@aytengul
|
Merhaba arkadaşlar bir bölüm daha sizlerle umarım beğenirsiniz. Bolca yorum yapmayı unutmayın..
Gün batımı, şehrin üzerine ağır bir perde gibi iniyordu. Ufuk çizgisinde kızıl ve turuncu tonlar birbirine karışırken, gökyüzü sanki savaşın ve kargaşanın bıraktığı izleri emmeye çalışıyordu. Patlamaların yankıları hafif hafif çekilirken, havada hâlâ bir pus tabakası kalmıştı. Yavaşça çöken akşam, şehri tanınmaz hâle getiren izlerin üzerine usulca bir örtü seriyordu. Arka planda karanlığın içinde belirginleşen duman bulutları, yıkılmış binaların, kaybedilenlerin, ama aynı zamanda kazanılanların sessiz tanığıydı.
Tayfur ve Ravza, o kaosun ortasında, kendilerini bir anlığına zamanın dışında hissediyorlardı. Savaşı ve devrimi geride bırakmış, birbirlerinin varlığında huzuru bulmuşlardı. Tayfur, Ravza’nın elini sımsıkı tutarken ona güven veren bakışlarını, bu kez bir adım daha derin, bir adım daha içten şekilde ona yöneltmişti.
Ravza, başını Tayfur’un omzuna yasladı. O an, kalbinin Tayfur’un kalbiyle aynı ritimde attığını hissedebiliyordu. Şehirdeki sessizlik her geçen dakika artarken, aralarındaki yakınlık ve sessizce paylaştıkları huzur da derinleşiyordu. İkisi de yaşananların ağırlığını omuzlarında hissediyordu; ama bu ağırlığın içinde, birbirlerine verdikleri destekle ayakta duruyorlardı.
Tayfur, Ravza’nın yüzüne baktı, parmak uçlarıyla onun yanağına hafifçe dokundu. Ravza’nın gözlerindeki parlaklık, yaşadıkları onca acıya rağmen içindeki umudu kaybetmediğini gösteriyordu. Onu, o acı dolu günlerden kurtaran bu güçlü adam, şimdi karşısında duruyor, ona hayatını adıyordu. Tayfur, Ravza’nın dudaklarına doğru bir kez daha eğildi, ama bu kez hareketleri daha yavaş, daha düşünceliydi.
Yavaşça ona doğru eğilirken, Tayfur’un gözleri bir kez daha Ravza’nın gözlerinin derinliklerinde kayboldu. Bu kez öpücüğü bir veda değil, bir başlangıç gibiydi. İkisi de yeni bir hayatın eşiğinde olduklarını biliyordu. Dudakları birleştiğinde, dünyayı arkalarında bırakıp sadece ikisine ait o küçük, kutsal anı yaşıyorlardı.
Arka planda kararan şehir, bu iki kalbin birbirinde bulduğu huzur ve mutlulukla aydınlanıyor gibiydi.
Dudakları birbirinden ayrıldığında, Tayfur bir an duraksadı. Gözlerini, Ravza’nın gözlerinin içine derin bir bakışla kilitledi, sanki ruhuna ulaşmak ister gibi. Alnını nazikçe Ravza’nın alnına yasladı; nefesleri birbirine karışıyor, ikisi de bu anın büyüsünde kayboluyordu. Tayfur'un elleri, Ravza'nın yüzünü çerçeveliyordu, parmakları onun tenine dokunurken adeta varlıklarının birbirine karıştığını hissediyordu.
Tayfur’un sesi, alçak ve sarsılmaz bir kararlılıkla konuşmaya başladı. "Ravza," dedi, sanki tek bir kelimeyle tüm hislerini ona aktarmak istercesine. "Bu dünyada herkes her şeyden vazgeçse de, senin gözlerindeki umuttan asla vazgeçmem. Tüm bu yıkımın, savaşın ortasında bile senin için savaşmaya devam edeceğim."
Ravza, gözlerini kapatıp Tayfur’un sözlerinin içinde kayboldu. Onun cümleleri, içine işlemiş olan acıları hafifletiyor, umutla dolu bir ferahlık veriyordu. Hafif bir gülümsemeyle gözlerini açtı ve Tayfur’a baktı. "Tayfur," dedi Ravza, sesi hafifçe titreyerek, "Bunca acının içinde, sen bana her şeyin bir gün biteceğine dair inancımı geri verdin. Seninle beraber hayatta kalabildim. Seninle… yeniden doğdum."
Tayfur, Ravza’nın sözlerinden etkilenmiş, onun ellerini kendi elleriyle sımsıkı kavradı. Gözlerinde beliren o şefkatli bakış, yaşadıkları her şeyi, acıları ve umutları yeniden anlamlandırıyordu. "Ravza," dedi, "Bu dünya karşımıza ne çıkarsa çıksın, seni bırakmayacağım. Burada, kaosun ortasında bile seninle geleceğimizi inşa edeceğiz. Senin yanındayken kendimi tam hissediyorum. Sen, benim yol gösteren yıldızımsın."
Ravza’nın gözleri dolmuştu, ama gözyaşları bu kez bir acıyı değil, bulduğu mutluluğu ifade ediyordu. Tayfur’a iyice yaklaşıp fısıldadı: "Eğer yanımda sen varsın, en karanlık gecede bile aydınlanırım, Tayfur. Sen benim ışığımsın. Seninle yürümek, korkularımı geride bırakmak demek. Artık sadece geleceğe bakmak istiyorum, seninle yan yana, omuz omuza."
Tayfur, onun sözleri karşısında yüreğinde bir sıcaklık hissetti. "O zaman," dedi Tayfur, kararlı ve huzurlu bir sesle, "Artık geçmişin izlerini bırakıyoruz, Ravza. Beraber yeni bir hikâye yazacağız. Korkularımızı geride bırakacağız. Burası… burası bizim için bir başlangıç olacak."
İkisi de derin bir nefes aldı, sanki tüm korkularını ve yüklerini bu nefesle dışarı bırakmak ister gibi. Aralarındaki sessizliği bozan sadece hafif rüzgarın uğultusu ve şehirde kalan dumanların fısıltısıydı. Şehirdeki tüm karanlık, onların arasındaki bu sonsuz huzurla aydınlanmış gibiydi.
Tayfur, Ravza’nın yüzüne kararlılıkla baktı. Gözlerinde, içinden kopup gelen derin bir sözün ağırlığı vardı. Nefesi hafifçe hızlanmış, kalbinin çarpıntısı ise Ravza’nın ellerine yansıyordu. Sessizliği bozarak konuşmaya başladı:
"Sana bir söz vermek istiyorum, gardiyan," dedi Tayfur, sesinde derin bir ciddiyet ve adanmışlıkla. Ravza, onun gözlerindeki kararlılığı hissederek hafifçe gülümsedi. Bu sıfatı sevdiğini belli eden bir ifade vardı yüzünde. Bir adım daha yaklaştı ona ve yumuşak bir sesle, "Söyle," dedi, kalbi Tayfur’un ağzından çıkacak her kelimeyi beklerken.
Tayfur’un gözleri, Ravza’nın gözlerinin derinliklerinde bir an durakladı, sanki ona bu sözü vermeden önce, hayatlarının her anını, yaşadıkları her zorluğu gözden geçirir gibi. Sonra usulca başladı:
"Ravza, sana söz veriyorum; artık ne olursa olsun, seni asla yalnız bırakmayacağım. Geçmişte ne yaşadık, nelerle sınandık... hepsi artık geride kaldı. Artık seninle bu hayatı yeniden kuracağız. Kendime verdiğim en büyük söz bu olacak."
Ravza'nın gözlerinde bir damla yaş belirdi, ama bu yaş, acıdan değil, Tayfur’un ona olan bağlılığından, ona duyduğu derin sevgiden doğan bir yaştı. Kalbi, Tayfur’un sözlerinin verdiği güvenle doldu. Derin bir nefes alarak, Tayfur’un ellerini kendi ellerinin arasına alıp bakışlarını onun gözlerine dikti.
"Ben de sana söz veriyorum, Tayfur," dedi Ravza, sesi hafifçe titreyerek. "Her ne olursa olsun, her zorlukta, her mutlulukta yanındayım. Bu hayatı beraber kuracağız. Seninle birlikte yürüyebilmek… işte bana en büyük hediye bu. Seninle… yeni bir hayat kuracağız."
Tayfur, onun sözleri karşısında bir an sessiz kaldı. İçinde hissettiği tarifsiz mutluluk, yüzüne huzurlu bir gülümseme olarak yansıdı. Ravza’nın alnına hafifçe dokunarak, gözleriyle onun ruhuna dokunmak istercesine bakarak fısıldadı:
"Bu söz, bizi bir ömür bağlayacak, Ravza. Artık seninle yeni bir hayatın eşiğindeyiz. Seninle, her şey mümkün."
Bu sözler, ikisinin arasında kopmaz bir bağ gibi kalplerine işlenmişti. Artık her şey, bu anın yemininde saklıydı.
Tayfur, gözlerinde parlayan inanç ve azimle Ravza’nın ellerini sıkıca tuttu. Alçak, ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı. Şehirdeki sessizlik onların sesine eşlik ederken, Tayfur’un sözleri bir manifesto gibi yankılandı. Her kelimesi, onların yaşadıklarını, acılarını, umutlarını ve mücadelelerini özetliyordu.
"Ravza," dedi Tayfur, gözleri ufka, geleceğe doğru sabitlenmişti. "Bu zindanlar, bizi yok etmeye, sesimizi kısmaya çalıştı. Bizi mahkum etmek, susturmak, umudumuzu söndürmek istediler. Ama başaramadılar. Her çelik kapının ardında, her taş duvarın ötesinde, inancımız daha da güçlendi. Hapishaneye, zincire, zorbalığa rağmen kalbimizdeki ateşle direndik, dimdik durduk. Çünkü biliyorduk; özgürlüğün bedeli ağırdır ama o bedeli ödeyenlerin sesi, bir gün tüm dünyaya yankılanır."
Derin bir nefes aldı, gözlerinde ateş gibi parlayan bir ışıltı vardı. "Artık biz, kendi kaderimizi tayin edeceğiz. Karanlık günler ardımızda kaldı. Yeni kurulacak olan hükümet, yalnızca bizim sesimiz değil, tüm mazlumların sesi olacak. Bizi yok sayan, bizi susturmaya çalışan kim varsa bilsin ki, bu kez biz meydan okuyoruz. Adalet ve özgürlük için savaşacağız. Ve bu savaşta yalnızca kendimiz için değil, hakkı çiğnenmiş tüm insanlar için ayağa kalkıyoruz."
Ravza, Tayfur’un sözlerinden etkilenmişti, onun gözlerinde, yılların biriktirdiği acıyı ve umudu görebiliyordu. Tayfur bir an durdu, Ravza’ya dönüp ona güven veren bir bakışla devam etti:
"Artık mahkum değiliz, Ravza. Eskiden bizi zindanlarda tutan, düşüncelerimize kelepçe vuran bu düzene boyun eğmeyeceğiz. Zindanlar sadece bedenimizi kapatabilirdi ama ruhumuzu asla zincire vuramadılar. Bizler, o karanlık duvarların ardında bile özgürlüğü düşleyenleriz. Ve şimdi o hayali, bu ülkenin her köşesine yayacağız. Özgürlüğümüzü kazandıkça, sesimiz daha gür çıkacak."
Tayfur, şehirde yükselen dumanları ve ardında bıraktıkları tüm acıları bir an hatırlayarak gözlerini yeniden Ravza’ya çevirdi. "Bu topraklarda yeni bir düzen kuracağız," dedi, sesi umutla doluydu. "Yeni kurulacak hükümet, yalnızca kendi halkına değil, dünyaya bir örnek olacak. Her kim ki halkını susturur, baskı altına alır, o zaman bilsin ki artık karşısında bizi bulacak. Artık sesimizi duyacaklar; çünkü biz, karanlığın içinden gelen aydınlık, zindanların içinde filizlenen umuduz."
Tayfur, son sözlerini söylerken sesi tüm ciddiyetiyle yankılandı, "Bir zamanlar mahkumduk belki, ama o günler geride kaldı. Biz, yalnızca kendimize değil, tüm ezilmiş halklara söz veriyoruz. Artık hür bir gelecek inşa edeceğiz. Ve bu yeni dünyada, kimse bizim sesimizi susturamayacak."
Bu sözlerin ardından, ikisi de bu andın ağırlığını yüreklerinde hissettiler. Tayfur’un sözleri bir manifesto, bir yemin, bir sözleşme gibi kalplerine kazınmıştı. Onlar, yeni bir dünya kurmak için yan yana ve dimdik duruyorlardı.
Evin içinde ağır bir hava hâkimdi; duvarlarda savaşın izlerini taşıyan bakışlar, yaşanmışlığın ve kayıpların sessiz tanıkları gibi duruyordu. Tayfur ve Ravza, kapıdan içeri girdiklerinde herkesin dikkatini çekmişti. Odanın ortasında dimdik duran Tayfur, gözleriyle kardeşlerini ve Efruz’u süzerken, içindeki o karmaşık duygular bir bir yüzüne yansıyordu. Efruz ayakta onları izlerken, Teoman koltuğa yaslanmış, Tayfur’un konuşmasını bekliyordu. Aliye, hamileliğin verdiği yorgunluktan dolayı evin bir diğer odasında dinleniyordu, ama kalbi ve duaları, Tayfur ve Ravza’nın yanındaydı.
Tayfur, gözleri Efruz’un gözlerine kitlenmiş halde birkaç adım attı. Aslında yaklaşık bir saat önce selamlaşmışlardı, ama şimdi o samimi, sımsıcak sarılmayı zamanının geldiğini hissediyordu. Derin bir nefes alarak Efruz’a doğru uzandı, onu sımsıkı kucakladı. Bu sarılış, yılların özlemini, dostluğun derin bağlarını, omuz omuza savaştıkları günlerin hatırasını barındırıyordu. Tayfur’un gözlerinde bir parıltı belirdi, Efruz’un omzuna hafifçe dokunarak usulca konuştu:
"Bu zor günlerde arkamda duran her kardeşime minnettarım, Efruz," dedi. "Yolumuz dikenliydi, kanımızla sulandı. Ama bu yolda sizinle yürümek, omuz omuza savaşmak... bana umudun ne demek olduğunu hatırlattı."
Efruz, gözlerindeki gururla Tayfur’a bakarak başını salladı. Ardından Teoman ve diğer kardeşlerine dönerek derin bir sessizlik içinde onları izledi. Onların bakışlarından bile aldıkları desteği hissetti. Tayfur, odadaki tüm bakışları üzerinde hissederken bir adım ileriye çıktı, artık konuşma sırası ondaydı.
Biraz duraksayıp derin bir nefes aldıktan sonra başladı: "Biliyorum, bu yolda çok kayıplar verdik, çok bedel ödedik. Bu topraklar, artık bizim hikayemizle yoğruldu. Özgürlüğümüz için verdiğimiz bu savaşı kazandık, ama unutmayın, bu yalnızca bir başlangıç. Şimdi, inşa etme zamanı. Bizimle beraber bu ülkenin umudunu taşıyan herkesin, yeniden dirileceğine inanıyorum. Bu toprakları, kardeşlik, barış ve adaletle yeniden şekillendireceğiz."
Bir an durdu, odadakilerin gözlerinde belirginleşen kararlılığı gördü. "Şunu asla unutmayalım," dedi, sesi kararlı ve derindi, "Bir ülke, yalnızca toprak değildir. O ülkeyi yücelten, o toprağa ayak basan, orada yaşayan insanların ruhudur. Biz o ruhu, zindanların içinde koruduk. Özgürlük için yaktığımız ateş, karanlığı aydınlattı. Ve o ateşin sönmesine asla izin vermeyeceğiz."
Teoman, Tayfur’un sözlerinden etkilenmiş bir şekilde hafifçe başını sallarken, Efruz’un gözlerinde de gururla karışık bir hüzün vardı. Tayfur, onların bakışlarından aldığı güçle devam etti.
"Savaşmak sadece silahla olmaz, dostlarım," dedi. "Artık o silahları bırakıp kalemle, fikirle, adaletle savaşacağız. Çünkü bu ülkenin ihtiyacı olan tek şey, barışın sağladığı huzurdur. Biz, bu ülkeyi daha iyi bir yer yapmak için çalışacağız. Kardeşlik ve birlik, bizim en büyük silahımız olacak."
Ravza, Tayfur’un yanında duruyor, onun içindeki o derin adanmışlığı ve kararlılığı hissediyordu. Tayfur’un söyledikleri odadaki herkesi etkisi altına almıştı. Teoman yavaşça yerinden doğrulup Tayfur’a yaklaştı, omzuna dokunarak fısıldadı:
"Seninle yan yana savaşmak, gurur duyduğum tek şey, Tayfur. Bu yol zor ama senin liderliğinle yürümek, bizler için bir onur."
Tayfur, Teoman’ın sözlerinden aldığı cesaretle başını kaldırıp tekrar konuştu. "Bir milletin umudu, onun inancıdır. Bizim inancımızı kimse yok edemedi, hiçbir zindan bizi durduramadı. Şimdi bu inançla ayağa kalkıyoruz, artık önümüzde yeni bir hayat var. Bu hayatı, el birliğiyle kuracağız. Hep birlikte..."
Odadaki sessizlik, Tayfur’un sözleriyle dolmuştu. Herkes, bu anın anlamını ve ağırlığını yüreklerinde hissediyordu. Tayfur, onların yüzlerindeki kararlılığı görerek içten bir gülümsemeyle konuşmasını bitirdi: "Bu bizim kaderimiz; artık yeni bir gelecek için, hep birlikte omuz omuza yürüyeceğiz."
Tayfur, derin bir nefes alarak gözlerini odadakilere çevirdi. Sözleri, kararlı ve net bir şekilde odada yankılandı. "İlk işimiz," dedi, sesi sert ve azimli, "bu ülkenin yeniden ayağa kalkmasını sağlamak olacak. Savaşın ve yıkımın ardından, her şeyin yerle bir olduğunu görebiliriz. Ama unutmayın, enkazın altında kalan her toprak parçası, yeniden filizlenmeye hazır bir tohum gibidir."
Efruz ve Teoman, Tayfur’un etrafında toplanmıştı. Herkesin gözleri, Tayfur’un söylediklerine odaklanmıştı, çünkü onların her kelimesi, bir geleceğe dair umut taşıyordu. Tayfur, bir an sessiz kalıp, insanların bu kadar yıkımın ardından bile hala birleşebileceklerine dair içindeki güveni düşündü. Ardından devam etti:
"Bu ülkenin yeniden inşa edilmesi için önce halkımıza güven aşılamalıyız. Onların kalplerindeki korkuyu, umutsuzluğu kaldırmalıyız. Bizim savaşımız sadece toprak değil, insanların ruhu üzerinedir. Her evde, her köyde, her şehirde, özgürlüğün ne olduğunu anlatmalıyız. Çünkü ancak özgür bir halk, gerçek gücü bulur."
Tayfur’un sesinde bir kararlılık vardı. "Ve," dedi, "İlk adım olarak, devletin her alanında reform yapacağız. Adalet, eşitlik, özgürlük—bunlar bizim temel taşlarımız olacak. Ne kaybetmiş olursak olalım, kazandığımız şey, insan hakları ve adaletin zeminidir. Çünkü bir toplum, adaletle var olur, başka hiçbir şeyle değil."
Ravza, Tayfur’un her kelimesinde bir liderin gücünü, bir devrimcinin kararlılığını hissediyordu. "Ama bu," diye ekledi Tayfur, "Sadece bir başlangıç olacak. İkinci işimiz ise, dış dünyaya karşı bu yeni hükümetin gücünü ve kararlılığını göstermek olacak. Dünya bizi, iç çatışmalarla, karanlık geçmişimizle tanıyor. Ama biz, bu hükümeti kurarak, yeniden tüm dünyaya meydan okuyacağız. Çünkü biz artık, kendi geleceğimizin liderleri olacağız."
Tayfur’un sözleri odadakileri derinden etkiliyordu. Efruz, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Ve o zaman," dedi, "Her kim bu ülkenin direncini hafife alıyorsa, karşımıza dikilecekse, onları yerle bir ederiz."
Tayfur, Efruz’un sözlerini onaylarcasına başını salladı ve devam etti: "Evet, bu hükümet sadece halkımızın değil, tüm dünyadaki mazlumların da sesi olacak. Herkes duysun; bu topraklarda adaletin gücü tekrar yükselecek. Şimdi, geçmişin yüklerinden sıyrılıp, bu yeni devletin temellerini sağlam atacağız. Birlikte, güçlü bir gelecek kuracağız."
Odanın havası, Tayfur’un kararlı sözleriyle değişmişti. Herkes, savaşın ve kayıpların ardından yeniden dirilme ve güçlü bir başlangıç yapma arzusunu yüreklerinde hissediyordu. Bu, sadece bir hükümetin kurulması değil, aynı zamanda bir halkın yeniden doğuşuydu. Tayfur, gözlerini kardeşlerine ve Efruz’a çevirdi, "Bu yol uzun ve zorlu olacak," dedi. "Ama birlikte, her engeli aşacağız."
Tayfur, gözlerini sert bir şekilde odadakilere çevirerek, vurgulayarak konuşmaya başladı: "Tüm dünya," dedi, "Kendi ülkemiz adına yapmamız gereken ilk şey, içindeki adaletsizliği ve yıkımı ortadan kaldırmak. Bizim toprağımız, yıllarca savaşla, kıtlıkla, gözyaşıyla yoğruldu. Ama artık bir dönüm noktasındayız. Ülkemiz, tüm geçmişin acılarına rağmen, yeniden ayağa kalkacak ve gücünü gösterecek."
Efruz, Tayfur’un yüzündeki kararlılığı fark etti. Tayfur’un her kelimesi, içindeki direncin ve halkına olan bağlılığının bir yansımasıydı. Tayfur, sözlerine devam ederken, daha da derinleşen bir güvenle, sesini biraz daha yükseltti:
"Ülkemiz, yıllarca ezildi. Bizim halkımız, özgürlük ve barış için can verdi. Ama bir halkın gücü, savaşla değil, direnişle, birleşmiş bir milletle ortaya çıkar. Bunu unutmayın," dedi Tayfur, gözlerinin içine bakarak, "Bizim savaşımız bu topraklarda değil, yüreğimizdedir. Bizim halkımızın yüreği, özgürlüğe, adalete ve eşitliğe aç bir halktır. O yüzden bizim ilk işimiz, ülkemizin içindeki bu adaletsizlikleri ortadan kaldırmak olacak. Kimse halkımızı tekrar köle yapmaya, kimse bizim insanımızı baskı altında tutmaya cesaret edemeyecek."
Tayfur’un konuşmasındaki sertlik ve inanç, odadaki herkesin ruhunu alevlendiriyordu. Her bir kelime, bir adım daha atmak, bir çaba daha göstermek anlamına geliyordu. Tayfur, birkaç adım attı ve devam etti:
"Ülkemiz için atacağımız ilk adım, tüm halkın eşit haklara sahip olduğu, barış ve huzurun sağlandığı bir devlet düzeni kurmak olacak. Bu sadece bir hükümetin kurulması değil, halkın yeniden doğuşu olacak. Ve biz, dışarıdan gelecek her tehdit karşısında, bu toprakları savunmak için birleşeceğiz. Çünkü biz, kendi kaderimizi tayin etmeye, kendi devletimizi kurmaya karar verdik. Bunu kimse engelleyemez."
Efruz, Tayfur’un her kelimesine derinden katılıyor, gözlerindeki o eski direniş ruhunu hissediyordu. Tayfur son olarak, derin bir nefes aldı ve gözlerini odadaki tüm yüzlere çevirdi.
"Şimdi," dedi, "Ülkemizi yeniden inşa etmek için el birliğiyle çalışacağız. İçerdeki karanlıkları, dışarıdaki tehditleri hep birlikte yeneceğiz. Tüm dünya ne derse desin, biz, bu topraklarda yeniden özgürlüğü, adaleti, barışı kuracağız. Ve bu yolda kimse bizi yalnız bırakmayacak."
Tayfur’un son sözleri, odadaki herkeste bir kararlılık, bir direniş ateşi yaktı. Sözleri sadece kendi halkı için değil, tüm ülke adına bir çağrıydı; artık hiçbir engel onları durduramayacaktı.
Tayfur, derin bir sessizlikte etrafına bakarak, kararlı bir şekilde son sözlerini söylemek için bir an durdu. O an, odadaki herkesin nefesini tutarak onu dinlediğini hissediyordu. Gözleri, karşısındaki kardeşlerine, Efruz’a ve Ravza’ya odaklandı. Derin bir iç çekerek, güçlü bir ifadeyle konuştu:
"Şimdi," dedi Tayfur, sesi belirgin bir kararlılıkla yankılandı. "Bizi kimse durduramaz, çünkü biz bir milletiz. Bizim gücümüz, aramızdaki bağlılıkta ve birbirimize duyduğumuz inançta gizli. Unutmayın, bir halkı yıkmak kolaydır, ama bir halkı ayağa kaldırmak… işte o zaman gerçek güç gösterilir. Bizim gücümüz, birbirimizle ve özgürlüğümüzle olan bağımızdadır."
O an Tayfur, odadakilerin gözlerinde, geçmişin acılarına rağmen bir umut ışığının parladığını fark etti. Gözleriyle, birbirine sarılan kardeşlerini, ve bu yolda birlikte ilerleyecek olan dostlarını izledi. Bir an için tüm dünyayı bir kenara bırakıp, sadece o anı yaşadı. Sonra, özlü bir şekilde, ama tam anlamıyla bir lider gibi ekledi:
"Ve unutmayın," dedi, sesi derinleşerek, "Bir milletin gücü, o milletin özgürlüğüne olan inancıyla ölçülür. Bizim inancımız, bizim gücümüzdür. Bugün burada, birlikteyiz. Bu dünya bizlere boyun eğecek."
Tayfur’un son sözleri, odayı saran kararlılıkla birleşti. İçlerindeki tüm gücü birleştirerek, birlikte yol alacaklarının ve ne olursa olsun bir milleti yeniden ayağa kaldıracaklarının bilincindeydiler.
|
0% |