Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@aytengul

Tayfur’un yarası iyileşmeye başlamıştı, dikişler hızla kaynıyor, vücudu toparlanıyordu. Ancak son üç gündür içindeki boşluk daha da büyüyordu. Fiziksel yaraları iyileşirken, ruhundaki karanlık, kayıtsız kaldığı gardiyan Ravza’yı düşünmekle dolmuştu. Üç gün boyunca onu hiç görmemişti ve bu durum Tayfur’u huzursuz ediyordu. Her gün görmeye alıştığı o soğuk ve mesafeli yüz artık ortalarda yoktu.

 

Koğuşta sessizce otururken zihni sürekli aynı soruya dönüyordu: “Başına bir şey mi geldi?” Ravza'nın, her zamanki gibi işinde olduğunu düşünmek istiyordu, ama yine de içindeki bu huzursuzluk hissini bastıramıyordu. Hapishane hayatında güveneceği kimse yoktu belki, ama Ravza onun için başka bir anlam taşıyordu. Tayfur, onun varlığının bile bir güvence olduğunu fark ediyordu.

 

Tayfur (kendi kendine, sessizce mırıldanarak):

“Nereye gittin? Her gün buradaydın... Şimdi neden yoksun? Bir şey mi oldu yoksa? Benim gibi bir mahkûmu düşünmezsin, biliyorum... Ama yine de, başına kötü bir şey geldiyse...”

 

Bu düşünceler Tayfur’un zihninde dönüp duruyordu. Zihni onunla dalga geçiyor gibiydi; her şeyin kontrolü altında olduğu bir hayat yaşamıştı ama şimdi, bir gardiyan yüzünden böylesine huzursuzdu. Tayfur, her zamanki sakinliğini kaybetmekten korkuyordu. Bu, onun için yeni bir duyguydu. Bunu kabul etmek istemiyordu ama Ravza’nın yokluğu onu rahatsız ediyordu.

 

Koğuşun demir parmaklıklarına yaslanmış, dışarıyı izlerken bu düşüncelerle boğuşuyordu. Ravza'nın soğuk bakışları, sert tavırları bile Tayfur’un içinde bir sıcaklık bırakmıştı. Onu bu kadar düşündüğüne şaşırıyordu.

 

Tayfur (içinden, kendiyle savaşarak):

“Kendine gel Tayfur... O sadece bir gardiyan. Senin umurunda olmamalı. Ama... Ya başına bir şey geldiyse? Belki de... belki de onu kurtarmalıydım o bıçak geldiğinde...”

 

Bu düşünceler Tayfur’un içindeki o karanlık boşluğu daha da büyütüyordu. Her ne kadar kendini ikna etmeye çalışsa da, Ravza’nın yokluğu onun ruhunu kemiriyordu. Hapishanedeki zorlu hayat, fiziksel yaralardan daha fazlasını ortaya çıkarıyordu; yalnızlık, kaygı ve belki de gizli bir sevgi.

Ravza, aynaya bakarken boğazında hâlâ duran morluklar dikkatini çekiyordu. El izleri belirgin bir şekilde, taze yaralar gibi teninde kalmıştı. İçindeki korkuyu bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldı, ama nefes bile almak acı veriyordu. Bugün, istemediği biriyle zorla nişanlanacağı o günü asla unutmayacaktı. O adam, ailesinin hayatını tehdit ederek ona hiçbir seçenek bırakmamıştı. Her şey, o an boğazına sarıldığı anda başlamıştı.

 

Adamın elleri sert ve acımasızdı. Ravza boğulacak gibi hissederken, adamın tehditkâr sesi kulaklarında yankılanmıştı.

 

Adam (soğuk, tehditkâr bir sesle):

“Sevgili ailenin yaşamasını istiyorsan, ya benimle nişanlanırsın ya da sizi mahvetmekten başka bir seçimim olmaz. Bunu iyi düşün.”

 

Ravza o an hiçbir şey söyleyememişti. Kelimeler boğazına takılmış, nefesi kesilmişti. Adam ellerini yavaşça çektiğinde, o kadar güçlü ve korkutucuydu ki, Ravza yere yığılacak gibi olmuştu. Sadece çaresizce durup adamın gözlerinin içine bakabilmişti. O gözlerde hiçbir merhamet yoktu, sadece soğuk bir kararlılık ve güç gösterisi vardı. Adam hiçbir şey olmamış gibi Ravza'yı bırakıp gitmişti, ama o an Ravza'nın hayatındaki her şey değişmişti.

 

Ailesi, zaten borç içinde ve zor durumdaydı. Onlara bir şey olursa, Ravza kendini asla affedemezdi. Sevdiklerinin hayatı, o adamın iki dudağı arasındaydı. Boğazındaki morluklara bakarken, içindeki öfke ve çaresizlik birbirine karışıyordu. O adamın tehdidi, hayatının geri kalanını mahvetme tehdidiydi. Sevdiklerini korumak için kendini feda etmesi gerekiyordu, ama bu ne kadar dayanabileceği bir fedakarlıktı?

 

Ravza (sessizce, kendi kendine fısıldayarak):

*“Ya ailemi koruyacağım... ya da bu adamın elinde yok olup gideceğim. Başka seçeneğim yok...ama bu nişan... bu hayat... Bu benim değil."

 

Ravza'nın gözleri doldu, ama ağlayamadı. Zaten hapishane gardiyanı olarak soğukkanlı ve güçlü görünmek zorundaydı. Olayı kimseye anlatamazdı; dışarıdan güçlü ve dayanıklı görünmesi gerekiyordu. Ama içindeki bu çaresizlik onu yavaş yavaş boğuyordu. Tek başına bu yükü nasıl taşıyabileceğini bilmiyordu.

Boğazındaki izleri gizlemeye çalışarak, Ravza yeniden ayağa kalktı. Kafasını toparlaması gerekiyordu. O hapishanedeki soğuk ve mesafeli gardiyan olarak kalmak zorundaydı, ama içindeki fırtına hiç dinmiyordu. Hapishanedeki mahkûmlar gibi, o da bir kafesin içinde sıkışıp kalmıştı kendi hayatı tarafından esir alınmış bir gardiyan.

Ravza, makyaj masasının başına geçti ve aynadaki yansımasına bir kez daha baktı. Boğazındaki morluklar hala belirgindi, el izleri tenine kazınmış gibiydi. Kalbinin derinliklerinde büyüyen öfke ve çaresizlikle aynadaki bu görüntüye bakmak bile ona ağır geliyordu. Bu izlerle dışarı çıkması imkânsızdı. Birisi fark etse, ne derdi? Sorular, bakışlar, meraklı yüzler... Her biri Ravza'nın kontrol edemeyeceği bir kaosa dönüşebilirdi.

 

Ellerini boynuna götürdü, morluğu gizlemek için ne yapabileceğini düşünerek yavaşça dokundu. Ancak ne yaparsa yapsın, bu izler görünmeye devam edecekti. Çevresindeki herkes onu sorgulayabilirdi. Gardiyanlar, hapishane müdürü ya da hatta mahkûmlar… Herkes bir şeyler fark edebilirdi.

 

Ravza (içinden, sessizce):

“Bu izleri kimse göremez. Görmemeli. Başkalarının gözünde zayıf görünemem.”

 

Yavaşça makyaj malzemelerine uzandı. Birkaç kat fondöten sürmekten başka çaresi yoktu. Kapatıcıyı dikkatlice boynuna sürdü, morluğu gizlemeye çalışırken elleri hafif titriyordu. Oysa ki her gün güçlü görünmek zorunda olan Ravza, şu an içindeki korkuyu zorlukla bastırıyordu.

 

Makyajı tamamladığında, izler neredeyse tamamen kaybolmuştu. Ama bu sadece bir yüzeydi, gerçekte hiçbir şey değişmemişti. Bu izler kapansa bile, yaşadığı o anın ağırlığı hâlâ boynunda bir yük gibi duruyordu. Ravza, aynada kendine bir kez daha baktı. Dışarıdan her şey normal gibi görünüyordu, ama içinde kaynayan bir fırtına vardı.

 

Ravza (kendi kendine fısıldayarak):

“Kimse fark etmeyecek... Her şey yolundaymış gibi davranmalıyım. Güçlü görünmek zorundayım, her zamanki gibi. Ama... ne kadar dayanabileceğim?”

 

İçindeki fırtınaya rağmen, yüzündeki sert ifade yerindeydi. Hapishaneye geri dönmek, işinin başına geçmek zorundaydı. Her şey yolundaymış gibi davranmak zorundaydı. Ancak gerçeği kimse bilmese de, Ravza’nın ruhunda derin bir yara açılmıştı.

Ravza, üzerine kalın bir boğazlı kazak giyip saçlarını sıkıca topuz yaptı. Makyajını bozmamaya çalışarak hızlı ve dikkatli davranmıştı. Boynundaki morluğu gizlemenin en iyi yolu bu olmuştu. Dışarıya karşı her zamanki gibi ciddi ve mesafeli görünmek zorundaydı. Ne olursa olsun, işine geri dönmek ve başına gelenleri kimseye fark ettirmemek zorundaydı. Bu onun, hem zihnini dağıtması hem de hapishane müdürünün çağrısına uyması için iyi bir fırsattı.

 

Merdivenlerden aşağıya inerken, annesinin bakışlarını üzerinde hissetti. Her zamanki katı, mesafeli bakışlarının yerine, bu kez bir değişiklik vardı. Ravza’nın hissettiği bu bakış, annesinin fark ettiğini düşündürdü. Ancak Ravza, ağzını açıp bir şey söylemeye bile fırsat bulamadan, annesi sözü aldı.

 

Annesi (soğuk ama dalgın bir sesle):

“Başım ağrıyor.”

 

Bu cümle Ravza’yı şaşırttı. Annesi bir açıklama yapmıştı, ama Ravza ona böyle bir soru bile sormamıştı. Bu, Ravza’nın yaşadıklarını fark ettiğinin bir işareti miydi? Annesinin gözlerinde o sertlik yoktu, ama yine de duygusal bir yakınlık da hissetmiyordu. Sanki annesi, Ravza'nın içine düştüğü durumu sezmişti, ama bunu konuşmaktan kaçınıyordu. Belki de başının ağrıdığını söyleyerek gerçeği sorgulamak yerine, sessizce durumu kabulleniyordu.

 

Ravza, bu soğuk ama garip anı düşünerek başını eğdi. Annesinin söylediklerini sorgulamak yerine, hızlıca evden çıktı. İçinde bir yerlerde, annesinin durumu fark ettiğini biliyordu ama hiçbir şey söylememek en kolayıydı. Çünkü bu ailede duygulara yer yoktu; her şey yüzeyde kalmalı, hiçbir şey derinlemesine konuşulmamalıydı. Ravza da bu kurala uyarak sessizliğini korudu.

 

Dışarıda soğuk bir rüzgar esiyordu, boğazına sarılan kazak sayesinde biraz daha korunmuş hissediyordu. Adımlarını hızlandırarak hapishaneye doğru yürümeye başladı. İçinde hissettiği karmaşa ve acıya rağmen, hayatındaki zorunluluklar devam ediyordu. Hapishaneye gittiğinde her şeyin yolundaymış gibi davranacaktı; güçlü, katı ve mesafeli bir gardiyan olarak. Ama içinde, her şey tamtersiydi.

 

Ravza, hapishaneye geldiğinde içindeki huzursuzluğu bastırarak kendini odasına attı. Hızlıca üzerini değiştirdi, kazak çıkınca aynada boğazına baktı. Makyaj ve kalın giysi, morlukları büyük ölçüde gizlemişti. Artık dışarıdan bakıldığında her şey yolundaymış gibi görünüyordu. Bu şekilde kimse ondan şüphelenmeyecek, herkesin dikkatini dağıtabilecekti. En azından, neredeyse herkesi kandırabilirdi. Ancak bir kişi hariç...

 

Tayfur Şahin Erdemir, hapishanede gözünden hiçbir şey kaçmayan nadir adamlardan biriydi. Ravza, onun bakışlarının altında hep huzursuz olurdu. Tayfur, sadece fiziksel acıyı değil, insanların içindeki duygusal yaraları da fark edebilen biriydi. Ravza, bunu bir keresinde hissetmişti. Tayfur’un o keskin bakışları, duygusal bir zırh taşıyan Ravza’nın içine işliyor gibiydi.

 

Ravza, Tayfur’un onu bu halde görmesinden endişe ediyordu. Tayfur’un bir bakışta her şeyi anlayabileceğini biliyordu. Kendi acılarına ve yaralarına rağmen, Tayfur’un içindeki hassasiyeti hissediyordu. Bu yüzden, onunla karşılaşmak istemiyordu.

 

Ravza (kendi kendine, derin bir nefes alarak):

“Ondan kaçınmam gerek. Tayfur hiçbir şeyi kaçırmaz, eğer bir bakarsa her şeyi anlar. Yine o sorularla yüzleşmek istemiyorum.”

 

Fakat ne kadar dikkatli olursa olsun, Tayfur’un bu sessiz gözlemi her zamanki gibi sürecekti. Ravza, odasından çıkıp işine devam ettiğinde, Tayfur’un bakışlarının üzerinde olduğunu hissedecekti. Hapishanenin bu soğuk duvarları arasında ne kadar güçlü görünmeye çalışırsa çalışsın, Tayfur’un gözleri onun yaşadığı acıyı, boğazındaki morlukları ve derinlerde sakladığı korkuyu görecekti.

 

Tayfur, sessizce ama dikkatle Ravza’yı izliyordu. Onun yüzündeki gerginliği, boynundaki ince izleri ve davranışlarındaki farklılığı fark etmişti. Tayfur’un, hapishanede Ravza’nın sırrını anlayabilecek tek kişi olduğunu bilmek Ravza’yı daha da tedirgin

ediyordu.

Tayfur, yine tek kişilik hücresine atılmıştı. Vücudu dövülmekten morarmış, kasları ağrıyordu. Hapishanedeki gardiyanlar ve diğer mahkûmlar onu defalarca sindirmeye çalışmıştı, ama Tayfur’un ruhundaki karanlık, her darbeyle daha da güçleniyordu. Onun hakkında hapishanede herkes bir şeyler fısıldıyordu; birçoğu Tayfur’un birçok erkeği öldürdüğünü biliyordu. Ama sıradan bir katil değildi, o bir doktordu—hem de İstanbul’un en saygın fakültelerinden birinden mezun olmuş, başarılı bir cerrah.

 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu Tayfur Şahin Erdemir.

Bir doktorun, insan hayatını kurtarması beklenirdi. Oysa Tayfur, elleriyle tedavi etmesi gereken bedenleri kasıtlı olarak öldürmüştü. Hipokrat Yemini’ni çiğnemiş, bir zamanlar kurtarmaya yemin ettiği hayatları kendi elleriyle almıştı. Mesleğini suistimal ederek soğukkanlılıkla cinayetler işlemişti. Tayfur’un elleri artık bir cerrahın narin dokunuşlarından çok, bir katilin sert darbelerini hatırlatıyordu.

 

Hücrenin soğuk duvarlarına yaslanmış halde, yüzünde ifadesiz bir bakışla oturuyordu. Vücudu ne kadar acı çekerse çeksin, zihnindeki karanlık daha güçlüydü. Tayfur, kim olduğunu biliyordu: Bir doktor, ama aynı zamanda bir katil. Onun gözünde, bazı yaşamlar kurtarılmaya değer değildi. O, bunu yargılayan ve cezalandıran kişi olmuştu. Cerrah olduğu günlerden geriye sadece bu soğukkanlılık kalmıştı.

 

Tayfur (kendi kendine, sessizce):

“Onları iyileştirebilirdim… Ama istemedim. Hak etmiyorlardı. Ellerimde hayat bulan insanlar, ellerimde ölmek zorundaydı.”

Tayfur, her zaman aynı cümleyi tekrar ederdi: "Kadın katilleri yaşamamalı." Bu, onun dünyasında değiştirilmez bir kanundu. Zihnindeki karanlık ne kadar derinse, bu cümledeki inancı da o kadar keskindi. Ona göre, kadına el kaldıran ya da bir kadının canını alan herkes yaşamayı hak etmiyordu. Tayfur, bu görüşünü sadece sözde bırakmamış, bunu kendi yöntemleriyle uygulamıştı.

 

Cerrahpaşa'da başarılı bir cerrahken, bu karanlık düşünceleri onu tıbbın kutsal etiklerinden sapmaya itmişti. Hipokrat Yemini, onun için sadece bir formaliteden ibaretti. Kadın katillerini ameliyat masasında "tedavi" etmeye gelmişken, onların yaşamlarına son verirdi. Hiç pişmanlık duymadan, soğukkanlılıkla bunu yapmıştı. Meslektaşları arasında saygın biri olarak bilinirken, onun içindeki gerçek Tayfur bundan çok uzaktı. O, adaletin elini kendi elleriyle sağladığını düşünüyordu.

 

Tayfur (soğukkanlı bir tonda, kendi kendine):

“Kadın katilleri, yaşamak için hiçbir hakka sahip değiller. Onlar, nefes almaya layık değil. Onların cezasını ben veririm.”

 

Bu düşünceyle yıllarca insanları ayırt etmiş, kendince "hak eden" ile "hak etmeyen" arasında bir yargıç olmuştu. Kadın katillerini kendi yöntemleriyle ortadan kaldırmıştı. Onun gözünde bu insanlar, topluma zarar veren asalaklardı. Ve Tayfur’un elleri, onları tedavi etmemek için değil, yok etmek için çalışıyordu.

 

Hapishanedeki sessizliği bozan tek şey, Tayfur’un karanlık düşünceleriydi. O, sadece bir doktor değil, aynı zamanda kendi adaletini uygulayan bir infazcıydı. Kadınları koruyamadığını düşündüğünde bile, bu katilleri hayatta bırakmanın hiçbir anlamı olmadığını hissediyordu. Hapishanedeki hayatı bile onun bu inancını değişti

remezdi.

 

Onu bu yola iten şeyin ne olduğu, pek kimsenin bilmediği bir sırdı. Fakat hapishanede herkes onunla ilgili bu karanlık hikayeleri anlatıyordu. Katil bir doktor... Hayatı kurtarmak yerine, hayatları kendi iradesiyle sona erdiren biri.

 

Tayfur, dövülmekten şişen yüzünü sert bir şekilde ovuşturdu. Her acı, ona sadece daha fazla güç veriyordu. Onun için bu dünya, zayıfların yok olduğu bir yerdi. İster hastane odasında, ister hapishanenin karanlık hücrelerinde... Onun için fark etmiyordu. O, zayıf olanı, hak etmeyeni ayıklayan bir "cerrah" olarak yoluna devam ediyordu.

Ravza, hafif topuklu ayakkabılarının çıkardığı ritmik seslerle hapishane koridorunda yürürken adımları kararlıydı. Siyah kolunun ucu, hareket ettikçe zayıf ışıkların altında parıldıyordu. Günlerdir Tayfur’u görmemişti, ve şimdi onun hücresinin önünden geçiyordu. Tayfur, Ravza’nın adımlarını duyunca başını yavaşça kaldırdı. O soğuk bakışların altında bir şeyler gizliydi. Kaç gündür gelmeyen gardiyanı sonunda karşısındaydı. Ravza, onu gördüğünde sanki Tayfur o ağır yarayı almamış, günler önce dövülen, acı çeken o adam o değilmiş gibi dik duruyordu.

 

Ravza’nın gözleri, Tayfur’un gözleriyle buluştuğunda kısa bir süreliğine sessizlik hakim oldu. İkisi de bu sessizliği bozmak istemiyor gibiydi, ama Tayfur’un soğukkanlı tavrı sözleriyle yerle bir oldu.

 

Tayfur (hafif bir alayla, ama duygularını saklayamadan):

"Gardiyan, çok özlettin kendini."

 

Sesi sanki hafif bir dalgalanmayla kırılıyordu. Ravza, bu beklenmedik sözlerle ne yapacağını bilemedi. Tayfur’un sertliğinin altında sakladığı bir şey vardı—belki de görmeye alışık olmadıkları bir kırılganlık. Ancak Ravza, bu kırılganlığı fark etmemiş gibi davranmak zorundaydı. İçindeki karmaşayı bastırarak yüzündeki ciddiyeti korudu.

 

Ravza (soğuk ve mesafeli bir tonda):

"İşim vardı, Tayfur. Buraya gelmek zorunda değildim."

 

Ama Tayfur'un gözlerindeki o dalgalanmayı görmezden gelemiyordu. Her zaman sert, her zaman kontrol altında olan bu adam, şu an bambaşka biriydi. Tayfur’un sözleri alaylı gibi görünse de, Ravza onun altındaki o derin yalnızlığı fark ediyordu. Ama bunu kabul etmeyecekti—en azından şimdi değil.

 

Tayfur, Ravza’nın soğuk cevabına rağmen hafifçe gülümsedi. Bu mesafeli tavır, onun gözünde Ravza’yı daha da güçlü kılıyordu. Ama Tayfur, onun da bir şeyler sakladığını anlamıştı. Ravza’nın o sert dış görünüşünün altında bir şeyler gizliydi, tıpkı Tayfur’un kendi karanlığını sakladığı gibi.

 

Tayfur (daha yumuşak bir sesle):

"İşim vardı, ha? Belki de kaçmak istedin, kim bilir? Ama gözlerimden hiçbir şey kaçmaz, gardiyan. Sende biliyorsun."

Tayfur, Ravza’nın mesafeli sözlerine rağmen gözlerini onun boynuna kaydırdı. Bir an duraksadı. O an fark etti, boynundaki ince izleri… Morluğun üzerini örtmeye çalışsa da Tayfur’un keskin bakışları gerçeği hemen görmüştü. Ravza, onun gözlerinin boynuna takıldığını fark edince hemen uzaklaşmak, konuşmayı daha fazla uzatmamak için harekete geçti. Ancak tam önünden geçip gitmek üzereyken Tayfur, ani bir refleksle bileğinden yakaladı.

 

Tayfur (düşük bir ses tonuyla, sert ama kırılgan bir şekilde):

“Dur… Bu ne, Ravza? Kim yaptı bunu?”

 

Ravza, Tayfur’un sert tutuşunu hissederken bir an irkildi. Bileğinden gelen baskı, sadece fiziksel değil, duygusal bir baskı gibiydi. Tayfur’un gözlerindeki o keskinliği hissetmek her zaman zor olurdu, ama şimdi başka bir şey vardı. İçindeki endişe ve merak, kontrol edemediği bir şeyle yüzleşiyordu.

 

Ravza (soğuk bir sesle, kaçamak bir bakışla):

"Bu seni ilgilendirmez, Tayfur. Bırak bileğimi."

 

Tayfur, Ravza’nın bileğini biraz daha sıkı tuttu, ama bu sefer hareketlerinde bir öfke değil, kaygı vardı. Onun zayıf tarafını görmüştü; güçlü, her şeye karşı dayanıklı gardiyan Ravza, şimdi Tayfur’un gözünde savunmasız bir insandı. Tayfur, bunu fark etmenin verdiği bir öfkeyle değil, derin bir üzüntüyle yüzleşiyordu.

 

Tayfur (dişlerinin arasından, öfkeyi zor bastırarak):

"Kim yaptı dedim, Ravza? O morluğu kim bıraktı boynunda?"

 

Ravza, Tayfur’un bakışlarından kaçmaya çalıştı, ama Tayfur’un gözlerindeki kararlılık her şeyi görüyordu. Ravza, Tayfur’un sormaya devam edeceğini biliyordu, ama bunu ona söylemek istemiyordu. Tayfur’un gözlerinde gördüğü şey, ona bu işin bittiğini düşündüğü kadar kolay olmayacağını söylüyordu.

 

Ravza (sessizce, bileğini kurtarmaya çalışarak):

"Geçmişte kalacak bir şey bu, Tayf

ur. Bırak artık."

Tayfur, Ravza'nın gözlerinde aniden beliren bilinmezliği gördüğünde, içindeki merak daha da kabardı. Ravza, bu kadar güçlü ve kararlı bir kadın olarak, şimdi neden bu kadar savunmasız görünüyordu? Tayfur’un sorusuna bir cevap vermediği için sinirlenmişti, ama Ravza’nın içinde yanan ateşi de hissediyordu.

 

Tayfur (soğuk bir sesle):

“Yaklaşık yarım saat önce öğrendiğim bir gerçeği soruyorum: Nişanlın mı yaptı?”

 

Ravza, bu cümleyle birlikte sanki bir duvarla karşılaşmış gibi hissetti. Tayfur’un ne kadar derin bir gözlemci olduğunu biliyordu ama bu kadar ayrıntılı bilgiye nasıl ulaşmış olabileceğini anlamıyordu. Onun özel hayatını kimseye anlatmadığı için bu durum kafasında büyük bir soru işareti oluşturuyordu.

 

Ravza (içindeki huzursuzluğu bastırmaya çalışarak):

“Nasıl öğrenebilir ki? Ben kimseye özel hayatımı anlatmam.”

 

Tayfur’un gözlerindeki kararlılığı hissetmek onu daha da tedirgin ediyordu. Tayfur’un bu bilgiyi nasıl elde ettiğini merak ediyordu, ama bunu sormaya cesaret edemiyordu. O an, Tayfur’un her şeyi bildiğine dair bir şeyler sezdi. İçindeki derin korku ve kaygı, sözlerinin ardındaki gerçekleri daha da açığa çıkarıyordu.

 

Tayfur (gözlerini ona sabitleyerek):

“Ravza, senin özel hayatına dair bilgilere ulaşmak benim için zor değil. Burada her şeyden haberdar olmak mümkün.”

 

Ravza, bu kadar derin bir bilgi birikimi ve gözlem yeteneği karşısında şaşırmıştı. Tayfur’un kararlı sesi, içinde büyük bir gerilim oluşturmuştu. Kafası karmaşık düşüncelerle dolup taşarken, bunun altında yatan gerçekleri anlamak için daha fazla zaman harcamak zorunda kalıyordu.

 

Ravza (hızlıca, yüzünde bir maske oluşturarak):

“Geçmişte kalan bir konu, Tayfur. Benim için önemsiz. Lütfen, daha fazla üstünde durma.”

 

Ama Tayfur, bu cümledeki yalanı duyabiliyordu. Ravza’nın gözlerinde bir şeyler kaynamaya başlamıştı. İleri geri gitmelerinin, birbirlerinin hayatına dair bu kadar derin bir bilgi alışverişinin ortasında, iki tarafta birbirine yaklaşmak isterken kaçınılmaz bir mesafeyi de korumaya çalışıyordu.

 

Tayfur (ciddiyetle):

“Geçmişte kalan bir konu değil, Ravza. Her şey şu anda senin hayatını etkiliyor. Onunla nişanlanmak zorunda kalman, seni böyle savunmasız bıraktı.”

 

Ravza, Tayfur’un bu sözlerinin altında yatan anlamı hissetti. Kendini daha fazla korumak için ne kadar savaştıysa da, Tayfur’un bakışlarındaki kararlılık karşısında daha fazla durama

yacak gibi hissediyordu.

Ravza, Tayfur’un sözlerini duyduğunda bir an donakaldı. Gözlerindeki derin karanlık, Tayfur’un elini tutmasını ve onu koruyacağına dair sözlerini duyduğunda bir nebze olsun aydınlandı. İçindeki korku ve kaygı bir an için duraksadı; ama hemen ardından duygularının karmaşası yeniden baş gösterdi.

 

Tayfur (ciddiyetle):

“Beni tanıyorsun, Ravza. Geçmişimden, yaptıklarımdan korkmana gerek yok. Elimi tut, seni bir ömür boyunca koruyayım.”

 

Ravza, Tayfur’un bu teklifi karşısında içsel bir çatışmaya girdi. Tayfur’un karanlık geçmişi, ona duyduğu güveni sorgulamasına neden oluyordu. Ama bir yandan, Tayfur’un yanında kendini güvende hissedebileceği düşüncesi de onu çekiyordu.

 

Ravza (tereddütle):

“Bu teklif… çok riskli. Senin geçmişini biliyorum, Tayfur. Nasıl güvenebilirim?”

 

Tayfur, Ravza’nın tereddütünü hissetti ve yüzündeki ifadeyi değiştirmeden ona daha da yaklaştı.

 

Tayfur (yumuşak ama kararlı bir sesle):

“Risk, hayatın bir parçası. Ama ben seni korumak için her şeyi göze alırım. Bu dünyada yalnız değilsin, Ravza. Ben buradayım.”

 

Ravza, Tayfur’un sözlerindeki samimiyeti hissedebiliyordu. Ama aynı zamanda, geçmişte yaşadığı acıların izleri de onu geriye çekiyordu.

 

Ravza (düşünceli bir ifadeyle):

“Senin koruyuculuğun… beni nasıl etkileyecek? Gerçekten bunu isteyebilecek misin?”

 

Tayfur, Ravza’nın elini daha sıkı tutarak cevap verdi.

 

Tayfur:

“Bunu sadece istemekle kalmayacağım, Ravza. Her gün bunu kanıtlamak için savaşacağım. Birlikte daha güçlü olabiliriz. Lütfen, beni dene.”

 

Ravza, Tayfur’un gözlerindeki kararlılığı gördüğünde, içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Ama bu kırılma, onu korumaya yönelik bir bağın başlangıcı olabilirdi.

 

Ravza (içindeki çatışmayı bastırarak):

“Peki, Tayfur. Elini tutuyorum. Ama unutma, bu güveni kazanmak senin işin olacak.”

 

Tayfur’un yüzünde bir gülümseme belirdi. Bir anlık bir bağ, ikisi arasında oluşmuştu. Ama bu bağ, geçmişin gölgeleriyle ne kadar güçlü olabilirdi? Ravza, bu teklifi kabul ederek büyük bir riske adım atmıştı; şimdi her şeyin nasıl gelişeceği belirsizdi.

 

Tayfur:

“Bu benim için çok önemli. Beni asla yalnız bırakma, Ravza. Bu yeni başlangıcımız olabilir.”

 

Gözleri, Ravza’nın yüzüne sabitlenmişti. Bu yeni adım, onları nereye götürecekti? Geçmişin yükleri ve geleceğin belirsizlikleri arasında, birlikte yürümeye karar vermişlerdi. Ama ikisinin de aklında aynı soru vardı: Bu teklif,

onları gerçekten koruyacak mıydı?

 

 

Loading...
0%