Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@aytengul

Ya bana ne ben yorum okumak istiyorum...

Niye yorum yok???

 

Biraz yorum yapın da günüm güzelleşsin

 

 

 

 

Semra, tekerlekli sandalyesinde ileriye doğru eğildi, gözlerinde ateşle dolu bir kararlılıkla Kezban ve Kumru'ya bakıyordu. "Düşün önüme hemen. Düşün bakalım size neler yapıyorum. Burnunuzdan fitil fitil getirmezsem adım Semra Azadoğlu değil!" Sesi, odadaki her şeyi titretecek kadar sertti, her kelime adeta bir meydan okuma gibiydi.

 

Kezban ve Kumru, birbirlerine bakarak bir an tereddüt ettiler, ama Semra’nın öfkesi karşısında geri adım atacak halleri yoktu. "Demek arkamdan iş çevirirsiniz ha? Benim kumpasımı kurmaya çalışırsınız öyle mi? Alın bakalım, bugünlerinizi burnunuzdan getirmezsem, ben de Semra değilim!" Sözleri, odada yankılandı, sanki her duvar bu sözleri tekrarlıyordu.

 

Semra, tekerlekli sandalyesini geriye yasladı, sakin ama tehditkâr bir tonda devam etti, "Bakalım el mi yaman, bey mi yaman. Siz istediniz. Benim gibi bir insanı delletmeyi başardığınıza göre sizi tebrik ediyorum." Gözlerinde bir parıltı vardı, zaferin soğuk ve acımasız bir parıltısı.

 

O an, Semra başını hafifçe yana çevirdi ve Esma’ya seslendi. "Esma, oradan git. Evde ne kadar halı, kilim varsa hepsini getir bahçeye." Sesinde bir emir vardı, sorgusuz sualsiz itaat gerektiren bir emir.

 

Kezban ve Kumru’nun yüzleri bembeyaz olmuştu. Kumru, titrek bir sesle karşılık verdi, "Semra, lütfen... Bu evde o kadar halı, kilim var ki... Biz onların hepsini yıkayamayız." Sesi, çaresizliğin açık bir ifadesiydi.

 

Semra, dudaklarında acı bir gülümsemeyle, "Hiç öyle duygu sömürüsü yapmaya kalkmayın," dedi soğuk bir tonda. "Onu bana kumpas kurmadan önce düşünecektiniz. Şimdi güzelce gidiyorsunuz, tıpış tıpış bütün hepsini yıkıyorsunuz."

 

Semra’nın sesindeki alaycı ton, odanın içinde bir soğukluk yarattı. "O kilimlerin hepsi yıkanmadığı müddetçe de ne yemek yiyorsunuz ne de uyuyorsunuz," dedi. Bu son cümle, neredeyse bir ölüm cezası gibiydi.

 

Son olarak, Semra’nın gözleri parladı ve sesi yumuşadı, ama bu yumuşaklık, bir zehir gibi akıyordu. "Ben de sizi güzelce izliyorum, keyif kahvemle birlikte. Hadi, maş maş." Gözlerindeki zafer ışıltısı, Kezban ve Kumru’yu sarsmıştı. Zihinlerinde oluşan görev, bir kabusa dönüşmüştü.Semra, Kezban ve Kumru'ya doğru yaklaşarak onlara iyice eğildi, gözlerinde acımasız bir parıltıyla. "O halıları foşur foşur yıkayacaksınız," dedi, her kelimeyi vurgulayarak. "Foşur foşur! Üzerinde herhangi bir leke görsem, yemin ederim ki insan olduğunuza bile acımam! Hepsini teker teker yeniden yıkatarım ve her birini sabunla baştan aşağı temizlersiniz!"

 

Kezban ve Kumru, bu acımasız emir karşısında bir an afalladı, ama Semra’nın gözlerindeki soğuk kararlılık, onları korkuyla yerlerine mıhladı. "Hiç öyle bakmayın," diye devam etti Semra, sesindeki tehditkâr ton keskin bir bıçak gibiydi. "Bugün sizi o güzel güneşin altında kavururken ben de keyifle kahvemi içeceğim. Oh olsun size, bunu hak ettiniz!"

 

Bu son sözler, Semra’nın içindeki tüm öfkeyi ve intikam arzusunu yansıtıyordu. Kezban ve Kumru'nun kaçışı yoktu; bugün, onların en büyük cehennemi olacaktı.

 

Semra, elinde kahvesini yudumlayarak verandada oturuyordu. Gözlerini kısarak, bahçede kavurucu güneşin altında kıpkırmızı olmuş Kezban ve Kumru’ya bakıyordu. Kadınlar, ter içinde kalmış, bitap düşmüşlerdi. Ellerinde fırçalar, kilimleri köpürtüp yıkamaya çalışıyorlardı. Semra, keyifle bir yudum daha aldı, sonra sesini yükseltti, "Şunu doğru düzgün yıkayın! Eliniz ayağınız tutmuyor mu? Adam gibi yıkayın şunları! Ben bile sizden daha iyi yıkarım!" Sesi, sert bir emir gibi havada yankılandı.

 

Kezban, gözlerinde yaşlarla, titrek bir sesle karşılık verdi, "Semra lütfen... Artık dayanamıyoruz. Yok mu bir kolaylık?"

 

Semra kahkahasını tutamadı, alay dolu bir tonda, "Hayır, yok öyle yağma! Yeniden yıkıyorsun!" dedi. Kezban’ın gözlerinden yaşlar süzüldü, ama Semra'nın acımasız bakışları karşısında ağlamaya cesaret edemedi.

 

"Ne öyle, görüyor musun?" diye devam etti Semra, gözlerini Kezban’a dikerek. "Görüyor musun? Ölmeden de cehennemi tatmak ne kadar güzelmiş. Daha sizin burnunuz çok sürtecek. Daha size çok şeyler yapacağım, bekleyin." Gözlerinde, intikamın soğuk parıltısı vardı.

 

O sırada Kenan, Semra’ya yaklaştı ve gözleri hayretle açıldı. Bismillahirrahmanirrahim ," dedi Kenan, şaşkınlık içinde. "Hayatımda yüzyıl yaşasam, böyle bir cezayı vereceğim aklımın ucundan geçmezdi. Sen... Sen Semra’ya dönmüşsün." Sesi, hem şaşkın hem de biraz endişeliydi.

 

Semra, ona bakıp hafifçe gülümsedi. "İyiyim, gayet iyiyim," dedi sakin bir şekilde. "Bu kadar iyi olmaz mı? Baksana, elimde keyif kahvem, karşımda Kezban ve Kumru geberiyor. Oh, çok güzel."

 

Kenan, bir süre Semra’ya baktı, sonra derin bir nefes alarak, "Benim biraz işlerim var, dışarı çıkacağım," dedi.

 

Semra, kahvesinden bir yudum daha aldı ve ona dönerek, "Tamam, ama çok geç kalma. Seni görmediğim zaman üzülüyorum. Konakta insan sayısı sadece sen ve ben olduğumuz için hayvanların yüzüne pek de bakamıyorum. Hayvanlara da küfür ettim ya, Allah beni ne etsin," diye ekledi alaycı bir gülümsemeyle.

 

Kenan, Semra’nın yanına yaklaştı ve yanağından hafifçe bir makas alarak, "Hoşça kal Semoş'um, sonra görüşürüz," dedi. Semra, onun arkasından gülümseyerek baktı, sonra gözlerini yeniden bahçede can çekişen Kezban ve Kumru’ya çevirdi. Kahvesini yudumlarken, aklında bir sonraki hamlesini planlıyordu. Kenan gidken, kendi kendine mırıldandı, "Senin o abinin geçmişini de geleceğini de ben onun eline avcuna vermezsem, benim adım Kenan Azadoğlu değil."

 

Yaklaşık 10 saat süren ilk hamam işleminden sonra Kezban ve Kumru'nun hali perişandı. Vücutları bitap düşmüş, elleri nasır tutmuştu. Gözlerinin altı mosmor olmuş, yorgunluktan gözleri kapanacak hale gelmişti. Tabi ki Semra sabırla beklemiş, keyifle olan biteni izliyordu. Bu sürecin sonuna doğru, dışarıdaki hamama yönelmişti ve işlerin daha da sıkı denetlenmesi için başlarına bir adam dikmişti.

 

Adam, sert bakışlarla Kezban’a doğru eğildi. "Kezban, bak buraya," dedi. Sesi emir doluydu, ne bir anlayış ne de bir şefkat belirtisi vardı. "Şu köşeyi doğru düzgün temizlemedin. Burası senin hatan yüzünden leş gibi kokuyor!"

 

Kezban, elleri titreyerek, gözlerinde yaşlarla, "Ama... Ama elimden geleni yapıyorum. Gücüm kalmadı..." diye mırıldandı.

 

Adam, Kezban’ın bu sözlerine aldırmadan, sert bir şekilde omzunu sıktı. "Kezban, bir gün köleye de işi düşer ağanın. Bugün bu işi doğru düzgün yapmazsan, yarın sana tokat gibi yapışırım. Anladın mı?"

 

Kezban, boynunu büküp acı bir şekilde iç çekti. "Anladım efendim," dedi, gözleri yavaşça kapanırken.

 

Adam geri çekilip, Kezban’a yukarıdan bakarak, "Bugün seni affetmeyeceğim. Burası tertemiz olacak, yoksa daha beterini yaşarsın," dedi. Ardından Kezban’ı izlemeye devam etti, onun her hareketini gözlemleyerek.

 

Kezban, yorgun elleriyle tekrar işe koyulurken, adam da bir an bile gözünü ondan ayırmadı. Kumru’nun yüzünde de aynı yorgunluk ve korku okunuyordu, ama çaresizlikten başka seçenekleri yoktu. Semra'nın bu sert disiplini karşısında boyun eğmekten başka çareleri kalmamıştı.

 

 

 

Kezban ve Kumru, 15 saat süren yıkamanın ardından güçsüzce yere çöktüler. Güneş yanıkları yüzünden derileri kıpkırmızı olmuş, acıyla kıvranıyorlardı. Her bir hareketleri, yanıkların sebep olduğu sızılarla doluydu. Gözleri kısılmış, yorgunluktan bitap düşmüşlerdi. Bu sırada Semra, verandada oturmuş, bu manzarayı keyifle izliyordu. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi, sonra kahkahayı patlattı.

 

"Ahahahaha! Görmenize bakın!" dedi, kahkahalar arasında. "Güneş sizi ne hale getirmiş! Kızarmışsınız, tıpkı fırından yeni çıkmış ekmek gibi!"

 

Kezban acıyla Semra'ya baktı. "Ne olur, biraz dinlenelim. Dayanacak gücümüz kalmadı... Güneş bizi mahvetti," diye yalvardı, sesi titrek ve zayıftı.

 

Semra, gözlerini devirdi ve küçümseyici bir sesle, "Dinlenmek mi? Hah! Sizi böyle görmek ne kadar eğlenceli, biliyor musunuz? Hele şu halinize bakınca, sizin cehennemi daha buradayken tatmaya başladığınızı görmek paha biçilemez," dedi.

 

Kumru, acıyla iç çekti, "Ne olur, bir an için bile olsa gölgeye geçmemize izin verin," diye mırıldandı, umutsuzca.

 

Semra, bir kahkaha daha atarak, "Gölge mi? Daha neler! Hayır, hanımlar, bugün siz yanacaksınız! Gölgeye geçmek de neymiş? Bu sizin cezanız, ve ben de bundan çok büyük bir keyif alıyorum. Hem de hiç acımadan!" dedi. Sesi, alayla doluydu.

 

Kezban ve Kumru’nun gözleri yaşlarla doldu, ama Semra’nın zalimce kahkahaları arasında çaresizlikle başlarını öne eğdiler. Semra ise kahvesini yudumlarken, gözlerinde intikam dolu bir parıltı ile onların acılarını izlemeye devam etti.

 

 

 

 

Semra, Kezban ve Kumru'nun acı içinde kıvranışlarını izlerken, yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. "Daha cehennem ateşinde yanacaksınız," dedi sert bir sesle, gözlerini onların üzerine dikerek. "Bu, sadece bir başlangıç."

 

Kezban, acıdan gözleri dolmuş bir halde başını kaldırdı. "Semra, lütfen... Daha ne kadar dayanabiliriz ki? Bize biraz merhamet göster," diye yalvardı, sesi titrek ve umutsuzdu.

 

Semra, Kezban’ın bu çaresizliğinden zevk alıyor gibiydi. "Merhamet mi? Siz bana merhamet mi istiyorsunuz?" dedi alaycı bir tonla. "Siz bana kumpas kurarken merhamet mi düşündünüz? Hayır, hanımlar, merhamet yok. Bugün burada yanacaksınız, yarın da yanmaya devam edeceksiniz."

 

Kumru, gözlerinde korkuyla Semra’ya bakarak, "Ama... Biz sadece... Sadece bir an için dinlenmek istedik," dedi, sesi titrek ve zayıftı.

 

Semra, bir kahkaha daha atarak, "Dinlenmek mi? Ah, ne kadar da masum görünüyorsunuz! Ama dinlenmek yok! Bugün yanacaksınız, yarın da cehennemde kavrulacaksınız. Daha bu başlangıç, sizi daha neler bekliyor bir bilseniz," dedi. Gözleri soğuk bir intikam hırsıyla parlıyordu.

 

Kezban ve Kumru, bu acımasız sözler karşısında titrediler. Semra’nın gözlerinde merhamet adına hiçbir şey yoktu, sadece acı ve intikam arzusuyla yanıyordu. Kezban, çaresiz bir şekilde yere çöktü, Kumru ise yorgunluk ve korkudan titriyordu.

 

Semra, son bir kez daha kahkaha atarak, "Yanacaksınız," dedi. "Ve ben her anınızı izleyerek bundan keyif alacağım." Kahvesini yeniden yudumlayarak, onların üzerine eğildi. "Sizi izlemek, bana hayat veriyor. Bundan daha iyi bir gün düşünemiyorum."

 

Kezban ve Kumru'nun gözlerinde çaresizlik vardı, ama Semra'nın soğuk bakışları altında hiçbir umut ışığı bulamadılar. Tek yapabilecekleri, bu acımasız işkenceyi bitirmek için dua etmekti.

 

 

 

Kenan, depoya gidip Arif’i adeta yerden yere vurmuştu. Öfkesini kontrol edemeyerek her yumrukta daha da sertleşti. “Ne demek oluyor, ha? Kenan Azadoğlu’nu vurmak ne demek, ha?” diye bağırdı her darbesinde. Arif’in acı dolu inlemeleri arasında, Kenan’ın yüzü tiksintiyle buruştu. “Senin yüzünden gömleğim battı, rezil ettin beni!” diye bağırdı. Sonunda Arif’i yıkılmış bir halde bırakarak, üzerine temiz bir gömlek geçirip geri döndü.

 

Bahçeye adım attığında, hala kahkahalar atan Semra’yı gördü. Onun bu haline hem hayranlık hem de hafif bir endişe duydu. Yanına yaklaşarak, "Semra, çok eğlenceli ama onlara biraz ara ver istersen," dedi sakin bir sesle. “Yarın yine burnundan getirdiğin gün olur. Ama Kezban ve Kumru doğru söylüyorlar, bugünlük yeter.”

 

Semra, Kenan’a bakarak bir an duraksadı, sonra alaycı bir gülümseme ile, “Tamam, senin hatırın için yapıyorum,” dedi. Ardından, Kezban ve Kumru’ya dönüp, “Yarın kaldığımız yerden devam ediyoruz, hanımlar. Daha yapacaklarımın ardı arkası yok,” diye ekledi. Ama içindeki öfke ve intikam arzusu hala dinmemişti. Onlara daha neler yapacağını düşünürken, bir an bile rahatlamadı.

 

Akşam serinliğinde güzel bir yemek yedikten sonra, Semra ve Kenan biraz dinlenmeye çekildiler. Yemek boyunca Kenan’ın gözlerinde farklı bir parıltı vardı. Onun yanmış halini gördükçe, Semra’nın içi daha da soğuyordu. Semra, yatak odasına girdiğinde Kenan ona yardım etti, üzerini değiştirmesine yardım etti ve ardından ikisi de yatağa uzandılar.

 

Kenan, Semra’ya dönerek, “Sende de ne cesaret varmış, Semoş! Neler yapıyorsun, neler geliyor elinden? Ama kabul et, bunlara iyi oldu. Fakat şimdi biraz uyuyup dinlen. Sonra kaldığın yerden okuluna devam edersin, intikam almayı da unutmazsın, benim yerime de bir alırsın,” dedi, gülümseyerek.

 

Semra, bu sözler üzerine hafifçe gülümsedi, ama gözlerinde hala o intikam ateşi vardı. "Merak etme, Kenan. İntikamın en güzelini, en ağırını alacağım," dedi, Kenan’a doğru eğilerek. Onun sıcaklığını hissedince, içindeki öfkenin yerini bir nebze olsun huzur aldı. Ancak bu huzur, yarına kadar sürecekti, çünkü Semra’nın intikam arayışı henüz bitmemişti.

Loading...
0%