@aytengul
|
Merhaba arkadaşlar nasılsınız iyi misiniz? Sizden ricam lütfen emeğimin karşılığı için oy ve yorum istiyorum. Allah için biraz yorum yazınız
Ravza, üzerini değiştirip hapishaneden çıkmış ve evine doğru yol alıyordu. Gecenin karanlığı içinde düşüncelere dalmışken, aniden önüne biri çıkınca irkildi. Kalbi hızla çarpmaya başladı, nefesini toparlayamadan karşısındaki adam alaycı bir gülümsemeyle ona bakıyordu.
Adam (alaysı bir tonla): "Naber, yenge?"
Ravza'nın kaşları çatıldı, ne demek istiyordu bu adam? İçindeki korkuyu bastırmaya çalışarak geri çekildi. Adam, yaklaşırken gözleri onu dikkatle süzüyordu.
Ravza (tedirgin bir şekilde): "Sen kimsin? Ne diyorsun?"
Adam bir adım daha attı ve gülümsemesi genişledi. Sanki bir sırra ortak olmuş gibi konuşmaya devam etti.
Adam (alayla): "Benim hakkımda Tayfur sana söylemedi mi? Adım Efruz. Tayfur’un sadık dostu, desek yeridir."
Ravza’nın içindeki gerilim arttı. Tayfur'un sözünü ettiği kaçık ama mert adamın bu olduğunu hemen anladı. Ancak bu karşılaşma beklediği gibi değildi.
Ravza (soğukkanlı olmaya çalışarak): "Hayır, Tayfur bahsetmedi. Ne istiyorsun?"
Efruz, hafif bir kahkaha attı ve Ravza’nın üzerine daha fazla gelmedi. Ama gözleri hala tehditkardı.
Efruz (ciddileşerek): "Hiçbir şey... Şimdilik. Sadece seni tanımak istedim. Tayfur’un sana olan zaafı epey konuşuluyor içeride. Dikkatli ol, yenge."
Bu son cümle, Ravza’nın içini ürpertiyle doldurdu. Efruz, bir tehdit mi savuruyordu yoksa sadece oyun mu oynuyordu, emin olamıyordu.
Ravza (sakinliğini koruyarak): "Sana 'yenge' dedirtmek istemiyorum. Tayfur’la aramda ne varsa, bu senin işin değil. Tayfur seni adam yerine koyuyorsa, onunla bu şekilde konuşma."
Efruz, bu sözlerden sonra kısa bir an düşündü, ardından başını eğip gülümsedi.
Efruz (yarı alaycı, yarı ciddi): "Peki, peki... Biraz ileri gittim galiba. Ama unutma, ben Tayfur’un dostuyum. Sana da zarar gelsin istemem."
Bu kısa karşılaşma Ravza’nın aklında birçok soru bırakırken, Efruz hızla uzaklaştı. Ravza derin bir nefes aldı, ama içinde hâlâ bir rahatsızlık vardı. Tayfur’un çevresindeki insanların ne kadar tehlikeli olabileceğini o anda daha iyi anlamıştı. Efruz, Ravza'nın yüzündeki gerilimi fark edip gülümsemesini daha da genişletti. Gözlerinde alaycı bir bakış vardı, Ravza'nın kendisini ciddiye almasını beklemiyordu.
Efruz (umursamaz bir tavırla): "Ama sen iste ya da isteme, ben sana hep 'yenge' diyeceğim, canım yengem."
Ravza'nın gözleri bir an parladı. İçindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı, ama Efruz’un bu tavrı onu rahatsız ediyordu. Karşısındaki adamın sınırlarını zorluyor olduğunu hissediyordu, ama Tayfur'un da dostu olduğu için dikkatli olması gerekiyordu. Bir yandan Tayfur’u düşünürken, bir yandan da Efruz’un oyununa gelmemek için soğukkanlı kalmaya çalıştı.
Ravza (sert bir tonla): "Bana nasıl hitap edeceğin seni ilgilendirmez, Efruz. Ama saygısızlık etmeye devam edersen, Tayfur’un dostu olman umurumda bile olmaz."
Efruz, bu sert tepki karşısında hafifçe geri adım attı, ama hala eğlenceli bir tavırla başını eğip Ravza’ya baktı.
Efruz (gülümseyerek): "Sert kadınları severim, yenge. Ama tamam, tamam... Şimdilik fazla üstüne gitmeyeceğim. Yine de şunu unutma, Tayfur’un gözünde çok kıymetlisin. O yüzden dikkat et. Bizim dünyamızda sevgi, her zaman iyi bir şey olmayabilir."
Ravza, Efruz’un son sözlerinden sonra bir an duraksadı. Onun dünyasının ne kadar karanlık ve karmaşık olduğunu daha iyi anlıyordu. Ama artık bu oyunların bir parçası olmaya niyeti yoktu.
Ravza (kararlı bir sesle): "Tayfur’a söyleyeceğin her şeyi söyle, ama bana bulaşma, Efruz. Kendi hayatımın kontrolü bende."
Efruz, bu kararlılığı gördüğünde bir kahkaha attı ve geri çekildi.
Efruz (alayla): "Anlaştık, yenge. Anlaştık..."
Ravza, Efruz’un sesini uzatarak söylediği "Yengeee" kelimesiyle iyice gerildi. Onun alaycı tavırlarından hiç hoşlanmıyordu. Efruz, cebinden küçük bir kutu çıkardı ve Ravza'ya doğru uzattı. Ravza'nın kaşları çatıldı, eline tutuşturulan bu kutunun içinde ne olduğunu merak ederken, tedirginlikle Efruz’un yüzüne baktı.
Ravza (sessizce, içinden): "Hasbinallah..."
Efruz, Ravza'nın tepkisinden keyif alıyor gibiydi. Alaycı bir sırıtışla, rahat bir tavırla konuştu.
Efruz (gülerek): "Tedirgin olma, yengeee. Sadece küçük bir jest… Bir dostluk nişanı." Ravza'nın tedirgin bakışları arasında Efruz cebinden çıkardığı kutuyu ona uzattı. Efruz’un sesini uzatarak söylediği "Yengeee" kelimesi, Ravza’yı iyice huzursuz etmişti. Onun alaycı tavırlarından hoşlanmıyordu, ama kutuyu almak zorunda kalmıştı. Ravza, kutuyu açtığında içinde bir parfüm şişesi gördü. Kapağını açıp kokladığında, buram buram yayılan tarçın kokusu zihnine Tayfur’un daha önce yaptığı şakayı getirdi. “Sana her gün parfüm hediye edebilirim,” demişti Tayfur.
Ancak bu sefer parfümden daha dikkat çekici olan, kutunun içinde küçük bir notun olmasıydı. Ravza, tedirginlikle notu açtı ve okumaya başladı:
Not: "Tarçın gibi yakıcı ama tatlı bir iz bırakır. Bu koku, her dokunduğumda hissettiğim gibi. Seni düşündüğümde aklıma gelen tek şey bu: seni hep koruyacağım. Unutma, gözlerim her zaman senin üzerinde. -Tayfur"
Ravza’nın kalbi hızla atmaya başladı. Tayfur'un ona böyle bir hediye göndermesi, ona hissettikleri ile ilgili daha derin bir mesaj veriyordu. Ama aynı zamanda Efruz’un bu hediyeyi getirmesi, olayın garipliğini artırıyordu. İçindeki karmaşık hisleri saklamaya çalışarak Efruz’a döndü.
Ravza (soğukkanlı, ama temkinli bir sesle): "Bu parfümü kabul edeceğim, ama Tayfur’a teşekkürümü kendim iletirim. Bir daha aracılık yapmana gerek yok."
Efruz yine o alaycı gülüşünü takındı, gözlerinde oyunbaz bir parıltı vardı.
Efruz (gülerek): "Yengeee, Tayfur seni gerçekten düşündüğünden emin ol. Ama beni de unutma, her zaman bir haberin varsa... yengem, ben buradayım."
Ravza, bu lafın ardındaki gizli anlamı çözmeye çalışırken, Efruz geriye dönüp yavaşça uzaklaştı. Ravza, elindeki kutuya ve nottaki kelimelere bir kez daha baktı. Tayfur’un ona olan hisleri, açıkça ortadaydı. Ama bu hislerin altında yatan başka bir tehlike var mıydı? Kafası karışık halde, hızlıca yoluna devam etti, ama Tayfur’un dünyasındaki karanlık ve karmaşa onu içine çekmeye devam ediyordu.
Ravza eve gelir gelmez, ilk işi ayakkabılarını çıkarıp terliklerine geçmek oldu. Günün ağırlığı omuzlarında bir yük gibi duruyordu. Bir an bile tereddüt etmeden banyoya yöneldi. Banyoya girer girmez aynaya baktı, yüzü yorgun ve solgun görünüyordu. Günün bütün stresi ve yaşadığı olaylar gözlerinin altında toplanmıştı. Derin bir nefes aldı, soğuk suyu açtı ve ellerini yüzüne çarptı.
Su, bir anlık ferahlık getirse de zihnindeki karmaşa dinmiyordu. Tayfur’un gönderdiği parfüm, Efruz’un imalı konuşmaları, annesinin bakışları… Hepsi üst üste binmişti. Sanki boğazındaki o morluklar gibi, hayatı da giderek daralıyordu. Aklında sürekli Tayfur vardı. O, gerçekten düşündüğü gibi biri miydi? Yoksa onun da bir karanlık yanı mı vardı?
Bir süre aynaya baktıktan sonra, gözlerini kapatıp derin bir nefes daha aldı. Sonra banyodan çıktı, kendini toparlamaya çalışarak yavaşça odasına yöneldi. Parfüm şişesi hâlâ çantasındaydı. Çantasını açıp ona bir kez daha bakarken, karar vermesi gerektiğini hissetti. Tayfur’un hislerini göz ardı edebilir miydi? Yoksa bu karanlık dünyada ona gerçekten güvenebilir miydi?
Ravza’nın içindeki sesler susmuyordu, ama ne olursa olsun, kendi yolunu bulmak zorundaydı. Ravza düşüncelerinden sıyrılarak yemek masasına oturdu. Annesi her zamanki gibi özenle yemekler yapmıştı, ama Ravza'nın iştahı yoktu. Masaya göz gezdirirken tabağının kenarında bir saç teli gördü. Kafasında aniden beliren tedirginliği savuşturmaya çalıştı, ancak içindeki huzursuzluk kolay kolay dağılmıyordu.
Bir süre sonra babası masaya oturdu, ardından annesi ve kardeşi de yerlerini aldı. Sessiz bir yemek olacağını düşünmüştü, fakat babasının ani bir hareketi, masadaki havayı bir anda gerdi. Babası, elindeki bıçağı hışımla alıp annesinin elinin üzerine bastırdı. Ravza’nın kalbi hızla atmaya başladı; o an sanki dünya durdu. Annesinin gözleri korkuyla dolarken, Ravza donmuş gibi hissetti. Babasının yüzünde en ufak bir tereddüt yoktu, soğukkanlı bir şekilde baskısını artırdı.
Baba (soğuk ve tehditkar bir sesle): "Bir daha tabağımda böyle bir hata görmeyeceğim, anladın mı?"
Annesi acıdan nefesini tutmuştu ama hiçbir şey söylemedi. Ravza’nın içi öfkeyle doldu, ama bir kelime bile edemedi. Kardeşi de aynı şekilde sessiz kalmıştı. Masada herkes suskundu, yalnızca babasının sesi yankılanıyordu. Bu olay, Ravza’nın içindeki çocukluktan kalma korkuları yeniden canlandırdı.
Ravza, babasının annesinin eline bıçağı bastırdığı o anda içindeki öfkeyi daha fazla tutamadı. Annesi zayıf bir sesle "Affedersin," dediğinde Ravza patladı. Onca yıldır biriktirdiği öfke, korku ve çaresizlik bir anda dudaklarından dökülmeye başladı. Her kelime, yılların suskunluğunu bozuyordu.
Ravza (bağırarak): "Affetmek mi?! Neden hep affediyorsun, anne?! Neden hep bu adamın önünde eğiliyorsun? Yeter artık! Yeter! Hepimizi mahvediyorsun, bunu görmüyor musun?!"
Ravza’nın gözleri dolmuştu, öfkesinden titriyordu. Masanın başındaki babası, şaşkın bir an geçirdi ama hemen kendine geldi. Gözleri, delici bir öfkeyle doldu. Ravza’ya bir an bile tereddüt etmeden dik dik baktı.
Baba (tehditkar ve alaycı): "Sen kime bağırıyorsun? Kendini ne zannediyorsun?"
Babası sinirlenip bir anda elini yemek masasının örtüsüne uzattı. Tüm gücüyle örtüyü çekti ve masadaki her şey yere saçıldı. Tabaklar, bardaklar ve yemekler etrafa saçılırken bir uğultu koptu. Bu hareket evdeki sessizliğin son kırıntısını da yerle bir etmişti. Ravza geri çekildi, ama korkusundan çok öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. Babası, belindeki kemeri hızla çıkardı ve onu vurmak üzere kaldırdı.
Baba (bağırarak): "Sen de annen gibi olacaksın! Kafa tutmaya başladın, demek öyle ha? Bu evde benim sözüm geçer!"
Kemer sert bir şekilde havada savruldu ve Ravza'nın sırtına indi. O an her şey durmuş gibi hissetti. Canı yanmıştı, ama acıdan çok gururu kırılıyordu. Babasının elinden çıkan her darbe, onun hem fiziksel hem de duygusal yaralarını derinleştiriyordu. Annesi, Ravza’yı korumak için atıldı.
Anne (ağlayarak, yalvaran bir sesle): "Yapma! Ne olur, yapma! O daha çocuk! Onu suçlama! Lütfen!"
Annesi Ravza'yı korumaya çalışırken, babası öfkesini kontrol edemiyordu. Kemer yine havada savruldu, bu kez annesi de araya girmeye çalışıyordu, ama başaramıyordu. Annesinin ilk kez bu kadar çaresiz olduğunu görmek Ravza’nın yüreğini burktu. O güçlü kadın, şimdi bir enkaza dönmüştü. Ravza annesini ilk defa böyle ağlarken görüyordu; bu, onun çocukluk kabuslarının gerçek olması gibiydi.
Ravza (ağlayarak, çığlık atarak): "Yeter! Yeter artık! Annemi bırak, beni bırak! Sana ne yaptık biz?!"
Her darbe, Ravza’nın sırtında bir iz bırakırken, babası durmaksızın bağırıyor ve vurmaya devam ediyordu. Ravza, yerden kalkmaya çalıştı ama acıdan doğrulamadı. Vücudu titrerken gözleri doldu; bu acı fiziksel olduğu kadar ruhsal bir kırılmaydı. Annesinin çaresizliği, babasının zulmü ve evdeki bu karanlık, onun hayatındaki her şeyi sarsmıştı. Bir yandan acısını bastırmaya çalışırken, bir yandan da derin bir nefes aldı ve sessiz bir çığlık attı.
Ravza (içinden, gözyaşları içinde): "Neden kimse durdurmuyor bunu? Neden kimse bizi kurtarmıyor?"
Gözleri annesinin yaşlı gözlerine takıldı. Annesinin elleri titriyordu, yüzü ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Ravza, babasının karşısında daha fazla direnemedi, gözlerini kapattı. Sanki o an yalnızca karanlık vardı ve bu karanlıkta kaybolmuştu. İçindeki küçücük umut ışığı bile sönerken, sessizce pes etti. Ravza'nın zihni, babasının her vuruşunda kararıyor, her darbesiyle daha da derinlere iniyordu. Kemerin her savruluşu, Ravza'nın sırtında yankılanıyordu. Gözleri kararmış, kulaklarında sadece babasının öfkeli çığlıkları vardı. Bir anda geceyi delen üç el silah sesi, her şeyi susturdu. Sessizlik... Sadece o yankılanan silah sesleri. Gözlerini açamadan önce, babasının yere yığılma sesi geldi kulağına.
Bir çığlık… Bu annesinin çığlığıydı.
Anne (çığlık atarak): "Hayır! Hayıııır!"
Ravza'nın kardeşi, babasına üç el ateş etmişti. Annesi hemen silahı kardeşinin elinden aldı, panik içinde ne yapacağını bilmeden silahı elbisesine sürtmeye başladı. Annesinin gözleri delirmiş gibiydi, kocasının yere serili bedenine bakmadan tek düşündüğü şey çocuklarıydı.
Anne (hızla, nefes nefese): "Sen yapmadın! Sen yapmadın! Anladın mı? Ben vurdum, ben yaptım!"
Kardeşi donmuş gibiydi, sadece kekeliyordu.
Kardeşi (titrek bir sesle): "Hayır, anne… Ben… Ben vurdum…"
Annesi, onu susturmak için ellerini silahın üzerine bastırdı, yüzünde ne yapacağını bilemeyen bir kararlılık vardı. Sonra gözleri Ravza'ya kaydı, yerde yatan Ravza’ya doğru koştu. Her şeyi unutmuştu, kocasını, yerdeki kanı, dehşeti… Tek düşündüğü kızıydı.
Anne (Ravza’ya koşarak): "Ravza! Anneciğim, affet beni… Affet beni güzel kızım…"
Annesi, Ravza’yı kollarına aldı. Ravza, annesinin sıcak kollarına sarıldığında, bu anın gerçek olup olmadığını anlayamıyordu. Her şey bir kâbus gibi geliyordu ona, ama annesinin ağlayışları gerçekti, gözyaşları yüzüne damlıyordu. Annesi, hiçbir şey umursamadan kocasının yerdeki bedenine bile bakmadan Ravza'yı kucakladı ve arabasına doğru sürükledi. Yalnızca kızını düşünüyordu, onun hayatı her şeyden önemliydi.
Anne (hızlı, ağlamaklı bir sesle): "Senin canın daha önemli… Seni kaybedemem, güzel kızım… Seni kaybedemem…"
Ravza, annesinin göğsünde hıçkırıklarla sallanırken, kucağında taşınırken, olan bitenin ağırlığı altında eziliyordu. Bu bir kurtuluş muydu, yoksa sadece daha büyük bir kaosun başlangıcı mıydı? Babası, kardeşi, annesi… Hepsi yok olup gidiyordu, geriyekalan sadece Ravza’nın derin iç çekişleriydi. Ravza’nın annesi, arabayı sürerken birden gecenin karanlığını delen patlama sesleri şehrin her köşesinden yankılanmaya başladı. Şehrin her noktasında yükselen patlama sesleri, arabanın içindeki herkesin yüreğine korku saldı. Ravza, arka koltukta kardeşine sarılırken gözleri dehşetle dışarıya bakıyordu.
Ravza (titreyerek): "Anne, ne oluyor? Bu sesler ne?"
Annesi, direksiyonu sımsıkı tutarak hızla ilerlemeye çalıştı. Ancak patlamalar daha da yakından duyulmaya başlayınca, bir an tereddüt etti ve gözleri karanlığın içindeki alevlere doğru kaydı. Patlamalar giderek artıyor ve şehir sanki bir savaş alanına dönüşüyordu. Arabayı daha fazla sürmenin tehlikeli olduğunu fark eden annesi, durdu. Arka koltukta çaresizce titreyen Ravza'ya dönüp kararlı bir sesle konuştu.
Anne (hızla nefes alarak): "Arabadan çıkmamız gerekiyor. Hemen buradan uzaklaşmalıyız!"
Arabayı terk etme kararı verdikten sonra annesi, Ravza’yı kollarına aldı ve arabadan hızla çıkıp karanlık sokağa doğru ilerlemeye başladı. Kardeşi de annesinin peşinden koşturuyordu. Patlama sesleri hala devam ediyordu, gökyüzü kızıl alevlerle aydınlanmıştı.
Ravza (panikle): "Anne, nereye gidiyoruz? Bizi bulacaklar mı?"
Annesi, Ravza’yı sımsıkı tutarak koşmaya devam etti. Bir yandan gözlerini etrafındaki tehlikeden ayırmadan, diğer yandan çocuklarına güven vermeye çalışıyordu.
Anne (ciddi ama yumuşak bir sesle): "Ben buradayım, kızım. Her şey yoluna girecek, seni koruyacağım."
Ancak patlama sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Şehrin dört bir yanından yükselen alevler, karanlığı daha da tehditkâr hale getiriyordu. Annesi, Ravza’yı kollarında taşıyarak daha güvenli bir yere ulaşmaya çalışırken, adımları hızlandı. Kardeşi de annesinin yanına yaklaşarak ona destek olmaya çalışıyordu.
Bir an annesi durdu, soluk soluğa kalmıştı. Sokakta kimseler yoktu, yalnızca patlamaların yankısı ve havada süzülen toz vardı. O an, kızına baktı; gözlerinde korku ve kararlılık bir aradaydı.
Anne (yavaşça, ama kararlı): "Seni koruyacağım, Ravza. Ne olursa olsun seni bırakmayacağım."
Bu sözlerle birlikte, karanlığın içinde kaybolmaya devam ettiler. Şehir artık eskisi gibi değildi. Her köşede tehlike ve belirsizlik kol geziyordu, ancak annesi, bu kaosun ortasında Ravza ve kardeşini hayatta tutmak için her şeyi yapmaya kararlıydı. Karanlık sokakları yankılayan soğuk ve keskin bir sesle, her şey bir anda değişti.
Gizemli Ses (sert ve tehditkâr): "Ellerinizi yukarı kaldırın!"
Ravza’nın kalbi bir anlığına duracak gibi oldu. Annesinin kollarında hala titreyen Ravza, o an geleceğin eskisi gibi olmayacağını hissetti. Bu an, onların hayatındaki en büyük kırılma noktası olacaktı. Annesi anında durdu, elleri hala Ravza'yı sıkıca tutuyordu. Gözleri hızla etrafı taradı, ancak nereden geldiklerini kestiremedi. Sokak, karanlık ve sessizdi, ancak ses oldukça yakından geliyordu.
Anne (fısıltıyla, korku ve kararlılıkla): "Sakin ol, Ravza. Sadece sakin kal."
Ravza, annesinin fısıltısındaki titreşimi hissetti, ama yapacakları çok kısıtlıydı. Patlama sesleri hala arka planda yankılanırken, şimdi bu gizemli ses onlara doğru yaklaşıyor gibiydi. Birkaç adım sesi daha duyuldu ve gölgelerden beliren silahlı adamlar karanlıktan ortaya çıktı.
Birinci Adam (silahını onlara doğrultarak): "Eller yukarı dedim!"
Ravza’nın annesi, yavaşça ellerini kaldırdı. Ravza ve kardeşi annesinin hemen arkasına saklanmışlardı, korkudan nefes almak bile zor geliyordu. Adamlar, onları baştan aşağı süzerken, bir tanesi daha yaklaşıp gözlerini Ravza’ya dikti.
İkinci Adam (alaycı bir şekilde): "Ne var ne yok hanımefendi? Şehirdeki kargaşadan kaçıyor musunuz?"
Ravza’nın annesi, gözlerini kaçırmadan adamın gözlerine baktı, fakat hiçbir şey söylemedi. Karşısındaki tehditkâr bakışlara rağmen, güçlü ve koruyucu bir tavır sergilemeye çalışıyordu. Ama Ravza, annesinin içindeki korkuyu hissedebiliyordu.
Ravza (kendi kendine fısıldayarak): "Bu bir kabus... Bu bir kabus..."
Ancak bu kabus, onların gerçekliğiydi. Karanlık sokaklar, silahların gölgesi, ve kaçacak bir yerin olmaması her şeyi daha da umutsuz kılıyordu. Ravza’nın kardeşi, olanları kavramaya çalışarak annesinin etrafına daha da yaklaştı.
Birinci Adam (sertçe): "Kimseye zarar vermek istemiyoruz. Ama itaatsizlik ederseniz, işler değişir."
Bu sözler, her şeyi anlatıyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ravza, hayatında daha önce hissetmediği kadar yoğun bir korku ve çaresizlikle yüzleşiyordu.
|
0% |