Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@aytengul

Merhaba arkadaşlar....

Lütfen bolca yorum yapınız

Tunç Yavuz, Zerda'yı kollarından götürürken bir kez olsun arkasına bakmadı. Zerda'nın dünyası, ailesinin yok oluşuyla paramparça olmuştu. Geriye ne bir sıcak yuva ne de tutunacak bir dal kalmıştı. Her şeyini yitirmişti. Kendi başına kalan bir fidan gibi savruluyordu hayatta. Ancak şimdi, sanki bir kurtuluş gibi hissettiren bu kollarda olduğunu sanıyordu. Güvende olduğuna inanmak istiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı: Bu kollar, onu gerçekten koruyacak mıydı, yoksa daha büyük bir uçurumun eşiğine mi sürükleyecekti?

 

 

Ancak bazı insanlar, göründükleri gibi olmazdı. Kimi, iyi görünürken içlerinde karanlık taşırlardı; yalanlarla süslenmiş sözleriyle güven kazanmaya çalışırlardı. Bu tür insanlar, gülümsemeleri ardında gizledikleri acımasız niyetleriyle insanları kandırmayı çok iyi bilirlerdi. Onların gerçek yüzlerini görebilmek, çoğu zaman bir hayat dersi gerektiriyordu.

 

Öte yandan, bazıları kötü ya da tehlikeli sanılırdı. Sert görünüşleri, belki de geçmişte yaşadıkları travmalardan kaynaklanıyordu. Dışarıdan soğuk ve mesafeli görünen o kabuk, aslında derin bir sevgi ve şefkat saklıyordu. Hayat onlara acımasız davranmıştı; belki bir zamanlar sevdikleri, onlara ihanet etmişti. Bu nedenle, içlerindeki sıcaklığı göstermekten korkuyor, kendilerini korumak için bir duvar örüyorlardı.

 

Bazen, bir insanı tanımadan önce dış görünüşüne göre yargıya varmak ne kadar tehlikeli olabilirdi. Zerda, kendi hayatında bu dersi acı bir şekilde öğrenmişti. Tunç’un kollarında kendini güvende hissetse de, içindeki belirsizlikle yüzleşmek zorundaydı. Kime güveneceğini bilmeden, karanlıkta yol alıyordu. Hayat, onu koruyacak bir dal bulmanın ötesinde, insanların karmaşık doğasıyla yüzleştiriyordu. Ve bu yüzleşme, belki de en büyük mücadeleydi.Tunç Yavuz, Zerda'yı dikkatlice arabasına bindirdikten sonra, motoru çalıştırıp yola koyuldu. Zerda, tüm yaşadıklarının etkisiyle yorgun düşmüştü. Bir süre sonra gözlerini kapattı ve kendini uykunun kollarına teslim etti. Zihnindeki karmaşa, derin bir uykuya dönüşmüştü; düşünceler yavaşça kaybolurken, rahat bir uykuya daldı.

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra, üzerine dökülen soğuk suyla irkilerek uyandı. Gözlerini açtığında, kendini karanlık bir depo içinde buldu. Hava, nemli ve ağırdı; ışık yok denecek kadar azdı, sadece birkaç çatlak arasından sızan zayıf ışık huzmesi görünüyordu. Hemen etrafına bakındı, neyin içine hapsolduğunu anlamaya çalıştı. Gözleri, karanlığın içindeki tek bir silueti fark etti: Tunç Yavuz.

 

Tunç, soğuk ve alaycı bir gülümsemeyle karşındaydı. Gözleri, derin bir boşlukla dolmuştu ve yüzündeki gülümseme, kötü bir oyun oynuyormuş gibi görünüyordu. O an Zerda'nın içinde bir korku belirdi; Tunç’un bu halindeki tuhaflık, aklındaki bütün kaygıları yeniden alevlendirdi.

 

“Uyan, uyan! Eğlencemiz yeni başlıyor!” dedi Tunç, sesi alaycı bir tonla yankılandı.

Tunç, karanlık depoda Zerda'nın üzerine doğru yavaşça yaklaşırken, gülümsemesi bir an bile kaybolmuyordu. "Oooo," dedi alaycı bir tonla. "Uyuyan güzel, sonunda rüyasından uyanmış." Sesi, odada yankılanırken, her kelime Zerda'nın içine bir bıçak gibi saplanıyordu. "Bütün aileni mahvettiğimde, şimdi sıra sana geldi."

 

Zerda, bu sözlerin ağırlığı karşısında dona kaldı. Ne söyleyeceğini bilemedi; nutku kurumuştu. İçindeki korku, çaresizlikle birleşerek, gözlerini yaşarttı. Tunç, yavaş adımlarla yanına yaklaştı, kendine güvenli bir şekilde.

 

Ellerini uzatarak, Zerda'nın çenesini nazikçe kaldırdı. "Ne oldu güzelim? Benden eğleniyor musun?" dedi, sesi alaycı bir tatla doluydu. "Oysa ki sana yaptıklarımda hiç böyle yapmıyordum. Hatırlasana..."

 

Bu sözler, Zerda'nın içindeki yarayı daha da derinleştirdi. Gözleri dolmaya başladı, gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. "Beni bu hale getiren sensin!" dedi, sesi titreyerek. "Senin yüzünden ailem mahvoldu! Bu senin suçu!"

 

Tunç'un yüzündeki gülümseme genişledi. "Ah, tatlı Zerda," dedi, sesinde bir alay ve tatmin var. "Sizin ailenizi mahvetmek o kadar kolay oldu ki. Onların acısı, benim için sadece bir oyun."

 

Zerda'nın içinde bir öfke patladı. "Oyun mu? İnsanları öldürmek, onların hayatlarını mahvetmek bir oyun mu?" diye bağırdı. "Beni korkutmaya çalışıyorsun ama ben senin gibi bir canavara boyun eğmeyeceğim!"

 

Tunç, bir adım geri çekilerek ona dikkatle baktı. "Korkmaman, beni daha çok eğlendiriyor. Ama ne yazık ki, bu hikaye burada bitmiyor. Şimdi seni mahvedeceğim, bütün ruhunu yok edeceğim."

 

Zerda, gözyaşları içinde, ona tiksintiyle baktı. "Beni yok edemezsin! İçimde hala bir umut var!" dedi. "Hayatta kalmak için mücadele edeceğim!"

 

"Umudun mu?" diye alay etti Tunç. "Sana bir şey söyleyeyim, umudun seni daha fazla yaralayacak. Bu karanlık dünyada, umudun en büyük düşmanın olacak."

 

Zerda, haykırarak, "Hayır! Ben pes etmeyeceğim! Bu yaptıklarınla beni yenemezsin!" dedi. İçindeki acı ve öfke, onu daha da güçlendiriyordu.

 

Tunç, onun gözlerindeki kararlılığı görünce, gülümsemesi silinmeden yanıtladı. "Güzelim, senin bu cesaretin beni daha çok heveslendiriyor. Ama yine de, sonunda kim kazanacak göreceğiz."

 

Aralarındaki diyalog, adeta bir gerilim müziği gibi yükselirken, Zerda kendini tekrar kaybetmemek için mücadele etti. İçindeki acı ve korku, onu güçlü kılıyordu. "Benimle oynamayı bırak, Tunç!" dedi. "Ben senin korkularının esiri olmayacağım!"

 

Tunç'un gözlerinde bir kıvılcım parladı. "Bakalım, bu cesaret seni nereye götürecek. Unutma, ben her zaman bir adım öndeyim," dedi. Ve o an, Zerda'nın kalbinde bir şeyin değiştiğini hissetti; artık bir savaş vardı ve bu savaşta asla yalnız olmayacaktı.Tunç’un sesi, odanın karanlığında derin bir yankı buldu. “Sana o gün yaptığımda, ailenin seni terk edeceğini düşündüm,” dedi. Gözleri Zerda’nın gözlerine sabitlendi; alaycılığı yüzünden okunuyordu. “Ama aksi oldu. Düşündüm ki, kirlenen kızını baban kabul etmez.”

 

Zerda, bu sözlerin etkisiyle irkildi. Tunç’un bu kadar acımasızca konuşabilmesi, içinde biriken tüm acıları yeniden alevlendirdi. Gözyaşları yeniden yanaklarından süzüldü, ama bu sefer kendini daha güçlü hissetti. “Senin yüzünden ailem dağılmadı!” diye yanıtladı. “Onlar, benim kim olduğumu biliyorlar. Beni asla bırakmayacaklar!”

 

Tunç, bu yanıtı alayla karşıladı. “Ah, tatlı Zerda, ne kadar saf olduğuna hayret ediyorum. Onların seni kabul edemeyeceklerini biliyorsun. Kirlenmiş bir ruh, aile değerlerini bozar. Onların gözünde sen artık bir yabancısın.”

 

Zerda, içindeki öfkeyi ve hayal kırıklığını bastırarak, “Hayır! Beni tanıyanlar beni sever! Onların gözünde ben, asla senin gibi bir canavar olmayacağım!” dedi.

 

Tunç’un yüzündeki gülümseme daha da genişledi. “Belki de… ama gerçek, bazen acımasızdır. Gerçekleri görmek istemediğin sürece, sen bu karanlığın içinde kaybolacaksın.”

 

Zerda, onun alaycı bakışları arasında bir an duraksadı. “Sen benim ruhumu kirletemezsin! İçimde bir umut var ve asla kaybolmayacak,” diye haykırdı. İçindeki cesaretle, ona karşı durdu.

 

Tunç, adım adım yanına yaklaşarak, “Umut mu? Onun seni koruyacağını mı sanıyorsun? Hayat, bazen umut dolu bir yalan gibidir. O yalanın ne kadar acımasız olabileceğini göreceksin,” dedi, sesinde kurnaz bir tonla.

 

Zerda, artık geriye adım atmanın bir seçenek olmadığını anladı. “Seni durduracak gücüm var,” dedi, kendine güvenerek. “Seninle olan bu savaş, asla benim sona ereceğim anlamına gelmiyor. Beni mahvedemeyeceksin!”

 

Tunç, onun bu cesaretine karşı şaşırmış görünüyordu. “Bakalım, tatlı kız. Hayatta kalmak için her şeyini vermeye hazır mısın?” diye sordu, merakla.

 

Zerda, gözlerini sabit tutarak, “Evet, her şeyimi vermeye hazırım. Ama senin gibi bir canavara asla teslim olmayacağım!” diye yanıtladı. Ve o an, Tunç’un gözlerindeki zehirli parıltı, onun içindeki kararlılığın ne kadar derin olduğunu anlamasına neden oldu.

 

Bu savaşın sonu, her ikisi için de bilinmezdi, ama Zerda, içinde taşıdığı ışığı asla kaybetmeyecekti. Artık sadece kendi için değil, ailesinin onuru için de savaşacaktı.Tunç, alaycı bir gülümsemeyle, “Getirin benzinleri,” dedi. Sesi, karanlık depoda soğuk bir yankı buldu. Bu sözler, Zerda’nın içindeki korkuyu katbekat artırdı. “Hayır, hayır!” diye bağırmaya başladı, sesi panik doluydu. “Bunu yapma! Lütfen, beni bırak!”

 

Tunç, ona doğru birkaç adım attı, gözlerindeki kıvılcım daha da parladı. “Neden bu kadar korkuyorsun, Zerda? Bu sadece bir oyun. Senin hikayen burada bitmiyor, ama biraz ateşle daha eğlenceli hale getirebiliriz, değil mi?”

 

Zerda, gözleri dolu dolu, “Beni yakma! Beni asla yakma!” diye haykırdı. İçindeki çaresizlik, her geçen saniye daha da derinleşiyordu. Kendini geriye çekmeye çalıştı, ama arkasında hiçbir kaçış yolu yoktu.

 

“Ah, ama senin hikayen o kadar dramatik ki, biraz ateş her şeye ayrı bir tat katacak,” dedi Tunç, bu sefer sesinde bir tehdit varmış gibi. “Biliyorsun, insanlar bazen ateşle yeniden doğarlar. Ama senin durumun farklı; sen, belki de sadece yanarak yok olacaksın.”

 

Zerda, kalbinin hızla çarptığını hissederek, “Yapma! Benim bir ailem var, beni bekliyorlar! Onlar için savaşmalıyım!” dedi, kendini toparlamaya çalışarak. Ama sözleri, Tunç’un yüzündeki gülümsemeyi silemedi.

 

Tunç, yanındaki adamlara döndü. “Getirin benzinleri!” diye tekrar emretti. “Bu gece unutulmaz olacak!”

 

Zerda, gözlerinden akan yaşları silerken, içindeki çaresizlikle boğuşuyordu. “Hayır! Beni bu şekilde yok edemezsin! Hayatımın sonu olamaz bu!” diye çığlık attı.

 

Tunç, ona alaycı bir bakışla yaklaşırken, “Bunu istiyorsun, Zerda. Acının içinde kaybolmak, senin doğal halin. Ama bu gece, seninle oynamak benim için bir zevk olacak. Görürsün, tüm gözyaşların sadece birer sahne dekoru olacak,” dedi.

 

Zerda, artık geride hiçbir seçenek kalmadığını anladı. Ama pes etmeyecekti. İçindeki umudu, bir kurtuluş arayışı olarak kullanacaktı. “Ben seni korkutmaktan daha güçlü olacağım,” dedi, titrek bir sesle. “Beni yakamayacaksın!”

 

Tunç, bu sözleri duyduğunda bir an duraksadı, ama hemen ardından gülümsemeye devam etti. “Bakalım, ne kadar cesaretin var? Ateş seni yok etmeden önce, belki de içindeki cesareti keşfetmen gerekecek,” dedi ve yanındaki adamlara bakarak, “Başlayın!” emrini verdi.

 

Zerda, gözlerinde korku ve umutsuzlukla, ama bir yandan da kararlılıkla, bu savaşın sonunun kendisi için bir dönüm noktası olabileceğini düşündü. Artık yalnız değildi; içinde taşıdığı cesaret, bu karanlıkta bile ona ışık tutacaktı.Tunç, adamlarının etrafa benzin dökmesiyle memnun bir şekilde gülümsedi. Depo, karanlık ve tehlikeli bir atmosferle dolmuştu; her yerde parlayan benzin izleri, Zerda’nın kalbini korkuyla dolduruyordu.

 

“Hoşça kal, küçük şeytan,” dedi Tunç, elindeki kibriti alırken. Kibriti ateşe verip, alevin dans edişini izledi. “Cehennemde görüşürüz.”

 

Zerda, bu sözler karşısında dehşete kapıldı. “Hayır! Bunu yapma!” diye bağırdı, ellerini başının üzerine kapatarak. Alevin parlaması, gözlerinin önünde kıvılcımlar yarattı. “Beni bırak, lütfen! Henüz her şey bitmedi!”

 

Tunç, kibriti yakıp ateşi havaya savurduğunda, ateşin büyümesi bir anlık şaşkınlık yaratmıştı. Rüzgar, alevleri daha da şiddetli hale getirirken, Zerda’nın içindeki korku tavan yapmıştı. “Artık kaçış yok, Zerda. Hızla büyüyen bu ateş, sana daha önce hiç hissetmediğin bir şey yaşatacak,” dedi alaycı bir tonla.

 

Zerda, kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. “Beni yakamazsın! Hayatta kalacağım! Beni ateşle yok edemezsin!” dedi, içindeki cesareti bulmaya çalışarak. Alevlerin parıltısı yüzündeki korkuyu daha da belirgin hale getiriyordu.

 

Tunç, gülümseyerek, “Eğer bu kadar inat edersen, belki de cehennemden bile daha kötü bir şeyle karşılaşacaksın,” dedi. Rüzgar, ateşi daha da yayarken, Zerda bir an için kendini kaybetti; karanlıkta bir çıkış arıyordu.

 

“Ateşin ne kadar acımasız olduğunu göreceksin,” diye ekledi Tunç, etrafındaki adamlarına bakarak. “Bu gece, cehennemin kapılarını açacağız. Ama seni burada bırakmayı düşünmüyorum. Küçük bir yıldız gibi parlayan ruhunu alıp, yangında kaybedeceğim.”

 

Zerda, bu sözler karşısında dehşete düştü. Korku içindeki kararlılığı zayıflatmaya çalışıyordu, ama bir şey bilmeliydi: Pes etmeyecekti. “Hayır! Benim ruhum asla senin değil!” diye bağırdı, her kelimesi kalbinde yankı buluyordu.

 

Tunç, elindeki kibriği havada döndürerek, “Bakalım, bu ateş seni yok etmeden önce, ne kadar cesaretin var?” dedi. Alevler, etrafta dans ederken, Zerda kendini yalnız ve çaresiz hissetti. Ama içindeki umut hala sönmemişti.

 

Dışarıdaki rüzgar, ateşin alevlerini daha da yukarı savururken, Zerda, bir şekilde bu durumdan kurtulmanın yolunu bulmalıydı. Ateşin pençeleri arasında sıkışmıştı ama içindeki cesaretle, hayatta kalmak için mücadele edecekti. "Kendim için savaşacağım! İçimdeki ateş, seninkinden daha güçlü!" diye hay

Loading...
0%