Yeni Üyelik
3.
Bölüm

. Bölüm

@aytengul

 

Bir bölümle daha karşınızdayım.

Lütfen oy ve yorum bırakın..

Yorumlarınızı bekliyor olacağım.

 

Gardiyanların öfkesi neredeyse elle tutulur hale gelmişti. Tayfur'un bitmek bilmeyen alaycı gülüşü, onları delirtmenin eşiğine getirmişti. Saldırgan tavırları ve çılgın bakışlarıyla gardiyanlar Tayfur'u bir kez daha köşeye sıkıştırdılar. Yumruklar hızla inmeye devam ederken Tayfur, her darbede sanki bir zafer kazanmış gibi gülümsüyordu.

 

**Gardiyan 1** yumruğunu Tayfur’un yüzüne indirirken hırıltılı bir sesle bağırdı:

**Gardiyan 1**: "Bu kadar kibir seni mezara götürecek! Hiçbir şey hissetmiyor musun lanet olası adam?"

 

Tayfur, kanlar içinde kalan dudaklarını yaladı ve gözlerini kaldırıp acımasızca gülümsedi.

**Tayfur**: "Kibir mi dedin? Sizler sadece karanlıktan kaçan gölgeler gibisiniz. Beni döverek korkularınızı susturabileceğinizi mi sanıyorsunuz?"

 

Gardiyan 2 araya girip Tayfur'u sert bir şekilde iterek duvara çarptı. Yere düşen Tayfur, dizlerinin üzerine çöktü ama yine de gülüşünü kaybetmedi. Bu, gardiyanların tüylerini diken diken ediyordu. Öfkeyle titreyen elleri, Tayfur’a daha da sert darbeler indirmek için havaya kalktı. Ancak bu sefer, saldırılar vahşetin ötesine geçti.

 

**Gardiyan 2**, Tayfur’un saçlarından tutup başını yere vurdu:

**Gardiyan 2**: "Sen neyin peşindesin lan? Acıdan mı besleniyorsun, yoksa hayatını böyle mi sonlandırmak istiyorsun? Bu senin sonun olacak!"

 

Tayfur’un nefesi hızlandı ama yüzündeki ifade tek bir saniye bile değişmedi. Yerde sürünmesine rağmen gözlerini dikti ve soğukkanlılıkla fısıldadı:

**Tayfur**: "Acı? Acı sizin boynunuzda bir zincir, benim için sadece bir fısıltı. Siz köleler, kendi cehenneminizde boğulurken ben burada özgürce gülüyorum. Asıl son, sizin ruhunuzun sonu olacak!"

 

Gardiyanlar bu meydan okumayı duyar duymaz iyice kontrolden çıktı. Yere düşen Tayfur’un üzerine çullandılar, yumruklar ve tekmeler hızla inip kalkıyordu. Her darbede Tayfur’un bedeni biraz daha sarsılıyor ama gardiyanların gözlerinde, onun gülümsemesi yok olmuyordu.

 

**Gardiyan 1** bu sefer daha da hiddetle bağırdı:

**Gardiyan 1**: "Yeter artık! Seni kıracağım, seni yok edeceğim! Bu lanet gülüşünü suratından sileceğim!"

 

Fakat Tayfur’un sesi, nefesi kesik kesik çıksa da sert bir kaya gibi sağlamdı. Yerde yatan haliyle bile gardiyanlara meydan okuyordu:

**Tayfur**: "Siz güçten bahsediyorsunuz ama güç, yumrukta değil. Güç, bükülemeyen bir ruhun derinliklerinde saklı. Ve siz, asla o derinliği bulamayacaksınız."

 

O an gardiyanlar birbirlerine baktı. Tayfur'u parçalamak ister gibi bakıştılar, ama aynı zamanda onun bu tuhaf direnişi karşısında içlerindeki güvensizlik ortaya çıkıyordu. Gözlerindeki öfke yerini çaresizliğe bırakıyordu. Tayfur’un hala gülüyor olması, onların ruhunda derin yaralar açmıştı.

 

**Gardiyan 2**, son bir çabayla Tayfur’un yüzüne doğru eğildi:

**Gardiyan 2**: "Bir gün bu gülüşün seni mahvedecek. Bunu bil ve her şey bittiğinde seni kimsenin hatırlamayacağını anla!"

 

Tayfur, son bir kez daha kanlı dişleri arasından güldü ve alaycı bir şekilde gözlerini kapattı:

**Tayfur**: "Benim varlığım, sizlerin unutkanlığında bile yankılanacak. Çünkü ben, sizin kabusunuzum."

 

Gardiyanlar, artık ne yapacaklarını bilmeden Tayfur’un yanından uzaklaştılar. Kendi öfkelerinin içinde kaybolmuşlardı, fakat Tayfur'un bedeni biraz daha sarsılıyor ama gardiyanların gözlerinde, onun gülümsemesi yok olmuyordu.

 

Gardiyan 1 bu sefer daha da hiddetle bağırdı: Gardiyan 1: "Yeter artık! Seni kıracağım, seni yok edeceğim! Bu lanet gülüşünü suratından sileceğim!"

 

Fakat Tayfur'un sesi, nefesi kesik kesik çıksa da sert bir kaya gibi sağlamdı. Yerde yatan haliyle bile gardiyanlara meydan okuyordu: Tayfur: "Siz güçten bahsediyorsunuz ama güç, yumrukta değil. Güç, bükülemeyen bir ruhun derinliklerinde saklı. Ve siz, asla o derinliği bulameacaksınız."

 

Gardiyan 2: "Bir gün bu gülüşün seni mahvedecek. Bunu bil ve her şey bittiğinde seni kimsenin hatırlamayacağını anla!"

 

Tayfur, son bir kez daha kanlı dişleri arasından güldü ve alaycı bir şekilde gözlerini kapattı: Tayfur: "Benim varlığım, sizlerin unutkanlığında bile yankılanacak. Çünkü ben, sizin kabusunuzum."

 

Gardiyanlar, artık ne yapacaklarını bilmeden Tayfur'un yanından uzaklaştılar. Kendi öfkelerinin içinde kaybolmuşlardı, fakat Tayfur'un gücünü kıramamış olmanın çaresizliğiyle yüzleşmek zorunda kaldılar.

Gecenin karanlığı koğuşa iyice çökmüştü. Her şey sessizdi, yalnızca Tayfur’un ağır nefes alışları, taş duvarların arasına yankılanıyordu. Bedenindeki yaralar, karnındaki boşluk hissiyle birleşmişti, ama canının acıyıp acımadığı önemli değildi. Bunu hiç umursamamıştı. Onun için acı, bir anlam ifade etmeyen bir gerçeklikti. Kendisini yavaşça demir parmaklıkların soğukluğuna yasladı. Kasları yorgundu, vücudu parçalanmış gibiydi, fakat ruhu hâlâ sağlamdı.

 

Tayfur hiçbir zaman düşmanına acılarını göstermemişti, ne şimdi, ne de geçmişte. Bu, onun en güçlü silahıydı. Onlar vurdukça, o daha derinlere gömüyordu acısını. Bir maske takmak değildi bu; sadece düşmanlarının güçten yoksun olduğunu onlara hatırlatmak için yaptığı bir meydan okumaydı. Zayıflığını göstermemek, onları delirtmenin en kolay yoluydu. Acısını içten içe hissediyor, ama ona teslim olmuyordu.

 

Gözleri yarı kapalı halde karanlığı seyrederken içinden bir ses yankılandı: "Bitecek bu da." Evet, her şey gibi bu da bir gün sona erecekti. Ne kadar süreceğini bilmiyordu ama sonunda özgür kalacağını hissediyordu. Bu gardiyanlar, bu duvarlar, bu daracık koğuş... Hepsi bir gün geride kalacaktı. O güne kadar dayanması gerektiğini biliyordu.

 

Tayfur, derin bir nefes alıp kendi kendine fısıldadı: "Eninde ya da sonunda..."

 

Tayfur Şahin Erdemir, Erdemir ailesinin üçüz oğullarından biriydi. İlk doğan oydu, ardından diğer kardeşleri, her biri arasında birer saat farkla dünyaya gelmişti. Üç erkek kardeş: Tayfur, Teoman Tufan ve Tanık Tan. Hepsi Nlnsu ve Semihan Erdemir'in çocuklarıydı, fakat bu aile sadece bir isimden ibaret değildi.

 

Nlnsu, her ne kadar dışarıdan güçlü ve disiplinli bir anne gibi görünse de, içinde kopan fırtınaları hiçbir zaman çocuklarına ya da çevresine hissettirmemişti. Onun için hayat, her zaman bir denge oyunu olmuştu. Semihan ise otoriter bir baba figürüydü. İşkolik, sert ve mesafeli biri olarak bilinir, çocuklarıyla arasına görünmez bir duvar örerdi. Bu duvarın ardında saklanan bir sır vardı: Sevgi göstermeyi bilmeyen, kendi çocukluk travmalarıyla boğuşan bir adamdı.

 

Tayfur, kardeşlerinin en büyüğü olarak hep bir adım önde olma baskısını hissetti. Küçüklüğünden beri babasının gözüne girmek için çabaladı, ancak Semihan onu sürekli eleştirir, yeterli bulmazdı. Teoman Tufan, ortanca çocuk, kendini hep Tayfur'un gölgesinde hissetti. Sürekli kıyaslanmak onu yıpratmış, bu durum ona derin bir kıskançlık yüklemişti. Tanık Tan ise en küçük olmanın avantajını yaşarken, aynı zamanda aile içinde en çok göz ardı edilen çocuktu. Kendi içinde büyük bir boşlukla büyüyen Tanık, sessizliğini bir tür korunma kalkanı olarak kullanıyordu.

 

Erdemir ailesi dışarıdan bakıldığında güçlü, birbirine bağlı bir aile gibi görünse de, içlerinde kopan fırtınalar, gizlenen duygular ve sırlar vardı. Nlnsu'nun geçmişinde gizli bir aşk mı saklıydı? Semihan'ın işkolik yaşamının ardında karanlık sırlar mı vardı? Kardeşler arasında gün yüzüne çıkmamış bir rekabet mi vardı, yoksa birinin diğerine duyduğu derin bir ihanet mi?

 

Zamanla bu gerilim artacak, Erdemir ailesinin sırları birer birer ortaya dökülecekti. Üç kardeşin hayatları, geçmişin yüküyle şekillenmeye devam ederken, aile bağları kopma noktasına mı gelecekti, yoksa onları birbirine daha sıkı mı bağlayacaktı?

 

Gerilim dolu ve dramatik bir hikâye onları bekliyordu...

Tayfur’un elleri titriyordu. Poligonun soğuk atmosferi, babasının yanında her zamankinden daha boğucu geliyordu. Babası Semihan, her zamanki otoriter ve soğuk bakışıyla ona silahı uzatmıştı.

 

**Semihan (kısık bir sesle):**

*“Hedefini vur, Tayfur. Bu bir sınav.”*

 

Tayfur'un yüzünde bir tereddüt vardı. Hedef uzaktaydı, loş ışık altında kim olduğunu seçemiyordu. Poligonda böyle canlı hedefler kullanıldığını hiç görmemişti, ama babasının bakışları ve soğuk tavrı onu sorgulamaktan alıkoydu. O an ne yapması gerektiğini bilmiyordu, ama her şey babasının gözüne girmek üzerine kurulmuştu. Babası ona bu emirleri verdiğinde Tayfur’un itaat etmemesi imkânsızdı.

 

**Semihan (sert ve sabırsız bir şekilde):**

*“Vur Tayfur! Gücünü göster. Zayıflık yok!”*

 

Tayfur derin bir nefes aldı, zihnindeki şüpheleri bastırmaya çalıştı. Parmakları tetiğe doğru ağır ağır hareket etti. İçindeki huzursuzluk giderek büyüyordu ama bir adım geri atacak cesareti de yoktu. Babasının üzerindeki baskısı çok fazlaydı.

 

**Tayfur (içinden):**

*“Sadece bir görev… Bir hedef… Başka bir şey değil...”*

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ve tetiği çekti.

 

Patlama sesi poligonu yankılarken Tayfur gözlerini açtı. Uzakta, hedefin olduğu yerde birinin aniden yere düştüğünü gördü. Şok oldu, bu sadece bir hedef değil, bir insandı. Hızla silahı bırakıp yere çöktü. Ayakları adeta yere çakılmıştı ama mantığı onu harekete geçirdi. Koşarak düştüğü noktaya doğru ilerledi.

 

**Tayfur (nefes nefese, endişeyle):**

*“Hayır... Bu olamaz...”*

 

Yere düştüğü noktaya vardığında, yerde hareketsiz yatan bedenin kimin olduğunu gördüğünde zaman adeta durdu. Bu beden... Annesi Nlnsu’ydu. Gözleri kapalı, elleri ve ağzı bağlıydı. Kan, Tayfur’un ateş ettiği yerden sızıyordu.

 

**Tayfur (dehşet içinde, ağlayarak):**

*“Hayır! Hayır, bu gerçek olamaz!”*

 

Ellerini annesinin yüzüne koydu, onu sarsmaya çalıştı. Gözleri yaşlarla dolmuş, yüreği paramparça olmuştu. Nasıl olurdu? Kendi annesini, annesini vurmuştu. Bu, bir kâbus olmalıydı.

 

**Tayfur (sarsılmış, sesi titreyerek):**

*“Anne, ne olur kalk! Lütfen, kalk!”*

 

Ama Nlnsu'nun bedeni hareketsizdi. Tayfur, boğazında büyüyen acıyı hissediyor, kendini bu gerçekle yüzleşmeye zorlamak istemiyordu. O sırada babası, arkasında belirdi. Sessizce, sanki hiçbir şey olmamış gibi ona bakıyordu.

 

**Semihan (soğuk bir tonda):**

*“Şimdi anladın mı? Güç ve zayıflık arasındaki farkı. Zayıflar ölür, Tayfur. Ve sen, güçlüsün.”*

 

Tayfur babasına döndü, gözlerinde karanlık bir öfke ve şaşkınlık vardı. Nefesi kesik kesik, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.

 

**Tayfur (öfkeden deliye dönmüş halde):**

*“Sen... Bunu bilerek mi yaptın? Beni... Annemi vurmam için mi kandırdın?”*

 

Semihan soğukkanlılıkla, hiç duygusuz bir bakışla onu izliyordu. Tayfur’un sorusu karşısında yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirdi.

 

**Semihan (kısık bir gülümsemeyle):**

*“Bu, senin gerçek sınavındı. Şimdi daha güçlüsün. Artık kendine acımanın vakti değil, Tayfur. Güç, böyle kazanılır. Zayıflar yok olur.”*

 

Tayfur, babasının bu sözleri karşısında içindeki her şeyin kırıldığını hissetti. Artık babası sadece onu kontrol eden bir figür değil, hayatını mahveden, annesini ellerinden çalan bir canavardı. Nefret, her şeyden daha güçlü bir şekilde zihnini ele geçirdi.

 

**Tayfur (nefretle, dişlerini sıkarak):**

*“Senin gibi bir canavara dönüşmeyeceğim. Asla!!!!!

 

Semihan alaycı bir kahkaha attı ve Tayfur'un omzuna hafifçe vurdu.

 

Semihan (sakince):

 

"Dönüşeceksin, Tayfur. Zamanla anlayacaksın. Annen, zayıf olduğu için öldü. Sen güçlüsün, hayatta kalacaksın."

 

Tayfur annesinin kanına bulanmış ellerine baktı. İçinde büyüyen acı ve nefret, onu daha da derin bir karanlığa çekiyordu. Babasına olan nefret, her geçen saniye daha da büyüyordu. O an, kendisine verdiği sözü tekrarladı: Asla onun gibi olmayacaktı. Annesinin ölümü, onun içindeki karanlığın başlangıcı olmuştu. Ama bu karanlık, babasının onu kontrol edemeyeceği kadar büyüyecekti.

Tayfur, annesinin ölümünden sonra eve dönmek zorunda kaldığında, omuzlarındaki yük dayanılmaz hale gelmişti. Kardeşleri Teoman ve Tanık, evde onu bekliyordu. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi. Artık Erdemir ailesinin içinde derin bir çatlak vardı ve bu çatlağın tam ortasında Tayfur duruyordu.

 

---

 

**Evin Soğuk Sessizliği:**

 

Tayfur eve adım attığında, karşısında Teoman ve Tanık'ı buldu. Yüzlerinde korku, öfke ve acı vardı. Annelerinin ölüm haberi evde yankılanmış, her köşeye sinmişti. Tayfur’un gözleri kardeşlerine bakarken doluydu, ama nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Kalbi, her attığında onu bir adım daha parçalıyordu.

 

**Teoman (öfkeyle, gözleri dolu):**

*“Ne yaptın, Tayfur? Annemi nasıl öldürdün? Nasıl yaparsın bunu?”*

 

Tayfur, kardeşinin bakışlarından kaçmaya çalıştı, ama kaçacak bir yer yoktu. Sanki her şey üzerine geliyordu, her söz bir darbe gibi kalbine iniyordu.

 

**Tayfur (kısık ve suçluluk dolu bir sesle):**

*“Ben... Ben bilmiyordum... Babam... Babam beni zorladı...”*

 

Teoman, Tayfur’a yaklaştı, gözlerinde kin ve öfke vardı. Tayfur, onun nefret dolu bakışları karşısında daha da küçüldüğünü hissediyordu.

 

**Teoman (bağırarak):**

*“Babam seni zorladı diye mi? Bu mu bahanen? Sen onun bir oyununa düştün! Annemi nasıl vurabilirsin, Tayfur? O bizim annemizdi! Sen nasıl onun canını alabilirsin?”*

 

Tayfur'un gözleri dolmuştu. Ellerini başına koydu, gözlerini kapadı. O anı tekrar tekrar yaşıyor gibiydi; annesinin yere düşüşünü, babasının soğuk bakışlarını, her şey zihninde canlanıyordu.

 

**Tayfur (gözyaşları içinde):**

*“Bilmiyordum! Orada onun olduğunu bilmiyordum. Beni zorladı, silahı elime verdi ve ateş etmemi söyledi. Ben... Ne yapacağımı bilemedim...”*

 

Tanık, sessizce Tayfur’a bakıyordu. Gözlerinde derin bir acı ve hayal kırıklığı vardı. O hep en küçükleri olmuştu, hep Tayfur’a güvenmişti. Ama şimdi, onun güveni de sarsılmıştı.

 

**Tanık (sessiz, ama kırgın bir sesle):**

*“Tayfur... Bu, nasıl oldu? Nasıl olur da annemizi vurabilirsin? Bizi nasıl böyle bırakabilirsin?”*

 

Tayfur, Tanık’ın bu sözleri karşısında daha da ezildi. İçindeki acı, dayanılmaz hale gelmişti. O an, her şeyin yıkıldığını hissetti. Kendini açıklayamazdı, çünkü hiçbir açıklama annesini geri getiremezdi. Kardeşlerinin gözündeki o öfkeyi ve hayal kırıklığını silemezdi.

 

**Tayfur (ağlayarak, kendine nefretle bakarak):**

*“Haklısınız... Suçluyum... Annemi öldürdüm... Ama yemin ederim, bilerek yapmadım! O beni kandırdı, babam beni kandırdı!”*

 

Teoman, Tayfur’un üzerine yürüdü, onu omuzlarından tuttu ve sarsmaya başladı. Gözlerinde öfkenin alevleri parlıyordu.

 

**Teoman (öfkeyle, gözyaşları içinde):**

*“Sadece kendini mi suçlayacaksın, Tayfur? Annemizi öldürdün! Annemizi! Şimdi ne olacak, ha? Onu geri mi getireceksin? Bize mi bakacaksın? Biz ne yapacağız?”*

 

Tayfur, kardeşinin ellerinin omuzlarında olduğunu hissediyor, ama buna karşılık veremiyordu. Kendini savunmaya bile cesareti yoktu. Gözleri dolu dolu Teoman’a baktı.

 

**Tayfur (ağlayarak, sesi titreyerek):**

*“Keşke... Keşke bunu durdurabilseydim. Her şeyin başka bir yolu olsaydı... Ama elimden hiçbir şey gelmedi. O anda... O an tamamen babamın kontrolündeydim.”*

 

Tanık, abilerinin tartışmasını izlerken gözyaşlarını tutamıyordu. Bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeler boğazında düğümleniyordu. Annesi gitmişti ve artık hiçbir şey aynı olmayacaktı.

 

**Tanık (sessizce, gözyaşları dökerek):**

*“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Değil mi, Tayfur?”*

 

Tayfur, kardeşine bakarak gözyaşları içinde başını salladı. O an, içindeki acının ne kadar derin olduğunu fark etti. Kardeşlerinin ona duyduğu güvensizlik, onları bir daha geri kazanamayacağını hissettiriyordu. Kendini bir canavar gibi hissediyordu, annesini elleriyle öldüren bir canavar.

 

**Tayfur (sessiz, acı dolu bir fısıltıyla):**

*“Hayır... Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”*

 

Teoman, Tayfur’un omuzlarını bıraktı, gözlerinde biriken yaşları sildi ve arkasını döndü. Tanık da onun arkasından gitti. Tayfur ise orada, yalnız başına kaldı. Annelerinin kaybı sadece bir trajedi değildi; kardeşleriyle arasındaki bağı da sonsuza dek koparmıştı. Annesini kaybetmişti, kardeşlerini de... Artık babasına olan nefreti, onu hayatta tutan tek şeydi.

 

---

 

O gece, Tayfur için bir dönüm noktasıydı. Kardeşleri ona sırtını dönmüştü ve bu acı, ona babasına karşı savaşmak için bir neden vermişti. Babasının zorladığı bu acımasız sınavın bedelini, hayatı boyunca taşıyacağı bir yük olarak kalacaktı. Ama bir gün, bu yük babasının sonu onun elinden gelecekti..

 

Tayfur’un hayatı, o trajik günün ardından daha da kötüye gitmişti. Annesinin ölümünden sonra aile içinde bir parya gibi görülmeye başlamıştı. Babası Semihan’ın karanlık gölgesi, Tayfur’un hayatını kuşatırken, annesinin cenazesine gitmesine bile izin verilmemişti. O, sadece bir katil olarak görülüyordu artık, bir oğul değil.

 

---

 

 

 

Tayfur, kardeşlerinin soğuk bakışlarından sonra, babasının kararına boyun eğmek zorunda kalmıştı. Annesinin cenazesi onun için yasaklanmıştı. Ailenin diğer üyeleri, özellikle de dayıları, annesinin ölümünden Tayfur’u sorumlu tutuyordu. O gün, cenazenin yapıldığı saatlerde Tayfur evin arka odasında kilitliydi. Sessizce oturmuş, ellerini yumruk yaparak ağlamaya çalışıyordu. Annesi toprağa verilirken o orada değildi, ona veda edememişti. Bu, içindeki en büyük yara olmuştu.

 

Bir süre sonra, odanın kapısı hızla açıldı. İçeri, annesinin erkek kardeşleri girdi. Yüzlerinde hiddet ve öfke vardı. Tayfur'un babası ortada yoktu, ama onun kardeşleri Tayfur’un karşısında duruyordu. Onlar için Tayfur, sadece bir hain, bir katildi.

 

**Dayı (öfkeyle bağırarak):**

*“Senin orada ne işin var sanıyorsun ha? Kendi anneni öldürdün, şimdi de burada mı saklanıyorsun? O cenazeye gitmeyi hak etmiyorsun bile!”*

 

Tayfur cevap veremedi, gözleri dolmuş, dudakları titriyordu. Konuşacak gücü yoktu. O an, sadece pişmanlık ve çaresizlikle doluydu.

 

**Tayfur (sessizce, fısıldar gibi):**

*“Ben... Ben istemedim... Bunu istemedim...”*

 

Dayısı daha da öfkelenmişti, Tayfur'un bu fısıltısı onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Elleri sıkılı, Tayfur’un üzerine yürüdü.

 

**Diğer dayı (soğuk bir sesle):**

*“Anneni ellerinle öldürdün, Tayfur. Ellerinde onun kanı var. O güzel kadını, bizim kardeşimizi, sensin toprağa gönderen. Şimdi, bunun bedelini ödeyeceksin!”*

 

Tayfur’un gözleri genişledi, kaçacak bir yeri olmadığını biliyordu. Dayılarının bakışlarındaki nefret, onun içini delercesine acıtıyordu. Ve o an ilk yumruk geldi. Yüzünde patlayan darbe, Tayfur’u yere yığdı. Ardından gelen darbeler ardı arkası kesilmeyen bir fırtına gibiydi.

 

**Tayfur (ağlayarak, acı içinde bağırarak):**

*“Yeter! Lütfen... Yeter artık!”*

 

Ama dayıları durmuyordu. Onlar için bu, bir adalet anıydı. Tayfur’un çektiği acılar, onların kaybettikleri kardeşlerinin yanında hiçti.

 

**Dayı (öfkeyle yumruklarını savururken):**

*“Bu senin cezan, Tayfur! Annenin yüzüne nasıl bakabildin? O masum kadını nasıl öldürdün?”*

 

Her yumruk, Tayfur’un hem fiziksel hem de ruhsal olarak daha da çökmesine neden oluyordu. Dayak yiyordu, ama hissettiği en derin acı, dayak değil, annesinin yokluğuydu. Ona veda edememek, onun mezarına bile gidememek, onu öldürmenin suçluluğu... Bu acıların hiçbiri, yediği yumrukların ötesine geçiyordu.

 

Saatlerce sürdü bu şiddet. Tayfur yerde, kanlar içinde, çaresiz bir halde yatarken, dayıları onu terk etti. Ama Tayfur’un içinde büyüyen bir öfke vardı. Babasına duyduğu nefret her geçen an daha da artıyordu. Annesini kaybetmişti, kardeşleri onu suçlamıştı, şimdi ise dayak yemişti. Ama tüm bunların sorumlusu babasıydı.

 

---

 

**Gece Yarısı Sessizliği:**

 

O gece Tayfur, odasında tek başına kaldı. Bedenindeki acı dinmiyordu, ama ruhundaki yara daha derindi. Annesini düşünüyordu; onun sıcak gülümsemesini, ellerini... Ama artık o yoktu. Ve Tayfur, ona bir daha asla sarılamayacaktı.

 

**Tayfur (içinden, sessizce):**

*“Anne... Özür dilerim... Sana veda edemedim. Sana... Söz veriyorum. Onun bedelini ödeyecek... Babam, bu yaptıklarının bedelini ödeyecek...”*

 

O gece, Tayfur’un içinde bir intikam ateşi doğdu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Annesini geri getiremezdi, ama babasını bu acımasız döngünün içinde yok edecekti. Babasının ona yaşattığı her şeyin hesabını bir gün soracaktı.

Loading...
0%