Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@aytengul

Merhaba canlarım kaç gündür bu bölümü yazmak için kıvranıyorum.

Umarım beğenirsiniz lütfen yorum ve oy verin lütfen yoeum okumak istiyorum.

Sevilay gözlerini açtığında saat üçtü. Bir kez daha altına yapmıştı, bu defa da... Derin bir utançla yatakta doğruldu, ne yapacağını bilmiyordu. Karşısındaki adam, Sancak, birazdan uyanacaktı ve ona nasıl tepki vereceğini hayal bile edemiyordu. Kim böyle bir kadını kabul ederdi ki? Sevilay, içindeki bu soruyu sürekli tekrar ederken gözleri yaşlarla doldu. Evet, belki iyi biriydi, belki elinden geleni yapıyordu ama insan iyileşmez miydi? İyileşirdi. Kendini düzeltirdi, değil mi? Ama o bunu başaramamıştı...

 

Sancak hâlâ uyanmamıştı, derin bir uykudaydı. Sevilay yatağı terk etti ve sessizce yere oturdu. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu, ama bu sefer ağladığı şey sadece bu anlık utanç değildi. Yıllar önce yaptığı hatalar, geçmişin acıları, eve alınmadığı o soğuk geceler... Kar yağarken incecik bir elbiseyle dışarıda uyuduğu, kimsenin onu içeri almadığı zamanlar geliyordu aklına. Kimse o anları hatırlamazdı, o zamanlardaki yalnızlığını dile getirmezdi. Herkes sadece şimdiki durumunu konuşurdu. Bu utanç verici halini.

 

Zorla evlenmişti, diye düşündü acıyla. Başka bir yolu yoktu. Kim törelere karşı gelebilmişti ki bugüne kadar? Mecburdu, boyun eğmişti. Ama şimdi, bir yandan Sancak'ın uyanmasını bekliyor, bir yandan da içindeki korku büyüyordu. Ona ne diyecek? Bu ne hal? diyecekti belki. Utanç kaynağısın, diye bağıracaktı. Hangi adam böyle bir durumu hoş görürdü ki? Herkesin diyeceği aynıydı: "Sen bebek misin? 19 yaşında bir insan kendine bakmayı beceremez mi? Tuvalet eğitimin bitmedi mi?"

 

Sevilay, gözyaşlarını silerken, içindeki gerilim büyüyor, boğazındaki düğüm giderek sıkışıyordu.

Sancak, küçük Mahinur’un ağlama sesiyle bir anda uyandı. Gözlerini ovuşturup lambayı açtı. Yorgun bir şekilde doğrulup önce yanındaki boşluğa baktı, sonra hemen ayağa kalktı. Küçük kızının yanına gidip onu kucağına aldı. Mahinur’un altını kontrol etti ve ıslak olduğunu fark etti. Sessizce, hiç şikayet etmeden altını değiştirdi ve Mahinur’u usulca yerine yatırdı. Küçük kızı tıpışladıktan sonra, Mahinur tekrar uykuya daldı.

 

Sancak, derin bir nefes alarak yatağın yanına döndü. Ancak yatağın ıslak olduğunu fark ettiğinde bakışları dondu. Gözlerini yerde oturup ağlayan Sevilay’a çevirdi. Sessizce yaklaşıp yanına çömeldi. İlk başta sadece baktı, ardından sakin ve düşük bir sesle sordu:

 

“Ne zamandan beri böyle, Sevilay? Neden?”

 

Sevilay, Sancak’ın bu sorusu karşısında başını daha da öne eğip hıçkırarak ağlamaya devam etti. Sancak bir süre sessiz kaldı, ardından yeniden konuştu:

 

“Gece gece neden ağlıyorsun? Kötü bir rüya mı gördün?”

 

Ancak Sevilay hala cevap veremiyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, içindeki utançla suskun kalıyordu.

Sevilay konuşamıyordu. Sadece hıçkıra hıçkıra ağlıyor, gözyaşları durmaksızın akıyordu. Sancak bir süre sessiz kaldı, ne yapacağını bilemeden Sevilay’a baktı. Sonunda sakin ama kararlı bir ses tonuyla konuştu:

 

“Sevilay, bana yardım edebilmem için konuşman lazım. Anlat, ne oldu? Sana yardım etmek istiyorum, ama ne olduğunu bilmem gerek.”

 

Sevilay, derin bir nefes almaya çalıştı ama kelimeler ağzından çıkmıyordu. Sancak sabırlı bir şekilde tekrar konuştu:

 

“Lütfen Sevilay... Sana kızmıyorum, sadece bilmem gerek. Neden böyle hissediyorsun?”

 

Sevilay sonunda kekelemeye başladı, kelimeleri güçlükle bir araya getiriyordu.

 

“Ben... ben... küçükken… hep bir şeyleri yanlış yapardım… Ne zaman bir hata yapsam, ne olursa olsun… yaz, kış fark etmezdi, beni hep dışarıya atarlardı. O kadar soğuktu ki, bazen donacağımı sanırdım. Hata yapınca, cezalandırılırdım… ve hep yalnız kalırdım. Kimse beni dinlemezdi. Herkes… herkes hata yapar ama benim hatalarım hiç affedilmedi. Ben hiçbir zaman yeterince iyi olamadım…”

 

Sevilay, başını öne eğip ellerini sımsıkı birbirine kenetledi, sesi titriyordu. Gözyaşları hızla akarken, anılar ona acı veriyordu.

 

“Dışarıda kalmaktan korkardım, Sancak. Ama yine de atarlardı beni. Küçük bir hata bile yapsam… evin dışında soğukta, karın ortasında yatardım. Kimse gelip bakmazdı… Bir kere annem bile bana kapıyı açmadı. O zamanlardan beri… böyleyim. Sadece… sadece iyi olmayı denedim. Ama yeterince iyi olamadım…”

 

Sancak, Sevilay’ın kelimelerini dikkatle dinledi. Gözleri Sevilay’ın anlattığı acılara tanıklık eden bir anlayışla doluydu. Ona biraz daha yaklaşarak, yumuşak ama kararlı bir sesle konuştu:

 

“Sevilay… artık dışarıda değilsin. Kimse seni dışarıya atmayacak. Geçmişin seni bu kadar üzmesine izin verme. Burası senin evin. Sen burada güvendesin.”

 

Sevilay, Sancak’ın bu sözleri karşısında daha fazla ağlamaktan kendini alamadı, ama içinde bir rahatlama da hissetti. Sancak, yanına oturup onun yanında kaldı, ne olursa olsun yalnız olmadığını hissettirmeye çalışıyordu.

Sancak, Sevilay’ın sözlerini dinlerken derin bir iç çekti. Ona daha yaklaşıp yumuşak ama meraklı bir şekilde sordu:

 

"Hiç doktora gitmedin mi, Sevilay? Kimse sana yardım etmedi mi?"

 

Sevilay gözlerini yere dikti, boğazı düğümlenmiş gibi zor konuşmaya başladı.

 

"Ağa babam… beni hiç sevmezdi zaten," dedi, hıçkırıkları arasında. "Çok sonraları öğrendim ki… Hizmetli Emine anne benim gerçek annem değilmiş. Beni o büyüttü ama ikinci bir kız çocuğu uğursuzluk getirir diye… beni eve almamışlar bile. Doğduğumda bir kere bile kucaklarına almamışlar."

 

Sancak, Sevilay’ın bu sözleri karşısında derin bir hüzünle doldu. Başını öne eğip sustu, Sevilay’ın yaşadığı acıları anlamaya çalışıyordu. O, herkesin sessizce konuştuğu ama kimsenin dillendirmediği bir geçmişin içinde yaşamıştı.

 

"Kimse sana sahip çıkmadı mı hiç?" diye sordu Sancak, sesi titreyerek.

 

Sevilay, gözyaşları içinde başını iki yana salladı.

 

“Hiç kimse… Ne babam ne de annem. Hep dışlanmıştım… Sadece bir hata olduğuma inanmıyorlardı.”

Sancak derin bir nefes alıp Sevilay’a baktı, gözleri hala anlayış ve hüzünle doluydu. Sessizliği bozarak, ağır bir ses tonuyla konuştu:

 

“Sevilay... belki sana benden bir koca olmaz,” dedi duraksayarak. “Ama sana bir abi olabilirim. Seni kardeşim gibi görebilirim.”

 

Bu sözler Sevilay’ın içini paramparça etti. Sancak’ın dudaklarından dökülen her kelime, ona ağır bir gerçekliği hatırlatıyordu. Karşısındaki adam, nikahlandığı kişi, onun kocası olarak değil, kardeşi gibi görmek istediğini söylüyordu. Bu, onun için dayanılmaz bir anıydı. Sevilay, içinden bir şeylerin kırıldığını hissetti.

 

Benim gibisini ne yapar ki? diye geçirdi içinden. Beni kim ister? Kim böylesine kırık dökük birini kabul eder ki?

 

Düşünceler Sevilay’ın zihninde yankılanırken, gözyaşları tekrar yanaklarından süzülmeye başladı. Kendi içindeki derin yalnızlığı ve değersizlik duygusunu daha fazla bastıramıyordu. Yine de dışarıya bir şey belli etmek istemedi, sadece başını öne eğdi. Sancak’ın söylediklerine karşılık verecek gücü yoktu, çünkü bu sözler ona en derin korkularını yeniden hatırlatmıştı.

Sancak, Sevilay’ın acısını ve gözyaşlarını gördükçe derin bir nefes aldı. Bu durumun daha fazla uzamasını istemiyordu. Kararlı bir ses tonuyla konuştu:

 

“Sevilay, aynı şeyleri konuşup durmak istemiyorum. Yarın sabah hastaneye gideriz, tamam mı? Bu sorunu çözeriz, böylece bir daha bunu yaşamak zorunda kalmazsın.”

 

Sevilay, başını kaldırıp Sancak’a baktı. İçinde hem korku hem de bir nebze rahatlama vardı. Yıllardır kimsenin ona böyle doğrudan bir çözüm sunduğunu duymamıştı. Ama aynı zamanda korkuyordu, çünkü hayatında hiç kimse onun sorunlarına böyle yaklaşmamıştı. Sancak’ın kararlılığı, Sevilay’ın içindeki duygusal karmaşayı biraz olsun yatıştırsa da, kafasında bir yığın düşünce dolaşmaya devam ediyordu.

 

Sessizce, başını yavaşça sallayarak kabultti.

Sancak, Sevilay’a kararlı bir şekilde baktı ve elini uzattı. “Şimdi git, bir duş al. Rahatlayacaksın,” dedi. Sevilay, tereddütle Sancak’ın elini tuttu ve ağır adımlarla banyoya doğru yöneldi. Ancak kapıya yaklaştığında durdu, gözlerini yere indirip utangaç bir sesle fısıldadı:

 

“Ben... onu nasıl çalıştıracağımı bilmiyorum.”

 

Sancak, Sevilay’ın bu itirafı karşısında bir an duraksadı, sonra sakin bir sesle cevap verdi. “Tamam, sana göstereyim. Merak etme, birlikte hallederiz.”

 

Sevilay’ın üzerindeki utanç ve çaresizlik açıkça hissediliyordu, ama Sancak’ın ona yardım edici tavrı, bir nebze de olsa rahatlatmıştı.

Sancak, Sevilay’a duşu nasıl kullanacağını gösterirken dikkatle muslukları ayarlıyordu. Ancak aniden bir yanlışlık oldu. Duş başlığı beklenmedik bir şekilde devreye girdi ve su bir anda güçlü bir şekilde her iki tarafın da üzerine sıçramaya başladı. Sancak aniden şaşkınlıkla geri çekildi ama o anda suyun yoğun basıncıyla ikisi de tamamen ıslandı. Hızla düğmeye bastı ve suyu kapattı, derin bir nefes aldı.

 

Tam o anda, Sevilay ıslak zeminde bir adım atmaya çalıştı, ancak ayakları kaygan zeminde tutunamadı. Bir anlık bir panik içinde ayağı kaydı ve kontrolünü kaybederek düşmek üzereyken, Sancak hızla tepki verdi. Sevilay'ın koluna ani bir hamleyle yapıştı ve düşmesini engelledi. Sevilay’ın bedeni Sancak’ın kollarına doğru çekildi, onun güçlü kavrayışıyla yere düşmekten kurtuldu.

 

Her şey bir anda gelişmişti, sanki zaman yavaşlamış gibiydi. Sevilay’ın kalp atışları hızlanmıştı, gözleri büyük bir şaşkınlıkla Sancak’a bakıyordu. Sancak, ona tutunarak dengesini yeniden bulmasına yardım etti, ardından gözleri onun endişeli yüzüne kaydı.

 

"Tamam, sakin ol," dedi Sancak, sesi yumuşak ama güven vericiydi. "Sadece dikkat et, tamam mı?"

 

Sevilay, kendini toparlamaya çalışırken başını yavaşça salladı. Hala olan biteni anlamaya çalışıyordu, ama Sancak’ın güçlü kollarında güven bulmuştu.

 

Sancak, hafifçe gülümseyerek, "Bu işin biraz daha pratiğe ihtiyacı var sanırım," dedi, havayı biraz yumuşatmak amacıyla. "Hadi, yeniden deneyelim, ama bu sefer daha dikkatli olalım."

 

 

Sancak, sonunda banyoyu ayarlayıp çıkmıştı. Su, artık ılımlı bir şekilde akıyordu. Sevilay, kendine gelmeye çalışırken yanaklarının ateş gibi yandığını hissediyordu. Utanç ve gerginlik, onu boğuyordu ama Sancak’ın samimiyeti ona bir nebze rahatlık veriyordu.

 

Aynaya doğru adım attı ve kendine baktı. Islanmış saçları, yüzündeki gözyaşları ve kırmızı yanakları, içindeki karmaşayı yansıtıyordu. Bu anı yaşamak istemediği halde, Sancak’ın yanında kendini biraz daha rahat hissetmeye başlamıştı.

 

Biraz derin nefes alarak, kendini toparlamaya çalıştı. "Artık bu banyoyu yapmalıyım," diye düşündü. Duşun altına geçerek suyun altında durdu. Su damlaları tenine vurdukça, içindeki gerginlik bir nebze olsun hafifliyordu.

 

Sevilay, banyo sırasında zihninde yaşadıklarını düşünmeye başladı. Sancak’ın ona elini uzatması, onun güven verici sözleri, bu anın içindeki sıcaklık… Bunların hepsi, hayatında hissetmediği bir duyguydu.

 

Duşun sıcak suyu, ona yeni bir başlangıcın habercisi gibi geliyordu. Sevilay, suyun altında kendini bırakırken, tüm korkularını ve geçmişindeki acı anları yavaş yavaş suya akıttığını hissetti. Sancak’ın yanında olmanın ona verdiği güven, belki de hayatında ilk kez kendini böyle hissetmesine neden oluyordu.

 

Banyosunu bitirirken, bir yandan da geleceğe dair umut duymaya başladı. "Belki de her şey değişebilir," diye düşündü, bu düşünceyle birlikte yüzünde hafif bir gülümseme

belirdi.

Sevilay, elbisesini giyip çıktığında Sancak ona dönerek baksa da, yüzünde bir gülümseme yoktu. Gözleri, yaşadığı karmaşık duyguların ve belirsizliğin izlerini taşıyordu. İçindeki gerginlik henüz tamamen geçmemişti.

 

Sancak, Sevilay’ın ifadesini görünce hafifçe endişelendi. “Her şey yolunda mı?” diye sordu, sesi yumuşak ve düşünceliydi.

 

Sevilay, ona doğru bir adım attı ama dudaklarını büzerek başını salladı. “Bilmiyorum,” dedi, sesindeki çatlaklık onu daha da savunmasız hissettiriyordu. “Sadece… her şey çok hızlı oluyor.”

 

Sancak, Sevilay’ın gözlerindeki derin acıyı fark etti. “Tamam,” dedi nazikçe. “Biraz zaman alabilir. Ben buradayım, seni desteklemek için. İstersen biraz dinlenebilirsin.”

 

Sevilay, Sancak’ın sözlerini duydu ama hala içindeki belirsizlik ve korku peşini bırakmıyordu. O an, Sancak’a karşı bir güven hissetmeye çalıştı, ama geçmişteki anıları, hayatındaki zorluklar onu derin bir yalnızlık hissine sürüklüyordu.

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Teşekkür ederim, Sancak,” dedi, ama sesindeki gülümseme, yüreğindeki ağırlığı hafifletmeye yetmedi. Yine de Sancak’ın orada durması, ona bir nebze güven veriyordu.

Gece nihayet sona ermiş, sabah ise büyük bir bağırışla yankılanmıştı. Mukaddes Hanım, duyduklarıyla çılgına dönmüş, öfkeyle bağırıyordu. Sesi bütün avluya yankılanarak yayıldı; kuşlar ürküp uçuştu, kapı önündeki hizmetliler bile başlarını kaldırıp dikkat kesildiler.

 

Mukaddes Hanım, her adımında öfkesini daha da artırarak avlunun ortasında dolaşıyordu. Gözleri ateş saçıyordu ve dudakları titriyordu. Hizmetliler, onun bu halinden ürkmüşler, göz ucuyla birbirlerine bakarak sessizce geri çekilmişlerdi. Mukaddes Hanım’ın sinirli ses tonu, avludaki herkesi tedirgin etmişti. Kendi kendine söyleniyor, dudaklarından kopan kelimeler birer birer avluyu dolduruyordu.

 

"Ben neler duyuyorum böyle! Bu evde kim sözümü dinlemiyor?” diye bağırdı. "Bu utanç, bu rezalet nasıl olur da benim evimde yaşanır?"

 

Avludaki herkes sessizce yerinden kıpırdamadan, Mukaddes Hanım’ın öfkesi dinene kadar bekliyordu.

Sancak, tüm cesaretini toplayarak derin bir nefes aldı ve avludaki sessizliği yırtarcasına yüksek bir sesle bağırdı:

 

“Yeter!” Sesi, Mukaddes Hanım’ın öfkeli bağırışlarını bastırdı. “Yeter dedim! Beni bacım dediğim kızla evlendirdiniz, zorla kendi istediğiniz hükmü verdiniz. Şimdi de söylediklerimi harfi harfine uygulayacaksınız!”

 

Mukaddes Hanım, şaşkınlıkla Sancak’a baktı. Onun böylesine kararlı bir şekilde konuşmasına alışkın değildi. Sancak gözlerini bir an bile ayırmadan devam etti, sesindeki titreme yerini keskin bir öfkeye bırakmıştı.

 

“Benim sabrım bitti artık!” dedi kararlı bir şekilde. “Beni ve Sevilay’ı kendi isteklerinizle bu duruma sürüklediniz. Ama bundan sonra, bundan sonra ne olacaksa benim dediğim gibi olacak! Sevilay da ben de sizin kararlarınızın oyuncağı olmayacağız.”

 

Sancak’ın sözleri avluda yankılanırken herkes donup kalmıştı. Mukaddes Hanım, ilk kez birinin ona bu kadar karşı çıkmasına tanık oluyordu. Sancak’ın sesi, çevredeki sessizlikte yankılanarak Mukaddes Hanım’ın yıllarca kurduğu otoritenin sınırlarını zorlamıştı. Avludaki bu an, evin diğer üyelerine de bir şeylerin değişeceğine dair güçlü bir işaret bırakıyordu.

Mukaddes Hanım, öfkeden titreyen sesiyle, "Bizi aleme rezil rüsva edeceksin! Bu altına işeyen kızı doktora götürerek adımızı lekeleyeceksin!" diye bağırdı. Sesi keskin, gözleri alev alevdi. Onun için toplumun ve çevresindekilerin ne düşündüğü her şeyden önemliydi.

 

Sancak, derin bir nefes aldı ve bu kez daha sakin ama bir o kadar da kararlı bir şekilde Mukaddes Hanım’a döndü. "Sevilay’ın sağlığı ve huzuru, bu evin şerefinden daha değersiz değil, Mukaddes Hanım," dedi. "Onun yaşadığı her şeyi görmezden gelmek yerine, yanında olmamız gerekiyor. Bunu kabul etmek zorundasınız."

 

Mukaddes Hanım, Sancak’ın bu karşı duruşuna şaşırmıştı. Bu kez ne diyeceğini bulamıyor, kontrolü elden kaybediyordu. Sancak’ın gözlerinde gördüğü kararlılık, onu hem öfkelendirmiş hem de çaresiz bırakmıştı.

 

Sancak, bir adım öne çıkarak, "Ben Sevilay’ın hayatında ona destek olmak için buradayım," dedi. "Ve sizden de onun iyiliği için bu durumu kabul etmenizi bekliyorum."

 

Mukaddes Hanım, bir an sessiz kaldı. Avludaki herkes nefesini tutmuş, Sancak’ın bu meydan okumasına tanık oluyordu.

Birden bir silah sesi yankılandı, ortalığı sessizliğin zırhını delip geçen o metalik yankıyla doldurdu. Herkes bir an ne olduğunu anlayamadan olduğu yerde kalakalmıştı. Mukaddes Hanım, titreyen ellerini silahın namlusundan çekemiyordu; bakışları şaşkınlık ve pişmanlıkla dolmuştu. Gözleri, karşısında kanlar içinde yere düşen oğluna takılıp kalmıştı.

 

Sancak, bir an sendeledi ve elini göğsüne götürdü, vurulduğu yerden akan kan, beyaz gömleğini hızla lekeliyordu. Sevilay çığlık atarak Sancak’ın yanına koştu, titreyen elleriyle ona dokunmaya çalıştı. Gözyaşları içinde, "Sancak, dayan!" diyebildi sadece, kelimeler boğazında düğümleniyordu.

 

Mukaddes Hanım, oğlunun yerde yatan siluetine bakarken yüreğinde tarif edilemez bir acı hissetti. "Sancak… ne yaptım ben?" diye mırıldandı, fakat artık geri dönüş yoktu. O an yaptığı hatanın bedelini, kendisinin de ömrü boyunca taşıyacağı bir acıyla ödüyordu.

 

Avludaki herkes donup kalmıştı. Olayın şoku, evin üzerine çöken sessizlikte daha da derinleşiyordu.Mukaddes Hanım'ın gözleri dolmuş, bir an için güçsüzce sendelemişti. Oğlunun kanlar içindeki hali, ona en ağır pişmanlığı yaşatıyordu.

Sevilay, "Sancak! Sancak!" diye çaresizce bağırarak yanına koşarken, Mukaddes Hanım bir hışımla ona doğru ilerleyip Sevilay'ı itti. Öfkesinin zirvesinde, titreyen sesiyle bağırıyordu: "Sen yaptın! Senin yüzünden! Bir oğlumu kaybettim, diğerini de senin yüzünden kaybedeceğim!"

 

Mukaddes Hanım’ın suçlamaları, Sevilay’ın yüreğini daha da parçaladı. Dizlerinin üstüne çöktü, ağlayarak Sancak’a sarıldı. “Hayır… hayır, Sancak... Sen dayanacaksın, seni kaybetmeyeceğim,” diye hıçkırarak mırıldandı. İçinde yaşadığı suçluluk, korku ve acı onu sarsıyordu.

 

Mukaddes Hanım ise hala öfke ve pişmanlık içinde bağırmaya devam ediyordu. "Senin yüzünden! Bu eve ayak bastığın günden beri felaket getirdin!"

 

Sevilay, gözyaşları içinde Sancak’ın yüzüne bakarak, "Lütfen, beni bırakma," diye fısıldadı. Sancak’ın zayıfça açılan gözleri, Sevilay’a bir an için odaklandı. Bir şey söylemeye çalışıyordu ama sesi çıkmıyordu; elleri Sevilay’ın elinde zayıfça asılı kalmıştı.

 

Bu sahne, evin derin bir sessizliğe gömülmesine neden oldu. Mukaddes Hanım, kendi hatasının farkına varmıştı ama ne yapacağını bilemez halde duruyordu.

Sevilay, boğazından kopup gelen bir çığlıkla "Yeter artık! Beni suçlamayı bırakın!" diye bağırdı. Sesinde, hem acı hem de tükenmişlik vardı. Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, yüreğinde derin bir sızıyla yerinden kalktı ve titreyen elleriyle hemen telefonunu çıkararak ambulansı aradı.

 

"Ambulans... lütfen, acil... birisi vuruldu," dedi, sesi çatallaşarak. Telaş içinde olayın detaylarını vermeye çalışırken bir yandan Sancak'ın başında bekliyordu, elini onun soğumaya başlayan ellerinden bir an olsun ayırmıyordu.

 

Mukaddes Hanım, Sevilay’ın hıçkırıkları arasında ambulansı aradığını görünce sessizce geri çekildi, suçlamalarının bir anlık öfkeyle sarf edilmiş sözler olduğunun farkına vardı. İçindeki pişmanlık onu sessizliğe gömmüş, acı içinde izlemekten başka bir şey yapamaz hale getirmişti.

 

Dakikalar sonra ambulansın siren sesleri duyulmaya başlandı. Sevilay’ın kalbi, umut ve korkuyla aynı anda çarpıyordu. Tek isteği, Sancak’ın hayatta kalmasıydı; ona elinden gelen her türlü desteği vermek için kendini toparlamaya çalışıyordu.

Ambulans nihayet gelmişti. Sağlık görevlileri hızla Sancak’a yardım etmeye başlarken Sevilay, etraftaki hiçbir şeyi umursamadan koşarak Sancak’ın yanına gitti. Diz çöküp elini tuttu, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Sancak'ın yüzüne bakarak, çaresizce hıçkırarak mırıldandı:

 

"Sancak, lütfen beni bırakma... Her şey düzelecek, iyi olacaksın."

 

Sevilay’ın elleri, Sancak’ın soğuklaşmaya başlayan ellerini sımsıkı tutuyordu, sanki ona tutunarak umut bulmaya çalışıyordu. Sağlık görevlileri, Sevilay’ın gözyaşları arasında Sancak’ı sedyeye alırken Sevilay bir an bile ellerini bırakmadı. İçindeki endişe ve korku, onun yüreğinde tarifsiz bir ağırlık yaratıyordu.

 

Sancak, gözlerini hafifçe araladı, Sevilay’ın yüzüne zayıf bir bakış attı, ama konuşamadı. Sadece gözlerinde, onun varlığına duyduğu minnet ve hüzün vardı. Sevilay, ambulans kapısının ardından ona son bir kez bakarken, aklında tek bir dilek vardı: Sancak’ın hayatta kalması.

Nasıl bölümdü ?

Bolca yorum istiyorum.

 

 

Loading...
0%