Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@aytengul

Lütfen yorumlar bırakınız çok ihtiyacım var ...

 

Sizleri çok seviyorum

Sabahın erken saatleri, soğuk koğuşun sessizliği içinde metal kapının sinir bozucu gıcırtısıyla yeniden bozuldu. Tayfur, her zamanki gibi köşede oturmuştu. Kapı açıldığında başını kaldırdı ve içeri giren gardiyanı gördü. Gözlerinde beliren ışıltı, tüm acılarına rağmen yüzüne sıcak bir gülümseme getirdi. Gardiyan ise her zamanki gibi ifadesiz, kayıtsız ve mesafeli görünüyordu.

 

Tayfur, gardiyanı her gördüğünde içinde tarif edemediği bir his kabarıyordu. Koğuşun griliği içinde gardiyanın varlığı, onun için parlak bir ışık gibiydi. Ama bu ışık, onun için ulaşılmaz bir yıldızdan farksızdı.

 

**Tayfur (aşk dolu bir gülümsemeyle, hafif bir alayla):**

*“Sabah sabah seni görmek her zamanki gibi bir lütuf gardiyan. Bütün o soğukluğu bile eritecek bir şeysin... İnsan seninle her güne başlamak ister.”*

 

Gardiyan, Tayfur’un bakışlarını fark etmemiş gibi yaptı ya da fark ettiyse bile kayıtsız kaldı. Gözleri Tayfur’a bile tam olarak bakmadan, işini yapmak üzere içeriye adım attı. Onun için Tayfur diğer mahkûmlardan farksızdı; işini yapmaya gelmişti, duygulara yer yoktu.

 

**Gardiyan (soğuk bir sesle, doğrudan):**

*“Bırak bu saçma konuşmaları, Tayfur. Ayağa kalk, sayım vakti geldi. Yine mi saçmalıyorsun sabah sabah?”*

 

Tayfur, gardiyanın bu umursamazlığına alışkındı, ama her defasında içi burkulurdu. Onun gözlerine baktığında, belki bir kez olsun farklı bir ifade görmeyi umardı. Ama gardiyan her zaman mesafeli, her zaman sertti. Tayfur yine de gülümsemeyi sürdürdü, sanki bu tavrı onu etkilememiş gibi davranıyordu.

 

**Tayfur (yavaşça ayağa kalkarak, içten bir sesle):**

*“Senin kayıtsızlığın bile güzel, gardiyan. Burada en azından biri var, seni görmek bile yetiyor bazen. Hem biliyorsun, sabahlar burada pek de parlak değil. Ama senin varlığın her şeyi daha katlanılır kılıyor.”*

 

Gardiyan Tayfur'un bu sözlerine bile tepki vermedi, sanki orada duygulara yer yokmuş gibi yüzü taş gibi donuk kaldı. Tayfur, ona bir adım daha yaklaştı ama gardiyan geri çekilmedi. Onun soğuk duruşu Tayfur'u hem yaralıyor hem de ona çekici geliyordu.

 

**Gardiyan (hala soğuk, kayıtsız bir ses tonuyla):**

*“Duygusallığa yer yok, Tayfur. İşimi yapıyorum, başka bir şey yok. Sen de bildiğin gibi davran, ayağa kalk ve sayımı geç. Burada seni duyguların değil, kurallar kurtarır.”*

 

Tayfur içten içe bu sözlerin ardında bir şeyler aradı ama bulamadı. Gardiyanın her zaman olduğu gibi duvarları kalındı, Tayfur’un ona hissettikleriyle o duvarlar arasında bir köprü kurmak imkânsız gibiydi. Yine de bu kayıtsızlık, Tayfur’un hislerini değiştirmiyordu.

 

**Tayfur (fısıldayarak, içinden):**

*“Bir gün, belki bir gün bu duvarlar yıkılır. Ve sen de benim gördüğüm şeyi görürsün…”*

 

Gardiyan, Tayfur’un bu sözlerini duymadı ya da duymamazlıktan geldi. Onun için Tayfur bir mahkûmdan öteye geçmeyecekti. Gardiyan işini bitirip arkasını dönerken, Tayfur, onun arkasından aşkla baktı. O, Tayfur’un dünyasında soğuk duvarların arasında bir güneş gibiydi, ama ne yazık ki bu güneş Tayfur’un ışığını hissetmiyordu.

 

**Tayfur (gardiyan gittikten sonra kendi kendine, acıyla gülümseyerek):**

*“Ne yaparsam yapayım, senin için hep soğuk kalacağım. Ama olsun, seni böyle görmek bile yetiyor.”*

 

Gardiyan kapıyı yavaşça kapatırken, Tayfur bir kez daha yalnızlığına gömüldü. Ama içinde bir yerlerde, gardiyanı bir kez daha göreceği umuduyla küçük bir ışık yanmaya devam ediyordu.

Tayfur, sayımı güç bela bitirdikten sonra diğer mahkûmlarla birlikte dışarı çıkarılmıştı. Karakayalar Hapishanesi'nde nadiren de olsa mahkûmlar dışarı hava almaya çıkabiliyordu ve bu, Tayfur için kısa da olsa bir kaçış anlamına geliyordu. Ancak bu sefer farklı bir şey vardı. Gardiyan Ravza da onlarla birlikte dışarı çıkıyordu. Onun varlığı, Tayfur'un biraz daha rahat hissetmesine neden oluyordu, çünkü her ne kadar soğuk ve mesafeli olsa da Ravza'nın yanında olmak Tayfur'a huzur veriyordu.

 

Tayfur, gardiyanın yanında yürürken her zamanki gibi onun dikkatini çekmeye çalışıyordu. Hafifçe gülümsedi, espri yapar gibi bir tonla seslendi.

 

**Tayfur (alaycı bir tonla):**

*“Beni buraya hava almaya çıkardın ama senin yanında nefes almak bile zor. O soğuk tavrın var ya, insanı donduruyor. Biraz ısınsana, gardiyan.”*

 

Ravza, Tayfur'un bu sataşmasına her zamanki gibi kayıtsız kaldı. Yüzünde en ufak bir değişim bile yoktu, sadece dikkatini diğer mahkûmlar üzerinde tutmaya çalışıyordu. Tayfur ise bu tepkisizliğe rağmen ona bakmaktan kendini alamıyordu. Gardiyanın sessizliği bile onun için değerliydi.

 

Tam o sırada, Tayfur bir anlığına ne olduğunu anlamadan gözleri havada parlayan bir metal parçasına takıldı. Bir şeyler ters gidiyordu. Bir saldırı! Bıçak hızla Ravza’ya doğru yönelmişti. Tayfur refleksle hareket etti, düşünmeden, sadece içgüdüyle. Bir adım attı ve kendini Ravza’nın önüne attı.

 

Bıçak, Tayfur’un midesine doğru geldi. Saniyeler içinde, o keskin metal Tayfur’un karnına saplandı. Tayfur'un gözleri büyüdü, acı bedenine yayılırken nefesi kesildi. Her şey bir anda oldu. Ravza ise ne olduğunu anlayamadan Tayfur’un önüne geçişine tanık olmuştu. Şok içinde donakaldı.

 

**Ravza (şaşkın ve panikle):**

*“Tayfur! Ne yapıyorsun?”*

 

Tayfur bir süre konuşamadı, bıçak midesine saplanmış, tüm vücudu uyuşmuştu. Ama gözleri Ravza’nın gözlerine kilitlenmişti. O an, ne acı ne de korku vardı. Sadece Ravza’nın güvenliğini sağladığını bilmenin verdiği bir huzur hissetti. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi, nefes almakta zorlanmasına rağmen konuştu.

 

**Tayfur (zoraki bir gülümsemeyle, acıyla kısık bir sesle):**

*“Şey… sanırım... seni donduran o soğuk tavrından bile daha sert bir darbe yedim, gardiyan. Ama... en azından... işe yaradı, değil mi?”*

 

Ravza, Tayfur’un bıçağın etkisiyle yere yığılmaya başladığını fark etti. Kalbi hızla çarpıyordu, nefes alamıyordu, ama bir şekilde onu yere düşmeden tuttu. Gözlerinde korku ve panik vardı. İlk defa Tayfur için endişeleniyordu, ve bu endişe onu şaşırtmıştı.

 

**Ravza (sesindeki panikle):**

*“Aptal! Neden böyle bir şey yaptın? Neden kendini feda ediyorsun? Tayfur... kal burada, dayan!”*

 

Tayfur’un gözleri kapanmaya başlıyordu, ama Ravza’nın sesi kulaklarında yankılanıyordu. Onun sesinde ilk defa gerçek bir endişe duyduğunu fark etti. Bunu duymak bile onun için yeterliydi.

 

**Tayfur (zor nefes alarak, fısıldar gibi):**

*“Senin önüne geçmek... tek doğru kararımdı, gardiyan. Başka türlü yaşamanın... bir anlamı yoktu. En azından seni koruyabildim.”*

 

Ravza, Tayfur’un yarasına bakarken ne yapacağını bilemiyordu. Tayfur’un gözlerinde hala o sevgi dolu bakışı görebiliyordu. İlk defa, onun bu kadar içten bir şekilde ona bağlı olduğunu hissediyordu, ama bu his karşılık bulmuyordu. Yine de, Tayfur'un bu fedakarlığı karşısında içi sızlamıştı.

 

**Ravza (sesi titreyerek, gözleri dolmuş bir halde):**

*“Aptal... bunu yapmamalıydın. Bunu hak etmiyorum.”*

 

Tayfur, son bir kez daha Ravza’ya baktı. Gözlerinde bir damla yaş belirdi, ama acı ya da pişmanlık değildi bu. O an tek istediği şey Ravza'nın güvende olduğunu bilmekti

Tayfur (son bir nefesle, zayıf bir sesle): "Sadece... seni korumak istedim... Ravza..."

 

Bu sözlerin ardından Tayfur'un gözleri kapandı, bilinci hızla bulanıklaştı. Ravza, onu bırakmamak için sıkıca tutarken Tayfur'un vücudu ağırlaşmaya başladı. Her şey durmuş gibiydi, ama o anın ağırlığı, Ravza'nın zihninde sonsuza dek kazınacaktı.

Tayfur'un yarası derindi, midesine saplanan bıçağın açtığı hasar ciddi görünüyordu. Zaman sanki yavaşlamıştı, Ravza ve diğer gardiyanlar Tayfur’u hızla koğuş alanından çıkarıp revire götürmek için harekete geçti. Tayfur, bilincini kaybetmiş bir şekilde sedyeye yatırılırken, Ravza’nın aklında hâlâ onun kendini feda ettiği o an vardı. Kalbi bir an olsun yerinden çıkacak gibi atıyor, gözleri Tayfur’dan bir an bile ayrılmıyordu.

 

Revirde, doktorlar hemen Tayfur’un yarasına müdahale etmeye başladılar. Yara derindi, kanama durdurulmaya çalışıldı, ancak bıçağın midesine kadar işlediği her halinden belliydi. Tayfur’un bedeni acı içinde kıvranıyordu, ama hala baygın bir haldeydi. Doktorlar elinden geleni yapıyordu; revirdeki steril ortam, sessizlik içinde derin bir gerilim taşıyordu.

 

**Doktor (soğuk bir tonla, gardiyanlara):**

*“Bıçak mide boşluğuna saplanmış, birkaç santim daha derine gitseydi iç organlarını parçalayabilirdi. Yarası ciddi, ama şanslı. Dikişler atılırsa kurtulabilir. Hemen dikişlere başlayın.”*

 

Saatlerce süren müdahalelerin ardından, doktorlar sonunda yarayı dikmiş ve kanamayı durdurmayı başarmışlardı. Tayfur'un bedeni savaşmıştı; hayatta kalmak için direnmişti. Dikişler titizlikle atılmış, yara temizlenmişti. Ancak bu fiziksel yaradan daha derin olan, Tayfur’un içinde yaşadığı acıydı. Onu bu hale getiren sadece bir bıçak darbesi değil, hayatı boyunca taşıdığı yüklerdi.

 

Ravza, odanın köşesinde sessizce beklerken, Tayfur’un yaşayıp yaşamayacağını öğrenmeyi bekliyordu. Kalbindeki garip sıkışma, Tayfur’un bilincini tekrar açıp açmayacağını bilmemesinden kaynaklanıyordu. Gardiyan olarak bu tür durumlarla karşılaşmıştı, ama Tayfur... Tayfur farklıydı. Tayfur ona kendini feda etmişti, bu gerçek onu sarsıyordu.

 

Doktorlardan biri Ravza’ya yaklaşarak onun sessiz bekleyişini bozdu.

 

**Doktor (sessiz bir tonla):**

*“Durumu stabil. Dikişler başarılı oldu. Yarası derin ama hayati tehlikeyi atlattı. Kendine gelmesi zaman alabilir, biraz dinlenmesi gerekiyor.”*

 

Ravza, derin bir nefes aldı. Tayfur’un yaşayacağını duymak onu rahatlatmıştı. Ama içinde hâlâ çözülemeyen bir düğüm vardı. Tayfur’un ona duyduğu hisler ve onun kendisi için yaptığı fedakarlık, her zamanki soğuk ve kayıtsız duruşunu kırmıştı.

 

**Ravza (kendi kendine, sessizce):**

*“Aptal... Neden kendini feda ettin?”*

 

Tayfur, revirde sessizce dinlenirken, dikişlerin acısını hissetmiyordu ama içeride, derinlerde, hayatının yükü omuzlarında taşınmaya devam ediyordu. Zihninde karanlık, geçmişine dair acı dolu hatıralarla doluydu. Ravza'nın varlığı bile onu hayata bağlamaya yetmiyordu, ama bu defa hayatta kalmıştı.

 

Belki de Ravza’nın bu kayıtsızlığını bir gün kırabileceğine dair bir umut hala vardı.

Tayfur, birkaç saat boyunca bilinçsizce yatmıştı, ama vücudu sonunda acıya rağmen toparlanmaya başlamıştı. Gözlerini yavaşça araladığında, odanın loş ışıkları gözlerine vurdu. Hemen yanındaki figür ise dikkatini çekmişti. Ravza gardiyan, o sessiz ve mesafeli haliyle yanı başında oturuyordu. Tayfur’un yüzünde istemsiz bir gülümseme belirdi. Gözlerindeki yorgunluk ve acıya rağmen, onun varlığı onu mutlu etmişti.

 

**Tayfur (yavaşça, hafif alaycı bir tonla gülerek):**

*“Gardiyanım... Beni mi bekledin? Yoksa başka işin mi yoktu?”*

 

Ravza, Tayfur’un gülümsemesine ve bu esprisine alışık olduğu şekilde kayıtsız kalmaya çalıştı. Yüzündeki soğuk ifadeyi bozmadı, ama gözlerinde derinlerde bir endişe vardı. Tayfur'un bu kadar ağır bir yaradan sonra bu kadar çabuk uyanmasını beklemiyordu. Yine de, Tayfur’un bu kadar şakacı olması içini biraz rahatlatmıştı.

 

**Ravza (soğuk bir sesle, gözlerini Tayfur’dan ayırmadan):**

*“Beni beklediğini kim söyledi, Tayfur? Sadece işimi yapıyorum. Senin gibi baş belası mahkûmların durumunu kontrol etmem gerekiyor.”*

 

Tayfur, Ravza'nın bu kayıtsız tavrına gülerek başını iki yana salladı. Gardiyanın soğuk duruşunun ardında, ona duyduğu ilgiyi gizlemeye çalıştığını düşünüyordu, ama bunun doğru olup olmadığını hiçbir zaman tam olarak bilememişti. Yine de, o anda bile, onun bu soğuk tavrı bile Tayfur için bir teselliydi.

 

**Tayfur (zayıf bir sesle, yine gülerek):**

*“İşini yapıyor olabilirsin, ama kabul et... Biraz da olsa merak ettin beni, değil mi? Bir insan kendini feda ettiğinde, en azından küçük bir teşekkür bekler. Ama sen yine de aynı soğuk gardiyan... Neyse, bu bile yeterli.”*

 

Ravza, Tayfur'un bu sözlerine rağmen hala mesafeli durmaya çalışıyordu, ama Tayfur’un kendini onun için feda etmesi, gardiyanın da düşündüğünden daha fazla etkilenmiş olmasına sebep olmuştu. Fakat bu duygularını Tayfur’a göstermemeye kararlıydı. Yine de içten içe, onun bu hali Ravza’nın kalbinde derin bir iz bırakmıştı.

 

**Ravza (gözlerini Tayfur’dan kaçırarak, soğukkanlı bir şekilde):**

*“Bu kadar konuşma, Tayfur. Dinlenmen gerek. Bu yarayı atlatman uzun sürecek. Ve sakın kendini bir daha tehlikeye atma. Kimsenin kahramanına ihtiyacı yok.”*

 

Tayfur, Ravza'nın kayıtsızlık maskesinin ardında bir şeyler hissettiğini anlıyordu, ama bunu fazla zorlamamaya karar verdi. Onunla böyle küçük bir diyalog bile Tayfur için yeterliydi. Yavaşça gözlerini tekrar kapatırken yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

**Tayfur (fısıldar gibi, dalgınca):**

*“Yine de seni koruduğumu bilmek güzel... Gardiyanım...”*

 

Ravza sessizce Tayfur’a baktı. Tayfur’un bu son sözleri onu düşündürse de, bunu dışarıya belli etmedi. İçten içe Tayfur’un iyileşmesi için bekleyecekti, ama ona bunu hiçbir zaman söylemeyecekti.

Tayfur için bu yara gerçekten hiçbir şeydi. Hayatında o kadar çok darbe almış, o kadar çok yara taşımıştı ki, bu da sadece bir tanesiydi. Fiziksel acı, onun için alışılmış bir şeydi; bedeninde taşıdığı izler, geçmişinin sessiz tanıklarıydı. Fakat her yara, ruhunda bir boşluk daha açmıştı. Bedeni iyileşiyordu belki, ama içinde bir yerlerde derin yaralar asla kapanmıyordu.

 

Yatağında yatarken, dikişlerinin acısını hissediyordu, ama bu acı ona pek bir şey ifade etmiyordu. Asıl canını yakan, geçmişindeki kırıklar, kayıplar ve içinde taşıdığı o karanlıktı. Gözlerini tavana dikti, düşünceleri hızla geçmişine doğru kaymaya başladı. Kardeşleriyle yaşadığı zorlu yıllar, annesinin ölümü, babasıyla olan trajik ilişki... Ve şimdi bir hapishane duvarları arasında geçen günler.

 

**Tayfur (kendi kendine, alayla fısıldayarak):**

*“Bu da ne ki? Bundan daha kötülerini gördüm. Yara bedenimde değil, içimde...”*

 

Ravza ise köşede duruyordu, Tayfur’un sessizliğe gömülmesini izlerken onun acısının sadece bu yara olmadığını anlamış gibiydi. Tayfur'un geçmişine dair pek bir şey bilmese de, gözlerinde gördüğü derin boşluk ona çok şey anlatıyordu. Ama yine de, gardiyan olarak soğukkanlılığını koruması gerekiyordu.

 

**Ravza (soğuk bir tonla, Tayfur’a bakmadan):**

*“Yara dediğin sadece bedeninde değil, bunu ikimiz de biliyoruz. Ama ne olursa olsun, kendini bu kadar kolay harcama. Herkesin hayatta bir rolü vardır, Tayfur. Seninki bu değil.”*

 

Tayfur, Ravza'nın sözlerini duyduğunda hafifçe güldü. Gardiyan, her zaman olduğu gibi mesafesini koruyor ve duygularını belli etmiyordu, ama Tayfur onun söylediklerinin altında bir anlam aradı.

 

**Tayfur (gözlerini kısarak, hafif bir gülümsemeyle):**

*“Belki de rolüm bu, gardiyan. Yara almak, acıyı hissetmek... Bu benim hayatım oldu. Herkesin bir hikayesi vardır, benimki de böyle yazıldı. Sen de bu hikayede bir yerdesin, istemesen bile...”*

 

Ravza, Tayfur’un bu sözlerine cevap vermedi. Tayfur'un hayatının derinliklerine inmek istemiyordu, ama onun bu kadar acı dolu bir geçmişe sahip olmasına rağmen hâlâ bir şekilde yaşama tutunmaya çalışmasını garip buluyordu. İçinde bir yerde, belki de Tayfur’un bu direncine hayran bile kalmıştı.

 

Tayfur, gözlerini yeniden kapatarak derin bir nefes aldı. Yarası sızlıyordu, ama bu sızıyı umursamadı. Çünkü biliyordu ki, bedendeki yaralar iyileşebilirdi. Asıl zor olan, ruhundaki yaraların iyileşmesiydi.

Tayfur’un küçüklüğünden beri aldığı yaralar, onun yaşamında neredeyse sıradan hale gelmişti. Bedenindeki her bir iz, yaşadığı acı dolu anıların sessiz hatıralarıydı. Fakat en zoru, bu yaraları hep kendi başına sarmasıydı. Onun için kimse yoktu; ne bir kardeş, ne bir dost, ne de bir aile. Her düştüğünde, her canı yandığında, elleriyle kendini ayağa kaldırmak zorundaydı. Yara bandını kendi yapıştırır, acısını kendi içine gömerdi.

 

Ağlamak? Tayfur için ağlamak asla bir seçenek değildi. Küçük yaşlardan itibaren öğrendiği tek şey, gözyaşlarının zayıflık olarak görüldüğüydü. Çocukken belki de birkaç kez gözlerinden yaş süzülmüştü, ama her seferinde o sert bakışlar, ona bu duygunun tehlikeli olduğunu öğretmişti. Güçsüzlük, başkalarının onun üzerinde hâkimiyet kurmasına izin vermek demekti. Babası tarafından sürekli kontrol edilen bir hayat yaşarken, Tayfur’un öğrendiği en önemli şey, duygularını göstermemekti.

 

**Tayfur (kendi kendine, derin bir iç çekerek):**

*“Ağlamak bana göre değil. Gözyaşları seni ele verir, seni zayıf kılar. Eğer kendini savunacak kadar güçlü değilsen, her şeyini kaybedersin.”*

 

O gün annesini öldürdüğünde bile ağlamamıştı. Gözleri bir damla yaş bile dökmemiş, içindeki acıyı taş gibi sertleştirmişti. O günden sonra, hiçbir şey onu kolayca kırmamıştı. Yarası derin bile olsa, canı yansa da, o acıya dayanmayı öğrenmişti. Kardeşleri onu suçladığında, dayıları onu dövdüğünde bile tek bir gözyaşı dökmeden dik durmuştu. Gözyaşlarını tutmayı, sessizce acıya katlanmayı öğrenmişti. Çünkü Tayfur’a göre, bu dünyada ayakta kalmanın tek yolu güçlü görünmekti.

 

**Tayfur (düşüncelerinde, içindeki acıyla savaşarak):**

*“Kimseye ihtiyacım yok. Kimse beni anlamaz. Acı benimle, ama ben onu her zaman taşırım. Çünkü ağlamak, sadece bana zarar verir. Beni daha zayıf yapar.”*

 

Tayfur, her yeni yarada güçlenen bir kabuk oluşturmuştu. Dışarıdan soğukkanlı ve sert bir adam gibi görünüyordu, ama içindeki yalnızlık ve acı kimseye göstermediği bir sırdı. Ve o sır, onu bugüne kadar hayatta tutmuştu.

Loading...
0%