@balleswan
|
Alya İrkilirken olduğum yerden sıçrayarak uyandım. Gözlerim tavandaki uzun led lambayla kesişirken uzun bir süre nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sonra yattığım yerden dolayı belimin ve sırtımın ağrıdığını hissederek yüzümü buruşturdum ve ellerimle oturduğum yerden destek alarak olduğum yerde doğruldum. Gözlerim merakla içinde bulunduğum ortamı inceliyordu. Etrafta mavi tek kapaklı dolaplar vardı. Duvarlarda panolar asılıyken üzerinde dövüş kıyafetleri giydirilmiş cansız iki mankeni izledim. Bu kıyafetler bir yerden tanıdık geliyordu sanki. Ama nereden? Sonra uyanmadan önce üzerinde uzandığım zemine baktım. Demirden üzerinde tahtalar bulunan bir oturaktı. İki tarafında yan yana dizilmiş dolaplar duruyordu. Etrafı süzme işlemini sürdürürken cebimden telefonu çıkardım ve saate baktım. Gördüğüm sayıyla gözlerimi dehşetle aralayıp olduğum yerde ayağa kalkmak için doğruldum. Uzun süredir bağlı olan ama üzerine yattığım için aşağı doğru eğilen tokayı da saçlarımdan çıkarıp uzun saçlarımı özgürlüğüne kavuşturdum. Ama uzun süredir bağlı olduğu için çözünce hala bağlı gibi duruyordu. Bunu düzeltmek için olduğum yerde kafamı aşağı eğip kafamı iki yana doğru salladım ve ellerimi saçlarımın arasından tarak gibi geçirip ayrılmalarını sağladım. Ardından kafamı kaldırıp önüme baktığımda bana şaşkınlık içinde bakan bir sima gördüm. Adamın üzerinde siyah bir eşofman takımı varken saçları ise zorlu bir kapışmadan çıkmış gibi dağılmış tel tel alnına dökülmüş görünüyordu. Sanırım kimle kapıştıysa artık zorlu geçmiş olmalı. Bu adamı daha önce bir yerlerde görmüş müydüm acaba? Şimdi düşününce buraya neden geldiğimi bile bilmiyordum ki. O yüzden yüzüme değişik duygularla bakan bu adamda benim için yabancıydı. Birkaç saniye daha bana baktı ve bir şey demek için dudaklarını araladı. "Bakışların-" Dediği şeye eş değer olarak gözleri de yoğun bir şekilde beni izlerken şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Anlamadım, bir şey mi demek istediniz?" Sorduğum şey onda irkilme isteği yaratırken gözlerini gözlerimden çekti bir süre için ardından yine gözlerime baktı. "Yok bir şey, bu arada sen de yavaştan çık istersen. Birazdan bu bina kapatılacak. Tüm geceyi burada geçirmek istemezsin herhalde." Yüzüne bir süre daha boş boş bakarken sonunda jeton düştü ve hareketlerimi hızlandırıp az önce üzerinden kalktığım yerde duran kol çantama uzanıp elime aldım ve adını bilmediğim o yabancı adamın yanından geçtim. Akşamın karanlığı binanın içine dolarken sadece gökyüzündeki ayın ışığı binanın içini aydınlatıyordu. Yorgundum, yorgun ve karışık. Birkaç adım atarken onun sözleri bastığım zemine çiviledi beni. "Bugün gayet iyiydin, ilk denemen olduğu halde. Açıkça itiraf etmeliyim ki beni etkilemeyi başardın." Bir süre far görmüş tavşan gibi gözlerim önümdeki cama bakıyordu. Sonra bakışlarım arkamdaki adamın gözleriyle kesişti. İkimizde binanın camındaki yansımadan birbirimizi izlerken yönümü ondan tarafa çevirip gözlerine baktım. İlgimi üzerine çekmenin farkındalığıyla tebessüm etti ve bana doğru biraz yaklaşıp yanımda durdu. "Bige, adın buydu değil mi? Bugünkü turun zorluğunu gördün, kursa devam edecek misin? Var mı böyle bir düşüncen?" Bige, demek yeni bir kişiliğimin adı buydu ve çoktan boy göstermişti. Birgün içinde iki değişim geçirmiş olmak ve bir tanesinin yeni yeni oluşmaya başlamış olması beni ürkütüyordu. Durum hastanelik bir boyuta ulaşmadan doktora görünmeliydim. Çünkü ben Tuana'yı zar zor kabullenebilmiştim. Onu yeni yeni tanıyor olsam da tam çözememiştim ve şimdi de bu kişilik… Acaba bu kişiliğin birdenbire patlak vermesi hangi hislerimin bir ürünü olabilirdi? O adamın kahverengi gözleri içime işlerken düşünmekte zorlanıyordum. Kendim gibi davranamazdım, hastalığımı başkalarının da bilmesini istemiyordum. Şimdilik sadece ben biliyordum, bir de Tuana kontrole geçtiğinde onun değişimlerine şahit olan sözde çocukluk arkadaşı Nicolas kişisi. Sahi onunla da tanışmamıştım hiç. Ama şanslıysam belki eve gittiğimde tanışırdım. Gerçi nereye gideceğimi bile bilmiyorum ya. Düşündüğüm için bir noktaya sabitlediğim bakışlarımı adamın gözlerine yeniden odakladım. Bige gibi davranmalıydım şimdi. Hala bana bakıp benden bir cevap bekleyen adamı incelerken dudaklarımı konuşmak için araladım. "Dürüstlüğünüz için teşekkür ederim. Ve evet kursa devam edeceğim, bir daha ki seans ne zaman?" Gözlerime bakarken kaşlarını hayret içerisinde kaldırıp gözlerime baktı. Yüzünde 'nasıl bilmezsin' der gibi bir ifade geçerken yine pot kırdığımı anladım ve sıkıntıyla gözlerimi yumup ellerimle alnıma vurdum. "Kusura bakmayın, kurs çok yorucu geçti de sızıp kalmışım. Aklımdan silinmiş olmalı bazı şeyler. Rica etsem beni detaylı bir şekilde bilgilendirebilir misiniz?" Kahveleri bir süre düşünceli bir şekilde yüzümü inceledi ve bakışlarımda bir değişme olmadığını gördüğünde sıkıntıyla iç çekip önünde bağladığı kollarını çözüp konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Pekâlâ, sanırım önce adımdan başlamalıyım. Adım Alpay Bolat, koçum. Savunma sanatları veriyorum öğrencilerime. Çoğunlukla kadınlara eğitim veriyorum çünkü günümüz şartlarında kadınların buna erkeklerden daha çok ihtiyacı var." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi sinsi bir sırıtmayla gözlerime baktı. "Başkalarının da söylediği gibi cinsiyetçi değilim, hemcinslerimle herhangi bir alıp veremediğim yok yani." Bakışlarındaki sinsi parıltı ve sözlerindeki imaya bakılırsa birisinden dediği şeylerin hırsını almaya çalışıyordu. Sonra bir şey aklıma dank etti. Tabii ya, Bige. Sadece birkaç saattir vardı ve ortalığı ayağa kaldırmıştı ilk anda. Şimdi ne demeli veya ne yapmalıydım? Birdenbire ortaya çıkan ve kendini başka biri olarak tanıtan kişiliğim için karşımda duran ve bana beklentiyle bakan bu adamdan özür dileyemezdim. Bige'nin böyle bir şeyden hoşnut olacağını sanmıyordum. Gerçi onu tanımıyordum bile ama karşımdaki adamın dediklerinden anladığıma göre erkeklerden nefret ediyor olmalıydı bu, kazandığım yeni kişilik. En iyisi onun yaptığı gibi yapıp geri adım atmamak iyi olacaktı. Aynı ifadeyi kopyalamaya çalışırken karşımdaki adamın gözlerine baktım. "Madem dediğim şey sizi bu kadar rahatsız etti o zaman beni eğitmeyi neden kabul ettiniz? Yoksa aklınızca büyüklük bende kalsın kafasını mı yaşıyorsunuz?" Cümlemi bitirip gözlerinin içine baktım, onu şaşırtmıştım. Eminim yeni kişiliğim de böyle bir şey söylerdi. Sanırım gittikçe bu işi kavramaya başlıyordum. Karşımdaki adam çözdüğü kollarını yine göğsünün üstünde bağladığında o şaşkınlık havasından sıyrıldığını anlamıştım. Şimdi o sinsi halinden eser yoktu tam aksine ciddiyetle beni süzüyordu. "Kabul ettim çünkü çok istekli görünüyordun. Seninle bir anlaşma imzaladık ve ardından bana meydan okudun. Genellikle yılın bu zamanlarında şirketimiz raunt gerçekleştirmez ama sırf aciliyet bildirdiğin için bir tur gerçekleştirdik. Ve o zaman sözlerinin arkasının boş olmadığını anlayıp seni resmi olarak kabul ettim." Duyduğum şeylerin bende yarattığı şaşkınlık duygusuyla gözlerimi kırpıştırıp sesli bir şekilde yutkundum. Bige gerçekten bu kadar ileri gitmiş olabilir miydi? Kafamda bütün sorular ardı ardına cirit atarken yeni yeni varlığını hissettirmeye başlayan utanç duygusuyla adamdan gözlerimi kaçırdım ve arkama dönüp yürümeye başlarken fısıldadım. "Teşekkür ederim yüce gönüllülüğünüz için. Kursa gelmeye devam edeceğim, aklınız bende kalmasın." Ve bir şey söylemesine fırsat vermeden oradan uzaklaştım. Koridorun kıvrılan kısmından sağa saptım ve cebimden telefonu çıkardım. Rehberde gezinirken o numarayı buldum ve Messenger üzerinden mesaj atıp telefonu titreşime aldım. Ardından mekândan çıkıp beni karşılayan karanlığa doğru bir adım attım. Birkaç sokak lambası yanıyordu sadece. Birkaç adım sonra kaldırıma çıkıp taksi çevirmeye çalışırken cebimdeki telefon titreşti ve cebimden çıkarıp elime alırken ekrana baktım. Bir taksi durdurmayı başardığımda içine binip taksiciye adresi söyledim ve yola koyulduk. Eve geldiğimde cebimde varlığını hissettiğim anahtarı çıkarıp deliğe geçirdim ve ayakkabılarımı kapıda çıkarıp eşiğe bastım. Umarım evde kimse yoktur. Kapıyı dirseğimle kapattıktan sonra koluma ağırlık yapan çantayı ayakkabılığa koydum. Cebime nereden geldiğini bilmediğim anahtar burayı açtığına göre demek ki doğru yere gelmişim. Buraya kendim olarak ilk gelişimdi, bu yüzden etrafı şöyle bir süzdüm. Tek renk bir duvar, üzerinde sadece basit karakalem çalışmaları olan çerçeveler. Sadece diğerlerinden daha büyük olan siyah çerçeveli kırmızı elektro gitar tablosu vardı. Acaba bir yerlerde gitar da görür müydüm? Küf rengi duvara asılan büyük çerçeveden gözlerimi ayırıp yabancısı olduğum evin içinde gezindim. O sırada evin içinde bir yerde bir kapının açıldığını duydum sonra adım sesleri benim olduğum yere doğru ilerlediğinde gözümle, gelen kişiye fırlatabileceğim bir cisim aradım. Ama karşıma çıkan siluet ile buna gerek kalmadı. Adının Nicolas olduğunu düşündüğüm kişi omzuna attığı havlu ve ıslak altın sarısı saçlarla bana bakarken istemsizce vücudunu gözlerimle süzdüm. Öyle göze batan bir kas yapısı yoktu yine de kassız da diyemezdim bu adama. Üzerine giydiği gri kol detayları siyah çizgilerle bezenmiş uzun kollu bir badi. Altında da gri uzun eşofman giymişti ve yan kısmında da o siyah detayı görebiliyordum. Gözlerim vücudundan göğsüne oradan da yüzüne tırmandığında dudaklarına kısa bir süre baktım ve rotamı gözlerine çıkardım. Gözleri yeşildi ama içinde sanki altın tutamları vardı. Sanki bir ressam tarafından çizilmiş gibi göz alıcı görünüyordu. Gözlerime kim olduğumu anlamaya çalışırcasına bakarken gülümsedi ve gözlerini kısarken bir tahmin de bulundu. "Güvende miyim, en son senden olabildiğince uzağa gitmemi söylemiştin." "Hah?" Gözlerine bakarken tek söyleyebildiğim bu olmuştu. Ben yokken neler olup bittiğini bilmiyordum ama en son hatırladığım şey sabah kahvaltı yaparken Tuana'nın yerimi almış olduğuydu. Sonra farkında olmadan bir değişim daha geçirmiştim ve o an Tuana'nın hakimiyetindeydi bedenim. Demek Tuana da değişim geçirdiğinde yanında olduğu için Nicola bu değişimi biliyordu. Ve Tuana kendini kaybetmeden önce böyle bir öneride bulunmuş olmalıydı. Tabii ya çok mantıklı. Daldığım düşünce deryasından ondan gelen kahkaha sesleriyle sıyrıldım ve kafamı kaldırıp çattığım kaşlarımla ona baktım. Onun tepkisi ise sadece gülümsemek oldu. "Tuana, neden ilk defa görmüş gibi bakıyorsun bana? En son beraberdik unuttun mu?" Sonra cümlesini yarıda kesti, aklına takılan bir şey vardı. Yüzü bir süre düşünceyle kararırken elini çenesine attı. "Gerçi sen de gitmiştin, not bırakmamı istediğin için dediğini yapıp seni rahat bırakmıştım. Bir gün içinde birden fazla değişim geçirmiyorsan eğer sen Tuana değilsin." Tüm bu çıkarımları yaparken yüzüme hiç bakmamıştı, gözleri önündeki bir noktaya bakıyor sadece sesli bir şekilde düşünüyordu. Dahi düşüncelerini gözlerimi belirterek izlerken, etrafta olmadığım süre boyunca neler olduğunu öğrenmiş oldum. Nicolas çıkarım yaptığı için benden ayırdığı bakışlarını tekrar üzerime odakladığında gözlerine baktım telaşla. Hala yüzüme düşünceli bir şekilde bakarken sordu. "Tuana değilsin, yeni dönüştüğü kişilik olduğunu da sanmıyorum. Çünkü onu evden çıkarken gördüm, gözleri soğuk bakıyordu. Senin bakışlarında ise bir sakinlik var. Ne Tuana gibi iddialı ne de yeni kişilik gibi soğuk. Sahi, sen kimsin?" Üzerime şüpheyle diktiği bakışlarından dolayı içimde bir ürperti hissederken ayaklarım benden bağımsız geriye doğru gitti. Ama bu çok saçmaydı, neden hala erkeklerden çekiniyordum ben? Bana bir şey yapabileceklerine dair olan şüphem neden hala beni terk etmemişti? Sonra karşımdaki simaya baktım. Bu karşımdaki adamın bana bir zararı dokunabilir miydi acaba? Gerçi öyle olsa neden Tuana burada kalmayı önersin ki? Sonra durup düşündüm Tuana neydi ki Nicolas ne olsun? Tuana ile iş birliği içinde olmam ona güvendiğim anlamına gelmiyordu ki. Sadece mecburdum onun desteğine. Ardından bu düşünceme buruk bir şekilde güldüm. Tuana da benim bir parçamken bu kendimden şüphe duyduğum anlamına gelmez miydi? Onun gözlerine bakarken bunları düşünüyordum ama o hala benden bir cevap bekliyordu. Ve düşününce haklı da yani. Düşünme aşamasını geceye bırakmalıydım şimdi içinde bulunduğum anı yaşamalı ve karşımdaki kişiye daha fazla saygısızlık yapmamalıyım. "Hala soruma bir cevap alamadım. Normalde de bu kadar çekimser misin, tanımadığım yabancı kişilik?" Gözlerine fazla bakmış olmalıyım ki dalmıştım ve onun sesiyle irkilip gözlerine baktım. Bana kişilik demeye bir son vermeliydi. "Kişilik değil yanlışın var. Ben bir bireyim, gördüğün bütün o kişiliklerin ana merkezi yani. Adım Alya, sen de Tuana'nın çocukluk arkadaşı Nicolas olmalısın?" Yüzüme bir süre düşünürcesine baktı ve ardından yüzü aydınlandı. Kim olduğumu anlamıştı sonunda. Gözlerine bakmayı sürdürürken tebessüm ettim ve dostane bir tavır takındım. "Evini bana ve kişiliklerime açtığın için teşekkür ederim. Bir gün içinde çok fazla sıkıntı çıkarmış olmalıyım. O yüzden özür dilerim ve teşekkür ederim ev sahipliğin için. Umarım bundan sonra iyi geçiniriz." Bir adım atmam gerektiğini biliyordum bu yüzden yanına yaklaşıp elimi sıkması için uzattım. "Oldukça enteresan bir karşılaşma oldu evet ama normal bir şekilde bitirebiliriz." Yüzüme bir süre daha düşünceli bir şekilde baktı ve gözlerimde gördüğü bir şeylerden sonra elini hızlıca elime geçirdi. Ve sonra sıkıp salladı. Ne olduğunu anlayamadığım için hayret içinde gülümsedim. Çünkü oda gülüyordu. El sıkışma faslı bittiğinde bir süre daha gülümseyerek birbirimize bakarken konuşmaya başladı. "Düşünceli ve sempatik, Tuana'ya göre daha insancılsın. Aynı zihni paylaştığınıza emin miyiz? Şimdi bir bakınca bakışlarınız da farklı. İnsanın kafası karışıyor haliyle." Bir birey olarak karşımda, taşıdığım diğer alt kişiliğimin dedikodusunu yapması beni güldürmüştü. Alt kişiliğimin ortaya çıkış hikayesi her ne kadar dramatikte olsa ben de şakayla karışık ona takıldım. "Karışık ama oluyor bir şekilde işte. Yapacak bir şey yok." Ardından anladığını belirtircesine kafasını salladı. Karşı bir cinsle böyle rahat konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Çünkü karşıma çıkan her tip ya olaylı ya da itici olurdu. Ama Nicola'sı sevmeye başlamıştım. Tabii ki insan olarak, aksi takdirde erkeklerle gönül ilişkisi kurulmazdı. Ben o defteri çoktan kapatmıştım. İkimizde gülümsemeyi bırakıp bir süre birbirimizi tanımak istercesine incelediğimizde aramızda bir sessizlik oluştu ve hemen sonrasında midemizden gelen gurultular bu sessizliği bozdu. Bir süre de bunun için birbirimize bakarken yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. Bu yüzden onun yanından geçerken konuştum. "Sanırım acıktık, ben sandviç yapmayı düşünüyorum istersen sana da yapayım." Gözlerine kısa bir süre beklentiyle baktım. Gözlerime hayretle bakarken bir şey diyecek gibi oldu sonra vazgeçti ve başka bir şey söyledi. "Tuana gibi olmadığına dair bir delil daha. Çünkü onu sabah resmen kendim sürükleyerek mutfağa sokmuştum. Ama sen kendi isteğinle teklif ediyorsun." Yüzüne birkaç saniye düşünceli bir şekilde bakıp ardından tebessüm edip kafamı önümdeki yola çevirdim ve mutfağa doğru ilerledim. Mutfak genişti ve abartısız bir tasarımı vardı. Dolapları ve buzdolabını kurcalayıp aradıklarımı buldum ve doğrama tahtasını da tezgâha koyup hemen arkamdan mutfağa giren ve ayakta bekleyen Nicolas'tan tarafa baktım. "Sandviçin neyli olsun? Yanına içecek bir şey de yapayım mı?" Gözlerini gözlerimden çekip tezgâhın üzerine çıkardığım malzemelere baktı. Salam, domates, salatalık, beyaz peynir çıkarmıştım. Ve hepsini sandviçime eklemek istiyordum. Ellerini cebine atarken gözlerini yine bana çevirdi. "Karışık olsun ama domates koyma, alerjim var." Onu anladığımı belirtircesine kafamı sallayıp ekmek arasını yapmaya koyuldum. ***** Sadece birkaç dakika sonra ikimizde sandviçlerimizi ve ayranımızı yanımıza alıp masaya yerleşmiştik. İkimizde eş zamanlı olarak yemeğe gömülürken, yaptığım yemeğin tadının güzel olduğunu fark ettim. Umarım Nicola'da beğenmiştir. Aslında kimin beğendiği benim çok önemli değil, kim olsa güzel bulmasını isterdim. Kendimi dünyaca ünlü bir şef gibi hissediyordum yaptığım yemekler beğenilince. "Nasıl oldu? Tuana'yla karşılaşman yani?" Odağımı sandviçimden karşımda durup umursamaz görünmeye çalışan Nicolas'a çevirdim. Meraklı biriydi ama öyle değilmiş gibi görünmeye çalışıyordu sanırım. Sorusu beni düşünmeye ittiğinde gözlerim tavana kaydı. O anı hatırlamakta zorlanmadım çünkü hiç unutamamıştım. Çok enteresan bir an olduğundan anlatmak için tüm gücümü ve cesaretimi toplamaya çalışarak derin bir nefes aldım. "Her şeyin üst üste geldiğini düşündüğüm bir andı. Kendime gelmek için yüzüme su çarpıyordum. Gözlerim aynada kendimi buldu, o an her şey normaldi. Şu anki halimi görüyordum ama düşündüklerim çok farklıydı. Beynimde düşünceler sürekli patlak veriyor o lanet gerçeği suratıma çarpıyordu. Sonra ya ben fazla düşündüm ya da tamamen gerçekdışı bir şekilde aynadaki yansımamın hareket ettiğini hissettim. Kendime nefretle, üst tabakadan bakıyordum. Sonra aldırış etmeden lavabodan çıkmak istediğimde duydum o sesi. Kendi sesim beni durdurmuştu ama başka bir tonda." Konuştuğum süre boyunca tavandan masaya indirdiğim bakışlarım Nicolas'la kesişirken derin bir iç çektim. "İşte Tuana'yla karşılaşmam böyle gerçekleşti." Isırık almak için ağzına götürdüğü ama dediklerimden sonra havada kalan sandviçe bakarken içten içe bana acıdığını anlayabiliyordum. Ama ben tüm bunları kendimi acındırmak için söylememiştim ki. Gözlerime derin bir duyguyla bakarken diyeceği şeyleri az çok tahmin edebiliyordum. 'Özür dilerim, ben bilmiyordum, kusura bakma…' Gayri ihtiyari bir tavırla gülümsemeye çalışıp bu sefer ben bir soru yönelttim ona. "Peki sen nasıl karşılaştın Tuana'yla? Benim bilmediğim nasıl bir bağ var aranızda? Kıskandığım için sormuyorum sadece tuhaf geliyor. Bu zamana kadar geçirdiğimi hatırlamadığım tüm değişimlerimde alt kişiliğimin benden habersiz dostluklar kurması-" Ardından düşünceli bir şekilde gözlerine bakarak devamını getirdim. "Tuhaf geliyor açıkçası." Beni anladığını belirtircesine kafasını salladığında gözlerine bakarken gülümsedim ve beklentiyle ona bakmaya başladım. Gerçekten merak ediyordum alt kişiliğim olan Tuana ile onun hikayesini. Üzerinde gezinen bakışlarımı hissetse de aldırış etmeyip önündeki sandviçten ısırık almaya devam etti. Arada da ayran içiyordu kuru kuru yemiş olmamak için. Uzun bir süre ikimizde önümüzdeki yiyecekleri yemeye odaklandık. İlk bitiren ben olmuştum, obur değildim ama çok acıkmıştım. Ayrandan da son yudumu alıp bardağı kafama diktikten sonra bittiğinden emin ol masanın üzerine koydum ve dudaklarımın kenarını masada turan rulo havlu kağıdından bir selpak koparıp sildim. Bekleyişim hala sürüyordu ama anlaması için bu sözel bir şekilde de ifade etmem gerekecekti sanırım. "Eee, anlatacak mısın artık? Bak ben senin sorunu cevapladım her ne kadar benim için tarifsiz olsa da. Şimdi sıra sende." Gözlerime bakmadan bir selpakta o koparıp kendi dudaklarının etrafını temizledi ve çöpü tabağın içine koyarken gözleri gözlerimi buldu. Ardından sesi kalınlaştı gözlerime soğuk gözlerle bakarken. "Gerçekten bilmek istiyor musun?" Dinlemeye ne kadar istekli olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu sanırım. Anlatacağı şeyin ne kadar kötü olabileceğini tahmin edemesem de gözlerimi gözlerinden bir dakika olsun kaçırmadan kafamı olumlu anlamda salladım. "Gerçekten bilmek istiyorum." Duyduğu şey karşısında altın sarısı ve yeşil karışımı gözleri yüzümde gezindi ve oturduğu sandalyeyi iyice masaya doğru yaklaştırıp elleriyle tabağı duvardan tarafa doğru iteledi. Kolları masaya yayılırken ellerini önünde birleştirip birkaç dakika gözlerime baktı, cümleye nasıl başlayacağını düşünüyor olmalıydı. Ama bunun için gözlerime bakması beni şaşırtmıştı öyle ki sesli bir şekilde yutkundum umarım duymamıştır. "Hayatımı kurtardı yani alt kişiliğin Tuana. Ailen yaz tatillerinde Rusya'ya dönerdi tatil için. Yazlık bir site vardı orada kalırdınız. Ben de orada yedi yirmi dört açık olan bir markette çalışıyordum. Günün ortası falandı sen gelmiştin yani Tuana. Seni tanımadan önce seni hep Tuana olarak biliyordum. Neyse işte Tuana gelmişti ve marketten bir şeyler aldı ve kasada aldıklarını kasaya geçirirken gözlerini sürekli üzerimde hissettim. Sonra telefon numaramı istedi. Sorduğumda ise bir bahanesi olmadığını sadece canının öyle istediğini belirtmişti. Ama o an kabul etmedim, tanımıyordum onu çünkü. Sonra akşam oldu, marketi kapatıp dışarı çıktım ve sokakta gezip bir ara sokağa saptım. Kriz anımın geldiğini hissediyordum, ben uyuşturucu kullanıyordum o zamanlar. O zamanlar derken lise de falan. Ceplerimi yokladım beceriksizce terlenmeye başlamıştım ve titreyip duran ellerim bana hiç yardımcı olmuyordu." Gözlerini kaçırıp omzumun üstünden arkamdaki cama baktı. Belki de kendine zaman tanımaya çalışıyordu. Üstüne gelmeyip konuşmaya başlayacağı zamanı bekledim. Sonuçta hep yan yana olacaktık bundan sonra, istediği herhangi bir gün anlatabilirdi. Düşüncelerimi destekleyen bir tavırla ellerimi bir an elinin üzerine koyacak gibi olduğumda bundan vazgeçip elimi kendime çekip dizimin üzerine koydum ama o çoktan fark etmişti. Mahcup hissettiğim için gözlerimi kaçırıp masanın üstüne baktım. "Kendini daha fazla zorlama istersen, bilmesem de olur. Ben sadece alt kişiliğimin arkadaşlık ettiği kişiyi tanımak istemiştim. Böyle şeyler benim için çok yeni." Gözlerine doğrudan bakamasam da bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Âdem veya rahmetli eski sevgilim Taner gibi hissettirmiyordu. Ya da bugün tanıdığım tekvando koçu Alpay gibi. Ona karşı bir şey hissedecek olsaydım bu arkadaşlık duygusu olurdu sanırım. Çünkü bu zamana kadar kimseyle arkadaşlık bağı kurmamıştım ve şimdi istesem de kuramazdım çünkü ruhsal bir hastalığım vardı ve bundan çevremdekilerin de haberdar olmasını istemiyordum. Ama Nicolas farklıydı sanki. Sadece birkaç saattir tanışıyorduk ve üzerimde bu denli etkisinin olması bana şaşırtıcı derece de tuhaf aynı zamanda normal hissettiriyordu. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi. "Beni dinlemek istediğini sanıyordum ama sen çoktan sağır olmuşsun dediklerime. Nerelere daldın merak ettim." Girdiğim düşünce deryasından onun sesiyle çıkarken gözüm önümdeki boşluktan kurtulup gözlerini buldu. Salık saçlarım atmosferin sıcaklığından dolayı alnıma yapışırken ellerimi alnımdaki saç tutamlarına değdirip başımın gerisine doğru iteledim. O sırada beklenti yüklü bakışlarını hala üzerimde hissedebiliyordum. Sağ elimi masaya öylece koyarken sol elime de çenemi yaslamıştım. "Sadece düşünüyordum, sana da tuhaf gelmiyor mu? Bu zamana kadar tanıdığın, arkadaşlık ettiğin kişinin bir birey değil de bir hastalığın parçası olması. Doğrusunu bildiğin her şeyin bir anda yalan olduğunu görmek. Nasıl hissettiriyor sence?" Nicolas gözlerime düşünceli bir şekilde bir süre baktıktan sonra cebinden bir çakmak çıkardı ve ellerinin arasından döndürmeye başladı. Belli ki bir konuşma yaptığı zaman dikkatini dağıtmak için bir şeylerle uğraşmak hoşuna gidiyordu. Gözlerini ellerinde uğraştığı çakmaktan çekip gözlerime baktı. Tepki olarak gözlerimi biraz daha araladım. Deminkinin aksine dalıp gitmeyecek tüm dikkatimi ona verecektim. "Aslında biraz tuhaf. Hani Tuana'nın arada markete geldiğini söylemiştim ya. O gün de diğer günler gibiydi artık onun bu ani uğramalarına alışmıştım. Diğer günlerin aksine bu sefer ben bekliyordum onun gelmesini. Ve birkaç saat sonra istediğim gibi de oldu. Oradaydı, marketimde ama giyiminde bir değişiklik vardı. Tuana'yı bilirsin, o tarz düşkünü biri bazen çok iddialı giyinebiliyor." Onu anladığımı belirtmek için kafamı olumlu anlamda sallayıp soran gözlerle baktım. "Peki o gün nasıl giyiniyordu?" Nicolas parmaklarının arasında döndürdüğü çakmayı döndürmeyi bırakıp gözlerimin içine baktı. "Senin gibi." Beklemediğim itiraf karşısında oturduğum yerde kendimi geriye doğru çekerken elimin işaret parmağıyla kendimi işaret ettim. "Benim gibi mi?" Onaylarcasına bir mimik yapıp ses çıkardığında şaşkınlığım daha da büyüdü ve buna ek olarak merakımda iyice arttı. Bu yüzden olduğum yerde doğrulup masaya yaklaştım. Merak ediyordum acaba bu yeni yeni tanımaya başladığım Tuana'nın çocukluk arkadaşı olan adam giyimim hakkında ne düşünüyordu? "Evet, senin gibi sade ve zarif. Bu beni düşündürmeye başlamıştı o anlar. Ama sadece bu da değil. O gün marketten içeriye girdiğinde yüzüme bile bakmadan reyonların o tarafa doğru gitmişti. Bana tavır koyduğunu düşünmüştüm o anlar. Çünkü bir önceki gün aramızda olaylı bir tartışma geçmişti." O konuştukça aklıma kesik kesik kareler gelmeye başlıyordu. Bir yere ilerleyen adımlarım, yol boyunca gözlerimin kesiştiği tabelalar, Rusça yazılan cadde ve mekân isimleri. Ellerimle bir marketin kapısını ittirmeye çalışıyordum. Kapı açılıyordu ve marketten içeriye giriyordum. Kafamı kaldırıp kasiyere bakıyordum kısa bir süre. Kasiyer önündeki ekrandan kafasını kaldırıp bana bakıyordu. Sonra film orada kesildi. "Alya, adın buydu değil mi? Sen iyi misin tuhaf görünüyorsun?" Zihnimde tüm taşlar teker teker yerine otururken onun gözlerine gözlerimi kilitledim. "Hatırlıyorum." Nicola gözlerime endişeli bir şekilde bakarken kaşlarını sorgularcasına kaldırmıştı. "Neyi?" Hala gözlerinin içine bakarken hiç duraksamadan cevapladım. "Seni."
|
0% |