Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@aytengul

 

Bir bölümle daha sizlerleyim canlarım...

Lütfen oy ve yorumlar yazınız yorumlarınızı okumayı çok seviyorum...

Lütfen beni yorumsuz bırakmayın..

 

Tayfur koğuşunda, dört duvar arasında saatlerdir bekliyordu. Günlerdir buradaydı, zaman kavramını kaybetmiş gibiydi ama yine de her saniye gardiyanın gelişini hissediyor, onunla konuşmanın ona iyi geldiğini biliyordu. Gardiyan Ravza, Tayfur için bu hapishanede bir nebze olsun insanca bir yüzdü. Katı görünmeye çalışsa da Tayfur, onun bu tavrının altında daha yumuşak bir yan olduğunu sezebiliyordu. Ve her seferinde, Ravza’yla karşılaştığında dudağının kenarında beliren o yarım gülüşle ona meydan okuyordu.

 

Kapı açıldığında, beklediği gibi Ravza içeri girdi. Tayfur yerinden doğrulmadan hafifçe gülümsedi.

 

**Tayfur**: "Yine mi sen, gardiyan? Yoksa bugün beni özlediğin için mi geldin?"

 

Ravza, her zamanki gibi soğuk bir tavırla Tayfur’a baktı. Ama gözlerindeki o ince parıltı, her zaman olduğu gibi Tayfur’un dikkatinden kaçmadı.

 

**Ravza**: "Kimse seni özlemez Tayfur, bunu unutma. Ayrıca ben işimi yapıyorum. Burada olman sana bir ayrıcalık değil."

 

Tayfur, yarım ağızla güldü, gözlerinde biraz alay, biraz da merak vardı.

 

**Tayfur**: "Ah, işini bu kadar ciddiye alıyorsun demek. Fakat o sert duruşun var ya... Beni hiç korkutmuyor. Aksine, bu seni daha... nasıl derler... tatlı yapıyor."

 

Ravza gözlerini devirdi ama Tayfur'un sözcüklerinin ona dokunduğunu biliyordu. Her seferinde aynı ukalalıkla karşılaşıyordu, ama bu sefer bir şey farklıydı. Soğukkanlılığını korumaya çalışarak bir adım daha yaklaştı.

 

**Ravza**: "Kes ukalalığı, Tayfur. Sana bir haberim var."

 

Tayfur'un alaycı gülüşü bir anda yok oldu. Yüzü ciddileşti, gözleri Ravza’nınkilere kilitlendi. Bir an için ne diyeceğini bilemedi. Yıllardır, kimse onu görmeye gelmemişti. Ravza ise sakin bir şekilde devam etti.

 

**Ravza**: "Bugün biri seni görmeye geldi. Bekleme salonunda."

 

Tayfur’un gözleri genişledi, içini bir şaşkınlık dalgası sardı. Senelerdir kimse ona ne bir mektup yollamıştı ne de ziyaret etmişti. İnanamıyordu. Ani bir refleksle Ravza’ya doğru bir adım attı.

 

**Tayfur**: "Beni mi görmeye gelmiş? Kim? Bu bir oyun mu oynuyorsunuz?"

 

Ravza, soğukkanlılığını bozmadan başını iki yana salladı.

 

**Ravza**: "Hayır, bu bir oyun değil. Ziyaretçin var. Sadece bunu bildiriyorum. Eğer gitmek istersen, seni götürürüm. Gitmek istemiyorsan... bu senin sorunun."

 

Tayfur kafasında bir sürü soru işaretiyle derin bir nefes aldı. Ravza’ya bakarak gözlerinde bir an için yardım istercesine bir parıltı belirdi. Birkaç saniye sessizlikten sonra, yavaşça konuştu.

 

**Tayfur**: "Tamam. Yardım et bana... kimseyi görmeyeli uzun zaman oldu. Ne yapacağımı bilemiyorum."

 

Ravza, Tayfur'un bu kırılgan anını fark etti. Normalde ondan böyle bir yaklaşım beklemezdi ama bir şey demeden hafifçe başını salladı.

 

**Ravza**: "Sana yardım edeceğim. Ama ukala tavırlarını bir kenara bırak, olur mu? Orada da böyle olmanı istemem."

 

Tayfur, bir an için düşündü. Ukalalığı ona bir kalkan gibiydi ama bu sefer durum farklıydı. Derin bir nefes alarak hafif bir gülümsemeyle cevap verdi.

 

**Tayfur**: "Senin için değil, ziyaretçim için bırakacağım o ukalalığı. Ama sadece bu seferlik. Hadi götür beni."

Ravza, Tayfur'a yardım etmek için elini uzattığında, Tayfur istemsizce geri çekildi. Bedeni acıyla sızlıyordu, her ne kadar göstermemeye çalışsa da yaraları derindi. Ancak, bir an için gururunu bir kenara bırakıp Ravza’nın elini tuttu. Onun güçlü eli, Tayfur’u yavaşça yerden kaldırırken, Tayfur'un yüzü acının etkisiyle kıpkırmızı oldu. Yutkundu, derin bir nefes aldı ve acısını içinden bastırarak yüzüne ifadesiz bir maske taktı. Her zamanki gibi, düşmanlarına karşı zayıflığını asla göstermemeliydi.

 

Kalkarken, Ravza'nın tropikal meyve kokulu parfümü Tayfur’un burnuna doldu. Mangonun ve ananasın tatlı, ferahlatıcı kokusu, Tayfur’un zihninde tuhaf bir etki yarattı. Gardiyanın sert ve soğuk tavrına uymayan bu koku, Tayfur'u bir anlığına bu karanlık koğuştan uzaklaştırıp sıcak bir sahile götürmüş gibiydi. Derin bir nefes alıp kokuyu içine çekerken, gözleri Ravza'ya kaydı. Alaycı bir gülüşe hazırlardı dudakları, ama bu sefer sessiz kalmayı tercih etti.

 

**Tayfur**: "Bu koku... bana yazı hatırlatıyor. Bu hapishanede yazı hissetmek garip, değil mi?"

 

Ravza, Tayfur’un bu alaycı sözüne göz ucuyla bakarak karşılık verdi. Her zamanki gibi sert duruyordu.

 

**Ravza**: "Konuyu saptırma, Tayfur. Yürü, ziyaretçin bekliyor."

 

Tayfur hafifçe başını salladı, içindeki merak dalgası bir anlığına acısını unutturmuştu. Ravza’nın rehberliğinde, dar koridorlardan geçerken adımlarını dikkatle atmaya çalıştı. Her adımda bacaklarındaki ve sırtındaki sızı artıyor, vücudunu daha da yavaşlatıyordu, ama Tayfur acısını içine gömüp ilerlemeye devam etti. Koridorun soğuk taşları adımlarının yankısıyla dolarken, içini bir huzursuzluk kapladı. Kimdi onu görmeye gelen? Ne zamandır kimse onu ziyaret etmemişti; bu, neden şimdi oluyordu?

 

Koğuşun ağır demir kapısı, Ravza tarafından gıcırdayarak açıldığında, Tayfur’un kalbi bir an için hızlandı. Ziyaret odasına girdiklerinde loş ışık altında tek bir masa ve karşısında bekleyen bir figür görünüyordu. Tayfur, Ravza'ya doğru eğildi.

 

**Tayfur**: "Sen söylemiştin, değil mi? Gerçekten gelen biri varmış."

 

Ravza, Tayfur’a sert bir bakış attı, ama içinde bir yumuşama belirtisi vardı.

 

**Ravza**: "Söylemiştim. Şimdi sakin ol, ve unutma, burada kuralları ben belirlerim. Görüşme sırasında saçma sapan davranırsan seni geri koğuşuna gönderirim."

 

Tayfur, bu uyarıyı duymuş gibi yapmadı, bakışları tamamen masaya odaklanmıştı. Yavaş adımlarla masaya doğru ilerlerken kalbi hızla çarpıyordu. Kim olduğunu bilmediği birinin onu bu kadar heyecanlandırması garipti. Ama yine de Tayfur, yıllardır yalnız olmanın ağırlığını bir anlığına sırtından atmış gibiydi.

 

Sonunda masanın başına geldiğinde, gözleri karşısındaki figüre kilitlendi. O an, zihnindeki tüm sorular daha da karmaşık hale gelmişti.

 

**Tayfur**: "Sen... Sen misin?"

 

Tayfur, masaya vardığında karşısındaki figürün yüzü yavaşça netleşti. Gözlerine inanamadı; karşısında üçüz kardeşlerinden biri, Teoman Tufan Erdemir duruyordu. Yıllardır yüzünü görmediği, ne halde olduğunu bilmediği kardeşi... Fakat Teoman'ın yüzü Tayfur'un hatırladığından çok farklıydı. Gözlerinde derin bir hüzün vardı, yüzü sanki aylarca acı çekmiş gibi yorgun ve çökmüş görünüyordu. Gözleri kızarmış, sanki ağlamanın eşiğindeydi.

 

Tayfur’un içindeki karışık duygular fırtına gibi dönerken, sesi beklenmedik bir şekilde sert çıktı:

 

**Tayfur**: “Ne işin var burada? Niye geldin, ha?”

 

Teoman, başını hafifçe eğip Tayfur’un bakışlarından kaçındı. Dudakları titriyordu, ama sonunda güçlükle konuşmaya başladı.

 

**Teoman**: “Özür dilemek için geldim...”

 

Tayfur’un kaşları çatıldı, yüzündeki sert ifade daha da keskinleşti.

 

**Tayfur**: “Özür mü? Özür mü dinleyeceğimi sandın? Yıllardır neredeydin? Ne zaman aklına geldim, ha? Şimdi mi?”

 

Teoman’ın gözleri dolmuştu, başını yavaşça kaldırıp Tayfur’un gözlerine baktı. Sesi titrek, ama kararlıydı.

 

**Teoman**: “Biliyorum, haklısın. Hiçbir bahanem yok... Ama hatalarımı telafi etmek için buradayım. Yıllarca içimde taşıdım bu yükü. Seni böyle bırakmamam gerektiğini biliyordum, ama cesaret edemedim...”

 

Tayfur, masanın kenarına ellerini sertçe koydu, damarları belirginleşmişti. İçindeki öfkeyi kontrol edemiyordu, ama bir yandan da Teoman’ın bu halini görmek onu darmadağın etmişti.

 

**Tayfur**: “Telafi mi? Senin yüzünden mi düştüm buralara, ha? Hangi hatanı düzelteceksin? Sen de diğerleri gibisin, kayboldun. Yıllarca sesin bile çıkmadı.”

 

Teoman’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. Hıçkırıklarını bastırmaya çalışarak, sesi daha da kırılgandı.

 

**Teoman**: “Haklısın... Çok haklısın. Ama Tayfur, sana yardım etmek için buradayım. Geri dönmek, her şeyi eski haline getirmek istiyorum. Sana sırtımı döndüğüm için pişmanım...”

 

Tayfur, Teoman’ın bu çaresiz haline bakarken içindeki öfke ve hayal kırıklığı daha da büyüdü. Bir yandan onu affetmek istiyordu, ama yılların birikmiş acısı bu kadar kolay geçecek gibi değildi.

 

**Tayfur**: “Pişmanlık yetmez, Teoman. Yetmez. O kadar kolay değil.”

 

Tayfur, Teoman’ın gözlerine dik dik baktı. İçindeki öfke iyice kabarmıştı. Yılların acısı, hayal kırıklığı ve öfke bir araya gelmiş, her kelimeyi zehirli bir ok gibi fırlatmasına neden olmuştu.

 

**Tayfur**: “Buraya pişmanlıklarını anlatmaya mı geldin? Yoksa başka bir derdin mi var? Ne oldu, Teoman? Yoksa karın mı seni buraya gönderdi?”

 

Teoman bir an nefes almakta zorlandı. Gözlerini yere indirdi, sanki Tayfur’un sözleri bir bıçak gibi içine saplanmıştı. Dudakları titredi ve sessizce konuşmaya başladı.

 

**Teoman**: “Tayfur... Karım... O ölüyor...”

 

Tayfur bir an durdu. Şokla Teoman’a baktı, ama soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Yüzündeki alaycı ifade yerini bir boşluğa bırakırken sert bir şekilde tekrar sordu.

 

**Tayfur**: “Karın mı ölüyor? Buraya o yüzden mi geldin? Beni ziyarete gelmedin, sadece kendi vicdanını rahatlatmaya mı çalışıyorsun? Söylesene, Teoman! Karın için mi buradasın?”

 

Teoman’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Artık hıçkırıklarını saklayamıyordu. Zorlukla konuştu, kelimeleri boğazına düğümleniyordu.

 

**Teoman**: “Evet... Karım ölüyor... Ve bu durum beni buraya getirdi. Ama seni görmek, Tayfur... Seninle konuşmak... Çok daha fazlasıydı. Karımın ölümü, sadece bir sebep. Ama asıl sebep, seninle hesaplaşmam gerektiği.”

 

Tayfur, kardeşine bakarken içindeki karmaşık duyguların altında eziliyordu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemedi. Teoman’ın bu kırılgan hali bile öfkesini dindiremiyordu.

 

**Tayfur**: “Yani, senin bana gelmen için karının ölmesi mi gerekiyordu? Şu anda bunu mu söylüyorsun?”

Teoman, gözyaşları içinde titreyen sesiyle Tayfur’un ellerine uzandı, ama Tayfur geri çekildi. Yüzünde derin bir kararsızlık ve öfke vardı. Teoman, tüm kırılganlığıyla konuşmaya devam etti.

 

**Teoman**: "Yardım et bana, lütfen ağabey... Başka kimsem yok. Her şey üst üste geldi. Karım ölüyor, işlerim çöktü. Sana yanlış yaptım, biliyorum ama ne olur, bu sefer yardım et.Ne gerekiyorsa yapacağım, sadece bana bir şans ver."

 

Tayfur, kardeşinin bu kadar çaresiz ve perişan halde olmasını izlerken gözlerindeki soğukluk bir anlığına yumuşar gibi oldu. Ama bu, onun içinde yıllardır biriktirdiği kırgınlık ve hayal kırıklığını yok etmeye yetmiyordu. Derin bir nefes aldı, kendini toparlayarak gözlerini kısarak Teoman’a baktı.

 

**Tayfur**: "Parayı verip işini hallettikten sonra ne olacak, Teoman? Yine kaybolacaksın, değil mi? Her şey bittiğinde, sen yine beni unutacaksın. Hep böyle olmadı mı?"

 

Teoman, Tayfur’un sözleri karşısında başını eğdi. Yutkundu, kelimeler boğazında düğümlendi. Son bir umutla Tayfur’a baktı, gözlerinde yalvaran bir bakış vardı.

 

**Teoman**: "Hayır, bu sefer farklı olacak. Söz veriyorum. Beni affetmen için elimden geleni yapacağım. Bir daha asla seni yalnız bırakmam. Yeniden bir olamaz mıyız, Tayfur? Yeniden kardeş olamaz mıyız?"

 

Tayfur, Teoman’ın bu çaresiz sözleri karşısında duraksadı. Yıllardır içinde biriken öfke, hayal kırıklığı, terk edilmişlik hissi... Hepsi birbirine karışmıştı. Bir yanda yardım etmek isteyen bir ağabey, diğer yanda yeniden incinmekten korkan bir adam vardı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

Tayfur’un gözleri öfkeyle parlıyordu. Yılların biriktirdiği kırgınlık, Teoman’ın yalvarışlarına rağmen içinde bir buzdağı gibi duruyordu. Masaya sert bir şekilde elini koyarak konuştu, sesi titrek ama kararlıydı.

 

**Tayfur**: “Sen benden karın için yardım istiyorsun, ha? Seneler önce ben senden yardım istediğimde, sadece yanımda olmanı istediğimde, sırtını dönüp giden sen değil miydin? Şimdi gelip bana ‘lütfen’ diyorsun. Hayat bu kadar kolay mı, Teoman? Sadece gelmek ve ‘özür dilerim’ demekle geçiyor mu yıllar?”

 

Teoman, Tayfur’un her sözüyle biraz daha eziliyor, daha da küçülüyordu. Gözleri dolmuş, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü.

 

**Teoman**: “Haklısın... Ama ben değiştim, Tayfur. Şimdi senden sadece bir şans istiyorum. Bir kez daha... Lütfen.”

 

Tayfur, başını hafifçe yana çevirip derin bir nefes aldı. Gözlerinde kısa bir süre için acı dolu bir ifade belirdi, ama o acıyı hemen maskesinin altına gizledi. Soğukkanlı bir şekilde konuşmaya devam etti.

 

**Tayfur**: “Pekâlâ, dediğin gibi olsun. Para bu akşam hesabına yatacak. Ama bil ki bunu seni sevdiğimden yapmıyorum. Sadece annemin hatırası için... Onun hatrına yardım ediyorum. Sana olan kırgınlığım, içimdeki bu yara... Hiçbir şey değişmedi.”

 

Teoman bir anlığına Tayfur’un gözlerine bakmaya cesaret etti. Gözlerinden yaşlar süzüldü, hıçkırıklarını zorla bastırıyordu.

 

**Teoman**: “Ağabey, lütfen... Lütfen bir şans ver bana. Sadece bir şans.”

 

Tayfur derin bir nefes aldı, bakışları duygusuzdu. Son bir kez kardeşine bakıp ayağa kalktı. Sesi soğuk ama keskin bir son noktayı işaret ediyordu.

 

**Tayfur**: “Bu senin son şansın, Teoman. Ama bil ki ben artık eskisi gibi değilim. Bir daha sırtımı dönüp gidersen, seni sonsuza kadar unutacağım.”

 

Bu sözlerle, Tayfur masadan kalkıp uzaklaştı. Tayfur kapıya doğru adım atarken, birden arkasından gelen ayak seslerini duydu. Daha tepki veremeden, Teoman’ın kolları boynuna sarıldı. Teoman, yılların birikmiş duygularıyla, kontrolsüz bir şekilde ağlıyordu. Hıçkırıkları Tayfur’un kulaklarında yankılanırken, kardeşi titreyen bir sesle fısıldadı.

 

**Teoman**: “Ağabey... Affet beni. Ne olur affet. Sana karşı nasıl bu kadar yanlış yapabildim... Lütfen, beni bırakma.”

 

Tayfur’un vücudu bir an kasıldı, donup kalmıştı. Teoman’ın omzunda hissettiği bu ağırlık, içindeki her şeyi yerinden oynatıyordu. Geçmişin hayal kırıklıkları, ihaneti, terk edilmişlik... Hepsi bir anlığına gözlerinin önünden geçti. Ama Teoman’ın bu hali, çaresizce ona sarılışı, Tayfur’un içinde bir kırılma noktası yarattı.

 

İçinden gelen bir ses, o yıllardır soğuk tuttuğu kalbin derinliklerinde bir yerlerde yankılandı. Tayfur, kardeşinin sıcacık gözyaşlarını boynunda hissediyordu. Nefes almakta zorlandı, elleri istemsizce havada durdu, ne yapacağını bilemedi. Sonra, yavaşça kollarını indirdi, kardeşinin sırtına hafifçe dokundu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, yılların birikmiş acısını o nefeste bıraktı.

 

**Tayfur**: “Teoman... Beni böyle çaresiz bırakma. Kendini daha fazla düşürme. Ama unutma... Bu sefer de beni yarı yolda bırakırsan, bir daha geri dönüş olmayacak.”

 

Teoman, Tayfur’un bu sözleri karşısında daha da sıkı sarıldı, hıçkırıklarını kontrol edemiyordu. Kardeşinin bu yumuşak ama sert olan tavrı, içindeki tüm pişmanlıkları daha da derinleştiriyordu. Tayfur ise bu sarılışın içindeki o soğukluğun bir anlığına kaybolduğunu hissetti. Ama yine de, içindeki güvensizlik yerini koruyordu. Kardeşine bir kez daha şans veriyor, ama yine aynı hataların tekrarlanmasından korkuyordu.

 

Tayfur yavaşça Teoman’ı geriye doğru iterek gözlerinin içine baktı.

 

**Tayfur**: “Bu son kez, Teoman. Son kez. Bundan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”

Tayfur, Teoman’ı hafifçe geri çekip gözlerine son bir kez bakmıştı. O sırada yan tarafta sessizce duran gardiyan, Ravza, bir adım öne çıkıp araya girdi. İkisini de usulca ayırırken, yüzünde anlamlı bir ifade vardı. Tayfur, sessizce geri çekildi ve gardiyanın müdahalesiyle kardeşinden uzaklaştı. Ancak o anın büyüsü, onun içinde derin bir yankı bırakmıştı.

 

Kapıya doğru adımlarken, Tayfur’un kalbi ağırlaşmıştı. İçindeki yılların getirdiği o sert, katı duvarlarda bir çatlak hissetti. Teoman’ın çaresizliği, ağlayışı, sarılışı... Her şey bir kör tomurcuk gibi Tayfur’un kalbinde filizlenmeye başlamıştı. İnanmak istiyordu, ama yine de kendine hâlâ güvenemiyordu.

 

Kendi kendine mırıldandı, kimse duymayacak şekilde:

 

**Tayfur**: “Belki... Bu sefer...”

 

Ama yine de tereddüt içindeydi. Adımları yavaşlarken, Ravza’nın kokusu odayı doldurmuştu. Düşüncelerine geri çekildi. İçinde bir umut belirmeye başlamıştı, ama bu umut ne kadar kırılgandı, bunu bilemiyordu.

 

Artık Tayfur'un içinde, yıllardır bastırdığı duygularla birlikte yeni bir inanç filizlenmeye başlamıştı. Geriye dönüp bakmadı, ama içindeki değişimden kaçamıyordu.

Tayfur koğuşuna getirildiğinde, adımları ağır ve yorgundu. Gardiyan kapıyı açıp onu içeri ittiğinde, hiçbir şey söylemeden yatağına doğru ilerledi. Yılların yükü omuzlarına çökmüş gibiydi. Yatağının kenarına oturdu, derin bir nefes aldı ama içinde biriken tüm duyguları artık bastıramıyordu.

 

Başını ellerinin arasına aldı ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Güçlü görünmek için yıllarca içinde tuttuğu her şey birdenbire taşmıştı. Onu kimse böyle görmemeliydi, kimse onun bu kırılgan yanını bilmemeliydi, ama artık dayanacak gücü kalmamıştı.

 

**Tayfur** kendi kendine mırıldandı: “Ne hale geldim...”

 

Teoman’ın gelişi, onun yıllardır kapattığı duyguların kapısını aralamıştı. Kardeşiyle yaşadıkları, onu sarılacak kimse kalmadığını düşündüğü o karanlık koğuşta bile yalnız bırakmamıştı. Yastığına kapanarak gözyaşlarına teslim oldu. Sertliği, inatçılığı ve öfkesi; hepsi bir anlığına kırılmıştı.

 

Ağlarken aklında bir tek şey vardı: İnanmak. Tekrar kardeşine, hayata, insanlara güvenebilmek... Ama bunu yapabilecek miydi?

 

Her şey ağır geliyordu, ama belki de bu gözyaşları, yıllardır içinde biriken acının ilk defa dışarı çıkmasına izin veriyordu.

Saatler geçmişti ve Tayfur, koğuşunun köşesinde yalnız başına oturmuş, içindeki duygularla baş başa kalmıştı. Dışarıdan gelen sesler, onun düşüncelerini kesmekteydi ama aklında sadece Teoman ve onun eşi Leanor vardı. Leanor’un ameliyat için götürüldüğü haberi, Tayfur’un içini daha da sıkan bir ağırlık oluşturmuştu. Kardeşinin çaresizliği, onun kalbinde bir yara açmıştı.

 

O sırada Teoman hastane odasında, kucağında küçük kızı İzabel ile oturuyordu. İzabel, masum gözleriyle babasına bakarken, Teoman onunla birlikte yaşadığı anları hatırladı. Küçük kız, neşeli bir çocuk sesiyle babasına dönüp sordu:

 

**İzabel**: “Baba, parayı nasıl buldun?”

 

Teoman, kızı kucaklarken gülümsedi, ama yüzünde bir hüzün vardı. Çocukluğunun saflığı, bu zor günlerde bile ona umut vermekteydi. Cevap vermek için derin bir nefes aldı ve yumuşak bir sesle yanıtladı:

 

**Teoman**: “Amcan verdi, tatlım. Ama yarın ben de vereceğim. Şimdi annemizi düşünmemiz lazım.”

 

İzabel, babasının sözlerini anlamakta zorlandı. Paranın nereden geldiği onun için önemli değildi; tek düşündüğü, annesinin iyileşip yanlarına dönmesiydi. Küçük kız, babasına sarılarak, kafasını onun omzuna yasladı ve tatlı bir sesle fısıldadı:

 

**İzabel**: “Anneme çok dua ettim. O iyi olacak, değil mi baba?”

 

Teoman, kızının masumiyetinden güç alarak başını salladı. İçindeki kaygıları biraz olsun hafifleyerek cevap verdi:

 

**Teoman**: “Evet, kızım. Annemiz iyi olacak. Biz ona inanıyoruz, değil mi?”

 

İzabel, gülümseyerek başını onayladı ve biraz daha babasına sarıldı. O an, Teoman için zaman durdu; kızı, ona yaşama sevinci ve umut veriyordu. Ama aklında yine Tayfur vardı; kardeşine yardım etmenin verdiği yük, her zaman ağır gelecekti.

 

Dua etmek, Teoman’ın o anki en büyük isteğiydi; ama bir yandan da kardeşinin yanında olmanın ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Kalbinde iki zıt duygu arasında gidip geliyordu: Bir yanda İzabel’in neşesi, diğer yanda Tayfur’un kırık dökük ruhu.

Loading...
0%