Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@aytengul

 

 

 

 

Yorum yazsanıza ne olur ...

 

Yorum istiyorum...

Bana neee ...

 

O kadar bölüm yazıyorum bir yorum çok mu ?

 

 

 

 

Tunç , sinir ve öfke içinde, Emirhan ve Nemrut Ağa’yı depoya getirmişti. Depo, şehirden uzak, karanlık ve gizli bir köşedeydi; içeriye sadece bir avuç ışık sızıyordu. Her şey, adaletin ve öfkenin bir araya geldiği bu mekânda belirginleşmişti. Emirhan ve Nemrut Ağa’nın elleri, bağlı ve sıkı sıkıya tutukluydu. Gözleri korku ve çaresizlikle doluydu. Tunç Bey’in gözleri ise öfkeyle yanıyordu.

 

Tunç , derin bir nefes aldı ve kararlı bir sesle konuştu:

 

Tunç : "Siz ne hakla bu kızı hedef aldınız? Zerda, adaletin ve merhametin simgesidir. Onun başına gelenler, sadece sizin değil, tüm şehirdeki alçakların mesajı olacaktır. Şimdi beni dinleyin; bu depoda yaşadıklarınız, Urfa’nın göbeğinde örnek olacak."

 

Emirhan ve Nemrut Ağa, korku içinde göz göze geldiler, ama Tunç Bey’in sinirli bakışları her hareketlerini takip ediyordu. Tunç , sinirle devam etti:

 

Tunç : "Bu şehirde kimse adaleti kendi çıkarları için eğip bükemez. Siz, Zerda’ya yaşattığınız acıyı, kendi derinizde hissedeceksiniz. Eğer adım Tunç Yavuz Alparslan Kaan ise, sizi bu şehirde şeyinizden ibreti alem için asmazsam adım değil. Bu adaletin bedelini ödeyeceksiniz. Kızımıza dokunan her el, bu şehirde bir ders alacak."

 

Tunç , Emirhan ve Nemrut Ağa’yı sert bir şekilde dövmeye başladı. Onların acıları, Zerda’nın yaşadığı travmayı telafi edemezdi belki ama adaletin sağlanması için bir başlangıçtı. Depo, sadece bir mekân değil, Tunç öfkesinin ve adalet arayışının yansımasıydı. Her darbe, Zerda’nın yaşadığı acının bir yankısıydı.

 

Tunç , Emirhan ve Nemrut Ağa’yı, her an tereddüt etmeden işkence ederken, adaletin bu şekilde yerini bulacağına dair bir kesinlik vardı. Gözlerinde, Zerda’nın hak ettiği güveni sağlamak için durmadan savaşıyordu. O an, adaletin ve merhametin, sadece kelime değil, aynı zamanda bir eylem olduğunu herkese gösteriyordu.

Tunç , Emirhan ve Nemrut Ağa’yı bağlayıp işkence ederken, öfkesinin doruk noktasındaydı. İkili, yaşadıkları acıdan neredeyse bayılacak haldeydi. Tunç Bey, yüzlerindeki umutsuzluğu ve korkuyu gördükçe, öfkesi daha da alevleniyordu.

 

Tunç (sinirle): "Hiç utanmadınız mı? Bir insanın başına böyle bir şey getirebilmek için nasıl bir vicdansızlık gerekir, bunu anlayabiliyor musunuz? Dua edin ki, Zerda’nın başına gelenleri görmeyeceğim. Yoksa, aynı acıları sizin kızlarınıza ve bacılarınıza da yaşatırdım. İnsanlığa dair en temel değerlere saldırdınız. Şimdi bunun bedelini ödüyorsunuz!"

 

Emirhan ve Nemrut Ağa, bir an göz göze geldiler, ama Tunç sert bakışları karşısında başlarını eğdiler. Sinirle devam etti:

 

Tunç : "Sizler sadece kendi bencilliğiniz için değil, tüm bu şehrin insanları için bir tehdit oluşturuyorsunuz. Eğer adalet bir gün sizi bulmazsa, bu şehirde adaletin ne kadar keskin ve acımasız olabileceğini göstereceğim. Sizler, Zerda ve onun gibi insanlara yaptığınız bu kötülüğün bedelini ağır ödeyeceksiniz. Bu yaptıklarınız, Urfa'nın göbeğinde ibretle anılacak."

 

Tunç sesi, öfkesinin yanında bir kararlılık taşıyordu. Her kelime, adaletin ve merhametin ötesindeki sertliği yansıtıyordu. Emirhan veNemrut

Tunç , öfkesini dindirmek için derin bir nefes aldı ve sert bir kararlılıkla emir verdi:

 

Tunç : "Kamçılara getirin! Emirhan, ilk kamçı senin için. Adaletin terazisi, sizin bu yaptıklarınıza gereken cevabı verecek. Hangi acının yaşanabileceğini bilmeden, başkalarına acı yaşatmanın ne demek olduğunu anlamanızı istiyorum."

 

Bir kaç koruma hemen depoya girdi ve kamçıları getirdi. Kamçılar, eski usullerle adaletin nasıl sağlanacağına dair bir işaret gibiydi. Emirhan ve Nemrut Ağa’nın gözleri, bu korkunç aletleri gördüklerinde daha da korku içinde parlıyordu.

 

Tunç "Emirhan, kamçıyı hazırlayın! Bu, sadece senin için değil, aynı zamanda tüm bu şehre bir ders olacak. Senin ve Nemrut Ağa’nın yaşadıkları, kimsenin böyle bir kötülüğü bir daha düşünememesi için bir ibret olacak."

 

Emirhan, kamçıyı görür görmez titredi. Tunç , kamçıyı eline aldı ve yüzünde kararlı bir ifade ile Emirhan’a döndü.

 

Tunç "Bu kamçı, Zerda’nın yaşadığı acıyı biraz olsun hissedebilmen için. Kızınıza ve bacınıza aynı şeyi yapacak kadar vicdansızlık göstermiş bir adam olarak, bu acıyı yaşamanız gereken bir şeydir. Eğer adım Tunç Yavuz Alparslan Kaan ise, bu adaletin sağlanmasını kendi ellerimle yapacağım."

 

Kamçının ilk darbeleri Emirhan’ın sırtına indiğinde, deponun sessizliğinde acı ve sessizlik yankılanıyordu. Tunç gözleri, adaletin sağlanması konusunda bir milimetre bile taviz vermeyecek şekilde, kararlı ve sertti. Adaletin bu şekilde sağlanması, tüm şehir için bir mesaj, Zerda için bir temin olacaktı.

O gece Urfa, sessizliğin içinde yankılanan çığlıklarla doldu. Tunç Bey’in adaleti kendi elleriyle sağladığı o deponun duvarları, yalvarışlar ve çaresiz feryatlarla inledi. Emirhan ve Nemrut Ağa, çaresizlik içinde, hayatlarının en korkunç gecesini yaşadılar. Kamçının her darbesiyle, vicdanlarında bir parça daha kırılıyor, çaresizlikle dolu ağıtlar yükseliyordu. Kendi zulümlerinin bedelini, o deponun karanlığında ödüyorlardı.

 

Sabah olduğunda ise Urfa, tüm şehir halkını uyandıran bir haberle sarsıldı. Karakolun önünde, yarı çıplak ve perişan bir halde Emirhan ve Nemrut Ağa’yı bulanlar, neye uğradıklarını şaşırdı. Gözlerinde hala o gecenin korkusu, derilerinde Tunç adaletinin izleri vardı. Kan içindeki gömlekleri, parçalanmış yüzleri ve yara bere içindeki bedenleriyle, gece boyunca gördükleri işkencenin hikayesini anlatıyorlardı.

 

Şehirde hızla yayılan bu görüntü, dedikoduların ve konuşmaların fitilini ateşledi. İnsanlar birer birer karakolun önüne gelmeye başladı. Herkes birbirine aynı soruyu soruyordu: “Ne oldu? Bu adamlar kim?” Bir anda, tüm şehirde Emirhan ve Nemrut Ağa’nın yaptıkları ve onların başlarına gelenlerin hikayesi dilden dile dolaşmaya başladı.

 

Karakolun önünde toplanan kalabalık, yüzlerindeki dehşet ve şaşkınlıkla Emirhan ve Nemrut Ağa’ya bakıyordu. Kimileri, onların başlarına gelenlerin hak edilmiş bir ceza olduğunu düşünerek içten içe bir tatmin duygusuyla izliyordu. Kimileri ise olayın dehşetinden kendilerini alamıyordu. Gözler, Tunç Bey'in verdiği kararlı ve acımasız adaletin yankılarını görüyordu.

 

Bir yaşlı adam, kalabalığın içinde fısıldayarak konuştu:

 

Yaşlı Adam: "Bu olanlar, Tunç Yavuz'u n işidir. Adalet, bazen sert gelir, ama bu dünyada yapılan kötülükler elbet karşılıksız kalmaz. Emirhan ve Nemrut Ağa’nın yaptıkları yanlarına kalmadı."

 

Herkesin bildiği ama kimsenin yüksek sesle söylemeye cesaret edemediği bu gerçek, şimdi gün gibi ortadaydı. Zerda’ya yapılan zulmün, Tunç tarafından nasıl yanıt bulduğu, şehirde bir efsane gibi dolaşıyordu. Adalet, bu kez tüm çıplaklığıyla Urfa’nın sokaklarında, karakolun önünde, herkesin gözü önünde sağlanmıştı.

 

Bir genç kadın, yanında duran arkadaşına dönüp alçak bir sesle konuştu:

 

Genç Kadın: "Bunu kimse beklemiyordu. Ama şimdi herkes anladı ki, adaleti kendi ellerinle aradığında, bu şehirde hiçbir kötülük cezasız kalmaz."

 

Güneş, yavaşça doğarken, Emirhan ve Nemrut Ağa’nın bedeni, Urfa’nın karakol önünde sabaha karşı çırılçıplak bir ibret vesikası olarak yatarken, şehrin hafızasına bu gece kazınmıştı. Urfa, o sabah Tunç adaletinin ne kadar güçlü ve sarsıcı olabileceğini bir kez daha anlamıştı. Ve bu olay, herkesin dilinde bir ders, bir uyarıolarak kalacaktı.

Batman Ağa’nın kulağına, Emirhan ve Nemrut Ağa’nın karakol önünde ibret-i alem için bırakıldıkları haberi ulaştığında, gözlerinde bir an için derin bir hüzün ve öfke belirdi. Zerda hâlâ hastanede yatıyordu, ama o sabah artık taburcu edilecekti. Batman Ağa, her şeyin kontrol altında olduğundan emin olmak için hastaneye doğru yola çıktı. Oğulları ise hastanede Zerda’nın odasında birer birer yanına girip onunla konuşmaya başlamışlardı. Her birinin yüreği kız kardeşleri için yanıyordu; gözlerindeki kararlılık, Zerda’yı yeniden hayata döndürmek içindi.

 

İlk olarak Faruk içeri girdi. Zerda’nın yatağının başında durup, ona bakarken gözleri doluydu ama hissettiği öfke daha ağır basıyordu.

 

Faruk: "Kardeşim, sana bunları yaşatanların kökünü kazıdık. Ne olursa olsun, seni bir daha asla yalnız bırakmayacağız. Senin gücün, bizim gücümüzdür. Sakın korkma. Hepimiz buradayız, seni korumak için her şeyi yapacağız."

 

Zerda, Faruk’un gözlerinde gördüğü kararlılığı ve öfkeyi hissediyordu. Başını hafifçe salladı ama gözlerinde hala yaşların izleri vardı.

 

Ardından Ömer içeri girdi. Ağabeyini gördüğünde Zerda'nın gözlerinde bir anlık rahatlama belirdi. Ömer, sakin ama bir o kadar da kararlı bir şekilde ona yaklaştı.

 

Ömer: "Zerda, biliyorum ki bunları unutmak zor ama seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağız. Sen bizim canımızsın, her şeyimizsin. Bu iş burada bitmedi, bitmeyecek de. Senin için ne gerekiyorsa yapacağız."

 

Zerda, Ömer'in elini tuttu ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Ama bu kez, gözlerindeki yaşlar çaresizliğin değil, biraz da olsa kardeşlerinin desteğiyle gelen bir rahatlamanın işaretiydi.

 

Asaf, Fikret ve Berat da tek tek içeri girip kardeşleriyle konuştu. Her biri ona farklı sözlerle cesaret verdi, onu sevdiğini söyledi ve yanında olduğunu hissettirdi.

 

Bu sırada, hastanenin dışında, Batman Ağa ve oğulları boş durmuyordu. Nemrut Ağa’nın hapishanedeki oğlunun işini bitirip, kökten bir temizlik yapmaya karar vermişlerdi. Hapishanede Nemrut Ağa'nın oğlu bir saldırı sonucu ağır yaralanmış ve hayatını kaybetmişti. Bu haberi duyan Nemrut Ağa’nın karısı ve kızı ise ortada kalmıştı; evleri küle çevrilmiş, her şeylerini kaybetmişlerdi.

 

Batman Ağa ellerini arkasında kavuşturmuş, dimdik dururken, gözlerinde şiddetli bir kararlılık vardı. Yanındaki oğullarına dönüp sert bir sesle konuştu:

 

Batman Ağa: "Bu iş burada bitmedi, bitmeyecek. Onlar bizim canımıza, namusumuza dokundu. Şimdi sıra bizde. O Nemrut Ağa’nın ailesi de, kiminle uğraştıklarını anlayacak. Biz, Batman Ağa ailesi olarak hepimiz burada dimdik ayaktayız. Zerda’mızın başına gelenlerin hesabı daha yeni başlıyor."

 

Oğulları, babalarının sözlerini onaylayarak başlarını salladılar. Artık onların gözlerinde sadece intikam değil, adaletin ve ailenin onurunu koruma kararlılığı vardı. Bu savaşın sonu yoktu, ama bir şey kesindi: Zerda’ya yapılanın bedeli ağır olacaktı. Urfa’da herkes, Batman Ağa'nın adaletini ve öfkesini

çok iyi öğrenecekti.

Faruk’un gözleri kinle doluydu, öfkesi sanki damarlarından taşıyordu. Zerda’nın yaşadıklarını düşündükçe içindeki nefret katlanarak büyüyordu. Babasının ve kardeşlerinin yanında, dişlerini sıkarak mırıldandı:

 

Faruk: "Şeytan diyor ki, bacıma bunu yapanın anasına, bacısına da aynısını yap..."

 

Henüz cümlesi bitmeden, Batman Ağa'nın sesi odada gürledi. Herkes bir anda sustu, adeta nefesler kesildi. Batman Ağa’nın yüzü öfke doluydu, ama bu öfke kontrol altına alınmış, yılların deneyimiyle yoğrulmuş bir öfkeydi.

 

Batman Ağa: "Sakın ola böyle bir şey yapmaya kalkma, Faruk! Bizler, Muzafferoğlu ailesiyiz. Bizim adaletimiz, onlarınkine benzemez. Zulmün karşılığı zulümle olmaz. Biz onların düştüğü bataklığa düşmeyeceğiz. Aile şerefimizi lekeletmeyeceğiz! Kızımızın onuru için savaşırız, ama insanlığımızı kaybetmeyiz."

 

Odanın içinde bir sessizlik çöktü. Faruk, başını eğdi. Babasının sert bakışları altında hatasını anlamıştı. Batman Ağa'nın sözleri, ona ailenin onurunu ve adalet anlayışını bir kez daha hatırlatmıştı.

 

Faruk (sesini alçaltarak, pişmanlıkla): "Haklısın baba... Öfkem beni başka yerlere götürdü. Ama kız kardeşimin çektiği acıyı düşündükçe kendimi kaybediyorum."

 

Batman Ağa (daha sakin bir tonla): "Öfkeni anlıyorum, oğlum. Hepimiz aynı acıyı yaşıyoruz. Ama unutma ki biz intikam değil, adalet peşindeyiz. Olayları kendi ellerimizle çözebiliriz ama insanlığımızı yitirmeden, doğru yolu bulmalıyız."

 

Diğer kardeşler de başlarını sallayarak babalarını onayladılar. Batman Ağa'nın otoritesi, her zaman ailedeki dengeyi ve doğruyu gösteren bir işaret olmuştu. Şimdi de o işaret, onları doğru yola geri döndürüyordu.

 

Zerda’nın odasındaki sessizlik, bir anda derin bir nefes gibi ferahladı. Öfke, yerini daha dikkatli ve soğukkanlı bir düşünceye bıraktı. Muzafferoğlu ailesi, adaletin yolunda yürümeye kararlıydı. Onlar için önemli olan, Zerda’nın yaralarını sarmak ve onu bu karanlık günlerden çıkarıp aydınlığa taşımaktı.

Zerda, hastaneden çıkıp eve geldiğinde, evin havası bir anda ağır ve sessiz bir gerilime büründü. Zerda’nın yüzünde, yaşadığı acıların izleri hâlâ tazeydi. Her adımında sanki o acıların ağırlığını taşıyor gibiydi. Eve adımını atar atmaz, tüm aile onun etrafında toplandı; babası, ağabeyleri... Herkes onu sarmaya, korumaya hazırdı. Ancak o, bakışlarında derin bir boşluk ve yaralı bir ruh taşıyordu.

 

O sırada kimse bilmiyordu, ama Zerda’nın annesi Münire Hanım, Almanya’da tedavi görüyordu ve sürpriz yaparak eve dönmeye karar vermişti. Yıllardır görmediği kızını ve ailesini tekrar bir arada görecek olmanın heyecanıyla kalbi pır pır atıyordu. Ama Münire Hanım kapıdan içeri adımını atar atmaz, Zerda’nın yüzünü gördü ve bir anda kalakaldı. Yüreği sıkıştı, nefesi kesildi. Kızının yüzündeki yaraları, gözlerindeki o derin acıyı gördüğü an, gözleri doldu ve kederle dolu bir feryat yükseldi:

 

Münire Hanım: "Yavrum! Ah, benim güzel kızım, sana neler yapmışlar!"

 

Koşarak Zerda’ya doğru ilerledi. Zerda'nın bitkin bedenine sarıldı, onu sıkıca kucakladı. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Münire Hanım, kızının saçlarını okşayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Gözyaşları, hem bir annenin acısını hem de kızının yaşadığı korkunç olayın verdiği ıstırabı yansıtıyordu.

 

Münire Hanım: "Ben yokken, sana bunları nasıl yaptılar? Ah, Zerda’m, canım kızım! Anneciğin burada şimdi. Seni koruyacağım, hiç merak etme... Sana bir daha kimse zarar veremeyecek."

 

Zerda, annesinin kollarında biraz olsun rahatlamıştı, ama gözlerinde hâlâ büyük bir boşluk vardı. Annesinin sıcaklığı, onun yüreğindeki acıyı biraz olsun hafifletiyordu ama o günlerin gölgesi hâlâ üzerindeydi. Annesinin gözyaşları, onun için dökülüyor, her kelimesi, her dokunuşu bir merhem gibi yüreğine akıyordu.

 

Ağabeyleri ve babası da oradaydı. Hepsi, Münire Hanım ve Zerda’nın bu acı dolu buluşmasını izliyordu. Herkesin yüreğinde derin bir sızı vardı, ama şimdi bir aradaydılar. Bu ailenin yaralarını sarması gerekiyordu.

 

Batman Ağa, sakin ama kararlı bir sesle konuştu: "Münire, biz buradayız. Zerda’mızın başına gelenlerin hesabını soracağız. Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak. Ama önce, kızımızın ruhunu ve kalbini onarmalıyız. Hep birlikte, bu zor günleri aşacağız."

 

Münire Hanım, gözyaşları arasında, Batman Ağa’ya döndü: "Elbette, bey... Zerda’mızın yanında olacağız, her anında. Kızımın ruhunu tekrar hayata döndüreceğiz. Hiçbir şey, onun yaşadığı bu acının önüne geçemez ama biz onun yaralarını saracağız."

 

Evde derin bir sessizlik ve gözyaşı dolu bir huzur hâkimdi. Zerda’nın acısı kolay dinmeyecekti, ama ailesi onun etrafında, onu koruyarak, birlikte bu karanlığı aşmak için var gücüyle çabalayacaktı. Zerda’nın annesinin gelişi, bir umut ışığı gibiydi. Belki de bu karanlık günlerin sonu, onların birlikte vereceği mücadeleyle aydınlığa çıkacaktı.

 

Loading...
0%