Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Cinayetin Perde Arkası

@balleswan

Ana kişiliğinin bedenini teslim alan Tuana, az önce Alya'nın oturduğu yere oturup Melahat teyzenin yüzüne baktı. Alya'nın aşırı meraklı diye bahsettiği kadın bu olmalıydı. Tuana onu baştan ayağa şöyle bir süzdü. Bir kadının merakı en fazla ne kadar olabilir ki diye geçirdi içinden.
Karşısındaki kadını küçümsemiyordu, ama ondan korkacak da değildi. Nitekim Melahat teyzeyi Alya kadar tanımıyordu bile, sadece ana kişiliğinin düşüncelerine göre bir profil oluşturabilmişti kafasında. Şimdi de oluşturduğu o profile göre davranacak ve kadını evden gönderecekti. Olduğu yerde öne doğru eğildi ve Melahat teyzeye bakarak düzgün bir kontak oluşturdu. Melahat teyze de kızın nihayet konuşmaya karar verdiğini anladı ve oturduğu yerde doğruldu.
Tuana, bakışlarını Melahat teyzenin gözlerinden bir an olsun ayırmadan konuşmaya başladı. "Endişeniz için teşekkür ederim Melahat teyze, ama ben gördüğünüz gibi iyiyim. Sonuçta yalnız yaşıyorum haliyle, olabilir böyle kazalar. Ben buna alıştım çoktan. O yüzden içiniz rahat etsin diye söylüyorum. Beni daha fazla düşünüp kendinizi yormayın. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim. Sizin içiniz rahat olsun, o yüzden."
Kurulan cümle uzun olsa da verilen mesaj gayet netti. Tuana kendi tarzıyla, benim hayatıma burnunu sokma diyordu karşısındaki kadına. Melahat teyze de bunu anlamış olacak ki tedirgin bir şekilde Tuana'ya bakıp koltuğun üzerine bıraktığı siyah kumaş el çantasını eliyle tutup dizinin üzerine koydu. Gitmesi gerektiğini anlamıştı oda. Ki anlamasa bile Tuana ona bakışlarıyla, açıkça 'git' diyordu zaten. Melahat teyze anladığını belirtircesine başını salladı. İçinden bir parçası yine de bu kızı daha çok gözlem altında tutmak, onu daha çok sorgulamak ve tüm hayatını ayrıntılarıyla bilmek istiyordu.
Sıkıntıyla iç çekerken karşısındaki kızın gözlerinin içine bakarak konuştu. "Eee iyi madem öyle diyorsun. Gideyim o zaman, fazla bile kaldım sanırım." Tuana bir şey demeyip utangaç bir şekilde tebessüm etti. Kadın onun gözlerinden gözlerini ayırmadan oturduğu kanepeden kalktı ve odanın kapısına kadar yürüdü lakin eşiğe gelmeden Tuana sözleriyle onu durdurdu.
"Aslında daha fazla oturmanızı ve sizinle sohbet etmeyi isterdim." Melahat teyze duyduğu misafirperver ve pişmanlık karışımı davet karşısında şaşkınlıkla yönünü Tuana'dan tarafa çevirdi. Yoksa karşısında oturan kız ona biraz daha kalmasını mı söyleyecekti? Melahat teyzenin kalbi heyecandan ağzına gelecek gibi oldu kıza bakarken. Tuana ise karşısındaki yaşlı kadının içinden geçenleri bilmese de sırf duygu değişimlerini izlemekten keyif aldığı için gülümseyip oturduğu kanepeden ayağa kalktı ve onun yanına kadar yürüyüp tam yanına geldiğinde kolundan nazikçe tuttu. Bakışları bir kez olsun değişmemişti.
Aksine usturuplu bir aile kızı gibi kibar bir sevecenlikle gülümsüyordu. Melahat teyze işte bu diye içinden geçirdi. Lakin erken konuştuğunun daha farkında değildi. Tuana, karşısındaki kadının bu hallerine kahkaha atmamak için kendini zor tutarken gözlerinin tam içine bakarak konuşmaya devam etti. "Fakat, size kapıyı açmadan önce eski üniversiteden bir arkadaşım aradı. Bu akşam benim evimde toplanacağız. Malum aradan bayağı zaman geçti, hasret gidereceğiz anlayacağınız. O yüzden hazırlık yapmam lazım."
Melahat teyzenin suratı duyduğu şeyler üzerine düşerken, yalan söyleyip söylemediğini anlamak için kızın yüzüne baktı. Tuana ise gülümseyip anlayış içerisinde ona bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Melahat teyze düşürdüğü omuzlarıyla beraber kapıya doğru yürümeye başladı. Tuana da onun kolunu tutmayı bıraktı ve ellerini kadına fark ettirmeden tiksinircesine altındaki siyah tayta doğru sürttü. Lakin kapıyı açmak için Melahat teyzeden önce davrandı ve ancak o sırada surat ifadesini değiştirebildi. Şimdi yine o samimi ev sahibi olmuştu.
Tuana kadını uğurlayıp kapıyı kapattıktan sonra banyoya doğru ilerledi. Kapı muhtemelen kilitliydi, kısa bir süre için gözlerini devirdi ve nelerle uğraşıyorum ya dermişçesine oflayarak elini swetin ardından sütyeninin içerisine atıp orada bulunan anahtarı alıp banyo kapısının kilidini açtı. İçeriye girerken banyoyu kısa bir süre süzdü ve gözleriyle çöp kutusunu aradı ve çok geçmeden aradığı siyah çöp kutusunu klozetin birkaç adım önünde, köşede buldu.
Basmalı olan yere ayağıyla basıp içerisinden beyaz lastik eldivenleri çıkardı. Asıl kişiliği bu denli önemli bir delili böyle bir yere saklayarak büyük akıllılık etmişti. Üstelik aradığı şeyin burada olduğunu öğrenmesi rast gele bir şey değildi. Alya, bilincinin bir kısmını farkında olmadan onunla paylaşmıştı. Tuana’ya kalsa bunu asla öğrenemezdi çünkü o bir bedene sahip değildi, o sadece Alya’nın alt kişiliğiydi. Ama kendisi bu konularda ondan daha bilinçliydi.
Çünkü Tuana, ana kişiliğinin zayıflıklarından güç alarak ortaya çıkmıştı ve hayatta kalmak için Alya’nın zaaflarından ve korkularından yararlanıyordu. İşin bilinç kısmında ise Tuana, Alya’nın ömründe dahi hatırlamak istemeyeceği, hatırlarsa kaldıramayacağı zor anıları kendi zihninde barındırıyordu. Çünkü biliyordu, Alya o zor anıları bir kez olsun anımsarsa bununla asla başa çıkamazdı. İşte bu yüzden Alya’nın Tuana’ya ve Tuana’nın da Alya’ya ihtiyacı vardı.
Tuana bunları düşünmeyi bırakıp sağ elinde tuttuğu eldivenlerle banyodan çıkıp yatak odasına doğru ilerledi. Yatağın yanına yaklaşıp uçları yere değen krem rengi kırlenti hafifçe yukarıya kaldırıp yatağın altına sakladığı beyaz ayakkabı kutusunu eliyle uzanarak kendine doğru çekti. Zaten saklarken de fazla uzağa itmediği için uzanması zor olmamıştı.
Bağdaş yaptığı yerde otururken kutuyu tam önüne aldı ve kapağını açıp, cinayet işlediği anda ayağında olan beyaz spor ayakkabılara baktı ve dudağını ısırdı. Bu kırmızılığı beyaz ayakkabı boyası bile götüremezdi. Ki götürse bile, Tuana bu ayakkabıyı bir daha elinde bulundurmazdı, bu riski göze alacak kadar aptal değildi. Ayak uç kısmı kanla kaplı olan ayakkabı çiftini kutuya geri koyup kutuya geri kapattı ve önce yatağın üzerine koydu. Ardından bağdaş yaptığı bacaklarının pozisyonunu bozup yataktan destek alarak ayağa kalktı aynı zaman da kırlentin bozulan yerlerini de geri düzeltti.
İçi dolu ayakkabı kutusunu kucağına alıp elindeki eldivenleri de kutunun üstüne koyup düşmemesi için dikkatli olan pozisyonu alıp salona doğru ilerledi. Salona girdiğinde dikkatini ilk çeken şey şöminenin varlığı olmuştu. Çünkü delillerden kurtulmak için şömineye ihtiyacı vardı. Kutu ve eldiveni şöminenin karşısına, yere bıraktı ve gözleri kibrit kutusunu aradı. Çakmakla da yakabilirdi ama canı kibritle yakmak istedi çünkü böylesinin daha etkileyici olacağını düşünüyordu. Çok geçmeden aradığı kibriti buldu ve şömine de yakacağı şeyleri ortaya çıkardı. Şöminenin hemen altında ise odunların koyulduğu küçük bir açıklık vardı. Oradan bir tane odun seçti ve şöminenin içine koydu.
O sırada kibrit kutusunun içinden bir tane kibrit çekip kutunun kahverengi kısmına ustaca bir hızla sürttü ve kibrit anında alev aldı. Elinde tuttuğu alev alan kibrite bakarken sinsice sırıttı. Ardından şömineye yaklaşıp odunun üzerine yavaşça attı. Sonra kutudan ikinci bir kibrit daha çıkardı, bunu ayakkabı kutusunun kapağını yakmak için çıkarmıştı. Yaktığı kibriti kapağa değdirdi ve onun da alev olmasını sağlayıp şöminenin içine attı. Şöminenin içinde alev henüz yeterince büyümemişti. Odunların üstünde duran siyah uzun demiri çıkardı ve şöminenin içinde yanan odunu karıştırdı. Ardından kapağı da şöminenin içerisine attı. Her hareketini büyük bir titizlik ve ustalıkla yapıyordu.
Bir süre sonra aleve istediği büyüklüğü kazandırınca lastik eldivenleri şöminenin içine attı. Zaten sıvı bir şey olmadığı için sıçramamıştı alevler. Lakin lastik yapısından dolayı odayı tuhaf bir koku kapladı. Tuana yüzünü buruşturarak içerisi alev alev yanan şömineye bakıp ayakkabılara uzandı. Ama atmadan önce kısa bir süre durakladı. Ama bu çok kısa sürdü ve onlarda alevlerin içinde yerini buldu. Tuana son kez kibrit kutusuna uzanıp bir kibrit daha çıkardı ve o kibritle de kutuyu yaktı ve tekrar şöminenin içine attı. Sonra da doğrulup alev odaya sıçramasın diye şöminenin küçük kapısını iki yandan tutarak bir araya getirdi ve kapattı.
Oda artık çok sıcak olmaya başlamıştı. Tuana dizlerini kendine çekip sebep olduğu alevlerin birbirleriyle olan dansını izledi. Gözleri alevleri izlerken aklından pek de masum olmayan arsız ama tutku dolu düşünceler geçiyordu. Ama tabi aklından geçirdiği bu masum olmayan düşünceleri içinde bulunduğu bu apartmanda yapamazdı. Eğer Alya söylediklerinde yanılmıyorsa Melahat teyze ona bu apartmanı dar edebilirdi. Gerçi Tuana o kadından korkmuyordu bile, ama ana kişiliğinin hayatına saygı duymak zorundaydı, ana kişiliğinden hazzetmese bile.
Yanan şöminenin çıkardığı alevlerin yansıması odanın içine yayılırken adeta büyüleyici bir manzara oluşturuyordu. Gündüz vaktinde yapsaydı bu kadar etkileyici olmazdı diye içinden geçirdi Tuana. Ne yapıyorsa tutkuyla yapıyordu, ihtiras için yapıyordu. Bir renk olan kırmızı da bu anlamları bünyesinde barındırdığı için bu rengi o kadar çok seviyordu ki Tuana. Sadece bir an için şöminede yanan alevin yerine koydu kendini. Bir alev nasıl önüne geleni tutuşturup yakar ve yakabileceği başka nesneleri arar onlara da bulaşırsa, Tuana da öyle olmak istiyordu işte. Elinde olanlarla yetinmiyor hep daha fazlasını istiyordu.
Tuana, ana karakterinin zamanına el koyduğunda sahip olduğu sürenin daha fazlasına sahip olmak istiyordu. Sadece basit bir alt kişilik olarak kalmak istemiyordu, kişiliğinde çok üstünde bir birey olmak istiyordu. İstediği zaman ortaya çıkabilmek, bunun için sahibinin zayıf anını kollamak zorunda kalmamak istiyordu Tuana. Şöminenin içinde önüne geleni yalayıp yutan ve yuttukça daha da büyüyüp şiddetlenen alevlere bakarken iç çekti.
Şömineden yayılan sıcaklığa doğalgazın sıcaklığı da eklenince ortam iyice cehennem sıcağına dönmüştü. Tuana eliyle yüzüne doğru yelpaze yaparak kendini serinletmeye çalıştı. Ama yetmedi hala kan ter içinde kalmış gibi hissediyordu. Oturduğu yerde dizlerinden destek alarak ayağa kalktı ve sağ omzuna gelen örgülü uzun saçlarını hırsla arkasına itti ve mutfağa doğru ilerledi. Önce doğalgazın şartelini indirdi ardından dün içmek için alıp ardından buzdolabına koyduğu kırmızı şarap şişesini aldı ve dolaba doğru ilerleyip cam bölmesinden bir kadeh bardak çıkardı.
O sırada midesinden sesler geldi, kaç saattir bir şey yememişti. Tuana o an için bu kadar aç hissetmesine çok şaşırmıştı. Az önce acıktığı için tuhaf sesler çıkaran karnına baktı ve ‘Alya bu sıralar doğru düzgün yemek yemiyor galiba’ diye düşündü. Önce kızacak gibi oldu ama biraz daha düşününce nedenini anladı. Yaşanan cinayet anı Alya’yı sadece mental değil fiziksel olarak da bir hayli yormuştu.
Tuana’nın canı önce salçalı makarna çektiyse de bundan vazgeçti. Çok uğraştırıcı bir işti, onun yerine çavdar ekmek poşetini aradı gözleriyle sonra krem peynir ve dilim salamı da çıkarıp hepsini bir tepsiye koydu. Ardından tepsiyle odaya gidip şöminenin karşısında otururken alevlerin dansını izleyerek hepsini yedi.
Yemek artıklarını mutfağa götürürken bir şarap şişesi daha çıkardı buzdolabından ve salona döndü. Yine şöminenin karşısındaki yerini alırken biraz ilerisinde yerde duran telefon çalmaya başladı. Telefona eliyle uzanarak alıp ekrana kısa bir süre bakıp aramayı açtı ve kulağına götürdü. ‘’Alo, suç ortağım görüşmeyeli nasılsın?’’
Sesi neşeli olmaktan uzak abartılı şekilde coşkulu çıkmıştı. Karşıdaki taraf bunu anlayıp uzatmadan konuya girdi. O sırada Tuana karşısındaki yanan şöminedeki alevlerin titreyişini izliyor ve düşünceli tonda mırıldanıyordu. ‘’Telefonu buldular demek, peki hattın durumu nasıl hala suların altında mı?’’
Sonra endişesiz tonda güldü ve o anda unuttuğu bir ayrıntı aklına geldi. Ve Tuana bunu hattın karşısındaki kişiye de hatırlattı. ‘’Gerçi tek sorun hattın kaybolması değildi bunu bildiğim için son aramalar kısmına da el atmıştım. Telefonu inceleseler de resim ve birkaç saçma uygulama dışında bir şeye ulaşamayacaklar.’’
Söylediği her şeyi kısık tonda söylüyordu lakin arada kendini kaptırıp fazla sesli güldüğü oluyordu. Ama dışarıdan duyan kimse Tuana’nın cinayet işlediği ihtimalini aklına getirmezdi. Artı olarak Rus uyruklu suç ortağıyla, sevgilisiyle konuşur gibi konuşuyordu. Böyle konuşması da bir nevi flört izlenimini yaratıyordu.
Onunla bu kadar rahat konuşabilmesinin bir diğer sebebi ise çocukluktan beri alışılagelen arkadaşlık bağlarıydı. Elbette bu cinayeti işlerken ona güvenmemişti ama yine de başı sıkıştığında aklına ilk gelen seçenek hep o olurdu. Şu sıralarda da olduğu gibi. Bu arkadaşlığı bilmeyen tek kişi ise sadece Alya idi. Tuana bazı anılarını sakladığı gibi bu arkadaşlığı da ustaca saklamıştı Alya’dan.
Bir tek cinayetin işlendiği gece yer değişikliği yaptığı zaman yardım alacağı gerçeğini gizlememişti. Bunun sebebi hem ana kişiliğini sinir etmek hem de bu işin altından tek başına kalkamayacağını anlatmak içindi. Tuana’nın aklı o ana gitti.
Yansıması aynanın içine hapsolduktan sonra üzerini değiştirmek için yatak odasına ilerlerken aynı zaman da telefondan birkaç numarayı tuşluyordu. Odaya girdiğinde telefonun mikrofon kısmını açtı. Ardından gözleri ayağına giydiği burun kısmı komple kan lekesine bulaşmış beyaz sporlara değdi. Bu spor ayakkabıyı boya bile kurtaramazdı. Sıkıntıyla ofladı ve içinden ‘keşke bu ayakkabılarla cinayet işlemeseydim’ diye geçirdi.
Birinin canını alma gerçeğinden çok üstüne giydiği şeylerin kirlenip kirlenmeyeceğini dert ederdi. Tuana, böyle bir kişilikti işte. Ardından hattın karşısındaki kişi aramaya cevap verdi. Tuana dolaptaki kıyafetlere bakıp uygun bulduklarını askılıktan çıkarıp yatağa fırlatırken aramanın karşısındaki kişiye tüm olayı özetleyen bir konuşma yaptı. Karşı hatta ki kişi onu onaylayıp birkaç dakika sonra evin önünde olacağını söyleyerek aramayı sonlandırdı.
Bu olay ilk defa yaşanıyordu ama Tuana kişilik yapısı gereği pervasız olduğu için fazla telaş yapmadı. Yine de aceleciydi çünkü alt kişilikti ve kendisine ayrılan sürenin ne zaman sona ereceğini bilmiyordu. Üstünü değiştirmeden önce ayağındaki kanlı ayakkabıdan kurtulup onları bulduğu rastgele bir kutunun içine saklayarak yatağın altına doğru itti. Sonra yatağın üzerine sergiye açtığı kıyafetleri sırayla giymeye başladı. O sırada dolaptaki gizemli siyah bir çelik kutu dikkatini çekti. Üzerinde tuşlarda vardı bu kutunun, şifresini bilmiyordu ama bir şekilde Alya’nın cinayet silahını buraya gizlediğinden emin oldu.
Fakat buna takılmak yerine o an için es geçmeyi tercih etti ve gecenin sessizliğini bıçak gibi ortadan ikiye bölen zilin sesiyle kapıya doğru koştu. Kapıyı açtığında Rus uyruklu çocukluk arkadaşı duvara yaslanmış onu bekliyordu.
Nikola, sarışın, yeşil gözlü, manken vücutlu, yapılı biriydi. Tuana bu görüntüden etkilenmeyi es geçip adamın kolundan hırsla kavrayarak içeriye doğru çekti. O sırada genç adam da boşta kalıp o esnada çıkarabildiği kadarıyla ayakkabılarını çıkarıp eşikten içeri mecburi giriş yaptı. Tuana ise ardından kapıyı kapatmıştı. Nikola ilk defa girdiği evi merakla süzerken düşünceli bir tonda sordu. ‘’Sürpriz misafirimiz nerede? Tanıştırmayacak mıydın bizi?’’ Tuana, arkadaşının sorusuna kurnazca gülerek kafasını salladı ve ‘beni izle’ bakışı atarak küçük odanın kapısına doğru ilerledi. O sırada cevap yetiştiriyordu kendisini takip eden adama. ‘’Tanıştırmaz olur muyum tabii ki tanıştıracağım!’’ Ardından kapıyı açıp içeri de yerde boylu boyunca uzanan halıyı gösterdi. ‘’Buyur tanış bakalım, ama cevap alabilir misin orasını bilemem.’’
Nikola, ilk başta gözlerini kırpıştırdı ve bakışlarını yerdeki içi dolu gözüken halıdan ayırıp kız arkadaşına çevirdi. Ve şaka yapıp yapmadığını anlamak istercesine yüzüne baktı. Ama Tuana çok ciddi gözüküyordu. Çocukluk arkadaşının sorgu dolu bakışları altında halıya doğru ilerledi, halıyı ayağıyla hafifçe itti ve halı hızlıca açılırken içerisindeki ceset Nikola'nın tam ayak ucuna kadar gelip orada durdu, değmedi.
Rus arkadaşı bir şeyleri yeni yeni anlamaya başlarken Tuana yerde yatan kurbanına soğuk ve düşünceli bir şekilde bakıyordu. Aynı bakışları atmayı sürdürürken konuşmaya başladı. "Gecenin bir yarısı içip içip kapısına geldi Alya'nın. Bizim safta tehditlerinden korkup hemen içeri almış bu ayyaşı. Lakin niyetinin çok iğrenç olduğunu fark ettim ve duruma müdahale etmek zorunda kaldım."
Sonrasında sıkıntıyla iç çekti ve çocukluk arkadaşının suratına baktı. Birazdan isteyeceği şey yüzünden her ne kadar kendini utanç içinde hissetse de elinden gelen başka bir şey yoktu. Hem kendisi de defalarca yardım etmişti çocukluk arkadaşına.
Bu düşüncelerle Nicola’ya doğru yaklaşıp gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. "Biliyorum, çok zor senden isteyeceğim şey. Ama inan başka çarem yoktu. Hayatımızı kurtarmakla uğraşıyordum bu kadar ileriye gideceğimi tahmin edemedim. Ve tüm her şey olup bittiğinde aklıma sadece sen geldin. Senden başka güvenecek kimsem yok anlayacağın."
Nicola, karşısındaki çocukluk arkadaşının söylediklerinin bir kelimesini bile kaçırmak istemezcesine büyük bir dikkatle dinledi. Tuana’nın istediği azımsanacak türden bir şey değildir. Nicola, halıyla sarılı cesedi gördüğü zaman anlamıştı bunu. Çocukluğunu bildiği kız karşısına geçmiş ‘suça ortak ol, birlikte delilleri karartalım’ diyordu ona. Nicola, beyninde dönüp dolanan tehlikeli planlarla ve sonrasında başlarına gelmesi mümkün kötü olasılıklar içerisinde çocukluk arkadaşının yüzüne baktı. Tamam, Tuana deli dolu biriydi belki çok fazla tehlikeliydi ama durup dururken kendisine zararı olmayan birini de zevk için öldürecek biri değildi. En azından onun nazarında çocukluk arkadaşı böyle biri değildi. Hem Tuana başından geçenleri anlattığında da Nicola onun yüz ifadesinden, Tuana her ne kadar belli etmek istemese de pişman olduğunu anlamıştı.
Hiç suça bulaşmayan biri olsaydı belki Tuana’nın bu isteğini şiddetle reddedebilirdi ama onun da başına gelen belli başlı talihsizlikler vardı. Bu yüzden Tuana’yı çok iyi anlıyordu. Tam onayladığını belirten birkaç kelime edecekti ki, sabırsız çocukluk arkadaşı ondan önce davrandı. ‘’Ne diyorsun, yardım edecek misin bana? Bu arada kararın neyse çabuk söyle zamanım daralıyor. Bir daha ne zaman özgür olurum bilmiyorum. O yüzden lütfen bir cevap ver!"
Nicola irkilerek kafasını salladı ve Tuana'nın kolunu bir saniyeliğine desteklercesine sıkıp ardından cesede ilerledi ve ceplerini yoklayıp cep telefonunu buldu ve çıkarıp alması için Tuana’ya uzatırken konuşmaya başladı. ‘’Arkadaşın son mesajlaşmalarına bir baksana. En son Alya’ya herhangi bir mesaj atmış mı? Bu tehdit mesajı da olabilir fark etmez. Nitekim sarhoş olduğunu söylemiştin. Bu ayrıntıyı gözden kaçırmamakta fayda var.’’
Tuana, arkadaşının dediğini kafasını hızla sallayarak onayladı ve Taner’in eski mesajlaşmalarına bakmak için telefonu açtı. Şanslıydı ki telefon şifresizdi. O an için öldürdüğü eski sevgiliyi aptal oluşundan dolayı ilk defa tebrik etti. O sırada Nicola ise açıkta kalan cesedi tekrar halıyla sarmalayarak dürüm haline getirdi. Dikkatli bir şekilde kol saatine baktı ardından. ‘’Saat şu an 01.30, bu saatte yaptığımız ceset yok etme işlemini kimsenin ruhu duymaz. Herkes şu an muhtemelen üçüncü rüyasını görüyordur zaten. Zaman yönünden avantajlıyız anlayacağın.’’
Sonra alt bir kişilik olan çocukluk arkadaşına bakarak masumca gülümsedi ve dediğini düzeltti. ‘’En azından ben öyleyim.’’
Tuana gözlerini devirerek gülümsemekle yetinirken, çocukluk arkadaşına doğru yaklaşıp şakacı bir tavırla ensesine yavaşça ensesine patlattı. Ardından yüzüne bakıp konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Kral adamsın ama çok da gıcıksın. Yine de çok teşekkür ederim! Bu iyiliğini asla unutmayacağım."
Nicola şaplağın etkisiyle sadece birkaç saniye yüzünü buruşturup eliyle ensesini ovaladı ve ardından masum bir tavırla söylendi. "Unutma da zaten, verdiğin hediye çok ağır. Eminim fıtık olacağım birkaç güne."
Tuana cevap vermeyip sadece kafasını salladı ve endişe içerisinde sordu. "Geldiğinde balkona çıkan birini gördün mü? Benim alt komşum var. Yaşlı bir kadın, çok meraklı demişti Alya. O bir sorun çıkarmasın sonra?"
Nicola bir an gözlerini kıstı ve düşünür gibi oldu. Ama eve geldiğinde balkona çıkan birini görmemişti. Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Yok, ben kimseyi görmedim. Bütün apartmanın ışığı kapalıydı ben geldiğimde.’’
Ardından sorgularcasına Tuana'ya baktı. "Yalnız, geldiğim zaman kapının önünde bir araba görmüştüm, yoksa bu arkadaşın mı?" Tuana düşünürcesine kafa salladı. "Muhtemelen çünkü arabası yaklaştığında motorundan bir ses çıkartmış olmalı. Çünkü Alya'nın camdan bakıp arabayı gördüğünü anımsıyorum. Sarhoşken arabayla gelmiş olmalı buraya Taner."
Nicola anladığını belli edercesine kafasını sallarken Tuana’ya bakarak aklından birtakım planlarını kurmaya başladı. Sonra arkadaşının yüzüne baktı, zamanının her an sona erebileceğini söylemişti Tuana. Nicola derin bir iç çekip iki elini de saçlarının arasına daldırıp birkaç saniye orada oyalandıktan sonra ellerini kafasından çekip Tuana’ya bakarak konuşmaya başladı. ‘’Şimdi anlatacağım plan çok ayrıntılı aynı zaman da karmaşık yine de en iyi planın bu olduğunu söyleyebilirim. Çünkü yapacağımız tüm hamleleri bu plana sadık kalarak yapacağız. Hazır mısın?’’
Tuana, çocukluk arkadaşının yüz ifadesini kısa bir süre inceleyip ardından kafasını hızla salladı. Arkadaşı ona ne yapması gerektiğini söyleyecekti bilmiyordu ama bu işten keyif alacağını hissediyordu. Nicola konuşmaya kaldığı yerden devam etti. ‘’Bir bütün olarak hareket edeceğiz, önce bu arkadaşı kimseye belli etmeden apartmandan çıkarmaya çalışacağız. Sen tabii ki önümden ilerleyeceksin ve kimsenin bizi izlemediğinden emin olacaksın. Apartmandan çıktığımızda ise bu arkadaşın arabasını kullanacağız. Sen de benim arabamla bizi takip edeceksin. Ehliyetin vardı değil mi?’’
Tuana, ‘benim yok ama ana kişiliğimin var’ demeyi düşündü ama zaten bu detaya girmesi saçma olacağı için sadece evet demekle yetindi. Nicola memnun bir şekilde gülümseyerek konuşmaya kaldığı yerden devam etti. ‘’Arabanın anahtarı peki, hala cesedin üzerinde mi? Tekrar mı açıp bakmamız gerekiyor?’’
Tuana kafasını olumsuz anlamda sallarken üzerindeki kıyafetin cebinden arabanın anahtarını çıkardı ve yaramazca sırıtarak çocukluk arkadaşına baktı. ‘’Seni aramadan önce ben de halıyı açıp şöyle bir göz gezdirmiştim. Bir daha bu zahmete girmeye gerek kalmadı anlayacağın.’’
Nicola da aynı yaramaz tavırla sırıtıp ellerini önünde birbirine çarptı. ‘’Güzeel, bunu sevdim. Şimdi şu evden çıkalım bir önce. Planın geri kalanını gideceğimiz yere vardığımda daha detaylı anlatırım. Bizim için şu an önemli olan bu apartmandan çıkabileceğimiz en dikkatli şekilde çıkmak.’’
Ondan sonrasında ise her şey ikilinin planladığı şekilde gitmiş ve cesedi Nicola’nın arabasına taşımışlardı. Taner’in arabasını ise arkasından itekleyerek gecenin ucunda, aşağısı sularla çevrili kayalık uçurumdan aşağı fırlatmışlardı. Tuana da o sırada bulduğu bir çubukla telefonun hat kısmını çıkarıp küçük kartı denize atmıştı ve suların arasında kaybolduğundan emin olduğunda uçurumdan geri çekilmişti. Telefonu ise üzerinde iz kalmasın diye evden çıkmadan önce çantasına koyduğu ıslak mendille iyice sildi. Şimdi elindeki eldivenle telefonu tutuyordu. Cep telefonu ıslak mendille silme işlemi bitince kuru mendille de iyice sildi.
Ve arabaya doğru ilerleyip telefona artık halıyla kaplı olmayan cesedin temas etmesini sağladıktan sonra arabadan çıkıp telefonu da uçurumdan aşağı fırlattı. Bulunsa bile sadece Taner’in parmak izlerini bulabilirlerdi o telefonun üzerinde. Nicola da onu bu hareketinden dolayı kendince tebrik etti. Ardından Tuana başının çatladığını hissedercesine kafasını tutmaya başlayarak acıyla çığlık attı. Nicola korkuyla çocukluk arkadaşına yaklaşıp koluna girerek düşmesin diye ona destek oldu. Aynı zaman da neden canının yandığını da merak ediyordu. ‘’Ne oldu Tuana, neden birden bire çığlık atmaya başladın? Bir yerin mi ağrıyor?’’
Tuana başının ağrısından dolayı etrafından olup bitenleri, sesleri ve cisimleri ayırt edemeden acıdan yaşarmaya başlayan gözleriyle çocukluk arkadaşına baktı. ‘’Mezarlığa gidelim, gidince anlatacağım sana!’’ Nicola irkilip çocukluk arkadaşını kucağına alarak arabaya doğru yaklaştı ve çevik bir hareketle yolcu tarafının kapısını açıp kızı koltuğa oturtup kapıyı kapattı. Ardından kendi de arabaya yerleşince motoru çalıştırıp Tuana’nın dediği yere gitmek için yola koyuldu.
Mezarlığa vardığında Tuana etrafa acıdan sersem olmuş gözlerle bakarken Nicola arabayı durdurup endişeyle arkadaşına baktı. ‘’İyi misin Tuana, hala canın yanıyor mu?’’ Kolunu tutup kendine bakmasını sağladı ve konuşmasına devam etti. ‘’Bak dediğin yere geldik işte, söyle bana lütfen neden buraya gelmeyi istedin? Aklından neler geçiyor?’’
Tuana sersemlemiş bir halde arkadaşına bakmaya devam ederken güç bela konuşmaya başladı. ‘’Hani zamanım her an azalabilir demiştim ya sana evdeyken. İşte şimdi o son saniyelerimi yaşıyorum. Birazdan ana kişiliğim aktif olacak. Ama o zaman sakın onun karşısına çıkma. Senin varlığını asla bilmemeli. Bu ikiniz içinde son derece riskli olur. Beni anladın mı?’’
Nicola anlayamasa da merakına engel olmaya çalıştı. Çünkü sorduğu sorulara istediği cevabı asla bulamayacak gibiydi. En azından şimdilik. Onun yerine arkadaki koltukta uzanan cesede bakıp tekrar bakışlarını arkadaşına çevirirken başka bir soru sordu. ‘’Peki ya ceset, onu ne yapacağım? Beni mezara getirme sebebin en başından beri bu muydu yoksa?’’
Tuana acıdan kıstığı gözleriyle arkadaşına bakarken kafasını sallayıp konuşmaya kaldığı yerden devam etti. ‘’Evet cesedi gömmen gerekiyor, zamanımın sonuna yaklaşmasaydım sana bunun için yardım edecektim ama şansım yaver gitmedi maalesef. Bu yüzden cesedi boş bir alana gömüp üzerine beton benzeri bir şey koy ki gömülü bir cesedin olduğu anlaşılsın. Bir de beni burada bırak, Alya muhtemelen birkaç saate uyanacak, seni asla görmemeli. Kazma küreği de dert etme. Nasıl olsa elimde eldiven var, Alya uyandığı zaman ne yapması gerektiğini bilecektir.’’
Nicola duyduğu şeyler üzerine üzülerek yanında acılar içinde kıvranan çocukluk arkadaşına baktı. ‘’Peki seni bir daha ne zaman görebileceğim? Ya uzun süre buralarda olamazsan?’’
Tuana duyduğu şeye acılar içinde kıvranmasına rağmen gülümsedi. ‘’Merak etme zamanı geldiğinde anlayacaksın. Sana öncesinde bir mesaj bırakacağım ve sen de saati geldiğinde bana rahatlıkla ulaşabileceksin. Şimdi ben gidiyorum sağlıcakla kal. Ve arkanda işaret bırakmadığından emin ol. Seviliyorsun.’’ Son sözünü söylemeden önce arkadaşının elini öpmeyi de unutmamıştı.
Neden bu kadar acı çektiğini bilmiyordu. İlk seferinde bu kadar acı çekmemişti anlıktı olmuş bitmişti. Sanırım gittikçe güçleniyor ve bu güç beraberinde sonsuz acıyı da getiriyordu. Belki diğer seferler bu kadar acı dolu olmazdı. Bunu iyiye yormayı seçti. Tuana, gözleri şöminenin alevlerinde kulağında telefonla bunları düşündü.
Ardından gözlerini kısa bir süre kırpıştırıp içinde bulunduğu anda o gece kaybolmadan önce Nicola’ya verdiği sözü hatırladı ve şuh bir kahkaha atıp gülümsedi. Hattın ucundaki kişi konuşmayı kesip neden güldüğünü anlamaya çalıştı. Tabii bu Tuana konuşmaya kaldığı yerden devam edene kadar sürdü. ‘’Hatırladın mı Nicola, o gece bilincimi yitirmeden önce sana ne demiştim? Geri geldiğimde sana haber vereceğim demiştim değil mi? İşte şimdi bu sözümü tuttum. Beni özlemiş miydin?’’
Karşıdaki taraf bir an için heyecandan konuşmayı unutup adeta kekelemeye başladığında Tuana onun bu haline gülümsedi. Ardından hattın ucundaki kişi kelimeleri toparlayıp hislerini kabul ettiğinde gülümsemesi gözlerine de varmıştı.
Nicola gülümsemeyi bıraktığında endişeli ama düşünceli bir tavırla konuşmaya kaldığı yerden devam etti. ‘’Ama bir daha böyle yapma, o gün gittiğin zaman yüzündeki ifade çok içler acısıydı. O gece hiç sona ermeyecek sandım. Sırf sen uygun gördün diye seni mezarda bıraktım yoksa, rahat bir yatakta yattığından emin olmadan öylece bırakmazdım seni mezarda.’’
Tuana, duygulanmaya başladığını hissettiğinde gözlerini kolunun tersiyle hırsla sildi. ‘’Tamam suyunu çıkarma. Buradayım işte bir yere gittiğim yok! Sanki seni terk etmişim gibi konuşmayı kes! Tadımı kaçırıyorsun.’’
Nicola, bu tavrına bakarak arkadaşını duygulandırmayı başardığını fark ettiyse de bunu uzatmamaya karar verip sadece gülümseyerek peki dedi. ‘’Peki sen nasıl istiyorsan öyle olsun, suç ortağım.’’
Tuana bir şey diyemeyip sadece gülümsemekle yetindi ve ikili vedalaşıp aramayı sonlandırdılar.
Uykusu gelmeye başladığını hissettiğinde fark etti. Zamanının sonuna yaklaşıyordu. Acilen bir mesaj bırakmalıydı ana kişiliğinin görebileceği bir yere. Oturduğu yerden kalkmadan önce şömineye baktı.
Ateş her şeyi yok etmişti çoktan sadece küller kalmıştı geriye. Yavaş yavaş cılızlaşmaya başlayan ateşe bakarak ayağı kalktı ve etrafı toplayıp mutfağa doğru ilerledi. Tüm işlerini hallettiğinde şöminenin karşısına yine geçti ve elindeki kalem ve kâğıdı yere bıraktı. Karın üstü yerde uzanırken bacaklarını arkada havaya kaldırı bir aşağı bir yukarı hareket ettirdi ve düşünceli bir şekilde bomboş beyaz kâğıda baktı. Ne yazacağı konusunda kararsızdı ama bir şeyler de yazması gerekiyordu çünkü biliyordu, zamanının sonuna gelmişti.
Kâğıda uzun uzun baktıktan sonra muzırca sırıttı ve eğilerek kâğıda bir şeyler karaladı. Şöminedeki alevi de söndürdü ve mutfağa doğru ilerledi. Yapışkan kâğıda yazdığı notu buzdolabına yapıştırdı ve kapattığı kombiyi geri açıp ardından yatak odasına ilerledi. Geceliğini de giyip yatağın içine girdiğinde sağ tarafına dönüp uyku pozisyonunu aldı. Bir daha ne zaman uyanırdı bilmiyordu ama nedense çok huzurlu hissediyordu. Ve kendini deliksiz bir uykunun avuçlarına bıraktı.


Loading...
0%