@aytengul
|
Alın size yakışıklı bir ağa daha Tunç Yavuz Alparslan Kaan, Urfa’nın adı herkes tarafından bilinen ama yüzü pek tanınmayan o gizemli ağası... Herkesin dilinde olan ama görenin az olduğu, varlığıyla bile huzur ve korku uyandıran biriydi kendi adıyla olduğu kadar mertliği, acımasız adaleti ve soğukkanlı tavırlarıyla da nam salmış bir adamdı.
İzmir’in en köklü ailelerinden birinin varisiydi Tunç Yavuz. Babasından devraldığı itibar ve güçle, şehirde adaletin kılıcı gibi dolaşır, kendi kurallarını koyar, kendi yöntemleriyle uygulatırdı. Onun hakkında söylenenler kadar söylenmeyenler de vardı. Söylentilere göre, yüzünü görenler, onun sert bakışlarının altında gizlenen öfkeli ve merhametsiz ruhunu hemen anlardı. O, herkesi titreten ama adaletinden de şüphe duyulmayan bir adamdı. İnsanlar onu tanımaz, ama adını duyunca bile yollarını değiştirirlerdi.
Tunç hikâyesi Urfa’da başlayan, İzmir’de devam eden bir destandı. Urfa'da, ailesinin gücünün kökleri derinlere uzanıyordu. Ancak o, genç yaşında İzmir’e yerleşerek, burayı da kendi hüküm sürdüğü bir yer haline getirdi. Urfa’nın toprak ağası, Herkes ondan korkar, ama bir o kadar da saygı duyardı. Kurduğu düzen, kendi içindeki kaosla harmanlanmıştı; kendi adaletini sağlayan, haklının yanında olan ama yanlış yapanın gözünün yaşına bakmayan biriydi.
Tunç , İzmir’de kurduğu imparatorlukta, sessizce ama etkili bir şekilde hareket ederdi. Onun varlığını hisseden herkes, bir gölge gibi dolaştığını ve her şeyden haberdar olduğunu bilirdi. Tunç gözleri ve kulakları her yerdeydi. Her kim adaleti çiğner, kendi kurallarını bozarsa, Tunç öfkesini ensesinde hissederdi. Çoğu zaman, onun adıyla bile birçok olay çözülürdü; zira kimse onun hışmını karşısına almak istemezdi.
Tunç Yavuz Alparslan Kaan'ın adalet anlayışı kesindi. İzmir'de ve Urfa’da onun gölgesi altında yaşayan herkes bilirdi ki, adalet asla gecikmezdi; Tunç elleriyle dağıtılırdı. O, bir yanıyla büyük bir gizem, bir yanıyla da hakkaniyetin bekçisiydi. Ve işte o Tunç , şimdi yine ortaya çıkmıştı; Mardin'deki bir depoda, yıllardır beklenen bir hesaplaşmaya doğru gidiyordu.
Her zamanki soğukkanlılığı ve keskin bakışlarıyla, bu sefer Urfa’dan doğan adaletin ve intikamın İzmir'den nasıl geleceğini herkese gösterecekti. Zerda’ya yapılanların hesabını sormak için beklenmeyen bir şekilde geri dönmüştü. Ve bu dönüş, hem Urfa’da hem de İzmir’de yankı bulacaktı. Herkes biliyordu ki, Tunç bir şeyin peşine düşerse, onu asla yarım bırakmazdı. İzmir’in tozlu sokaklarında adımlarımı atarken, gözlerim her zamanki gibi çevremi tarıyordu. Bu şehirde birçok yüz, birçok hikâye vardı. Herkes kendi yolunu bulmaya çalışırken, ben de kendi adaletimin peşindeydim. Ancak o gün, kalabalığın arasında farklı bir şey fark ettim. Genç bir kadın, Zerda, diz çökmüş bir kadına yardım ediyordu. Çökmüş ama inatla ayakta kalmaya çalışan bir kadına.
Zerda'nın gözlerindeki kararlılık dikkatimi çekti. Onun bakışlarında bir öfke, bir isyan ama aynı zamanda büyük bir merhamet vardı. Yıpranmış, çökmüş bir kadını kaldırmaya çalışıyordu. Çevresindeki kimse dönüp bakmazken, o durup yardım etmişti. Başkaları sokaklarda kendi dertlerine dalmışken, o bir hayatın yeniden yeşermesi için elini uzatıyordu. Bir an için durdum ve onları izledim.
Zerda, kadının elinden tuttu, ona su verdi ve o kadın başını Zerda’nın omzuna yasladı. O an, Zerda'nın gözlerinde bir ışık parladı; bu ışık, korkusuzluğun ve vicdanın ışığıydı. O kalabalık içinde yalnızca kendi işine bakan insanlar arasında, birinin durup yardım etmesi, hele ki Zerda gibi genç bir kadının, beni etkiledi. Zerda’nın cesareti, bu şehrin karanlık yüzüyle mücadele edenlerin cesaretiydi.
Yanlarına biraz daha yaklaştım, o sırada Zerda bana döndü ve göz göze geldik. Bakışlarında bir korku yoktu. Aksine, sanki karşısında kimin olduğunu biliyormuş gibi kendinden emin bir şekilde baktı. Onun bu cesur bakışlarına karşılık verdim. Gözlerimiz buluştuğunda, o an, onun sadece bir genç kız değil, aynı zamanda kendi adaletini savunacak bir savaşçı olduğunu anladım.
Tunç (derin ve otoriter bir sesle): "Genç hanım, o kadının elini tutmak her babayiğidin harcı değil. Yardım etmek kolaydır, ama adil olmak zordur. Senin gibi cesur bir yürek, bu şehre lazım."
Zerda, duruşunu bozmadan, gözlerini benden kaçırmadan cevap verdi.
Zerda (kararlı bir sesle): "Adalet, güçlünün değil, haklının hakkıdır. Bu kadını bırakıp gitmek bize yakışmaz. Siz de bilirsiniz, adalet her şeyden önce gelir."
Onun bu sözleri, içimde bir yerlerde bir yankı buldu. Kendi kurallarımla yaşadığım bu dünyada, belki de ilk kez birinin bu kadar net ve korkusuzca konuştuğunu duydum. Zerda’nın sözleri, hem meydan okuyan hem de hakikati savunan biriydi.
Bir an düşündüm. Bu kızın yüreği büyük ve cesareti pek çok şeyden daha değerlidir. Ardından korumalarıma döndüm, sakin ama sert bir ses tonuyla:
Tunç : "Bu kadın için gereken her şeyi yapın. Zerda’nın dediği gibi, adalet her şeyden önce gelir."
O an, Zerda’ya bir selam verdim, başımla hafifçe onayladım. Onun gözlerinde kararlılık ve cesaret vardı, tıpkı benim aradığım gibi. Zerda’nın varlığı, bu şehrin hala yürekli ve adaletin peşinden koşan insanlara sahip olduğunu hatırlattı bana. Ve bu, benim için her şeyden daha önemliydi. İlk kez Zerda’yı o sokakta gördüğümde, gözlerimin önüne serilen manzara yalnızca bir kadının merhametiydi; ama o anda bile fark etmiştim ki, bu genç kız farklıydı. Bir cesaret ve adalet arayışı vardı gözlerinde, o yaşlı kadına yardım edişindeki kararlılık ve özgüvenle bunu hissetmiştim. O günden sonra araştırmaya başladım, kimdi bu cesur genç kız? Zerda, adını öğrendiğimde ise hikayesi de önüme serildi. Muzafferoğlu aşiretinden olduğunu öğrendim.
Muzafferoğulları… O isim bana çok şey hatırlattı. Dedem Tunç Alparslan’ın zamanında, büyük bir davanın ortasında kaldığımız o zorlu günlerde, onlar bizim yanımızda durmuştu. Babam Hakan Yalçın, gençliğinde düşmanlarının sert rüzgarlarıyla boğuşurken, Muzafferoğlu aşireti sessiz ama sağlam bir şekilde arkamızda durmuştu. Onların desteğiyle, ailemizin adı, onurumuz ve adalet anlayışımız bu topraklarda hala ayakta kalmıştı.
Muzafferoğulları, gerektiğinde cesurca adım atan ve gerektiğinde sessizce destek olan, ağır başlı ama bir o kadar da mert bir aşiretti. Zerda’nın babası, Muzafferoğlu Ağa, babam Hakan Yalçın’la birlikte omuz omuza vermiş, zor günlerde elini taşın altına koymuştu. O günleri hatırladıkça, geçmişin o karanlık günlerinde bile kimlerin bizimle olduğunu, kimlerin ise yüz çevirdiğini bir kez daha hatırladım.
Zerda’nın o aşiretten olduğunu öğrendiğimde, belki de bu cesaretin, bu adalet arayışının ve bu insanlığa dair olan inancının kaynağını anladım. O günkü duruşu, sadece bir genç kızın iyilik yapma arzusundan değil, ailesinden miras kalan bir adalet anlayışından geliyordu. Bir baba nasıl evladını korumak için her şeyi göze alırsa, Muzafferoğlu Ağa da geçmişte bizim için bunu yapmıştı.
Şimdi, Zerda’nın hikayesi bana daha anlamlı geldi. Onun gözlerindeki cesaret ve kararlılık, babasından, ailesinden mirastı. Babam, Muzafferoğlu Ağa’yı her zaman saygıyla anardı; çünkü o, dostlukta sadık, düşmanlıkta mert olan nadir adamlardan biriydi. Bu yüzden Zerda’ya bir borcum vardı, ailemin geçmişte aldığı bir borç. Ve ben, bu borcun farkındaydım. Çünkü adalet her zaman geçmişten geleceğe bir yol çizer ve ben bu yolu hiçbir zaman unutmadım.
O gün sokakta gördüğüm o güzel kız, sadece bir yardım eli uzatan biri değil, aynı zamanda bir hikâyenin, bir davanın temsilcisiydi. Ve o davanın, o ailenin bize verdiği değeri, saygıyı ve desteği unutmak mümkün değildi. Zerda’yı izlerken, onun cesaretine ve adaletine hayran kalırken, içimden bir söz verdim: O gün Muzafferoğlu ailesinin bize gösterdiği vefayı, zamanı geldiğinde ben de gösterecektim. Çünkü bu şehirde, bu topraklarda, adaletin ve sadakatin ne demek olduğunu bizden iyi kimsebilemez. O gün, o sokakta gördüğüm Zerda’nın cesareti ve güzelliği aklımdan çıkmıyordu. Günlerce düşündüm, onu daha yakından tanımak istedim. Sosyal medya hesaplarını buldum ve onu Instagram'da takip ettim. Kalbim hızla çarpıyordu. Zerdanın fotoğraflarına bakarken, her birinde o gün gördüğüm cesaret ve zarafeti görüyordum. Bir an cesaretimi toplayıp ona mesaj attım. Onun hakkında hissettiklerimi kelimelere dökmek zor oldu ama birkaç cümleyle kendimi ifade ettim. Cevap verir mi diye bekledim, o anlar saatler gibi geldi. Sonunda telefonum titredi ve o güzel cevabı aldım.
---
Tunç : "Merhaba Zerda. O gün seni gördüğümde, sadece bir insana yardım ettiğini değil, koca bir dünyaya ışık saçtığını fark ettim. Cesaretin ve merhametin beni etkiledi. Seninle tanışmak ve belki bir kahve içmek isterim."
Bir süre bekledim. Zamanın nasıl geçtiğini bilemedim. Derken, telefonuma gelen bir bildirimle kalbim hızlandı.
Zerda: "Merhaba Tunç O gün göz göze geldiğimizde, senin bakışlarında da bir şeyler gördüm. Sanki bu şehrin tüm karanlığına rağmen içten bir adalet arayışı vardı. Kahve güzel bir fikir olabilir, ama öncesinde merak ediyorum; sen gerçekten kimsin?"
O kadar zarif ve aynı zamanda net bir cevaptı ki, dinamit gibi patlamıştı içimde. O anda daha da aşık olmuştum ona. Cesareti, zekası ve o zarif ama etkileyici cevap beni yerimde mıhlamıştı. Daha fazla dayanamayarak tekrar yazdım.
Tunç : "Ben sadece adaletin peşinde olan biriyim, Zerda. Bu şehre huzur getirmek için çabalayan ve gerektiğinde karanlıkla savaşan biri. Ama senin gibi birini tanıyınca, belki de bu savaşta yanımda olabilecek bir yoldaş bulmuş olabilirim."
Zerda’nın cevabı yine kısa ama özdü. Sanki kelimeleriyle bir büyü yapıyordu.
Zerda: "Belki de, Tunç Yavuz Adaletin yanında olmak her zaman iyidir. Görüşmek üzere."
Bu diyalogdan sonra, onunla görüşeceğimiz günü sabırsızlıkla bekledim. Ama şimdi, onun başına gelenleri duyunca deliye dönmüştüm. Zerda’ya bir şey yapan her kimse, ona dokunan her kimse bunun bedelini ödeyecekti. O an tek bir şey düşündüm: Zerda’ya zarar verenler, Tunç Yavuz Alparslan Kaan’ın gazabını tadacaklardı.
Gözlerim kararmıştı. Aklımda sadece onun acısını dindirmek ve onu tekrar güvende hissettirmek vardı. Adalet sadece kelime olmamalıydı; o gün, o acımasızca zarar verilen kız için gerçek olmalıydı. Zerda’ya dokunan eller kırılacak, ona zarar verenler pişman olacaklardı. O gün benim için artık başka bir savaştı. Bu savaş, Zerda’nın adaleti veonuru için olacaktı.
|
0% |