Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@aytengul

 

Canlarım ben geldim ..

 

Lütfen yorum ve oy verin

 

 

 

 

Koca Batman Ağa, Şanlıurfa’nın en güçlü adamlarından biri olarak tanınırdı. Onun adı söylendi mi, herkesin gözleri korkuyla irkilirdi. Gücüne, kudretine diyecek yoktu; düşmanları bile ona karşı saygıyla eğilirdi. Ama bugün... Bugün her şey değişmişti. Bugün Batman Ağa yerle bir olmuştu.

 

 

Hastanenin soğuk ve beyaz duvarları arasında ayakta zor duruyordu. Omuzları, o dağ gibi güçlü omuzları, şimdi yıkılmış bir dağın enkazı gibiydi. Gözlerinin feri sönmüş, o heybetli bakışlarının yerini tarifsiz bir acı ve hüzün almıştı. Bu öyle bir acıydı ki, Ağa'nın yüreğini dağlayarak derinlere işlemişti. Zerda’sı, göz bebeği, onun biricik kızı... Kimseye bir zararı olmayan, küçücük bir dünyada, kendi hayallerini kovalayan kızına bunları yapmışlardı.

 

 

Yüreğinde hissettiği acı, bedenine ağır geliyordu. Dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi; dev gibi bir çınar, köklerinden sökülmüştü adeta. Ayakta durmakta zorlanırken, avuçlarını sıktı, tırnakları avuçlarına batacak kadar sıkı. “Nasıl olur?” diye düşündü, gözleri dolu dolu ama akmayan gözyaşlarıyla etrafına bakarken. “Ben, Batman Ağa, kızımın canını koruyamamışım...”

 

 

Oysa ki, Zerda'sı doğduğunda sevinçten adeta dünyalar onun olmuştu. Eline doğan o minik bebeği, her şeyden sakınmış, onun bir damla gözyaşı dökmesine bile dayanamamıştı. Zerda, onun kalbinin en derin köşesine yerleşmiş bir cennet çiçeğiydi. Şimdi o cennet, ateşe verilmişti. Onun bir tek canı, bir tek kızı vardı ve şimdi o, hayatta kalma savaşı veriyordu. Batman Ağa, yıllarca düşmanlarına karşı durdu, hiçbir şeyden korkmadı. Ama bugün... Bugün koca Ağa, kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti.

 

 

Ağa’nın gözleri doktorun söylediklerini tekrar tekrar işitirken, içinden gelen fırtına büyüdü. Her bir kelime, zihninde bir çekiç gibi yankılanıyordu: İstismar... işkence... kırık kaburgalar... Bu kelimeler onun için kılıçtan daha keskindi, kalbine saplanıyordu. Ağa’nın başı öne eğildi, bir elini kalbine götürdü. Koskoca Batman Ağa yerle bir olmuştu; güçlü bir çınar gibi yıkılmış, devrilmişti. Şanlıurfa’nın sokaklarında adı titizlikle anılan adam, şimdi koca bir boşluğun içinde kaybolmuş gibiydi.

 

 

Etrafındakiler, bu haliyle onu daha önce hiç görmemişti. Onun yerle bir oluşu, tüm konak halkının yüreğine bir taş gibi oturdu. Onca yıl dimdik duran bu adamın, kızının düşman ellerinde bu halde olduğunu duyması, en büyük savaşın ona karşı açılması demekti. Öfkesi, acısı, çaresizliği birbirine karışmıştı. Artık bu savaşta ona sadece intikam kalmıştı. Tek kızı için, bu zulmü ona yapanlardan, kanlı bir hesap sorulacaktı. Ve bu hesap, Batman Ağa’nın yerle bir olmuş yüreğinden kopup gelen bir kasırga gibi olacaktı.

 

Zerda, beyaz çarşafların arasında öylece yatıyordu. Hastane odasının soğuk floresan ışıkları, onun solgun yüzünü bir hayalet gibi aydınlatıyordu. Masum yüzü, şimdi bir kâbusun izlerini taşıyordu; o güzel gözleri kapalıydı, dudakları ise çatlamış ve kuruydu. Zerda'nın bedeninde savaşın izleri vardı; her yara, her morluk, her kırık, yaşadığı o korkunç anların birer tanığı gibiydi. Sessizdi, hareketsizdi. Soluk alıp verişi belli belirsizdi, sanki her nefes bir savaş, her soluk bir zafer gibi geliyordu. Bu yatakta yatarken, ruhu fırtınalı bir denizin ortasında sürükleniyor gibiydi.

 

 

Ama Zerda uyandığında, bu huzur maskesi kalkacak, acının gerçek yüzüyle yüzleşecekti. Gözlerini açtığında, karşısında gördüğü dünya artık eskisi gibi olmayacaktı. Zerda için artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Gözkapaklarının ardında saklı olan kabusları, gerçek dünyada da yankılanacaktı. O masumiyet dolu, hayat dolu genç kız, artık o karanlık anların gölgesinde kalmıştı. Onun gözlerini açtığı an, sadece fiziksel acı değil, ruhunda kopacak fırtınalar da başlayacaktı.

 

 

Zerda'nın bilinçaltında, o anların izleri birer birer belirecek, parmak izleri gibi beynine kazınacaktı. Hafızasının derinliklerinde hapsolmuş korkular, öfke, utanç ve çaresizlik duyguları su yüzüne çıkacaktı. Uyandığında, dünyanın tüm ağırlığı onun omuzlarına binecekti. Zerda, o odada yeniden doğacaktı; ama bu yeniden doğuş, acı dolu bir uyanış olacaktı. O andan itibaren, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilen bir Zerda olacaktı.

 

 

Koca bir buhran, bir dev dalga gibi zihnine çarpacak, onu dipsiz bir uçurumun kenarına sürükleyecekti. Belki de yeniden hatırlamak, onun için her şeyden daha ağır olacaktı. Zihnindeki her detay, her anı, her ses, her karanlık gölge birer bıçak gibi canını acıtacak, ruhunu parça parça kesecekti. Zerda, o uyanış anında geçmişin kabuslarına geri dönecek, o korkunç dakikaları tekrar tekrar yaşamak zorunda kalacaktı.

 

 

Ve bu sırada, hastane odasının dışındaki koridorda, kızının uyanmasını bekleyen Batman Ağa, belki de kızının gözlerindeki bu karanlığı gördüğünde, yıkımının ne kadar derin olduğunu bir kez daha anlayacaktı. Zerda'nın uyanışı, sadece kendi buhranını değil, ailesinin de karanlık bir dehlize sürüklenişini başlatacaktı. Zerda’nın gözleri açıldığında, gerçek acı başlamış olacaktı; ve o acı, tüm Muzafferoğlu hanesine bir daha hiç çıkmayacak bir kara bulut gibi çökecekti.

 

Oysa, Zerda’ya bunu yapan adam… Ona "seni seviyorum" demişti. Bu söz, şimdi Zerda'nın bilinçaltında yankılanan bir zehir gibi, derin bir alay gibi acıyordu. “Seni seviyorum.” Bu iki kelime, o gün kulağına fısıldandığında masum birer vaat gibi gelmişti belki de. Ama şimdi, o sözlerin ardında saklı olan karanlık ve saplantının gerçek yüzü ortaya çıkmıştı. Sevgi maskesi takmış bir saplantıydı bu; hastalıklı bir zihnin, kendi karanlık arzularına "sevgi" adını taktığı bir saplantı.

 

 

Zerda, hatırlayabildiği her an, her detayda bunu düşünüyordu. "Sahi," diye düşündü, "saplantı ne zamandan beri sevgi olmuştu?" Sevgi, şefkatti, korumaydı, anlayıştı. İnsan sevdiğine kıyamazdı; ona zarar vermez, onun canını acıtmazdı. Ama işte burada, bu hastane odasında, o saplantının bıraktığı derin yaralarla yatıyordu. O adam, Zerda'ya “seni seviyorum” derken, bu kelimeleri gerçekte ne kadar anlamsızlaştırdığını bilmiyordu. Çünkü sevgi, böyle bir şey değildi. Sevgi, acı vermezdi; sevgi, kanatmazdı. Gerçek sevgi, dokunduğu yeri iyileştirir, sarar, sarmalardı.

 

 

Bu adamın saplantısı, Zerda’nın tüm dünyasını karartmış, hayatını paramparça etmişti. Zerda’nın masum gülüşleri, umut dolu bakışları, hayalleri… Hepsi bu saplantının kurbanı olmuştu. Zerda’nın kalbi, kendisine "sevgi" adını veren bu kabusun neden olduğu dehşetin içinde sıkışıp kalmıştı. O adam, sevdiğini iddia ettiği kıza böylesine büyük bir acıyı yaşatabilmişti. Sevgi buysa, bu dünyanın hiç adaleti yoktu demekti.

 

 

Kızını bu halde gören Batman Ağa da bu düşüncelerle yanıp tutuşuyordu. “Sevdiği insana bunları yapabilen bir adam, insan olamaz!” diye düşünüyordu. Ağa’nın kafasında, sevginin en saf ve en masum haliyle büyüttüğü kızının, böylesi bir saplantının kurbanı olması, aklını oynatacak kadar büyük bir yük olmuştu. Batman Ağa için sevgi, bir babanın kızına duyduğu o derin şefkat ve koruma içgüdüsüydü. Ama bu adam, bu saplantılı ruh, Zerda'ya duyduğu hasta arzuyu, sevgi kılığına sokmuştu.

 

 

O adam belki de gerçekten inandı, kendi karanlığında boğulurken, bir sevgiye tutunduğunu sandı. Ama bu, sevgi değildi. Zerda’nın kırık dökük bedeni, o saplantının izlerini taşıyordu şimdi. Gerçek sevgi; korur, kollar ve kıyamaz. Oysa, bu adamın saplantısı Zerda’nın hayatına kıymış, bir gül bahçesini yangına çevirmişti.

 

 

Zerda, uyanıp da gözlerini açtığında, bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Bu düşünce, o uyanış anının ağırlığını daha da dayanılmaz kılıyordu. İnsan sevdiğine kıyamazdı; ama bu adam, kıymıştı. Ve işte bu yüzden, Zerda'nın kalbi iyileşmeye çok uzaktı.

 

Loading...
0%