@aytengul
|
Sancak, gözlerinden süzülen yaşları gizlemeye çalışarak Mahinur’u biraz daha kendine yaklaştırdı, küçük kızın yumuşak saçlarını nazikçe okşadı. Sevilay, o an ikisinin arasındaki bağı derin bir hisle izlerken gözyaşlarını daha fazla tutamayarak sessizce süzülmesine izin verdi. Sancak, Sevilay’ın gözyaşlarını fark ettiğinde bir an durakladı. Bakışlarını ona çevirdi; Sevilay’ın gözlerinde kocaman, sessiz bir acı ve belki de saklamaya çalıştığı pişmanlık vardı.
Sancak, gözlerini yere indirirken fısıltıya yakın bir sesle, "İyi misin?" diye sordu. Sesi, sanki kendi içindeki acıyı da gizlemeye çalışıyormuş gibi yavaşça yankılandı. Bir an, ikisi de yaşadıkları onca şeyin ağırlığını sessizlikle paylaşıyordu.
Sevilay, derin bir nefes aldı ve kendini toparlamaya çalışarak "İyiyim," dedi. Ama sesinin titrekliğini gizleyemedi. Gözleri, Sancak’ın her dokunuşunda minik Mahinur’un nasıl huzurla gülümsediğini gördükçe biraz daha doldu. İçindeki karmaşık duyguları anlatmak istiyor gibi hissetse de kelimeler dudaklarında düğümlendi.
Sancak, bu sessizliği bozmadan sadece Sevilay’ın yanında durdu. Gözleri hala yere baksa da, kalbinde ona karşı hissettiği her şeyi söylemek istiyordu. Ancak sözcükler yoktu; sanki aralarındaki sessizlik, ikisinin de ifade edemediği şeyleri anlatıyordu. Sancak, gözlerini yere indirirken derin bir iç çekti. "Mahinur'u bir daha göremeyeceğimi sandım," dedi, sesi kısık ve kırılgandı. Bu sözlerle birlikte Sevilay’ın yüreğinde daha önce tanımadığı bir acı belirdi. Sancak'ın içindeki fırtınayı, endişeyi ve o korku dolu bekleyişi ilk defa böylesine yoğun bir şekilde hissetti.
Sevilay, titreyen ellerini fark etmeden, Sancak’ın omzuna hafifçe dokundu. "Ama buradayız," dedi, ona cesaret vermeye çalışarak. "Sen ve Mahinur... Bu anı, her şeyin ötesinde, tekrar yaşamayı başardınız."
Sancak, gözlerini yavaşça kaldırıp Sevilay'a baktı. Gözlerinde hem bir minnettarlık hem de tarifsiz bir huzur vardı. İçinde taşıdığı tüm korkular, Sevilay’ın sakin sesiyle hafifliyor gibiydi. Mahinur, kollarında derin bir uykudayken huzurlu bir nefes aldı. Sanki, geleceğin belirsizliğine rağmen o an, her şey olması gerektiği gibiydi.
“Biliyorum,” dedi Sancak, gözleri Sevilay’ın gözlerine derinlemesine bakarken. “Ve bu anı asla unutmayacağım.” Sevilay, yumuşak bir sesle, "Mahinur’u alayım," dedi. Sancak gözlerini kırparak ona onay verdi. Sevilay, küçük kızı dikkatlice almak için eğildiğinde, saçları Sancak’ın göğsüne hafifçe değdi. O an, zaman sanki durdu. Mahinur’u kollarına alırken Sevilay, istemsizce Sancak’la göz göze geldi.
Bakışları birbirine kilitlendi; ikisi de bu ani yakınlığın içinde kaybolmuştu. Sancak’ın gözlerinde, sakladığı tüm duyguların bir an için açığa çıktığını hissetti. İçindeki şefkat, pişmanlık ve kırılganlık, Sevilay’ın gözlerinde yankı buluyordu. Sessiz bir an, aralarındaki mesafe görünmez bir bağ ile doldu.
Sevilay, Mahinur’u kollarında tutarken, kalbinin hızla attığını hissetti. Sancak’ın bakışlarındaki derinlik, geçmişten gelen tüm yaraların ötesinde bir umut ve sıcaklık taşıyordu. Sessizce birbirlerine baktılar; bu anın, ikisinin de hatırlayacağı bir bağ olduğunu biliyorlardı. O sırada kapıdan içeri Mukaddes Hanım girdi, yüzündeki öfke ve kibir, içinde ne yaşadığını gizlemeye yetmiyordu. Sanki vurulan oğlu değilmiş, bu trajediye sebep olan o değilmiş gibi, Sancak’ın yatağına doğru ilerleyip sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
Mukaddes Hanım: “İşte buradasın! Şu hale bak, oğlumu ne hale getirdin, rezil ettin bizi! Senin yüzünden bu duruma düştük, şimdi çık git, istemiyorum seni burada.”
Sevilay, gözlerinden yaşlar süzülürken titrek bir sesle karşılık verdi: Sevilay: “Ben... Ben Sancak’ı bırakmam. O burada iyileşene kadar yanında olacağım, Mukaddes Hanım.”
Mukaddes Hanım, bu sözler karşısında daha da sinirlenerek elini sertçe salladı. Mukaddes Hanım: “Sen mi onun yanında olacaksın? Altına yapan, ailemizi rezil eden sen! Daha fazla dayanamayacağım bu kepazeliğe!”
Sancak, güçsüzce gözlerini açıp annesinin konuşmalarına kulak verdi. Zayıf bir sesle annesine dönmeye çalıştı. Sancak: “Anne... Yeter... Yeter artık. Sevilay burada benim yanımda, kızımla birlikte... Onlara ihtiyacım var.”
Mukaddes Hanım’ın yüzü bir an için kızardı ama öfkesinden vazgeçmedi. Mukaddes Hanım: “Sancak, bu kız yüzünden kendi kanından insanlara yüz çevirmeye mi başladın? Ben senin annenim, bunu yapmana izin veremem!”
Sevilay, Sancak’ın elini sıkarak kendini topladı ve cesurca karşılık verdi. Sevilay: “Biz burada Sancak’ın sağlığı için uğraşıyoruz, Mukaddes Hanım. Lütfen, sizin için tek dert bu aileyi rezil etmekse, bırakın biz kendi yolumuzu bulalım.”
Mukaddes Hanım, Sevilay’ın bu cevabı karşısında öfkeyle başını çevirip kapıya yöneldi, ama giderken Sancak’a son bir uyarı yaptı. Mukaddes Hanım: “Unutma Sancak, bu kız senin için sadece bir yük! Yanında olduğu sürece başını daha çok belaya sokacaksın. Kendine gel.”
Kapıyı sertçe çarparak çıkarken, Sevilay derin bir nefes aldı, gözleri doldu ama Sancak’ın elini hiç bırakmadı. Sevilay, Sancak’ın söylediklerini duyunca yavaşça Mahinur’u kucağına aldı. Küçük kızı sıkıca sardı; o minik ellerin babasının varlığına duyduğu özlemi hisseder gibi gözleri doldu. Mahinur’un sağlığını düşünerek onu eve bırakmanın doğru olacağını fark etti ama içinden, Sancak’ı burada yalnız bırakmak da gelmiyordu. Derin bir nefes aldı, Sancak’ın gözlerine bakarak sakin bir sesle konuştu.
Sevilay: “Tamam, Mahinur’u eve bırakırım. Sen iyileşene kadar burada senin yanında olacağım, merak etme.”
Bebeği bir süre kucağında sallayıp uyumasını bekledikten sonra, yavaşça onu yatağa bıraktı. Hemen yanındaki steril su şişesini açarak, Sancak’a yavaşça uzattı. Küçük yudumlar almasına yardımcı olurken, içinde beliren hislerle kendini güçlü olmaya zorladı.
Sancak hafifçe başını sallayarak, suyu içtikten sonra zayıf bir sesle mırıldandı: Sancak: “Sağ ol, Sevilay… Biliyorum, sana yaşattıklarım… kolay değil. Ama sen buradasın, yanımdasın.”
Sevilay, yavaşça onun ellerini sıkarak sessizce gözlerini kaçırdı. Sessiz bir destek sunuyor gibiydi, çünkü kelimeler bazen yetersiz kalıyordu. Sevilay, Mahinur'u kucağına alarak hastane odasından ağır adımlarla çıkarken yüreğinde bir boşluk hissetti. Sancak’ı o durumda bırakmak zor geliyordu, ama Mahinur’u düşünmesi gerektiğini biliyordu. Tam kapıdan adımını atmıştı ki, Mukaddes Hanım’ın sert sesi duyuldu.
Mukaddes Hanım: “Yine mi geldin buraya? Bu hastane köşelerinde sürünmek sana mı kaldı? Buraya bir daha gelmeyeceksin, duyuyor musun?”
Sevilay derin bir nefes aldı ve sakin bir sesle, ama içinde büyüyen bir kararlılıkla konuştu: Sevilay: “Kocam burada olmamı istiyor, Mukaddes Hanım. Bu yüzden ne derdiniz varsa artık kendinize saklayın. İyi günler.”
Sevilay’ın sözleri, özgüvenli bir kararlılıkla yankılandı. Mukaddes Hanım’ın yüzü anlık bir şokla gerilirken, Sevilay yavaşça uzaklaştı. Küçük Mahinur, Sevilay’ın kucağında, bu beklenmedik tepkiyi sanki hissedercesine gülümsedi. Sevilay onun masum tebessümüne bakarak içinden, her şeyin yoluna gireceğine dair kendine söz verdi. Sevilay, hastaneden dışarı çıktığında soğuk hava yüzüne çarptı; ancak bu soğuğu önemsemedi bile. Üzerindeki ince şalı küçük Mahinur’un üzerine sıkıca sardı. Mahinur’u kucağında, soğuktan koruyacak tek bir şey bile olsa, onun üşümemesi için elinden geleni yapmaya kararlıydı.
Sevilay, küçük adımlarla yürümeye başladı. Her nefeste içine çektiği soğuk havanın, aslında içindeki karmaşık duyguları da biraz olsun dindirmesini umuyordu. Mahinur, Sevilay’ın sıcaklığını hissettiği için sakin ve huzurlu bir şekilde annesinin kucağında yatıyordu. Sevilay, bu anlarda kendini güçlü ve güvenli hissetti; çünkü Mahinur ona ihtiyaç duyuyordu.
Kalbine dolan hislerle, içinden sessizce Sancak’ın bir an önce iyileşmesini diledi. Tek başına bu yolda yürürken, Mahinur’un gözlerini kapamış tatlı yüzüne baktı ve içten bir tebessümle kendine fısıldadı: “Her şey bizim için daha güzel olacak, Mahinur… Söz veriyorum.” Sevilay, sonunda arabaya binip hastaneden ayrıldı. Yol boyunca Mahinur'u kucağında sımsıkı tutuyor, başını usulca şalın altına saklayarak onu soğuktan korumaya çalışıyordu. Küçük Mahinur, Sevilay’ın kalp atışlarını duydukça sakinleşiyor, annesinin kollarında huzurlu bir uykuya dalıyordu.
Eve vardıklarında, Sevilay Mahinur’u dikkatlice kucağında taşıyarak kapıyı açtı. Evin sıcak atmosferi ikisini de karşılarken, Sevilay, Mahinur’u yatağına yatırmak üzere odasına yöneldi. Küçük kızı dikkatlice yatağına yerleştirdi, üstünü iyice örttü. Mahinur, annesinin kokusuyla dolan bu yatakta tatlı bir uykuya dalarken Sevilay, derin bir nefes alarak odadan çıktı.
Sessiz adımlarla salonun köşesine geçti, boş koltuğa oturdu ve yorgunluğun ağırlığı omuzlarına çökerken gözlerini kapatıp birkaç dakikalığına her şeyden uzaklaşmaya çalıştı. Sancak’ın hastanedeki durumu, Mukaddes Hanım’ın söyledikleri, tüm bu yaşananlar zihninde dönüp duruyordu. Ama Mahinur’un masum gülümsemesini düşündükçe kendini biraz daha güçlü hissetti. Sevilay, Mahinur’un yanına gidip onu nazikçe uyandırdı. Küçük kız gözlerini hafifçe araladığında, Sevilay yumuşak bir sesle, “Güzel kızım, hadi yemek zamanı,” dedi. Mahinur, Sevilay’ın kucağına kuruldu ve Sevilay ona sevgiyle bir şeyler yedirmeye başladı. Mahinur, annesi gibi gördüğü Sevilay’ın elinden yemek yerken arada küçük gülücükler atıyor, bakışlarıyla onu izliyordu.
Yemeği bitirdikten sonra Sevilay, Mahinur’un altını temizlemek için onu dikkatlice aldı ve her zamanki gibi titizlikle bakımını yaptı. Mahinur, bu sevgi dolu bakımdan hoşnut kalmış bir şekilde Sevilay’a sarılıp minik kollarını boynuna doladı. Sevilay, Mahinur’un kokusunu içine çekti ve küçük kızın huzur veren varlığında kayboldu. Bu anlarda, onun yanında olmanın, ona her ihtiyacı olduğunda destek olmanın verdiği iç huzuru ve güçle dolup taşan Sevilay, ona sımsıkı sarılarak, “Her zaman senin yanındayım,” diye fısıldadı. Sevilay, Mahinur’un odasından çıkıp ağır adımlarla koridorda ilerlerken, kapının hemen arkasındaki temizlikçi kadınların fısıltılarına takıldı. Fısıldamalar, Sevilay’ın kulağına çarpıyordu:
“Eminim, bu kadının o adamla arası iyi değil. Baksana, aralarında hiç karı-koca gibi bir yakınlık yok,” dedi biri, diğerine. Bir diğeri de başını sallayarak alaycı bir sesle, “Zaten belli, bu kadar soğukluk başka nasıl açıklanır ki? Kocası ona bakmıyor bile,” diye ekledi.
Bu sözleri duyunca, Sevilay’ın yüzü hafifçe kızardı, öfkeyle içi dolmuştu. Ayaklarını daha sağlam basarak onların yanına doğru yaklaştı ve güçlü bir ses tonuyla:
“Birinin özel hayatı sizi neden bu kadar ilgilendiriyor?” dedi. Kadınlar şaşkınlıkla irkildi, bir an duraklayarak Sevilay’a baktılar. Bir tanesi toparlanarak, “Biz sadece... şey... öyle düşündük,” dedi mahcup bir şekilde.
Sevilay, onların yüzlerine bakarak sözlerine devam etti, sesi titreyen bir öfkeyle doluydu. “Kendi hayatınıza odaklansanız daha iyi edersiniz. Bizim aramızda ne olup bittiğini anlamak sizin göreviniz değil. İnsanların özel hayatını dillerine dolamak size ne kazandırır ki?” dedi. Kadınlar bir an göz göze gelerek suçlulukla başlarını eğdiler.
Kadınlardan biri, “Yanlış anladınız, biz sadece merak ettik,” diye kekeledi. Sevilay, derin bir nefes aldı, gözlerini kısarak onlara baktı.
“Merak ettiğiniz şeyleri kendi hayatınızda arayın,” diye sert bir sesle devam etti. “Bizim ilişkimizin, aramızda yaşananların ne olduğunu bilmeden yargılamak size düşmez. Herkesin yaşadığı bir sınav var; kimse kimsenin hikayesini tam olarak bilmez.”
Kadınlar daha fazla konuşmaya cesaret edemeyip sessizce geri çekilirken, Sevilay son bir bakış atarak, “Lütfen herkes kendi hayatına bakmayı öğrensin. Sizin de kalplerinizde bunun yer ettiğini umarım,” dedi ve başını dik tutarak koridordan uzaklaştı.
Sevilay, kadınlara söylediklerinin ardından derin bir nefes aldı, biraz önceki öfkesini sakinleştirmeye çalışıyordu. Göğsünden yukarı çıkan o sıcak dalga biraz hafiflemişti ama içinde hâlâ bir şeyler titriyordu. Nefesinin ritmini yakalayarak, "Bu tür şeylere artık izin vermeyeceğim," diye fısıldadı kendi kendine.
O an, arkasını dönüp bakma isteği geldi içine, ama bunu yapmadı. Başını dik tutarak yavaşça koridorun sonunda ilerlemeye devam etti. Artık güçsüz olmadığını, hem kendini hem de ailesini koruma gücüne sahip olduğunu hissediyordu. Sevilay hızla ağlayan Mahinur’un yanına gidip onu kucağına aldı. Küçük yüzündeki gözyaşlarını nazikçe silerken ona yumuşak bir sesle ninni söylemeye başladı. Sesindeki sıcaklıkla Mahinur sakinleşiyor, minik gözleri yavaş yavaş kapanıyordu.
“Ninni de yarim ninni, Uykular yolda bekler seni. Gökte yıldızlar, ay ışığı, Uyur kuşlar bile senin gibi.
Ninni de kuzum ninni, Rüyalar kollarında sarar seni. Rüzgar fısıldar, su sessiz akarken, Huzur dolsun içine, uyuyuver hemen.
Annen yanındadır her zaman, Korkular gitsin uzağa. Sonsuz bir masal gibi, Uykulara dalsın minik yavrum…”
Sevilay’ın sesi alçaldıkça, Mahinur da annesinin kokusunu içine çekerek huzurla uykuya dalıyordu. Bu anın huzuru Sevilay’ı da içine çekmişti; sanki tüm sıkıntılar, tüm endişeler bu ninniyle siliniyordu. Kollarında uyuyan minik Mahinur’un sıcaklığını hissederken, içinde tarifsiz bir güç buldu. Bu küçük masum varlık için her şeyi yapabileceğini, onunla her zorluğu aşabileceğini biliyordu.
Sevilay, Mahinur’u uyuttuktan sonra sessiz adımlarla aşağıya inip mutfağa yöneldi. Tavuk çorbası yapmak için malzemeleri hazırlamaya başladı. Derin bir nefes alıp kendini işine verdi; sebzeleri doğradı, tavukları özenle hazırladı ve çorbayı yavaş yavaş pişmeye bıraktı. Bu çorba sadece basit bir yemek değildi; Sevilay, her kaşığında Sancak’a iyi gelecek, ona güç verecek bir şey hazırlıyordu. Düşünceleri sürekli Sancak’ın yanında, hastane odasındaydı.
Yaklaşık bir saatin ardından çorba hazır olduğunda derin bir nefes alıp rahatladı. Mahinur’u üşümemesi için kalın bir battaniyeye sarıp kucakladı. Soğuk havayı göğüsleyip hastaneye doğru yola koyuldu. İçinde bir sabırsızlık vardı; Sancak’a iyi gelecek bu çorbayı bir an önce ona ulaştırmak istiyordu.
Hastaneye vardığında, tüm gözlerin kendisinde olduğunu fark etti. Mukaddes Hanım’ın, Sevilay’ın Mahinur’u hastaneye getirmesinden hoşlanmadığını biliyordu, ama Sevilay aldırmadı. Mahinur’u sıkıca kucaklayıp hızlı adımlarla hastane koridorunda yürümeye devam etti. Nihayet Sancak’ın odasının önüne geldiğinde içeri girmek için derin bir nefes aldı.
Kapıyı hafifçe açıp içeri girdi. Sancak’ın yüzü solgun ama sakin görünüyordu. Sevilay, Mahinur’u Sancak’ın yanına bıraktı ve sonra çorba dolu termosa sarıldı. Sessizce Sancak’ın yanına yaklaşıp, “Sana iyi gelecek bu çorba, senin için yaptım. Ayağa kalkıp yeniden eski gücüne kavuşmanı istiyorum,” diye fısıldadı.
Mahinur, babasının yanında olduğunu hissedince hafifçe gülümsedi ve küçük elini babasının ellerine uzattı. Bu sıcak an, Sevilay’ın yüreğini yumuşattı. "Hadi Sancak," diye mırıldandı, "yeniden bizimle ol." Bu anlarda, Sevilay’ın içindeki tüm kırgınlıklar, korkular, geleceğe dair endişeleri sanki bu odada, Sancak’ın yanında olmakla dağılıyordu.
Sevilay, yavaşça çorba kasesini eline aldı ve Sancak’ın başucuna yaklaştı. Derin bir nefes alarak, sesindeki yumuşak tınıyla konuşmaya başladı:
"Sancak, bak sana sıcacık bir çorba getirdim. Hastane yemekleri soğuk, tatsız... Senin sevdiğin gibi, içine biraz da sevgi kattım,” dedi ve hafifçe gülümsedi.
Sancak gözlerini hafifçe aralayarak güçsüz bir sesle, “Sevilay, zahmet etmeseydin,” diye mırıldandı.
Sevilay başını iki yana sallayıp, “Zahmet değil ki, sen iyileş diye, güç topla diye yaptım. Şimdi, uslu dur ve içeceksin,” dedi kararlı bir sesle. Kaşığı yavaşça Sancak’ın dudaklarına götürüp, ona çorbayı içirmeye başladı.
Sancak zorlukla bir yudum aldıktan sonra, “Bu... bu çorba tam da hatırladığım gibi,” dedi hafif bir tebessümle.
Sevilay’ın gözlerinde bir ışık belirdi. "Öyle olsun istedim, sana eski günleri hatırlatsın," dedi fısıldayarak, ardından elini Sancak’ın elinin üzerine koydu. "Bana güç verecek olan sensin Sancak... Yeter ki iyileş, yeniden ayağa kalk," diye ekledi.
Sancak, çorbayı bitirmeye çalışırken gözleri yavaşça kapanmaya başladı. Sevilay, elini sıkıca tutarak, ona güven verdi. "Uyuyabilirsin... Ben buradayım, merak etme. Hep yanında olacağım," dedi sessizce, Sancak’ın yanında bekleyerek uykusuna dalmas ını izledi. Merhaba dün
|
0% |