Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@aytengul

 

Gene geldim.....

 

Güzel bölüm okuyup yorumlayalım...

Hadi öptüm...

 

 

 

Semra, kısa bir dinlenmenin ardından derin bir nefes aldı. O kadar uzun zamandır bekliyordu ki, bugün her şeyin değişeceği gündü. Zihninde, Kezban ve Kumru’ya yapacaklarını tekrar tekrar canlandırıyordu. Kezban, babasının, kardeşinin ve kocasının üvey annesiydi, Kumru ise üvey eltisi. Bu iki kadın hayatını cehenneme çevirmişti. Semra, onların sebep olduğu acıları asla unutmayacaktı.

 

Kezban, Semra’nın kaynanasını öldürmüştü, Kumru ise onu sakat bırakmıştı. İki uzun yıl boyunca, Semra ne konuşabiliyor ne de bedenini hareket ettirebiliyordu. Sadece gözlerini kırpabiliyor, etrafında olup bitenleri izlemekten başka bir şey yapamıyordu. O iki yıl, Semra’nın kararlılığını bilemişti. Artık bedeni ona yeniden itaat etmeye başlamıştı; ellerini, kollarını hareket ettirebiliyordu, sesi geri gelmişti. Yalnızca bacakları, daha fazla antrenmana ve belki de bir ameliyata ihtiyaç duyuyordu. Ama ameliyatla birlikte her şeyin düzeleceğini biliyordu. Ancak asıl çözüm, içindeki intikam ateşini söndürmekti.

 

Bugün, Semra için bir dönüm noktası olacaktı. İntikamını almadan duramazdı. İçinde biriken öfke, yılların acısı ve ihanetlerin izi, onu harekete geçmeye zorluyordu. "Dün sizin elinizden imansız gelir," derler. Bugün, Semra için o gündü. Sessizliğin intikam çığlığına dönüşeceği, adaletin kendi elleriyle sağlanacağı gün.

 

Odasından çıkarken, her bir adımı, intikamın ağır ve kararlı adımlarıydı. Kezban ve Kumru’nun ona yaşattıklarının bedelini ödetme zamanı gelmişti. Bu defa, kimse Semra’yı durduramayacaktı.

 

Kenan, Semra’nın çağrısını duyduğu anda çalışma odasındaki işini yarıda bırakıp yanına geldi. Semra'yı kucağına alarak dikkatlice merdivenlerden aşağı indirdi ve onu tekerlekli sandalyeye yerleştirdi. Kenan’ın gözlerinde her zaman olduğu gibi, Semra’ya olan sevgisi ve bağlılığı vardı. Ancak, o gün Semra’nın içinde fırtınalar kopuyordu; intikam ateşiyle yanıyordu.

 

Semra, tekerlekli sandalyesinde biraz doğruldu ve derin bir nefes aldı. Sonra, yüksek ve otoriter bir sesle Kezban’ı çağırdı. "Kezban!" Sesi koridorlarda yankılandı, duvarları delip geçen bir öfkeyle doluydu. Kezban, adımlarını hızlandırarak yanına geldi. Yüzünde belli belirsiz bir korku vardı ama yine de sakin bir şekilde, "Ne var?" diye sordu.

 

Semra'nın gözleri karanlık bir parıltıyla parladı. "İki sade kahve hazırla," dedi. Kezban, bir an duraksadı ama Semra’nın emrine itaat etmekten başka çaresi yoktu. Semra, Kezban’ın ona zarar vermek için fırsat kolladığını biliyordu ama buna cesaret edemeyeceğinden emindi. Eğer bu hatayı yaparsa, hayatının en büyük pişmanlığı olurdu.

 

Yaklaşık 10-15 dakika sonra, Kezban elinde bir tepsiyle geri döndü. Semra, getirilen kahveyi aldı ve önce yüzüne sert bir ifade yerleşti. Fincanı dudaklarına götürdü, bir yudum aldı ve anında tiksintiyle tükürdü. "Bu ne böyle, bulaşık suyu mu?" dedi, sesinde aşağılayıcı bir ton vardı. Beklemeden, fincanı Kezban’ın yüzüne fırlattı. Sıcak kahve, Kezban’ın yüzüne dökülürken, Kezban acıyla çığlık attı.

 

O sırada Kenan, bir an için Semra’ya baktı. Gözlerinde şaşkınlık ve hayal kırıklığı vardı. "Senden böyle bir şey beklemiyordum," der gibi bir bakış attı. Ancak, Semra’nın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Kendi içindeki öfkeyi ve intikam arzusunu kahkahalarla dışa vurdu. Kezban acı içinde kıvranırken, Semra’nın kahkahaları konağın karanlık koridorlarında yankılandı.

 

Semra, Kezban'a bakarken yüzünde derin bir tiksinti belirdi. "Bu nasıl kadın ya? Bir de bunu karı olarak eve almışlar," diye düşünerek içinden geçirdi. "Bir kahve yapmayı bile beceremiyor." Kezban’ın gözlerinde tedirginlik vardı, ama yine de yalan bir cesaretle Semra’ya karşı koymak ister gibi baktı. Semra ise anında sertleşti, gözlerini kısarak bir tehdit savurdu. "Sakın o hatayı yapayım deme," dedi, sesi buz gibiydi. "Yoksa bu evden senin cenazeni çıkarmaktan hiç mutsuz olmayacağım, Kezban Hanım."

 

Kezban’ın bu sözler karşısında yüzü soldu. Semra'nın tehditlerinin ardında gerçek bir tehlikenin olduğunu anlamıştı. Ancak, Semra'nın tüm bu gücü ve kararlılığı arkasındaki tek kişiden, Kenan Azadoğlu’ndan alıyordu. Bu yüzden onun adına konuşurken sesi daha da güçleniyor, Kezban’ı tamamen köşeye sıkıştırıyordu. Semra’nın karanlık gücü, Kenan’ın sessizce arkasında durmasından geliyordu, ve Kezban bunun farkındaydı.

 

 

Kenan, Semra’nın hareketlerine ve sözlerine şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla bakarak, "Vay vay, Semra, sende ne cevherler varmış böyle, hiç senden beklemezdim," dedi. "Kezban’a iki dakikada dünyayı dar ettin."

 

Semra, gülümseyerek omuz silkti. "Ee, kimin karısıyım ben? Tabii ki de yapacağım, hatta az bile yaptım," dedi, kendinden emin bir tavırla. "Ona daha neler yapacağım, neler... Şimdi sırada başka sürprizler var. Günler çok, daha yapacak çok şey var."

 

Kenan, biraz da endişeyle Semra’ya baktı. "Yerimizde çok gün var, evet, ama senin bu hırsın nereye varacak? Onların her gününü burnundan getirmezsem, rahat etmem," dedi, Kenan’a bakarken gözlerinde karanlık bir parıltı vardı.

 

Kenan, derin bir nefes aldı. "Sen ne istiyorsan, Semra," dedi yavaşça. "Ama dikkatli ol, seni bu kadar hırsla görmek beni endişelendiriyor." Semra, Kenan’ın bu uyarısını pek ciddiye almadı. "Merak etme, ben ne yaptığımı biliyorum. Sen git çalışmana bak, ben sonra seni çağırırım, gelip beni odaya taşırsın. Ancak şu an halletmem gereken bir işim var," dedi kararlılıkla.

 

Kenan, biraz merakla, "Ne işi?" diye sordu, kaşlarını çatarak. "Yine neyin peşindesin sen, rahatsızlıktan?" Semra, hafifçe alınmış gibi yaptı, "Lütfen bana sultan falan deme ya. Ne öyle? Ben yaşlı değilim," dedi, gözlerini Kenan’a dikerek.

 

Kenan, hafifçe gülümseyerek, "Ya Semra, ben seni öyle sevdiğim için diyorum, bir tanem. Niye bu kadar alınıyorsun?" dedi. Semra, hafif bir homurtuyla, "Tamam, öyle işte," dedi, ama gözlerinde hala bir sitem vardı. Ardından, Kenan’a bakarak, "Şu yeni gelen kızlardan biri sürekli sana bakıyor. Gidip onun haddini bildirmezsen, taş olurum, alınırım," dedi, gözlerinde kıskançlık parıltılarıyla.

 

Kenan, Semra’nın bu kıskançlık dolu sözlerine karşılık, "Ama benim gözüm sadece sende, Semra," dedi. "Başka kimseye bakmam bile." Semra, bu sözler karşısında biraz daha yumuşadı ama yine de içindeki huzursuzluk kolay kolay geçmeyecekti. "İyi, o zaman," dedi, "Ama gözüm üzerinde, Kenan." Kenan ise sadece gülümsedi, Semra'nın kararlılığını ve tutkusunu hayranlıkla izlemeye devam etti.

 

Kezban, mutfakta krem sürmeye çalışırken, Kumru içeri girdi. İkisinin yüzünde de bir tedirginlik vardı. Kumru, Kezban’ın yanına yaklaşıp sessizce ona baktı. Sonra alaycı bir tonda sordu, “Yine ne oldu? Semra sana ne yaptı?”

 

Kezban, iç çekerek Kumru’ya döndü. “Ne yapmadı ki, Kumru?” dedi, sesi yorgundu. “Bana olan nefretini saklamıyor artık. Her gün daha da beter oluyor. Az önce kahveyi yüzüme fırlattı.”

 

Kumru, bir anlık şaşkınlık yaşasa da sonra alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. “O kadın bize rahat vermeyecek, bunu biliyorsun, değil mi? İntikam hırsı içinde yanıyor.”

 

Kezban, endişeyle başını salladı. “Ben artık dayanamıyorum, Kumru. Onun gölgesi bile korkutuyor beni. Ne yapacağız? Bizi yok edecek.”

 

Kumru, soğukkanlı bir şekilde Kezban’a baktı. “Onunla başa çıkmanın bir yolunu bulmalıyız. Eğer onu durdurmazsak, hepimizi mahvedecek.”

 

Kezban, umutsuzca Kumru’ya baktı. “Ama nasıl? Kenan bile onun yanında, onun arkasında duruyor. Biz kimiz ki ona karşı duralım?”

 

Kumru, gözlerini kısarak düşünceli bir ifadeyle cevap verdi. “Kenan’ı ondan uzaklaştırmanın bir yolunu bulmalıyız. Belki de onu kendi silahıyla vurmalıyız. Semra’nın zayıf bir noktası mutlaka vardır. O noktayı bulup ona saldıracağız.”

 

Kezban, Kumru’nun planını duyunca hafifçe titredi. “Buna cesaret edebilir miyiz? Ya başarısız olursak?”

 

Kumru, kararlı bir şekilde Kezban’ın omzuna dokundu. “Başka çaremiz yok, Kezban. Ya biz kazanacağız, ya da o bizi yok edecek. Artık korkmayı bırakmalıyız.”

 

Kezban, Kumru’nun sözleri karşısında kararsız kaldı ama başka seçeneklerinin olmadığını biliyordu. Sessizce başını salladı ve içindeki korkuyu bastırmaya çalıştı. Kumru ile birlikte Semra’ya karşı bir plan yapmaya karar verdiler, fakat bu tehlikeli oyunun sonuçlarının ne olacağını henüz kestiremiyorlardı.

Kumru ve Kezban konuşmalarını sürdürürken, aniden kapı aralandı ve soğuk bir ses duyuldu. “Demek benim arkamdan iş çeviriyorsunuz,” dedi ses. İkisinin de kanı donmuştu; bu ses Semra’ya aitti.

 

Semra, kapıda durmuş, gözleri kısılmış bir şekilde onlara bakıyordu. Yüzünde sinsice bir gülümseme vardı ama gözlerinde parlayan soğukluk, içinde tuttuğu öfkenin işaretiydi. Kumru ve Kezban, korkuyla birbirlerine baktılar, ne yapacaklarını bilemeden donakaldılar.

 

Semra, ağır adımlarla içeri girdi ve gözlerini onlardan ayırmadan devam etti, "Sanıyordunuz ki ben her şeyden habersizim, değil mi? Ama gördüğünüz gibi, her şeyin farkındayım. Sizi uyarıyorum... Eğer bu oyunu oynamaya devam ederseniz, sonuçları çok ağır olur."

 

Kumru, soğukkanlılığını korumaya çalışarak bir şey söylemeye yeltendi, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Kezban ise, korkuyla titreyerek, "Semra, biz sadece..." diye mırıldandı, ama Semra onu sert bir bakışla susturdu.

 

"Yeter!" diye bağırdı Semra. "Bu evde benim iznim olmadan kuş uçmaz, bunu artık öğrenin. Eğer hayatınızın geri kalanını pişmanlık içinde geçirmek istemiyorsanız, bana karşı gelmeyi bırakın."

 

Semra'nın bu sözleri, Kumru ve Kezban’ın içindeki korkuyu iyice pekiştirmişti. Semra’nın karşısında hiçbir şansları olmadığını anladılar. Semra, son bir kez daha onlara bakıp, sert bir şekilde mutfaktan çıkarken, iki kadın derin bir nefes alarak arkalarında bıraktıkları fırtınayı sindirmeye çalıştı. Ancak, ikisi de biliyordu ki bu daha başlangıçtı; Semra’nın intikamı henüz bitmemişti.

Loading...
0%