Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@aytengul

Güzel bir bölüm sizinle umarım beğenirsiniz...

 

 

 

Depoda, ağır bir sessizlik hüküm sürüyordu. Batman Ağa’nın beş oğlu, etraflarını saran öfkenin ve intikam arzusunun büyümesine engel olamıyordu. İhsan Şerefoğlu, titreyerek, yerde acı içinde kıvranırken, nihayet gerçeği söylemeye karar vermişti. Dudaklarından dökülen kelimeler, odanın karanlığında yankılandı.

 

İhsan Şerefoğlu (titrek ve zor duyulan bir sesle): “Nemrut Ağa’nın oğlu... O yaptı. Bizim suçumuz yoktu… O zorladı bizi…”

 

Bu sözler, depodaki gerilimi patlama noktasına getirdi. Ağa’nın oğulları, İhsan’ın bu itirafıyla adeta deliye döndü. Gözlerinde alevlenen nefret, bir anda daha da büyüdü. Faruk, bir adım öne çıkıp İhsan’ın üzerine doğru yürüdü.

 

Faruk (dişlerini sıkarak, öfkeyle bağırarak): “Nemrut Ağa’nın oğlu mu? Bu şerefsiz mi yaptı yani? Seni de, onu da gebertirim! Zerda’mıza bunu yapanı ellerimle boğacağım!”

 

Faruk’un sesi depoda yankılandı. Öfkesinin sınırı yoktu; gözlerinde öyle bir kin vardı ki, sanki her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi.

 

Ömer (sinirle, nefret dolu bir tonda): “Şeref yoksunu herifler! Adınız bile yalan dolan, şereften yoksunsunuz! Nemrut’un oğluyla iş birliği yapıp bunu mu yaptınız? Kardeşimizin hayatını mahvettiniz lan! Hepinizin cezasını keseceğiz!”

 

Ömer’in yüzü kıpkırmızı olmuş, nefesi hızlanmıştı. Yumruğu, titreyerek sıkılıyordu; kardeşine yapılan bu hainlik ve acımasızlık karşısında gözlerinde kanlı bir öfke parlıyordu.

 

Asaf (daha sakin ama içindeki nefret gözlerinden okunur şekilde): “Nemrut Ağa’nın oğlu demek... Bu işin sonu cehennem olacak, hepiniz için! Kardeşimize kıyan, cezasını en ağır şekilde çekecek. Şimdi size bir seçenek sunuyorum: Ya şimdi her şeyi açık açık anlatırsınız, ya da burada çürüyüp gidersiniz.”

 

İhsan ve diğer adamlar, korkuyla birbirlerine baktı. Depodaki gergin hava, nefes alınamayacak kadar ağırlaşmıştı. Kimse kaçamayacağını biliyordu. Gözlerinden yaşlar süzülen İhsan, kendisini kurtarabilmek için bir kez daha konuşmaya çalıştı.

 

İhsan Şerefoğlu (panik içinde, ağlamaklı bir sesle): “Bizi zorladı… Nemrut Ağa’nın oğlu Emirhan. Onun emriydi. O yapmamızı istedi, yoksa bizi öldürecekti. İnanın bana, bizim suçumuz yoktu. Lütfen… Lütfen bizi affedin!”

 

Bu sözler, Batman Ağa’nın sabrını taşırdı. Gözleri ateş gibi parladı ve içindeki öfke adeta bir yanardağ gibi patladı.

 

Batman Ağa (yüksek, tehditkâr bir sesle): “Affetmek mi? Sen, zerre kadar aklın varsa burada affedilmeyi beklemezsin! Kızımın yaşadığı acının bedelini ödeyeceksiniz! Emirhan da o Nemrut Ağa da... Hepsi bunun hesabını verecek!”

 

Ağa’nın sözleri, depodaki her bir köşeye yayıldı. Öfkesi, nefesi kesilecek kadar yoğundu. O an, hiç kimse bir baba ile evladı arasında yaşanan bu derin acının karşısında durabilecek kadar güçlü olamazdı.

 

Fikret (hiddetle, dişlerini sıkarak): “Emirhan’ın cezası daha yeni başlıyor. Nemrut Ağa, oğlunun bu yaptıklarını tek tek ödeyecek. Kardeşimizin ruhunu bu cehennemden çıkarana kadar bu hesap kapanmayacak!”

 

Berat (sessiz ama keskin bir nefretle, derin bir ses tonuyla): “Bu depo sizin için cehennem olacak. Kardeşimizin gözünden dökülen her yaş için, her birinizin kanını akıtacağız. Sonra gidip o Emirhan’ı da, Nemrut’u da bulacağız!”

 

O an depoda korkunç bir sessizlik oldu. Batman Ağa, son bir kez adamların yüzlerine bakarak, gözleriyle onları delip geçti.

 

Batman Ağa (soğuk ama derin bir kararlılıkla): “Bu hesap burada kapanmaz. Zerda’mın yaşadığı her şeyin bedelini, Nemrut Ağa’nın soyunu kurutarak ödeyeceğiz. Bu dünyada ya adalet sağlanacak, ya da biz o adaleti kendi ellerimizle sağlayacağız.”

 

Depodaki hava, öfke ve intikamın gölgesinde daha da ağırlaştı. Herkes, Batman Ağa ve oğullarının sözlerinin sadece bir tehdit değil, yakın zamanda gerçekleşecek bir gerçek olduğunu biliyordu. Bu savaştan sağ çıkamayacak olanlar, şimdi gerçek adaletinne olduğunu görmeye başlayacaktı.

Hastanenin koridorları sessizdi. Gecenin ilerleyen saatleri, hastanenin içinde tuhaf bir ürperti ve sessizlik getiriyordu. Zerda Muzafferoğlu, yatağında yatarken, kabuslarının pençesinde kıvranıyordu. Bedeni acı içindeydi, ruhu ise daha derin yaralar almıştı. Odanın loş ışığında, göz kapakları hafifçe aralandı ve bir elin ağzını kapattığını hissetti. Panikle gözlerini açtı. Korku ve dehşetle çırpınmaya başladığında, karşısında o uğursuz yüzü gördü: İhsan Şerefoğlu.

 

İhsan Şerefoğlu (fısıldayarak, soğuk ve tehditkâr bir sesle): “Sakın sesini çıkarma. Seni öldürmemi mi istiyorsun, ha? Sus! Eğer çığlık atarsan, buradan sağ çıkamazsın!”

 

Zerda'nın gözleri korkuyla doldu, kalbi göğsünden çıkacakmış gibi atıyordu. Nefesi hızlandı, tüm vücudu titriyordu. Çığlık atmak istedi ama İhsan’ın eli, sesini bastırıyordu. Yine de gözlerinden biriken yaşlar, kontrolsüzce yanaklarından süzülmeye başladı.

 

Zerda (gözyaşları içinde, boğuk bir sesle): “Bırak beni! Ne istiyorsun benden? Zaten yetmedi mi yaptıkların? Lütfen, bırak beni!”

 

İhsan, sinsice gülümsedi. Gözleri delirmiş bir canavarın gözleri gibi parlıyordu. Zerda’nın çaresizliğinden zevk alıyor gibiydi. O an odada, hastane yatağının üzerindeki her bir saniye daha da uzuyordu.

 

İhsan (tehditkâr ve alaycı bir şekilde): “Korkuyor musun, Zerda? Benden kurtulabileceğini mi sandın? Eğer baban ve kardeşlerin bu işi daha fazla kurcalarsa, sana daha kötü şeyler yaparım. Anladın mı beni?”

 

Zerda'nın nefesi kesildi, gözlerinden yaşlar akarken kalbi hızla atıyordu. Bu adamın elinden nasıl kurtulabileceğini bilemiyordu. Bedeni de ruhu kadar yaralıydı ve bu durum karşısında daha da güçsüz hissediyordu.

 

Zerda (gözlerinde dehşet ve öfke karışımı bir bakışla, boğuk bir sesle): “Senden nefret ediyorum! Benim hayatımı mahvettin! Ama seni de mahvedecekler. Senin de cezanı bulmanı sağlayacaklar, anlıyor musun?”

 

İhsan'ın yüzü bir an ciddileşti. Zerda'nın sözlerindeki kararlılık, onun için bir tehdit anlamına geliyordu. Ancak bu tehdide karşılık, içindeki korku ona daha büyük bir tehdit olarak geri döndü. Elini Zerda'nın ağzından çekti, fakat elindeki bıçağı göstermeye başladı.

 

İhsan (sessiz ama delice bir kararlılıkla): “Eğer bir daha ağzını açarsan, seni burada öldürürüm. Kimse de bulamaz seni, anladın mı? Bu işin peşini bırakmaları için ailene bir şey söyleyeceksin. Yoksa sonuçları çok ağır olur. Herkes için.”

 

Zerda, ölüm korkusuyla titredi. Ama aynı zamanda gözlerinde o korkunun yerini alan bir ateş belirdi. Gözlerini İhsan’a dikti, nefretle dolu bir bakış attı. Yüreğinde, ailesinin ve kendisinin çektiği acıların intikamını alma arzusu büyüyordu.

 

Zerda (titreyen ama kararlı bir sesle): “Senden korkmuyorum, İhsan. Babam ve abilerim seni bulacak. Sen de o Nemrut Ağa’nın oğlu da cezanızı bulacaksınız. Korkunun kim olduğunu göreceksin!”

 

Bu sözler, İhsan’ın yüzüne sert bir tokat gibi indi. Bir an için tereddüt etti. Sinirle dişlerini sıktı, bıçağı Zerda’nın boynuna daha da yaklaştırdı.

 

İhsan (daha da öfkelenerek, alçak bir sesle): “Seni kimse kurtaramaz, Zerda. Kimse! Son bir kez düşün… ve ailene ne söyleyeceğini iyi hesap et. Yoksa bu sefer seni gerçekten öldürürüm.”

 

İhsan, odadan çıkarken Zerda’nın gözlerinde korku ve nefretin karıştığı bakışları üzerinde hissetti. O an odada sadece Zerda’nın nefes alıp verişlerinin sesi ve kalbinin çılgınca atışı kaldı. Zerda, nefesini tutarak kendine gelmeye çalışırken gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam etti. Artık içindeki acı, öfkeye ve kararlılığa dönüşmüştü. Babası ve kardeşlerinin bu adalet arayışında ne kadar ileri gidebileceğini çok iyi biliyordu.

Bu iş burada bitmeyecekti.

Zerda, hastanenin soğuk koridorlarının sessizliğinde bir umut ışığı bulmuştu. Gözyaşlarına boğulmuş, bedenindeki her kas acıdan gerilmişti. Yaşadığı korku, ruhunu delik deşik ediyordu, ama o kararlıydı. O an, gözlerini odadaki beyaz önlüklü bir doktorun cep telefonuna dikti. Hiç düşünmeden, telefonun tuşlarına hızla bastı ve babasını aradı. Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu, sesi titreyerek, nefes nefese, olan biteni anlattı.

 

Zerda (ağlamaklı ve panik dolu bir sesle): "Baba, İhsan burada… O, burada! Lütfen çabuk gelin, beni yine buldu! Beni öldürecek!"

 

Fakat o sırada kapının açıldığını duydu. İhsan’ın ayak sesleri koridorda yankılanıyordu. Zerda’nın sesi kesildi, telefonu elinden düşürdü. İhsan, bir kez daha odasına girmişti; gözleri, karanlık bir nefretle doluydu. Bir kez daha Zerda’nın üstüne doğru geldi, adeta bir yırtıcı gibi. Zerda, nefes alamıyordu. Panik ve korku içinde yatağın köşesine çekildi.

 

İhsan (soğuk ve tehditkâr bir sesle, yaklaşarak): “Sana kimse yardım edemez demedim mi? Ne yaparsan yap, bu iş burada bitmez! Seni ve aileni bitireceğim!”

 

Tam o anda, koridorun karanlığından, hastanenin ışıklarına gölgeler düştü. İhsan, bir anlığına duraksadı ve arkasına baktı. Karanlığın içinden ağır adımlarla bir adam çıkıyordu. Yüzü gölgelerle kaplıydı ama varlığı, odadaki her şeyi değiştirdi. Zerda, gözlerinde bir umut parıltısı hissetti; o adamın kim olduğunu henüz bilmiyordu, ama bir kurtarıcı gibi görünüyordu.

 

İhsan (sert ve öfkeli bir sesle, adama bakarak): “Sen de kimsin? Çek git buradan yoksa...”

 

Adam, hiç tereddüt etmeden bir adım daha attı. İhsan'ın sözleri yarım kaldı. O adam, yıllar sonra Mardin'e geri dönen o gizemli adamdı. Yüzü, kararlı ve soğuktu. Gözlerinde, gördüğü her şeyin hesabını sormaya kararlı bir ifade vardı. Hiçbir şey söylemeden, yere düşen neşteri eline aldı. Karanlık bir sessizlik içinde, İhsan'a yaklaştı.

 

Adam (soğuk ve sakin bir sesle): "Zerda'ya yaptıklarının hesabını burada vereceksin."

 

İhsan, gözlerini şaşkınlık ve korkuyla açtı, geri çekilmeye çalıştı ama çok geçti. Adam, hiç tereddüt etmeden neşteri İhsan'ın boğazına sapladı. Bir an için odada yalnızca boğuk bir hırıltı duyuldu. İhsan’ın gözleri, korkuyla büyüdü ve elleri boynuna sarıldı, ama her şey için çok geçti. Kan, boğazından hızla akmaya başladı ve İhsan, nefessiz kaldı.

 

Adam (düşen bedenin üzerinden kararlılıkla): "Bunu hak ettin. Zerda’nın intikamı için, senin gibi pisliklerin sonu böyle olacak."

 

İhsan’ın bedeni yere düşerken, odada ölümün soğuk kokusu hâkim oldu. Zerda, dehşet içinde, olanları izlerken bir yandan da bu korkunç kabusun sona erdiğini hissetti. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu, ama bu sefer yaşadığı karmaşık duygular, korkunun yanında bir rahatlama da taşıyordu. İhsan’ın boğazına saplanan neşter, sadece onun ölümünü değil, aynı zamanda Zerda’nın karanlıktan çıkışını da işaret ediyordu.

 

Adam, yavaşça Zerda’ya yaklaştı, yüzündeki soğuk ifade yumuşamaya başladı. Sakin bir ses tonuyla konuştu:

 

Adam (yumuşak ve güven verici bir sesle): "Korkma, artık güvendesin. Kimse sana zarar veremeyecek."

 

Zerda, gözleri dolu bir şekilde başını salladı. Artık bu kabusun bittiğine inanmak istiyordu.

O adamın kim olduğunu bilmese de, o an için onun bir kurtarıcı olduğuna inandı. Biraz olsun rahatladı. Ama gözlerinin derinliklerinde, babası ve kardeşlerinin bu işin peşini bırakmayacağını biliyordu. Bu hikâye burada bitmeyecekti; intikam ve adalet arayışı daha yeni başlamıştı.

Nefes kesen bir bölüm oldu .

 

Acaba bu adam kimdir?

 

Niye seneler sonra geldi..

 

Acaba Zerda onu hiç gördü mü?

Gelecek bölümde görüşürüz

10 yorum olmadan yeni bölüm yok bays

Loading...
0%