@aytengul
|
Merhaba bir tanelerim nasılsınız iyi misiniz? Uzun bir süre benim için yokum ancak bölüm yazdım. Bu süre zarfında hiç bir fikrim yoktu . Ancak şimdi var lütfen sizden çokça rica ediyorum uzun süredir yazdığım kitaplara yorum gelmiyor lütfen çokça yorum yapınız
Zerda, gözlerini araladığında gözleri kamaştı, odanın beyaz ve pembemsi tonları her yanını sarmıştı. Bilinci bulanıktı; son hatırladığı, soğuk ve karanlık bir depoda, eli kolu bağlı şekilde ölümün soğuk nefesini ensesinde hissettiğiydi. Bir an kendine geldi ve üzerinde bir polar battaniyenin yumuşaklığı ile sarıldığını fark etti. O battaniyeyi yavaşça kenara iterek yorgun bacaklarını yere doğru uzattı. Ayağı yerle buluşur buluşmaz ürperdi; o soğuk depodaki acı dolu anlardan sonra bu odanın sıcaklığı, ona neredeyse gerçek dışı geliyordu.
Gözleri aşağıya kaydı, üzerinde ince bir saten gecelik vardı. İrkildi. Burası neresi? Kim onu bu hale getirmişti? Hafızasını yokladı ama ne kadar çabalasa da herhangi bir şey hatırlamıyordu. O dehşet dolu anlardan nasıl buraya gelmişti? İçine bir korku dalgası yayıldı, kalbi daha hızlı atmaya başladı. “Biri üzerimi değiştirmiş... Biri bana dokunmuş...” diye fısıldadı, sesi bile kendi kulağına yabancı geliyordu. Endişeyle battaniyeyi tekrar üzerine çekti, kendini sanki bir şeyden korumaya çalışır gibi.
O anda kapı ağır bir gıcırtıyla aralandı. İçeriye, iri yapılı, uzun boylu bir adam girdi. Genç sayılacak yaşta ama yüzündeki sert hatlar, yaşadığı şeylerin yükünü gösteriyordu. Gözleri karanlık ve derindi, yılların izini taşıyan bir kararlılık vardı bakışlarında. Sağ elinde zarif ama bir o kadar da tehditkâr görünen siyah bir baston tutuyordu. Adımlarını dikkatlice attı; sanki her hareketi hesaplıydı, bir hamlede ne olacağını önceden bilen bir adamın soğukkanlılığı vardı üzerinde. Zerda, içinde derin bir savaş yaşarken, gözlerini yerde sabitlemişti. Eğer "evet" derse, hayatı köklü bir şekilde değişecekti. Ama "hayır" dese, yine aynı karanlık ve umutsuz gelecekle karşı karşıya kalacaktı. Kimsesi olmayan, yapayalnız bir kızdı... Ne yapabilirdi ki? Kendi içindeki çaresizlik ve korkuyla yüzleşmek zorundaydı.
Kafasında yankılanan tüm düşüncelere rağmen, yavaşça başını kaldırdı ve ağzını açtı. "Evet," dedi neredeyse fısıldayarak, ama sesi odada yankılandı. Kararını verdiği anda içini garip bir boşluk kapladı, ancak bunun doğru bir seçim olup olmadığını henüz bilmiyordu. Battaniyeyi biraz daha sımsıkı üzerine çekerek kendini sarmaladı, sanki içindeki kırılganlığı dış dünyaya karşı korumak ister gibiydi.
Resul, gözleriyle Zerda’yı bir süre süzdü, ifadesi ciddi ama aynı zamanda tatmin olmuştu. Yavaşça başını salladı, gözlerinde belli belirsiz bir rahatlama vardı. "Pişman olmayacaksın," dedi, sesi alçak ama güçlüydü.
Zerda’nın içinde hâlâ bir belirsizlik vardı. Bu adamın dünyasına girmek, ona sadece koruma mı sağlayacaktı, yoksa daha büyük bir karanlığa mı sürükleyecekti?
Resul, ayağa kalktı, bastonuna hafifçe yaslanarak kapıya yöneldi. "Seni pişman etmeyeceğim," dedi, kapıya varmadan önce dönüp son bir kez Zerda’yabaktı.
Zerda, adamı görür görmez kalbinin daha da hızlandığını hissetti, vücudu istemsizce titredi. Hızla poları yeniden üzerine çekti, bir an önce saklanmak istiyordu ama nereye? Odanın her köşesi onu izliyor gibiydi. Gözleri adama dikildi ama cesaret edemedi konuşmaya. Adam ise, bir süre durup ona baktı; gözlerinde tarifi zor bir hüzün vardı, ama bu hüznün ardında karanlık bir sır yatıyordu. Tek bir kelime bile etmeden, yavaşça bastonunu yere vurdu. Tok bir ses yankılandı odada.
Sessizlik artık Zerda için boğucu bir hal almıştı. O an, adamın dudakları arasından ince bir tınıyla kelimeler döküldü. “Seni kurtardım,” dedi alçak ama etkileyici bir sesle. “Şimdi bana borçlusun.” Adam, ağır adımlarla odanın ortasında duran beyaz, konforlu görünümlü koltuğa yöneldi ve kendinden emin bir şekilde oturdu. Gözleri Zerda'nın üzerine kilitlenmişti. Onun bakışları Zerda'yı bir yandan huzursuz ediyor, bir yandan da içine işliyordu. Derin, erkeksi bir sesle konuşmaya başladı: "Zerda Muzafferoğlu... Babanın soyundan kalan tek evlatsın."
Zerda, adını bu şekilde duymakla irkildi. Başını önüne eğdi, gözleri dolmuştu. Bu isim, ona hem bir miras hem de taşıması ağır bir yük gibi geliyordu. Babası ve tum ailesi ölmüştü . Bu gerçekler, gözyaşlarını tutmaya çalışırken içine doğru akıyordu.
Adam sözlerine devam etti, sesi daha da netleşerek odayı doldurdu: "Hakkında olanları duydum. Seni o karanlık depodan ben kurtardım." Zerda, bu sözlerle kendini o soğuk ve karanlık depoya geri dönmüş gibi hissetti. Ellerinin bağlı olduğu anı, korkunun damarlarında dolaştığını yeniden hissetti. Ama aynı zamanda, o dehşet anlarından onu kurtaran kişinin şu an karşısında oturduğunu fark etti. Bir minnettarlık duygusu, o korkunun yerini almaya başlamıştı.
Adam, bakışlarını Zerda’nın yüzünde sabitleyerek devam etti: "Sana şunu söylemek istiyorum ki... Sana dokunmadım. Benim kitabımda kadına dokunmak yoktur."
Bu cümle, Zerda’nın beyninde yankılandı. İçine dolan korkuyu bir nebze de olsa hafifletmişti. Onu kurtaran bu adam, en azından belli bir çizgisi olan biriydi. Ama adamın gözlerinde hâlâ açıklanmayı bekleyen bir şey vardı; bakışlarının ardında başka bir teklif gizliydi. Ve çok geçmeden bunu dile getirdi: "Sana bir anlaşma sunmak istiyorum." Adamın sesi bu sefer daha yumuşak ama yine de kesin bir tonla geldi. "Anlaşmalı karım olacaksın. Senden fazlasını istemiyorum... sadece anlaşmalı karım ol."
Zerda’nın içi bir anda çalkalandı. Adamın söylediği şey, ona tuhaf ve bir o kadar da tehlikeli geliyordu. Bu ne anlama geliyordu? Neden bir anlaşma? Kalbi daha hızlı çarpmaya başlamıştı, zihninde onlarca soru dönüp duruyordu. Bu teklif, düşündüğünden çok daha derin anlamlar taşıyabilirdi.
Zerda, bir an duraksadı. Adamın gözlerindeki kararlılık, onu neredeyse cevap vermeye zorluyordu. Ama bu anlaşmanın ardında yatan gerçek neydi? Ne kazanacak ya da ne kaybedecekti? Zerda, adamın gözlerine dik dik bakarak, sesi hafif titrek ama kararlı bir tonla sordu: "Neden benimle evlenmek istiyorsun?" Bu sorunun cevabı, ona yapılan tuhaf teklifi biraz olsun anlamlandırmak için önemliydi. Adam, kendine güvenli bir tavırla derin bir nefes aldı, gözlerini Zerda’dan ayırmadan konuşmaya başladı.
"Ben... topal bir adamım," dedi, sesi sertleşti. "Eskiden komutandım. Askerlerimin başındaydım, güçlüydüm. Ama bir saldırı oldu... ve bu duruma düştüm." Adam, sağ elindeki bastonunu hafifçe yere vurdu, sesi odada yankılandı. "Urfa’da pek sevilmem," diye devam etti, bu kez sesi biraz daha alçaldı. "Beni tanıyor musun bilmiyorum... ama adım Resul Karaeski."
Zerda ismi duyduğunda içinde bir ürperti hissetti. Resul Karaeski adı Urfa’da yankılanan, gücüyle bilinen bir isimdi. Ancak hakkında duyduğu hikayeler, onun zalim ve acımasız biri olduğuna işaret ediyordu. Resul, bakışlarını Zerda'dan ayırmadan devam etti: "Seni zorlamaya niyetim yok. Bu, sadece bir teklif."
Zerda, içindeki karışık duygularla ne diyeceğini bilemedi. Adam, sözlerinde tehditkâr bir ton kullanmıyordu, ama yine de altında yatan güç, onun hayatını tamamen değiştirebilecek cinstendi. Resul, sanki Zerda’nın kafasındaki karmaşayı anlıyormuş gibi, sabırla devam etti: "Şimdi sana soruyorum, Zerda Muzafferoğlu... Benim anlaşmalı karım olup, benim soyadımı taşımayı kabul eder misin?"
Adamın sesi tekrar derinleşti, ama bu kez farklı bir vaat sunuyordu: "Sana saygı duymayan insanların, sana saygı duymasını sağlarım. Bütün Urfa, senin önünde diz çöker."
Zerda bir an duraksadı, kalbinin hızla çarptığını hissetti. Resul Karaeski’nin teklifinin, sadece bir evlilik anlaşmasından çok daha fazlası olduğunu fark etti. Urfa’nın güçlü adamlarından biri, onunla bir anlaşma yaparak hem onu korumak hem de kendi dünyasında bir tür denge sağlamak istiyordu. Ama bu evliliğin ardındaki gerçek neden neydi? Zerda, derin bir nefes aldı, kafasında dönen sorularla yüzleşmeye çalışıyordu.
|
0% |