başladı. Ninnisi, sevgi dolu bir annenin yüreğinden dökülen kelimelerle, şefkatin en saf haliyle doluydu:
"Uyu, küçük yıldızım, uykuya dal, Gecenin karanlığında, ay sana bakar. Rüyalarında masallar dolsun, Melekler seni kollarına alsın.
Annen belki burada değil, Ama seni hep sevecek bir kalp var. Küçük ellerinle dünyayı sar, Korkma, seninleyim her an, her an.
Uyusun da büyüsün, Güzel gözlerin mutlulukla dolsun. Rüzgarlar sana ninni söylesin, Sen uyurken dünya dursun."
Sevilay, yumuşak sesiyle ninniye devam ederken Mahinur’un ağlaması hafiflemeye başladı. Bebeğin huzur bulduğunu hissettiğinde, ninninin melodisi daha yavaş ve sakin hale geldi:
"Uykuya dal minik kuşum, Gökyüzü seninle hep dolsun. Kalbim seninle her adımda, Huzur bul, rahat ol kollarımda.
Dünyada zorluklar çok, Ama sen güçlü olacaksın. Bu yolda yalnız değilsin, Ben hep yanındayım, küçük yavrum."
Mahinur’un minik gözleri kapanırken, Sevilay gözlerinden akan yaşlarla birlikte ninnisini tamamladı. İçindeki acı ne kadar büyük olursa olsun, bu küçücük meleğe olan sevgisi daha da büyüyordu. Mahinur, bembeyaz teni ve masmavi gözleriyle gerçekten göz alıcı bir bebekti. Her bakışında, annesi Mahi'nin masumiyeti ve güzelliği yansıyordu. Uzun kirpikleri, küçük gözlerinin etrafında dans ederken, Sevilay onunla gurur duyuyordu. Mahinur’un gülümsemesi, aydınlık bir günün başlangıcını müjdeler gibi etrafa neşe saçıyordu.
Sevilay, bebeğinin her detayıyla ne kadar güzel olduğunu düşünürken, içinden bir düşünce geçiverdi: “Kaderi benzemez inşallah,” dedi.
Bebeğinin yumuşak tenini parmaklarıyla okşarken, “Tebillah,” diye fısıldadı. Kendi kendine, “Bütün güzellikleri, saflığı ve iyiliği senin içinde bulsun, minik yavrum,” diye dua etti.
Mahinur, Sevilay’ın şefkatli ellerinin arasında huzur bulurken, Sevilay da bu küçük meleğin hayatına getireceği ışığı düşünmeye başladı. “Onun, hayata neşe ve umut katmasını istiyorum,” diye düşündü. Gözleri bir an için pencereden dışarıya kaydı. Bahçede açan çiçekler, Mahinur’un güzelliğiyle yarışır gibiydi. Doğa, bu güzel bebeğe en güzel hediyeleri sunmakta yarışıyordu.
Sevilay, “Sen büyüdüğünde, bu dünyaya sevgi ve güzellik katacaksın,” dedi. Mahinur’un ağlaması birden kesildi ve gözlerini annesine çevirdi. Gözlerinin derinliklerinde bir şeyler bulmayı uman Sevilay, bu anın kıymetini biliyordu. Her şeyin en güzelini hak eden bu bebek, aynı zamanda bir umut kaynağıydı.
Sevilay, onunla birlikte yaşadığı her anın tadını çıkarmak istiyordu. Mahinur’un büyümesiyle birlikte yaşanacak olan her yeni deneyimin, her yeni hatıranın ne kadar özel olacağını düşünerek gülümsedi. "Seninle birlikte her şey daha güzel olacak," dedi içinden, sevgi dolu bir kalple. "Kaderin, bu güzellikten uzak olmasın, yavrum." Mahin, derin bir uykuya dalmıştı ve Sevilay onu nazikçe beşiğine yatırdıktan sonra odanın kapısı açıldı. Sancak içeri girdiğinde, Sevilay’ın bal rengi gözleriyle karşılaştı. Ela gözlü Sancak, bir an için Sevilay’ın gözlerine bakarak derin bir nefes aldı, sonra başını başka bir yere çevirerek konuşmaya başladı.
“Bu odada artık hiç kimse kalmayacak,” dedi Sancak, sesi net ama yumuşaktı. “Bu oda benim ve Mahin’in anılarıyla dolu. Bundan sonra üst kattaki odada kalacağız ve bu odaya kati surette hiç kimsenin gelmesini istemiyorum.”
Sevilay, Sancak’ın söylediklerini dinlerken içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Cevap vermek istese de, boğazındaki düğümlenme yüzünden kelimeleri çıkmadı. Sadece başını eğdi, gözlerindeki yaşlar parlayarak yanaklarından süzüldü.
Sancak, Sevilay’ın sessizliğini görünce devam etti: “Anlıyorum, ama bu durum benim için de zor. Mahin’in odası, bizim geçmişimizden bağımsız bir yerde olmalı. Burada yalnızca Mahin ile yeni anılar biriktirmek istiyorum. Başka birine ait olan bu odayı taşımak benim için zor.”
Sevilay, gözyaşlarını tutarak bakışlarını kaçırdı. İçinde tarifsiz bir acı vardı, ama buna rağmen bir şey söyleyemedi. Yalnızca Sancak’ın sözlerini dinlemekle yetindi.
Sancak, “Biliyorum, bu zor bir durum. Ama geçmişi geride bırakmak zorundayız. Ben sadece Mahin’in mutluluğunu istiyorum. Başka bir şey istemiyorum,” dedi.
Sevilay, başını daha da aşağıya salarak gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Kalbindeki acıyla başını eğdi, Sancak’ın söylediklerine karşı koyacak gücü bulamıyordu.
Sancak, derin bir nefes alarak, “Hayır, böyle demek istemiyorum. Ama bu odada yalnızca Mahin ile ben olmalıyız. Başka birine yer yok. Geçmişin ağırlığı ile bu odayı taşımak zor. Yeni bir başlangıç yapmalıyız,” dedi.
Sevilay, başını daha da saldı. İçinde hissettiği kararsızlık, kelimelere dökülemeyecek kadar yoğun ve karmaşıktı. Sancak’ın bakışları üzerinde yoğunlaşırken, sadece başını eğip dinlemeyi tercih etti.
Sancak, “Ben de acı çekiyorum, ama Mahin için en iyisini düşünmeliyiz. Birlikte güçlü olmalıyız,” diyerek Sevilay’ın omzuna dokundu.
Sevilay, bu dokunuşla kalbinde bir şeylerin değiştiğini hissetti ama hâlâ kelimeleri bulamıyordu. İçindeki karmaşa, sadece başını eğmesiyle ifadesiz kalıyordu.
Sancak, “Seninle bir şeyleri paylaşmak istiyorum, ama bu odada yalnızca Mahin ile anılar biriktirmek istiyorum,” diyerek yanıtladı.
İkisinin arasında bir sessizlik oluştu. Sevilay, sadece başını salarak düşüncelerine dalmıştı. Sancak, Mahinur’un beşiğine yönelerek gözlerini kapadı ve içindeki karışıklığın geçmesini umdu. Yaklaşık bir saat sonra, yeni odaları hazırlanmıştı ve Sevilay ile Sancak odaya geçmişlerdi. Oda geniş ve ferah bir alana sahipti, ortada büyük bir yatak yer alıyordu. Sevilay, yatak odasının bir köşesinde sessizce otururken, Sancak diğer kenarda uyuyordu.
Sevilay, etrafı incelerken içindeki karmaşık duygularla baş başa kaldı. Yeni bir başlangıç, ama geçmişin acılarıyla dolu bir ortam. Gözleri, odanın duvarlarındaki fotoğraflara takıldı; bazıları Sancak’ın eski hayatına dair izler taşıyor, bazıları ise onun ve Mahin’in anılarını hatırlatıyordu.
Sancak, derin bir uykudaydı. Gözleri kapalı, yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Sevilay, onun yanında bir yük taşımak zorunda olmadığını bilse de, içindeki yalnızlık hissi onu sarhoş ediyordu. Düşüncelerinde çalkantılar yaşıyordu; şimdi yanındaki adam, daha önce sadece kardeşi gibi gördüğü biriydi.
Bütün bu olanlar, Sevilay’ın içini kemirirken, Sancak’ın derin uykusunun huzuru onun yanında sanki bir tezat oluşturuyordu. Yavaşça yanına yaklaştı ve Sancak’ı inceledi. O sırada içindeki bir ses, "Bu adam senin hayatında yeni bir sayfa açmaya çalışıyor. Onu anla," dedi. Ancak Sevilay, geçmişte yaşananları unutmadan ilerlemekte zorlanıyordu.
Bir süre daha sessizce bekledikten sonra, Sevilay yavaşça yanına oturdu ve gözlerini Sancak’tan ayırmadan derin bir nefes aldı. Her şeyin yavaşça değişmesini, yeni hayatlarının şekillenmesini umuyordu. Ama bu yeni hayatta, kaybettiklerinin gölgesi hâlâ peşinden ayrılmıyordu.
Kendini düşündü; yeni bir hayata uyum sağlamak kolay olmayacaktı. Sancak uyuduğu için onunla konuşma şansını kaybetmişti, fakat belki de bu sessizliğin, her iki taraf için de bir anlamı vardı. Sevilay, yeni yaşamlarına dair umutla dolmaya çalışırken, Sancak’ın uyanmasını bekliyordu.
|
0% |