Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@aytengul

Eylül, Roma’nın Fiumicino Havalimanı’na iniş yaparken kafasında bir sürü soru vardı. Uçak pistle buluştuğu an, tam olarak ne yapacağına dair bir planı yoktu. Şimdi ne yapacağım? diye düşündü. Bu kız yol bilmez, iz bilmez, dil de bilmez. Maksimum bilgisi ise sadece yarım yamalak İngilizce’den ibaretti. O da ne kadar? diye geçiriyordu aklından, Bir şekilde anlaşırım, ama yine de…

 

Hızla terminale doğru yürürken, bir yandan da eski anıları kafasında canlandırıyordu. Pasaport? diye geçirdi aklından. Niye mi? O zamanlar arkadaşlarımla "Gececeğiz falan" diyip, anneme babama zırlayarak pasaport çıkarttırmıştım. O an eski halini hatırlayarak gülümsedi. Allah'tan, hayattaki maksimum şansımı vize almak için kullanmıştım. Düşüncelerinin arasında bir an duraksadı, sonra yine aynı soruyu sordu: Peki şimdi nasıl yapacağım?

 

Havalimanındaki kalabalığa dalarak, biraz heyecanla ama bir yandan da kararlı bir şekilde pasaport kontrolüne doğru ilerledi. "İtalya," diye düşündü. Burası işte, Roma! Hayattaki bu şansımı şimdi kullanacağım. Ama nasıl? Nereden başlayacağım?

 

Roma'da ne yapması gerektiğini düşündükçe, bir yandan da gerilim artıyordu. Evet, buradayım, ama hiçbir şeyim yok. Pasaport ve vize dışında her şey belirsizdi. Hedefim, bu adamı bulmak ve yardım etmek. O kadar kolay değil ama bir şekilde olacak, diye düşündü.

 

Bir taksiye atladığında, son bir kez bu şansı nasıl değerlendireceğini düşünmek için biraz zaman kazandı. Yapmalıyım, diye kendine telkin etti. Evet, belki bu şansım çok değerli, ama yapmadığım sürece hiçbir anlamı yok. Ve ardından, Roma sokaklarına doğru yol almaya başladı.

Eylül, Roman'ın havalimanında taksiye binmiş, İtalya’da yabancı bir şehirde olmanın getirdiği karışık duygular içindeydi. Taksici, orta yaşlı bir adamdı; gözleri meraklı ama bir o kadar da yorgun bakıyordu. Eylül, İngilizcesinin pek yeterli olmadığının farkındaydı. İtalyanca ise tek kelime bile bilmiyordu. Haliyle, derdini anlatmaya çalışmak bile başlı başına bir zorluktu. Bu sırada, aklında her şey karmakarışıktı; nereye gideceğini, nasıl iletişim kuracağını, hatta ne yiyeceğini bile bilmiyordu. İşlerin bu kadar zor olacağını tahmin etmemişti.

 

Sessizliği bozmak zorunda hissetti ve en basit cümlelerle konuşmaya çalıştı:

 

"Excuse me... um, I want to go to... uhm... the city center?" dedi Eylül, kelimeleri dikkatle seçerek.

 

Adam gözlerini kısarak Eylül’e baktı ve İtalyanca bir şeyler söyledi:

"Centro città, sì? Capisco, capisco…"

 

Ancak, Eylül’ün anlamadığı aşikardı. Taksici, bu sefer jest ve mimiklerle anlatmaya çalışarak konuşmaya devam etti. Eylül telefonunu çıkarıp, kendini anlatabileceği basit bir cümle yazmaya başladı. Sonra taksiciye gösterdi:

 

"Could you please help me? I am... lost."

 

Adam bu cümleyi görünce kaşlarını kaldırarak başını salladı. Sonra, İtalyanca konuşmaya başladı: "Ah, poverina! Non ti preoccupare, ti aiuterò. Sei sicura che vuoi andare al centro?"

(Eylül anlamasa da, taksicinin yardım etmek istediğini hissedebiliyordu. Adamın tavırları, samimi bir yardım etme çabasını yansıtıyordu.)

 

Eylül, adamın söylediklerinden bir şey anlamayınca biraz mahcup bir şekilde tekrar telefonuna yazmaya başladı:

"Sorry, I don't speak Italian... Just English a little."

 

Adam, bunu görünce iç çekip tebessüm etti:

"Va bene, va bene... English is... not my best, too."

 

Eylül hafif bir rahatlama hissiyle gülümsedi, ama bu karmaşanın ne kadar süreceğini bilemiyordu. Taksici, bir yandan ona yardım etmeye çalışırken bir yandan da gideceği yere doğru yol alıyor, ona ara sıra gidecekleri yerle ilgili kısa bilgiler veriyordu.

 

"Questo posto è molto antico, sai? Molte persone vengono da lontano per vederlo."

("Burası çok eski bir yer biliyor musun? Birçok insan uzaktan burayı görmeye gelir.")

 

Eylül anlamasa da, bu sefer sadece başını salladı. Anlamaya çalışarak gülümsedi, fakat aslında burada tamamen yabancı olduğu gerçeğiyle yeniden yüzleşiyordu.

 

 

Taksici, arabayı dar ve taş döşeli sokaklardan geçirirken bir ara dikiz aynasından Eylül’e bakıp hafifçe gülümsedi. Eylül’ün yaşadığı karmaşayı fark etmiş gibiydi ve ona güven vermek istiyordu.

 

Taksici, İtalyanca nazikçe sordu: "Signorina, è la prima volta che viene qui, vero?"

("Hanımefendi, buraya ilk defa mı geliyorsunuz, doğru mu?")

 

Eylül, adamın ne dediğini tam anlamasa da sorunun içeriğini sezdi ve hafifçe başını sallayarak, "Yes, first time," dedi.

 

Adam, bu sefer daha belirgin bir şekilde konuşmaya devam etti:

"Non si preoccupi. Questa è una delle zone più storiche della città. Le persone viaggiano da tutto il mondo per vedere questi luoghi."

("Merak etmeyin. Burası şehrin en tarihi bölgelerinden biri. İnsanlar dünyanın dört bir yanından bu yerleri görmek için gelir.")

 

Eylül, adamın söylediklerinden çok azını anladı ama “storiche” kelimesinden tarihî bir yerden bahsedildiğini sezdi. Bu yüzden heyecanla, “Historical place?” diye sordu.

 

Taksici başını salladı, gülümseyerek konuştu: "Sì, sì, proprio così! Luoghi come questo raccontano storie antiche... sono pieni di misteri e leggende. La nostra città è vecchia, molto vecchia."

("Evet, evet, tam olarak öyle! Bu gibi yerler eski hikayeler anlatır… gizemler ve efsanelerle doludurlar. Şehrimiz çok eski, çok çok eski.")

 

Eylül bu açıklamayı tam olarak anlamasa da adamın yüzündeki gurur ifadesini gördü ve başını sallayarak gülümsemeye devam etti. Ardından yine telefonuna yazıp adama göstermeye karar verdi:

 

"Could you show me the best places here?"

("Bana burada en iyi yerleri gösterir misiniz?")

 

Adam telefon ekranına baktı, ardından tatmin olmuş bir ifadeyle başını salladı: "Sì, certo! Non si può venire qui senza vedere queste bellezze."

("Elbette! Bu güzellikleri görmeden buraya gelmiş sayılmazsınız.")

 

Taksici biraz daha sürüş yaptıktan sonra arabayı bir meydanın kenarında durdurdu ve elini göstererek heyecanla konuştu: "Ecco, guardi! Questo è uno dei luoghi più famosi. La fontana è stata costruita nel quindicesimo secolo."

("Bakın, işte! Burası en ünlü yerlerden biri. Bu çeşme on beşinci yüzyılda inşa edilmiş.")

 

Eylül, adamın işaret ettiği çeşmeye hayranlıkla baktı. Tarihi taşları, eskiyi yaşatan atmosferi ile meydan gerçekten büyüleyiciydi. Taksici devam etti: "Molte persone fanno un desiderio qui. Dicono che porta fortuna."

("Birçok insan burada dilek tutar. Şans getirdiği söylenir.")

 

Eylül, dilek kısmını anladı ve gülerek başını salladı. Taksici de onun bu ilgisini gördüğünde memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. Aralarındaki dil engeline rağmen, Eylül taksicinin rehberliğiyle şehri keşfetmeye başlamıştı bile. Bu tarihî meydanda yaşanan her an, kendini daha da büyülü hissetmesine neden oluyordu.

 

Taksici Eylül’ü birkaç ünlü yere götürdükten sonra sonunda onu şehrin en eski ve gizemli yerine getirdiğini söyledi. Dar sokakların arasından, yalnızca yerel halkın bildiği bu yeri göstermekle övünerek, Eylül’e dönüp parayı istedi:

 

"Signorina, il prezzo è cinquecento dollari."

("Hanımefendi, ücret beş yüz dolar.")

 

Eylül, duyduğu fiyat karşısında şok oldu. Yanında sadece 1500 TL vardı ve bu, adamın istediği ücretin yanına bile yaklaşamıyordu. Bir an paniğe kapıldı. Nasıl ödeyecekti? Taksici ciddiydi, adamın bakışlarından bir şekilde parayı almak istediğini anlıyordu. Ancak Eylül, çabucak bir plan yapmaya karar verdi.

Eylül, elinde olmayan parayı vermek zorunda kalacağını düşünürken ani bir kararla, elini çantasına doğru götürüp sanki parayı çıkaracakmış gibi yaptı. Taksici de bu harekete güvenerek beklemeye başladı. Tam o anda, Eylül göz açıp kapayıncaya kadar hızlı bir şekilde kapıyı açtı ve arabadan dışarı fırladı. Koşmaya başladı, hiç düşünmeden dar sokaklara doğru yöneldi.

 

Taksici, başına geleni anlar anlamaz arkasından bağırmaya başladı:

"Maledetta! Non paghi? Fermati! Ladra!"

("Lanet olsun! Ödemiyorsun ha? Dur! Hırsız!")

 

Adam, Eylül’ün arkasından hızla koşmaya başladı. Eylül, ayaklarının altındaki taşların sertliğini hissetmesine rağmen hız kesmeden ilerliyordu. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atıyor, gözleri kaçış için en uygun yolu arıyordu. Bir ara bir meydanın ortasından geçerken, etrafında meyve satan tezgahları fark etti. İnsan kalabalığı ve satıcıların bağırışları arasında bir yol bulmaya çalışıyordu. Taksici ise hâlâ arkasından geliyordu ve her geçen saniye Eylül’e biraz daha yaklaşıyordu.

 

Eylül, kaçış yolunu kapatan bir adama doğru hızla koşarken, onu sağ eliyle sertçe iterek yoluna devam etti. Adam bir an sendeledi ve ona şaşkınlıkla baktı. Taksici de hızını arttırarak ona doğru koşmaya devam ederken, o adam da gürültüye katılıp taksiciye doğru bağırdı:

"Che cosa succede? Chi è questa ragazza?"

("Ne oluyor? Kim bu kız?")

 

Eylül, dar bir sokağa saptı ve karşısına bir meyve tezgahı çıktı. Tezgahın yanından geçerken kolu bir kasa dolusu portakala çarptı ve portakallar sağa sola saçıldı. Turuncu meyveler taş sokaklarda yuvarlanırken, satıcı öfkeyle arkasından bağırdı: "Ehi! Che diavolo stai facendo?!"

("Hey! Ne yapıyorsun sen?!")

 

Taksici ise ayağı kayarak düşen meyvelerden birkaçına basıp sendeledi ama hızını kesmedi. Hızla toparlanıp Eylül’ün arkasından koşmaya devam etti. Eylül, çarpışmalar ve bağırışlar arasında nefes nefese kalmıştı ama durmak gibi bir niyeti yoktu. Gözleri hızla bir kaçış yolu ararken, önünde küçük bir meydan belirdi. Meydanda birkaç çocuk oyun oynuyordu. Onların arasından geçerken çocuklar ne olduğunu anlamadan kaçışmaya başladılar, Eylül ise hız kesmeden ilerledi.

 

Ardından Eylül, köşeyi dönüp bir sokak pazarına daldı. Satıcılar, sebze ve meyve dolu kasalarını dikkatle dizmiş, müşterilerle pazarlık yapıyordu. Eylül bir anda kalabalığın içine dalınca, omzuyla birkaç kasaya çarptı ve kasalar devrilip yere saçıldı. Domatesler, patatesler, elmalar sağa sola yuvarlandı. Eylül bu karmaşanın içinde kaçışını sürdürürken, arkasında bıraktığı hasarı umursamıyordu.

 

Taksici ise bir yandan koşarken bir yandan Eylül’e öfkeyle bağırıyordu: "Dove pensi di andare, eh? Mi pagherai! Ladra!"

("Nereye gittiğini sanıyorsun, ha? Bana ödeme yapacaksın! Hırsız!")

 

Kalabalığın arasında, meyvelerin üzerinden atlaya atlaya koşan Eylül, köşeyi dönüp dar bir sokağa girdi. Soluk soluğa kalmıştı, artık ayakları yoruluyor, nefesi daralıyordu. Ancak taksicinin ayak sesleri arkasında yankılanmaya devam ediyordu. Bir anlık bir paniğe kapılarak, köşede duran birkaç eski kasayı üst üste devirdi. Kasalar yere düşerken etrafta bir gürültü koptu. Taksici o kasaların üzerinden geçmeye çalışırken birkaç saniye oyalanmak zorunda kaldı.

 

Bu Eylül için kaçışını biraz daha sürdürmek adına bir fırsattı. Adımlarını hızlandırdı, dar bir sokaktan geçerek önünde açılan bir ara sokağa girdi. Bu ara sokak çıkmaz gibi görünüyordu, ama bir kaçış yolu bulmak zorundaydı. Sokaktaki çöp bidonlarını gördü ve aralarından sıyrılarak hızla arka tarafa geçmeye çalıştı. Artık ne olursa olsun, adamın eline düşmemesi gerekiyordu.

 

Taksici, arkasından hâlâ bağırıyor, koşarken nefes nefese küfürler ediyordu:

"Maledetta! Pensavi di scappare così facilmente, eh?"

("Lanet olsun! Bu kadar kolay kaçabileceğini mi sandın, ha?")

 

Eylül, arkasına bile bakmadan hızla sokaklardan kaçmaya devam etti. Bir an önünde küçük bir park belirdi. Parkın içindeki ağaçların arasına daldı, sık çalılıklardan geçerek derinlere ilerledi. Artık taksicinin sesleri çok uzaktan geliyordu. Kalbi deli gibi atıyor, nefesi düzensizleşiyordu, ama durmamaya kararlıydı. Sonunda, bir köşeye sığındı, nefesini toparlamaya çalışarak arkasını kontrol etti. Etraf sessizdi; taksicinin peşini bırakıp bırakmadığından emin değildi ama artık gözden kaybolmuş gibiydi.

 

Bir süre bekledikten sonra, tekrar yola koyulmak için kendini hazırladı. Ne olursa olsun, bu karmaşadan kurtulmayı başarmıştı.

 

Eylül, soluğunu düzenlemeye çalışarak sırtını duvara yasladı. Kalbi hızla atmaya devam ediyordu; yaşadığı adrenalin dalgası bütün vücudunu sarmıştı. Şimdiye kadar böyle bir şeyi asla yapmamıştı, hayatında ilk defa bu denli çılgınca bir kaçış yaşamıştı. Her şey, bir anlık bir cesaretle başlamıştı ama bu kararı nasıl alabildiğine hâlâ şaşkındı.

 

"Ben… bunu gerçekten yaptım," diye kendi kendine fısıldadı. Aklından, biraz önce taksiciden nasıl hızla kaçtığı, insanların bağırışları ve kendisinin savurduğu meyveler geçti. O anlarda mantıklı düşünememişti, sadece kaçmak istiyordu. Şimdi, parkın köşesinde biraz soluklanırken bütün o karmaşayı kafasında tekrar yaşıyor gibiydi.

 

Daha önce hiç bu kadar heyecanlı bir şey yapmamıştı. Günlük hayatında düzenli, sıradan ve sakin bir yaşamı vardı. Hiçbir zaman böylesine anlık bir maceraya atılmamış, bu kadar ani ve adrenalin dolu bir deneyim yaşamamıştı. Bu şehirde kaybolmuş, dilini bile bilmediği insanlarla anlaşmaya çalışırken kendini bir maceranın tam ortasında bulmuştu.

 

Dizlerinin hâlâ titrediğini hissediyordu. Düşünceleri karmakarışıktı; kaçışının her bir saniyesini tekrar hatırladıkça, kalbinin tekrar hızlanmasına engel olamıyordu. Bir yandan, yaptığı şeyin tehlikesini fark etmişti; yakalansaydı başına neler geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Diğer yandan, bu kaçışın içinde yaşadığı yoğun heyecan ve kontrolsüzlük, ona kendini hayatta olduğunu hissettiriyordu.

 

Tam o an, Eylül arkasında tanıdık ayak seslerini ve öfkeli küfürleri tekrar duydu. Taksici hâlâ peşindeydi! Kalbi yeniden hızla çarpmaya başladı. Bu sefer kaçmak yeterli değildi; bir şeyler yapmalıydı. Etrafına göz gezdirirken, hemen yanındaki meyve tezgahlarının üzerinde duran metal bir tavayı fark etti. Tereddüt etmeden elini uzatıp tavayı kaptı ve bir an için derin nefes aldı. Planı basitti ama tehlikeliydi.

 

Sessizce, dar bir duvar köşesine yaslanıp beklemeye başladı. Taksicinin ayak sesleri her geçen saniye daha da yaklaşıyordu. Eylül, nefesini tutarak onu izlemeye koyuldu. Adam tam köşeye yaklaştığında bir an göz göze geldiler, taksici bir an afallamıştı ama artık çok geçti.

Eylül, elindeki tavayı tüm gücüyle sallayarak adamın kafasına doğru indirdi. Tava, keskin bir metal sesiyle taksicinin kafasına çarptığında, adam bir an sendeledi, yüzünde şaşkınlıkla öfke karışımı bir ifade belirdi. Eylül'ün beklenmedik bu hamlesi taksiciyi şaşkına çevirmişti.

 

Taksici başını tutarak geriye doğru sendeledi, bir an gözleri bulanıklaştı. Eylül, bu fırsatı kaçırmadan tekrar koşmaya başladı, arkasına bile bakmadan sokakların arasına daldı. Kalbi yine deli gibi atıyor, adrenalin tüm vücudunu sarıyordu. Daha önce asla yapmayı hayal bile edemeyeceği bu hamle, ona biraz daha zaman kazandırmıştı.Eylül, bu fırsatı kaçırmadan tekrar koşmaya başladı, arkasına bile bakmadan sokakların arasına daldı. Kalbi yine deli gibi atıyor, adrenalin tüm vücudunu sarıyordu. Daha önce asla yapmayı hayal bile edemeyeceği bu hamle, ona biraz daha zaman kazandırmıştı.

 

Ancak taksicinin pes etmeye niyeti yok

 

gibiydi; bir süre sonra toparlandı ve Eylül'ün arkasından küfürler savurarak tekrar koşmaya başladı. Ama bu kez biraz yavaşlamış, sersemlemişti. Eylül, sokaklarda bir çıkış yolu ararken elinde kalan zamanın azaldığını hissediyordu.

 

Bir yandan, bu yaşadığı olağanüstü adrenalin patlamasının içinde kalbi heyecandan çarpıyor, diğer yandan da elinde olmadan gülümsemeye başlamıştı. Taksiciyi böylece alt etmişti!

Eylül, nihayet peşindeki adamdan uzaklaştığını hissettiğinde en yakın duvarın dibine çöktü ve nefes nefese kaldı. Ellerini zafer kazanmış gibi birbirine çırptı, yüzünde hem yorgun hem de gülümseyen bir ifade vardı. Kalbi hâlâ deli gibi atıyordu; biraz önce yaşadığı kaçış sahnesi, onu hem şaşırtmış hem de ona garip bir tatmin duygusu vermişti. Kendini böylesine çılgın bir şey yaparken hayal bile edemezdi.

 

Etrafına göz gezdirdi; sonunda güvende gibi hissediyordu ama hâlâ tetikteydi. Bir an için derin nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Elleri hâlâ hafifçe titriyordu. Yaşadığı adrenalin patlamasının etkisi henüz geçmemişti ama içten içe kendini bu kadar cesur hissettiği için gurur duyuyordu.

 

"Ben… bunu gerçekten yaptım!" diye kendi kendine mırıldandı, ellerini sıkıca yumruk yapıp hafifçe sallayarak kendini kutladı.

 

Hayatında hiç böyle bir tehlikeye atılmamış, bu kadar cesurca bir kaçış yaşamamıştı. Çevrede kimsenin olmadığından emin olduktan sonra ellerini dizlerine koyup birkaç kez derin nefes aldı. Yaşadığı bütün karmaşayı tekrar gözden geçiriyor, her saniyesini tekrar hatırladıkça kendini daha güçlü hissediyordu.

 

 

Diğer bölüm de görüşmek üzere bolca oy ve yoeum yapınız sizi çok seviyorum birtanelerim

 

Loading...
0%