@aytengul
|
Kırılıyorum ama yorum yazıyorsunuz...
Biraz yorum lütfennnnn
Zerda odasında yalnızdı. Etrafında kimse yoktu, ama içinde kopan fırtınalar, odanın sessizliğini boğuyordu. Yatakta kıvrılmış, gözyaşları yastığa karışmıştı. Katilinin gözleri önünde öldürülmesi bile içindeki yarayı dindirememişti. Hıçkırıkları, gecenin karanlığında yankılanıyordu. Her nefes alışında, yaşadığı o korkunç anları tekrar tekrar hatırlıyordu. Üzerine çöken karanlık, yalnızca odasını değil, ruhunu da kaplamıştı.
Zerda'nın hissettiği bu acı tarif edilemezdi. Bedenine zorla dokunulmuş, onuru çiğnenmişti. İçi daralıyordu, çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kendini kirli, değersiz hissediyordu. Ne kadar yıkansa, ne kadar ağlasa, yaşadığı bu kâbustan kurtulamayacağını düşünüyordu. Gözlerini kapatıp her şeyi unutmaya çalışıyordu ama her kapayışında o anlar tekrar gözlerinin önüne geliyordu. İstismar edilmenin ağırlığı, onu hem bedenen hem ruhen çökertiyordu.
Zerda (fısıltıyla): "Neden ben? Neden bunları yaşamak zorunda kaldım? Kimse anlamaz... Kimse bu acıyı bilemez…"
Kendi kendine konuştu, ama biliyordu ki hiçbir cevap onun içindeki boşluğu dolduramazdı. Kendini iğrenç hissediyordu. Bu yaşadıklarıyla nasıl başa çıkacaktı? Nasıl tekrar bir araya gelecekti? Kadın olmak, özellikle böyle bir acıyı yaşamak, tarifsiz bir yük gibiydi.
Zerda (hıçkırarak): "Kendimden nefret ediyorum. Beni bu hale getirenlerden de... Ama en çok kendimden…"
Zerda’nın gözyaşları yastığa dökülmeye devam ederken, gecenin karanlığı içinde kaybolmuş gibiydi. Herkes gitmişti, ama bu acı ondan hiçbir yere gitmiyordu. Bu yara kolay kolay iyileşmeyecekti. Geriye yalnızca acıyla dolu, kırık bir ruhkalmıştı. Zerda, gözyaşları içinde yatarken, bir yandan da içinden şükrediyordu. Çünkü başka bir ailede doğmuş olsaydı, belki de bu yaşadıklarından sonra asla kabul görmezdi. Bu topraklarda bir kadının uğradığı böyle bir zulüm, onu toplumun dışına iterdi. Ama onun ailesi farklıydı. Annesi, babası, ağabeyleri; hepsi bir duvar gibi arkasındaydı. Ailesinin sevgisi ve desteği sayesinde, bu karanlık günleri atlatma umudu taşıyordu.
Babası, Batman Ağa, her zamanki gibi dimdik duruyordu. Zerda'nın yanında olmuş, ona elini uzatmıştı. Kardeşleri, ona dokunanın bedelini ödetmek için harekete geçmişti. Ama bu gücün ve desteğin altında, Zerda içindeki boşluğu ve kırılmışlığı hissediyordu. Evet, ailesi onunla birlikteydi, ama bu topraklarda kadın olmak zordu. Bu topraklar kadınlar için cehenneme dönüyordu. Hele ki böyle bir acı yaşamışsan, birkaç gün acıyanlar, merhamet gösterenler, çok geçmeden arkandan konuşmaya başlardı.
Zerda (içinden düşünerek): "Bu topraklarda bir kadının acısı, sadece birkaç gün sürer. Sonra ne olur? İnsanlar arkandan fısıldamaya başlar... 'O kız bu hale geldi, artık ondan hayır mı gelir?' derler. Oysa kimse bu acıyı yaşamamış birinin ne hissettiğini bilmez."
Toplumun acımasızlığı onu daha da yaralıyordu. Bu acıyı bir kadın olarak yaşamak, onun omuzlarına iki kat daha ağır bir yük bindiriyordu. Dışarıda, insanlar çoktan fısıldaşmaya başlamışlardı bile. Ama Zerda’nın ailesi onun yanındaydı ve bu, ona bir nebze olsun teselli veriyordu.
Zerda (içinden): "Belki de sadece ailem beni anlayacak... Başka kimse değil. Ama yine de şükür... Onlar olmasa, bu cehennemde nasıl ayakta kalırdım?"
Toplumun baskısı ve insanların acımasızca konuşmaları, kadınları her zaman daha da zor duruma sokardı. Zerda bunu biliyordu, ama ailesinin yanında olması ona güç veriyordu. Ancak bu topraklar ve bu gerçekler, ne yazık ki değişmiyordu. Zerda, gözyaşlarıyla ıslanan yastığına sarılmış, içindeki acıyla boğuşurken, aniden telefonu titredi. Başını yastıktan kaldırıp uzandı ve ekranına baktı. Telefonu günlerdir kullanmamıştı. Onu evde bırakıp, kendini karanlığa gömmüştü. Şimdi gelen bu mesajın kimden olduğunu bilmiyordu. Tereddütle açtı mesajı ve kalbi bir an duracak gibi oldu. Mesaj Tunç’tandı. O güçlü, soğukkanlı Tunç Bey, ona sıcak, samimi bir mesaj göndermişti. Mesajda şunlar yazıyordu:
Tunç: "Bir tanem Zerda, sakın o güzel gözlerine bu dünyaya ait olmayan acıları hapsetme. Gözyaşların, senin o güzel kalbini incitmesin. Sen ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorsun belki ama ben biliyorum. Seni ilk gördüğüm andan itibaren, içindeki gücü, cesareti hissettim. Yaşadıkların, senin suçun değil, bunu asla unutma. Senin kalbin, ruhun o kadar temiz ve güzel ki, kimse onu kirletemez.
Zerda, seni ne kadar sevdiğimi kelimelere sığdırmam zor. Ama şunu bil, ben her zaman senin yanında olacağım. Sen bu karanlıkta yalnız yürümeyeceksin. Ben buradayım. Seni yalnız bırakmayacağım. Ne zaman nefes almakta zorlanırsan, ne zaman dünya üzerine çöküyormuş gibi hissedersen, sadece beni hatırla. Ben seni koruyacağım. Acıların ne kadar derin olursa olsun, seninle birlikte bu yoldan geçeceğiz.
Gözyaşların dökülmesin Zerda. Çünkü ben o gözlerde sadece sevgi ve mutluluk görmek istiyorum. Senin için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Sadece bana güven. Güzel günlerimiz olacak, inan bana. Bu karanlık bitecek.
Ve şunu unutma, senin yanında olan biri var. Her ne olursa olsun, bu savaşta yalnız değilsin. Ne olursa olsun, ben seninle yürüyeceğim. Seni seviyorum."
Zerda, Tunç’un mesajını okurken gözyaşları daha da şiddetlendi, ama bu kez acıdan değil, içindeki o yalnızlık duygusunu az da olsa hafifleten bir sıcaklıktandı. Tunç'un sözleri kalbinde bir yerlere dokunmuştu. Uzun zamandır ilk kez, birinin onun yaralı ruhunu gerçekten anladığını hissetti. O, sadece bir kadının yaşadığı acıları değil, onun yanında olmayı, onu sarmalamayı seçmişti.
Tunç’un mesajı, onun karanlık dünyasına bir ışık gibi düşmüştü. Zerda, Tunç’un gönderdiği mesajı okuduktan sonra gözyaşları durmadı, ama bu kez farklıydı. İçinde bir sıcaklık belirmişti. Ancak bir şey eksikti. Mesajın sonunda bir isim yoktu. Kimden geldiğini bilmiyordu. Kalbi hızlıca çarpmaya başladı. Kafasında sorular dönmeye başladı: "Bu mesajı kim gönderdi? Beni gerçekten bu kadar tanıyan kim olabilir?"
Telefonu sıkıca kavradı. Mesajı tekrar tekrar okudu. Her kelime sanki ruhuna işliyordu, ama kimden geldiğini bilememenin verdiği belirsizlik onu bir o kadar tedirgin ediyordu. Mesajdaki samimiyet, içtenlik ve sıcaklık, onun hayatında böyle birini düşündüğünde aklına Tunç’u getirdi, ama emin olamıyordu.
Zerda (kendi kendine fısıldayarak): "Kim olabilir? Tunç olabilir mi? Ama neden ismini yazmadı?"
Kafasında bu düşünceler dönerken, bir yandan da içindeki yalnızlık duygusu hafifliyordu. Kim olursa olsun, biri onun acısını fark etmiş, yanında olmak istemişti. Bu, Zerda için bir umut ışığıydı. Ama belirsizlik, onu hem umutlandırıyor hem de huzursuz ediyordu. Mesajı gönderen kişi Tunç muydu, yoksa başka biri mi?
Zerda, cevap yazıp yazmamakta tereddüt ediyordu. Cevap yazsa mıydı? Peki ya yanlış kişiyse? Ya gerçekten ona içtenlikle yaklaşan biri değilse? Kalbiyle zihni arasında gidip gelirken, telefonunu sıkıca tutmaya devam etti. Zerda, kalbindeki karmaşaya rağmen telefonunu eline alıp titreyen elleriyle mesajı yazmaya başladı. Kim olduğunu bilmediği bu kişiye cevap vermek, hem heyecanlı hem de korkutucuydu. Birkaç saniye düşündükten sonra, yavaşça yazmaya başladı:
Zerda: "Kim olduğunu bilmiyorum... Ama yazdıkların, hissettirdiklerin... Çok derin. Bu acı içinde boğulurken birinin beni böyle anlaması şaşırtıcı. Kim olduğunu bilmek istiyorum. Beni bu kadar yakından tanıyan kim olabilir?"
Mesajı gönderdi, kalbi hızla atıyordu. Beklerken, gözleri telefon ekranına kilitlenmişti. Birkaç dakika geçti ama cevap gelmedi. O sırada, beyninde sorular dönüp duruyordu. 'Ya yanlış biriyse? Ya bana oyun oynuyorlarsa?' diye düşündü. İçindeki karanlık tekrar yükselmeye başlamıştı ki, telefon yeniden titredi. Gelen mesajı açtı:
Tunç: "Beni hatırlamadın mı, Zerda? Seni uzaktan hep izledim, ama acı çektiğin bir dönemde yanında olmayı istedim. Belki de doğru zaman değildi, ama bilmeni isterim ki... Tunç ben. O güçlü Tunç, ama senin yanında sadece seni düşünen biri olarak var olmak istiyorum. Yanındayım, hep yanında olacağım."
Zerda bir an duraksadı. Tunç. Evet, hissetmişti ama emin olamamıştı. Şimdi ise bu mesaj her şeyi daha da duygusal hale getirmişti. Ona ilk kez Tunç yazdığında, Zerda içinde bir sıcaklık hissetmişti. Şimdi ise bu sıcaklık, tüm acısının ortasında bir umut ışığı gibiydi.
Zerda: "Tunç... Sen misin gerçekten? Neden bu kadar geç yazdın? Çok zor zamanlar geçirdim... Ve hâlâ geçiyorum. Ama seninle konuşmak, bilmiyorum, bir şekilde içimdeki karanlığı hafifletiyor."
Bir süre daha bekledi, Tunç hemen cevap verdi:
Tunç: "Biliyorum, Zerda. Seninle daha önce konuşmalıydım, daha önce yanında olmalıydım. Ama şimdi buradayım. Seni gerçekten anlamaya çalışıyorum. Ne yaşadıysan, nasıl bir acı içindeysen, bunu birlikte aşacağız. Sadece bana güven. Yalnız değilsin, bunu bilmeni istiyorum. Seni koruyacağım. Hiçbir şeyden korkma artık."
Zerda, gözleri dolu dolu ekrana baktı. Tunç'un sözleri, ona en karanlık anında uzatılan bir el gibiydi. Tekrar mesaj yazmak için telefonunu eline aldı:
Zerda: "Teşekkür ederim, Tunç. Yanımda olduğunu bilmek bana güç veriyor. Ama bu yaşadıklarımı, içimdeki acıyı nasıl anlatabilirim bilmiyorum... Çok kırıldım, çok sarsıldım. Ama belki de seninle bu karanlığı aşabilirim."
Tunç’tan gelen son mesaj, sanki her şeyi özetler gibiydi:
Tunç: "Ben buradayım, Zerda. Hep buradayım. Ne olursa olsun, seninle bu savaşı birlikte vereceğiz. Korkma, çünkü seni kimse incitemeyecek artık. Seni seviyorum."
Zerda, mesajı okuduktan sonra derin bir nefes aldı. İçindeki acı hâlâ tazeydi, ama Tunç’un sözleri ona umut veriyordu. Belki de bu zor zamanları onun yardımıyla atlatabilecekti.
|
0% |