@aytengul
|
Merhaba bir bölümle daha sizlerleyim kusura bakmayın bölüm yazamadım. Açık konuşmak gerekirse yoeum ve ya oy gelmediği için yazmak istemiyorum artık eskisi gibi yazma isteğim kalmadı. Neyse iyi okumalar dilerim. Karanlığın içinden gelen iki el ateş sesi, Ravza’nın zihnindeki o boğucu sessizliği paramparça etti. Gözleri ağır ağır aralandığında, etrafında hala yankılanan silah seslerinin şokunu atlatmaya çalışıyordu. Başını zorlukla kaldırdığında ise, karşısında Efruz’u gördü. Siyah kıyafetlerinin içinde, silahı hala duman tütüyordu. Onu bu kaostan çekip çıkaran yine Efruz olmuştu. Gözlerinde hafif bir panik ve aciliyetle Ravza’ya doğru eğildi.
Efruz (telaşla): "Yengecim, iyi misin? Aman Allah’ım, bunu sana kim yaptı? Tayfur delirecek!"
Efruz, Ravza’nın yaralı olduğunu fark etmiş, ama endişesini belli etmemeye çalışarak hemen yanına gelmişti. O sırada bakışlarını Ravza'nın annesi Tülay ve kardeşi Haldun’a çevirdi. Anında bir karar verdi, çünkü tehlike hala peşlerindeydi. Ravza’nın ailesi hakkında zaten bilgi sahibiydi; Haldun’un ne kadar çekingen ve zayıf karakterde olduğunu biliyordu.
Efruz (sert bir tonla, ama korkutmadan): "Hadi, hemen arabaya binin! Bir an bile kaybetmemeliyiz."
Haldun şaşkınlıkla ve korkuyla başını eğdi, annesinin kolundan tutarak arabaya doğru sürüklemeye başladı. Tülay, gözleri yaşlı ama güçlü bir şekilde hareket etti. Efruz, Ravza’yı dikkatlice kollarına aldı. Ravza’nın bedeni zayıflamış, gözleri kapanmak üzereydi, ama hala yaşananları anlamaya çalışıyordu. Efruz’un kollarında güvenli hissetmeye çalıştı, ama kafasının içinde yankılanan bir ses vardı: "Tayfur bunu asla affetmez…"
Efruz (dişlerini sıkarak, kendi kendine): "Dualar edin yenge hanıma bir şey olmasın…"
Efruz, Ravza’yı yavaşça arabaya yerleştirirken gözleri karanlığın içinde bir an durakladı. Her şeyin kontrolden çıkabileceği ihtimali onu bile tedirgin etmişti. Arabaya bindiklerinde, siyah filmli camlar hemen kapandı. Sokak lambalarının cılız ışıkları bile artık dışarıya sızmıyordu. Arabanın içi karanlıktı, tıpkı gecenin içindeki gibi. Şehir, arka planda patlamalar ve kaosla yanıp tutuşurken, Efruz arabanın direksiyonuna geçti ve hiç vakit kaybetmeden gaz pedalına bastı.
Efruz (kendi kendine, alçak sesle): "Tayfur Şahin Erdemir’in gizli evine gitmeliyiz. Orada güvendesiniz. Ama bu gece her şey değişecek."
Yolculuk boyunca, Ravza’nın gözleri yarı kapalıydı. Vücudu yorgun, zihni bulanıktı. Efruz’un arabayı hızla sürdüğünü hissedebiliyordu, ancak başını çevirdiğinde gördüğü tek şey karanlıktı. İçindeki korku, bu kaçışın sonu olmadığını fısıldıyordu. Her şey daha da karmaşıklaşacak, daha derin bir uçurumun kenarına sürükleneceklerdi.
Annesi ve kardeşi arka koltukta sessizce oturuyorlardı. Korkunun soğuk elleriyle birbirlerine tutunmuş, kaderin onları nereye sürükleyeceğini bilmeden bekliyorlardı. Ravza, gözlerini bir an daha kapamadan önce annesinin yüzünü düşündü, Tayfur’u düşündü. Efruz'un söyledikleri zihninde yankılandı: "Tayfur delirecek..."
Bu karanlık gecede, kimse neler olacağını kestiremyordu . Tayfur Şahin Erdemir’in görkemli evi, uzaktan bakıldığında karanlığın içinde neredeyse kaybolmuş gibiydi. Şehirin en sonlarında, kimsenin kolay kolay geçmeye cesaret edemeyeceği bu kasvetli malikâne, siyah tonların hakimiyeti altında, sanki geceyle bir olmuştu. Gündüzleri, evin ön cephesi etrafını saran güllerle bir nebze olsun renklenir, bu eski yapıya bir hayat belirtisi katardı. Ancak gecenin karanlığı her şeyi yutmuş, güzellikleri gizlemişti. O güller bile şimdi yalnızca siyah birer siluet gibiydi.
Ev 13 odadan oluşuyordu, ancak herkesin bildiği gibi bu odalardan 3’ü kilitliydi. Ne Efruz ne de başka biri o odaların kilidini açmaya cesaret edebilirdi. Çünkü bu odalar Tayfur’un geçmişine, derin bir karanlığa açılan kapılar gibiydi. Çocukluğundan kalan yaraları, anıları ve kim bilir daha neleri saklıyordu o odalarda. Tayfur, bu odaları kendi elleriyle mühürlemiş, kilitlemişti; ne kimseye göstermek ne de o acılarla yeniden yüzleşmek istemişti.
Tayfur’un bu evde geçirdiği yıllar, çocukluğu boyunca bir yalnızlık cehennemine dönüşmüştü. O zamanlar hayat, bu büyük ve boş evde tek başına kalmaktan ibaretti. Zamanla bu yalnızlık onu şekillendirmiş, duygularını bir zırha, sevgisini ise bir silaha dönüştürmüştü. Ev, onun için bir barınak olmaktan çıkmış, bir mahkuma dönüştüğü anıların kilitli sandığı olmuştu. O evde Tayfur'un hatırlamak istemediği çok fazla şey vardı, ama o hatıraların gölgesi her daim peşindeydi.
Yıllar sonra, o evde yeniden yaşamayı kabul ettiğinde tek bir amacı vardı: o evi tamamen kendi suretine dönüştürmek. Ev, şimdi tıpkı Tayfur gibi görünüyordu: dışarıdan bakıldığında sert, mesafeli ve ürkütücü, ancak içindeki duvarlar derin acılarla dolu.
Gecenin karanlığında, Ravza ve ailesini taşıyan siyah arabanın farları Tayfur’un bu kasvetli evine doğru yaklaştıkça, karanlığın onları içine çekeceği hissi güçleniyordu. Bu ev, dışarıdan bakan herkes için sadece bir bina gibi görünse de, içeride yaşayanlar için her odasında bir sır, bir travma saklıydı. Ve şimdi, Ravza bu gizemli evin bir parçası olmaya çok yakındı, hem de farkında olmadan. Efruz, arabayı Tayfur'un görkemli evinin önünde durdurdu. Hızla Ravza'yı kucağına alıp kapılara doğru yürüdü. Evin devasa demir kapıları önünde durduğunda, yanındaki paneldeki düğmeye bastı ve kapılar ağır ağır açılmaya başladı. Efruz, Ravza'yı taşıyarak hızla içeri girdi.
Bu ev sıradan bir yer değildi; Tayfur’un evine girmek de, oradan çıkmak da öyle kolay değildi. Evin her bir duvarı korunaklıydı, adeta bir kaleydi. İzin verilmediği müddetçe dışarıdan kimse içeriye adım atamazdı, içeride olan biri ise bu duvarların dışına çıkamazdı. Tayfur, evini bir kale gibi inşa ettirmişti; içerisi güvenli, ama bir o kadar da hapseden bir yerdi. Evin iç tasarımı ve güvenlik sistemleri, dış dünyaya tamamen kapalı bir yer yaratmak için özenle planlanmıştı. Her oda, her koridor Tayfur'un iradesiyle hareket ederdi.
Hırsızlar ve suçlular bile bu eve adım atmaktan çekinirdi; çünkü Tayfur'un kim olduğu, ne kadar tehlikeli biri olduğu çoktan biliniyordu. Onun evi, dışarıdan bakıldığında erişilmez bir kaleydi. Ve bu evde Tayfur’un izin vermediği hiçbir şey gerçekleşemezdi.
Efruz, Ravza'yı Tayfur’un gizli odalarından birine götürürken içindeki tedirginliği bastırmaya çalışıyordu. Ravza'nın gözleri hala kapalıydı, ama Efruz onun için endişeleniyordu. Bir an önce Tayfur'un onu görmesi gerekiyordu; yoksa işler daha da kötüye gidebilirdi.
Tayfur, bu evin her köşesinde bir sırrını saklıyordu, ama belki de en büyük sırrı, bu evin asıl mahkûmunun kendisi olduğuydu. Efruz, Ravza’yı kucağında taşırken, arkasında Tülay ve Haldun sessizce takip ediyordu. Kapıyı açtığında, karşılarına Tayfur'un efsanevi evinin karanlık atmosferi yayıldı. Gotik mimaride inşa edilen bu ev, korkutucu ama bir o kadar da ihtişamlıydı. Her köşede yükselen ağır parfüm kokusu, havayı doldurmuştu. Duvarlarda asılı olan parfüm portreleri ve raflara dizilmiş sayısız parfüm şişesi, Tayfur'un bu dünyada kokularla bir bağ kurduğunu hissettiriyordu. Bu parfümler onun anılarını, belki de geçmişini saklıyordu.
Efruz, Ravza’yı yavaşça yukarı taşırken merdivenler boyunca adımlarını hızlandırdı. Merdivenlerin sonundaki büyük kapıya yaklaştığında duraksadı, nefesini toparladı ve kapıyı itti. Burası Tayfur’un özel yatak odasıydı; evin en mahrem köşesi, en büyük sırlarının saklandığı yer.
Yatak odasına girdiğinde odanın genişliği ve loş ışıkları onları karşıladı. Oda koyu renk mobilyalarla döşenmişti, pencerelerden sızan hafif ay ışığı içeriye zar zor vuruyordu. Tavanda asılı devasa bir avize, odaya gotik bir ihtişam katıyordu. Efruz, Ravza’yı yavaşça büyük, kadife örtülü yatağın üzerine bıraktı. Ravza'nın yüzü hâlâ solgundu, ama nefes alıyordu.
Efruz, Tülay ve Haldun'a bir bakış attıktan sonra derin bir nefes alarak konuştu:
"Eğer Tayfur burada olsaydı... Onun yanıtını beklerdik, ama şimdi hızlı olmamız gerek. Onun için bu oda güvenli. Kardeşinize iyi bakın."
Tülay, Ravza’nın yanına oturdu, gözleri dolmuştu. Haldun ise korkuyla etrafına bakınıyordu. O da bu karanlık dünyanın içinde ne yapacağını bilemez haldeydi. Efruz, onları odada bıraktı ve Tayfur’un nerede olduğunu bulmak için aceleyle odadan çıktı.
Bu sırada odada geriye sadece karanlık, parfüm kokuları ve Tayfur’un geri döneceği ana kadar bekleyen sessizlik kalmıştı. Bir saat kadar geçmişti ve Ravza, verilen sakinleştirici sayesinde huzurla uyuyordu. Odanın sessizliği içinde Efruz, hemşire olarak elinden geleni yapmıştı, ama durumu daha yakından incelemek için Tayfur’un üçüz kardeşi Teoman Tufan devreye girmişti. Erdemir üçüzleri bilinen bir gerçekti; hepsi tıp dünyasında saygı duyulan cerrahlardı. Tayfur’un hastaneden uzak durması, kardeşleriyle birlikte kurdukları bu sır dolu hayatın bir parçasıydı.
Teoman, Ravza’nın başucunda durup dikkatle ona baktı. Her ne kadar sakinleşmiş ve uyuyor gibi görünse de, başına aldığı darbeler ve yaşadığı travma göz ardı edilemezdi. Teoman, titizlikle Ravza’nın nabzını kontrol etti, ardından bir el feneri çıkarıp göz bebeklerine baktı.
Teoman (düşünceli bir şekilde): "Hafif bir beyin sarsıntısı geçirmiş olabilir... Neyse ki ciddi bir kanama ya da kırık yok gibi görünüyor."
Efruz (endişeli bir şekilde): "Tayfur bunu duyarsa delirecek. Kızcağızın başına gelenler onu çıldırtacak."
Teoman kaşlarını çatarak Efruz’a döndü.
Teoman (soğukkanlılıkla): "Tayfur her zaman öfkesine yenik düşüyor, ama bu kez sabırlı olması gerekecek. Ravza’nın dinlenmesi ve toparlanması lazım. Onun için bu ev en güvenli yer."
Teoman, Ravza’nın üstünü düzeltti ve ona zarar verebilecek en ufak bir durumu bile ciddiye alıyordu. Tıp eğitimi onu bu tür krizlerde sakin ve kontrollü yapmıştı, ama içten içe biliyordu ki Tayfur bunu öğrendiğinde işler kontrolden çıkabilirdi.
Efruz, Teoman'ın profesyonel tavrına rağmen, bu durumun ne kadar tehlikeli bir hale gelebileceğini düşünerek odayı terk etti. Tayfur’un bu olanları nasıl karşılayacağı, Efruz’un içinde büyüyen bir endişeydi.
Odada kalan Tülay ve Haldun, korku ve endişeyle Teoman’a bakıyorlardı. Anne Tülay, Ravza’nın başucunda oturup dualar mırıldanırken, Haldun bir köşede sessizce olan biteni izliyordu. Gecenin karanlığı bu evde daha da derinleşirken, hepsi aynı soruyu soruyordu: "Tayfur döndüğünde ne olacak?"
Olayların akışı hızla bir felakete doğru sürükleniyordu. Tayfur, Efruz’un anlattıklarını duyar duymaz gözlerinde karanlık bir öfke belirdi. Ravza'nın yaşadığı dehşeti hayal etmek bile yetiyordu. Efruz, sakin ama sert bir tonla devam etti.
Efruz: "Ravza’nın babası yaptı, Tayfur. Onu evde vurulmuş hâlde bulduk. Haldun üç el ateş etti. Ben... Ben babasını aldım ve kurşunları çıkardım, ama Tayfur… narkozsuz yaptım. Zaten bunu hak etmişti."
Tayfur derin bir nefes aldı, ellerini sıkıca yumruk yaptı. Bu bilgi, içindeki öfkeyi daha da büyütmüştü. Ravza’nın babası... O adama olan kini, onu tamamen kontrolsüz bir öfke seline sürüklüyordu. Gözleri, karanlık bir gökyüzü gibi daha da sertleşti. Kendini, Ravza’nın babasının acımasızca vurulmasını izlerken hayal etti. Ama şimdi, burada kalması gerekiyordu... Şimdilik.
Tayfur (dişlerini sıkarak): “Ravza’nın babası… Ona dokundu. O adama her şeyin bedelini ödeteceğim. Ama şimdi... Şimdi burada beklemek zorundayım. Bu duvarlar, bu cehennem... Ama çok az kaldı. Buradan çıkacağım, Efruz. Ne olursa olsun. O gün geldiğinde, artık kimse beni durduramayacak."
Efruz, Tayfur’un kararlılığını ve gözlerindeki öfkeli parıltıyı görüyordu. Bu, sıradan bir tehdit değildi. Tayfur’un içindeki volkan patlamak üzereydi ve o gün geldiğinde, her şeyi yerle bir edecek bir kasırga olacaktı.
Efruz (sessizce): “Tayfur, dışarı çıkmak için acele etme. Ravza'nın sana ihtiyacı var, ama onu sağ salim görmek için doğru zamanı bekle. O sırada biz Ravza’yla ilgileneceğiz.”
Tayfur, odanın karanlık köşesine doğru yürüdü. Odanın ortasında durup gökyüzüne bakar gibi başını kaldırdı. Bu dört duvar arasında geçirdiği her gün, öfkesini ve intikam arzusunu daha da körüklüyordu.
Tayfur (sessiz ama kararlı bir tonla): “Çok az kaldı, Efruz. Çok az. Ravza’nın yanında olacağım. Ve o herif... O herif, Ravza’ya dokunmanın ne anlama geldiğini anlayacak. Benim olduğum bir dünyada, kimse ona zarar veremez.”
Kapıya döndü, derin bir nefes aldı ve Efruz’a döndü.
Tayfur: “Her şey hazır olduğunda beni haberdaret. Ravza güvende olana kadar bu savaş bitmeyecek. Ve ben... Ben artık beklemekten bıktım."
O an, Tayfur için bekleyişin sona yaklaştığını hissetti. Ravza'nın yanında olmak, ona tüm bu acıların bir daha yaşanmayacağına dair söz vermek için her şeyi yapacaktı. Özgürlüğü, artık yalnızca bir zaman meselesiydi. Ülkenin durumu gün geçtikçe daha da kötüleşiyordu. Dün gece birden fazla patlama olmuş, kaos şehirlerin üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Devrimciler sokaklarda boy göstermeye başlamıştı, hatta Tayfur ve Ravza’nın hayatı da bu kaosun ortasında tehlikeye girmişti. Efruz, devrimcilerden birkaçını engellemeseydi, belki de o gece son geceleri olacaktı.
Efruz’un anlık müdahalesi sayesinde hayatta kalmışlardı, ama bu sadece bir başlangıçtı. Ülke giderek kaosa sürüklenirken, otorite boşluğu büyüyor ve yeni, sert yasalar yürürlüğe giriyordu. İnsanlar artık sokaklara çıkamaz olmuştu. En önemli yasalardan biri de dışarı çıkma yasağıydı. Bu yasa, ülkenin dört bir yanında uygulanmaya başlanmıştı. Sokaklarda dolaşmak, geceleri dışarı çıkmak ölümle sonuçlanabilecek bir riskti.
Artık hiç kimse güvende değildi.
Kaos her geçen gün büyüyor, belirsizlik içinde insanlar korku içinde yaşıyordu. Her köşe başında devrimcilerin sesi yankılanıyor, patlamalar, yangınlar ülkenin dört bir yanına yayılıyordu. Tayfur’un gözlerinde yalnızca öfke değil, bir an önce Ravza’yı güvende tutma arzusu da vardı. Bu karanlık günlerde her şeyin ne zaman normale döneceği belirsizdi.
Tehlikeli bir dönemin başladığı bu dünyada, her şey hızla değişecekti. Çünkü sosyal çürüme başlamıştı. Toplumun temelleri, değerler ve ahlaki normlar hızla çökmekteydi. Kapitalizm, kendini defalarca yenileyebilir, krizlerden daha güçlü çıkabilirdi. Ancak sosyal çürüme bir kez başladığında, onu geri döndürmek neredeyse imkansız hale gelirdi. İnsanlar birbirine olan güvenini kaybediyor, toplumsal bağlar çözülüyordu.
Kapitalin döngüsünde var olan düzen bir şekilde ayakta kalabilir, ama sosyal çürüme başladığında, insanlar arası ilişkiler, aile bağları, komşuluklar ve dostluklar tehlikeye girerdi. Bir toplumun çözüldüğü bu tür zamanlarda, kaos ve anarşi hızla yayılır, düzenin yerini belirsizlik ve korku alırdı. Herkesin güvendiği yapılar bir bir yıkılmaya başlamıştı.
Yasalar ve kurallar artık yalnızca kâğıt üstünde kalıyordu. Devrimci hareketler bu boşluğu doldurmaya çalışıyor, şiddet ve baskı her yere yayılıyordu. Devletin kontrolü kaybettiği bu kaos ortamında, kimse güvende değildi. Kapalı kapılar ardında insanlar hayatta kalmaya çalışıyor, dışarıda ise sokaklar savaş alanına dönüşüyordu.
Bu, sadece bir başlangıçtı. Çünkü sosyal çürüme bir kez başladığında, ardı arkası kesilmezdi...
|
0% |