@balleswan
|
Alya Üzerime giydiğim uzun kollu gecelik takımıyla aynanın karşısında ıslak saçlarımı kurutuyordum. Az önce uzun günün yorgunluğunu üzerimden atmak için banyo yapmıştım. Ve çok iyi gelmişti. Uzun ve neredeyse kalçalarıma gelen saçlarımı kuruduğundan emin olunca ördüm ve yüzüme nemlendirici bir krem sürdüm. Kremi sürmeyi bitirince yüzümün parlaklığına baktım. Sonra yine görüntümde bir oynama oldu ve yine onu gördüm. Alt kişiliğim Tuana pis bir şekilde sırıttığı yüz ifadesiyle bana bakıyordu. “Bakıyorum da keyifliyiz bugün hayırdır hangi dağda kurt öldü?” Dudaklarım yana kıvrılırken Tuana'ya baktım. “Sana da selam Tuana, ben de tam ne eksik diyordum biliyor musun?” Anlamaz bir şekilde bir süre gözlerime baktı ardından yine eski sırıtışına döndü. “Hayret artık korkuyla karşılamıyorsun bu durumu. Sanırım bana alışmaya başladın?” “Alışmak zorunda bırakıldım diyebiliriz. Sonuçta saklamak zorunda olduğumuz bir sır var.” Anladığını belirtircesine bana baktı aynanın karşısından ardından benden tarafa biraz daha yaklaştı. “Onu boş verde kızım sen aptal mısın, yaşananlardan ders almadın mı?” Neden bahsettiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Ademden bahsediyordu. “Şahsi hayatım hakkında sana hesap vermek zorunda değilim Tuana. Ayrıca normal bir tanışma sadece ortada düşündüğün gibi bir şey yok.” “Senin bu düşüncesiz tavırların beni delirtecek Alya!” “Sen zaten delisin Tuana, bana suç bulma o yüzden.” Bana baygın gözlerle baktı bir süre surat ifadesi ‘ne halin varsa gör’ der gibiydi. Ardından önünde birleştirdiği kollarını ayırıp işaret parmağıyla beni işaret etti. “Ben sadece seni uyararak görevimi yerine getireyim dedim. Uyarımı sakın hafife alma Alya, yoksa çok pişman olursun.” Azıcık olan keyfimde beni terk ederken sıkıntıyla iç çektim ve onu banyo da yalnız bıraktım. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez yüzüne baktım. “İyi geceler Tuana ve teşekkür ederim azıcık bir yaşama hevesim vardı onu da sömürdün.” “Ne demek, işimiz.” Yaptığından pişman olmuş gibi bir hali yoktu. Ojesiz ve biçimsiz tırnaklarına bakarak cevaplamıştı beni. Kapıyı sinirle çarpıp oflayarak yorganı sıyırdım ve yatağın içine kendimi attım. Ellerimi kafamla yastığın arasına koyup gözlerimi kapattım. Sonra o mürekkep mavisi gözler aklıma düştü, benimkinden daha koyu olan gözler. Yağmurun altında daha büyüleyici gözüküyordu. Ve bana şemsiye uzattığı zamanki bakışları. Bununla ilgili bir Japon inanışı vardı. Acaba gerçekten mümkün olur muydu böyle bir ihtimal? Sonra sıkıntıyla iç çekip kafamı iki yana salladım, ben katildim. Böylesine masum bir hayal kuramazdım ya da rüya gibi bir aşk yaşayamazdım. Hepsi eski sevgilim Taner’in yüzündendi. Eski sevgilim demek bile ağzımda iğrenç bir tat bırakıyordu. Ölü de olsa onu ağzımdan bırakamıyordum, çünkü nefretim soğumayacak gibiydi. ***** Alacaklı gibi çalan kapının sesiyle yattığım yerde irkilerek uyandım. Sabah sabah kapıyı çalan kişinin bu denli ne derdi olabilirdi? Üstüme çeki düzen verip yataktan kalktım. Lavaboya gidip elimi yüzüme su çarptım. Kapı hala çalıyordu. Gözlerimi devirirken sıkıntıyla soluklandım ve ayaklarımı neredeyse yerde sürükleyerek kapıya doğru ilerledim. Kapının dürbünün tarafından bakıp kısa sesli bir küfür mırıldandım. Tam da sırasıydı zaten. Kapıdaki Aysel’di, Taner’in ablası. Camdan bir kez daha baktım ve derin bir nefes alıp kapıyı açtım. O sırada gördüm bana nefretle bakan gözlerini. Yüzüme bir süre daha bakıp kapıya tutunup ayakkabılarını çıkarmaya çalıştı. Amacını anlayıp kapının aralık kısmına geçip içeriye girmesini engelledim. “Geliş amacın ne Aysel, sabah sabah bu davetsiz teşrifini neye borçluyuz?” “Taner, burada değil mi? Onu kaç defa uyardım, o sürtüğün teki onunla takılma seni de bataklığına çekecek dedim. Ama beni dinlemedi!” Duyduğum hakareti sindirmeye çalışırken dudağımı dilimle ıslatıp güldüğüm bir anda kafamı kaldırıp yavaşça ona baktım. Kızgın bakışları etkisini hala sürdürürken biraz da şaşırmış görünüyordu. Ona bakarken elimle kendimi işaret ettim. “Sürtük mü ben mi sürtükmüşüm?” Ardından kapıyı biraz daha kendimden tarafa çektim. Şimdi gerçekten öfkelenmiştim. Davranışlarım onu şaşırtırken kafayı sıyırdığımı düşünüyordu ama umurumda değildi. Onu omzundan ittirip konuşmaya başladım. “Sen kendi kardeşine bak be! İçip içip gelir bana zarar verirdi. Tehdit mesajları atıp dururdu onun yüzünden uzaklaştırma aldım kaç kez! Sense gelmiş bilip bilmeden konuşuyorsun. İffetimi sorgulamak sana mı düştü? Sen önce kendi kardeşinin yediği haltlara bak!” Bir kez daha omzundan dürttüğümde ayakkabılarını tam giyemediği için dengesini kaybedip yere düştü. Dehşetle bana bakıyordu. Hala ona bakarken öfkeyle soluklandım ve sağ elimin işaret parmağıyla merdivenleri işaret ettim. “Şimdi derhal bu binadan uzaklaş. Saçma hakaretlerine yeterince katlandım! Eğer birkaç dakika sonra da burada durmaya devam edersen polisi çağıracağım. O seninle ilgilenir!” Ardından yüzüne birkaç dakika daha baktım. ‘Bu surat ifadesini aklına kazı’ dercesine ardından sese gelen apartman sakinlerine saniyelik bakış atıp daireme girdim ve kapıyı sertçe kapattım. Sinirle holden içeri girip kırılmayacak ne varsa elime alıp etrafa dağıttım. Öfkem dinmiyordu bağırıp çağırmak haykırmak istiyordum. Belki de kendime zarar verebilirdim. Şu öfkeli durumda işime çok yarardı mutfağa gidip dolaptan bir çay bardağı alıp elime tam oturmasını sağladım ve sıkmaya başladım. Belki kırarsam kesiklerin vereceği acı öfkemi dindirirdi. Elimde sıkıca kavradığım bardağa bakarken gülümsedim evet bu çok iyi bir fikirdi. “Heyy, ne yaptığını sanıyorsun bizi öldürmek mi yeni amacın?” Sinirle homurdandım. “Ben senden kurtulamayacak mıyım bir türlü?” “Bana çıkışmayı keste derdini anlat. Neden sabah sabah bu denli öfkelendin?” Hala elimde tuttuğum bardağa bakarken sıkıntıyla ofladım. “Sanki bilmiyorsun, aynı bilinci paylaşıyoruz ya biz.” “Uyku halindeydim, öfkeni hissedince uyandım. İyi ki zamanında uyanmışım yine ergence bir tavırla hayatını karartmaya çalışıyorsun!” Göremeyeceğini bilsem de sinirle dişlerimi sıktım. “Hayat benim hayatım ister son veririm ister yaşamaya devam ederim. Bu seni ilgilendirmez!” “Sorunu anlamaya çalıştığım için alttan alıyorum. Sabrımı zorlama Alya, derdin neyse söyle az önce ne oldu?” Sesi yine zihnimin içinde yankılandığında pes edercesine elimdeki bardağın tutuşunu hafiflettim ve sürahiden su doldurup bir sandalyeye oturdum. Bitirdiğim suyun şişesini masaya koyarken elimle alnımdaki teri sildim. Ama Tuana hala benden bir cevap bekliyordu. “Aysel geldi, kapıma dayandı. Bayağı öfkeliydi. Sonra işte hakaret etti ve onu kovdum ben de.” Ardından derin bir iç çektim. “Olan bu." "Aysel? Hani şu Taner’in ablası olan?” Zihnimin içinde yankılanan sesine cevap olarak kafamı salladım sadece. “Evet, o. Bundan sonra buna benzer olaylar yaşamaya devam edeceğim gibi görünüyor. Bugün yalnız geldi ama bu tepkimden sonra ailesini de toplayıp gelecektir büyük ihtimal.” Ardından sıkıntıyla iç çektim. “Off ben ne yapacağım ya, aldım belayı başıma. Nasıl çıkacağım bu işten?” “Baya sıkıntılı bir durum haklısın. Şimdi sana bir tavsiye vereceğim iyi dinle.” Yenilgiyi kabullenmiş bir şekilde ona kulak verdim. Sunacağı şey umarım işe yarardı. “Söyle, nedir tavsiyen, hani beni dertten kurtaracak olan.” “Bir süre burada yaşamamalısın. Yurt dışına kaç demiyorum. Aslında sıfırdan bir başlangıç yapabilirsin ama seni biliyorum ben. Safsın biraz vicdan yapıp kabul etmeyeceksin eminim.” “Sadede gel.” “Sana bir adres vereceğim orada çocukluk arkadaşım yaşıyor. Babana da bir bahane uydurursun artık. Yoksa başına aldığın bu belanın sonu gelmeyecek gibi.” “O olmaz işte, burayı terk edemem. Burası benim yuvam, ben tüm gençliğimin neredeyse yarsını burada geçirdim. Başka bir şey söyle.” “Ailenin evinden ayrıldığında bu kadar tatava yapmamışsındır eminim. Kızım sen salak mısın? Öldürdüğün eski sevgilinin ailesi burada yaşadığını biliyor. Sence buranın kapısından ayrılırlar mı? Biraz mantıklı düşün.” Acı gerçeği bir kez daha hatırlattığında sinirle gözlerimi yumdum. “Şunu iki de bir hatırlatmasan olmaz mı? Zaten senin yüzünden oldu bütün bunlar, Taner’in ölümüne sen sebep oldun.” “Ama kimse buna inanmayacak Alya, istersen gidip bir dene. Suçunu itiraf et. Ben sadece senin bir alt kişiliğinim. Ama bıçak senin elinde ve ben senin bir parçanım. Bu, cinayeti işlerken de böyleydi.” Ellerim kucağımda dururken yumruk halini aldı. “Bunu hatırlatmaktan ne zaman vazgeçeceksin?” “Sen kurban rolü oynamayı kesip gerçekleri kabullendiğin zaman.” Anladığımı belirtir şekilde kafamı salladım ve midemden gelen guruldama sesini duyduğumda oturduğum yerden kalktım. İştahım yoktu ama bir şeyler tüketmeliydim. Dolaptan süt ve kahvaltılık gevrek çıkarıp kâseye doldurdum. Ardından gözümden kaçırdığım bir ayrıntıyı hatırladım. Tuana’nın hala benimle olup olmadığını bilmiyordum ama bunu sorarak öğrenebilirdim. “Çocukluk arkadaşım dedin, benden habersiz arkadaşlık ettiğin birisi mi vardı? Ve neden benim şimdi haberim oluyor?” Çekmeceden de bir kaçık alıp masaya oturdum ve hala alt kişiliğimden bir cevap beklerken kaşığı kâseye daldırdım. Tadı güzeldi, bir kahvaltının yerini tutmazdı. Gerçi kahvaltı etmeye moralim de yoktu ya neyse. “O, uzun mesele. Sana anlatmakla uğraşamam zaten saatim de geldi. Yemek yemeni bekliyorum sadece. Uzun bir süre tek hatırladığın bu olacak. Ben durumları düzeltene kadar yani.” Son lokmam boğazımda kaldığında öksürük krizine girmeye başladım. Yarım bıraktığım bardağa elim giderken güçlükle suyu içip masaya bıraktım. Hala öksürüyorken güçlükle konuşmaya çalıştım. “Vaktim yakla- öksürük- derken ne demek iste-öksürük din? Uzun- öksürük- mu sürecek yani?” Ondan cevap beklerken sürahiden bardağa biraz daha doldurdum ve onu da kafama diktim. Zihnimdeki sesin kahkaha atmaya başladığını duyduğumda öksürmeme rağmen beceriksizce göz devirdim. “Bana laf vereceğine nefes al, öldüreceksin ikimizi de. Hapse girmeden mezara gireceğiz sayende.” Öksürmemi nihayet durdurabildiğimde bir bardak daha su içtim. Ardından mutfağı toplamak için kalkmaya çalıştığımda gözlerim kararmaya başladı. Görünüşüm git gide bulanıklaşıyordu. Tuana dediğini yapıyordu galiba. Tuana Oturduğum yerden kalkıp kaseleri makineye gelişigüzel koydum ve masada duran telefonu da alıp mutfaktan çıktım. Numaraları tuşlarken kapıya doğru yaklaştım ve deliğinden baktım. Kapının önünde kimse yoktu. Aferin Alya kedi olalı bir fareyi tuttun. Arama sonunda cevaplandırıldığında Nicola’nın sesini duydum. “Alo Tuana, sen misin?” “Ne biçim bir soru bu benim tabii ki çocukluk arkadaşın Tuana. Başka kim olabilirdi ki?” “Ne bileyim alt kişiliksin ya sonuçta, belki Alya aramıştır sandım. Sahi onun hala benden haberi yok değil mi?” “Şey, artık var. Asıl kişilik sandığımız kadar aptal değilmiş.” “Benim için bir sorun yok, beni ondan saklayan sendin. Peki sırrı bozmana sebep olacak nasıl bir olay yaşadın?” “Öldürdüğüm adamın ablası kapıya dayandı bugün. Taner’in burada kaldığını düşünüyormuş. Alya’ya hakaret etmiş falan. Alya da ona tekmeyi basmış. Tüm ailesini toplayıp gelebilir dedi, Alya.” “Ben ne diyeceğimi bilemiyorum bayağı sıkıntılı bir durum. Peki beni ne için aradın?” “İşte o meseleyi diyecektim ben de geçici bir süre yanında kalabilir miyim? Senin içinde sorun olmazsa, hala Türkiye’de misin?” “Evet, gitmedim daha. Bu arada bil diye söylüyorum bu iş can sıkıcı bir hal almaya başladı.” “Başka bir çaremin olmadığını biliyorsun Nic. Ayrıca düzelteceğim her şeyi. Onu bunu boş ver de geleyim mi, kabul ediyor musun teklifimi?” “Bu kadar emin gözüktüğüne göre bir planın var. Neyse teklifini kabul ediyorum.Birazdan kapının önünde olurum.” “Tamamdır bu iyiliğini asla unutmayacağım. Kahramanımsın.” Sadece gülümsedi. Telefonu kapattım. Yatak odasına doğru hızla ilerledim ve dolaptan çıkardığım sırt çantasını bir gecelik giyecek kıyafet koydum. Bavulla çıksam şüphe yaratabilirdi apartman sakinlerinin gözünde. Aslında zerre umurumda olmazdı ama Alya’nın hayatını daha fazla zora sokamazdım. Çünkü aynı bedende olduğu için aynı kaderi paylaşan iki kişiydik biz. Bazen benim tercihlerim onun hayatına mal olurken onun seçenekleri de benim hayatımı etkileyebiliyordu. Aslında onu yenmenin bir yolunu bulabilsem bu kadar şeyi katlanmazdım ya neyse. Belki de Nic den sonra gideceğim yer bir psikolog olabilirdi. Neden olmasın? Sadece bunun için daha aktif olmam gerekiyordu. Daha fazla uyanık olmalıydım. Ben Alya’nın zayıflığından oluşuyordum. Onu hayatta tutmak için ortaya çıkmıştım. Hala var olabilmemi buna borçluyum. Başka güçlü bir sebebe ihtiyacım vardı. Diğer türlü sürekli Alya’nın başının belada olması gerekecekti. Bu istediğim bir yol değildi. Ucu bana da dokunuyordu. Eve son bir kez bakıp kapıyı arkamdan kilitledim ve merdivenlerden inmeye başladım. İkinci kattan bir dairenin kapısının açıldığını duyduğumda hiç oralı olmayıp adımlarımı hızlandırdım ve birkaç dakika sonra nihayet kapının önündeydim. Büyük kapıyı da açtığımda gözüme vuran güneşle ellerimi gözlerime getirip etrafı incelemeye başladım. Güneşin gözüme vurması ile görüşüm biraz karardığı için her şey yeni yeni saydamlık kazanıyordu. Üzerime giydiğim yaka kısmı olmayan omuz kısmına katlanmış gri renk bir kazak ve altına giydiğim mini siyah etek beni liseli bir kız gibi gösteriyordu. Hava soğuk olduğu için siyah uzun bir çorap ve uzun siyah bir bot giymiştim. Başıma geçirdiğim deri siyah baret dolayısıyla saçlarımı salık bırakmıştım. Uzunluğu belimin hizasında biten saçlarımın bir kısmını arkama atmıştım. Birkaç tutamı da ön tarafıma almıştım. Evin bahçesinden çıktığımda adımlarımı kaldırıma atıp Nico'yu beklemeye başladım. Hava soğuk ve karanlıktı sanırım birkaç dakikaya yağmur yağacaktı. Sağ bacağımın duruşunu öne alıp sabırsızca bir ritim tutturdum. Zamanla yarışıyordum her dakika ve bu sadece mankafalı baskın kişiliğimin hayatını kurtarmak içindi. Öldürdüğüm eski sevgilisinin ailesinin bir başka fertleri de buraya damlamasın diye elimi çabuk tutmaya çalışıyordum. Alya'nın hayatını kurtardığım da -ki eğer kurtarabilirsem- bana bir daha ihtiyacı kalmayacak gibi hissediyordum. Belki tüm bunlar bittiğinde bir psikiyatrikse gitmeyi düşünebilirdi. Kesinlikle ilk yapacağı şey bu olurdu. Kendime güçlü bir sebep bulmalıydım bu bedende daha uzun bir süre kalabilmek için. "Birini mi bekliyorsunuz bu havada hiçbir taksi durmaz." Düşüncelerimi bölen sesin sahibine kafamı çevirdim. Adını bilmediğim tanıdık bir sima bana beklentiyle bakıyordu. Bu yakınlığına bakılırsa önceden aramızda bir konuşma geçmiş olmalıydı. Daha doğrusu baskın kişiliğim ve karşımda duran bu adamla bir konuşmuşluğumuz var gibi görünüyordu. Onun lacivert maviliğindeki harelerine baktım. Bir şey söylemeliydim gerçi adını bilmediğim adama ne diye sesleneceksem? Ayrıca nasıl bir tavır takınmam gerektiğini de bilmiyordum. Kendim gibi davranmam çok şüphe çeker miydi? Alya'nın nasıl davrandığını da bilmiyordum bu adama karşı? Hala ona bakmayı sürdürürken buna bir son vermeye karar verdim ve kısa bir süre gözlerimi yola doğru çevirdim. Henüz gelen giden yoktu ve az önce oluşan gök gürültüsünden dolayı yağmur da yağmaya başlamıştı. Adamın sorusunu cevapsız bıraktığımı biliyordum. "Yine yapıyorsunuz." Kaşlarımı çatıp kafamı ondan tarafa çevirdim. "Anlamadım ne yapıyor muşum?" Dikkatimi üzerine çekmeyi başardığında iç çekti ve konuşmaya devam etti. "Beni yok sayıyorsunuz. Dün de kütüphanede böyle davranmıştınız. Artık varlığımdan rahatsız olduğunuzu düşünmeye başlayacağım." Verdiği tepki karşısında hoşnutsuz bir tavırla utanç içinde gözlerimi yumdum. Deminden beri benimle konuşmaya çalışan ve yavaştan yakışıklı bulmaya başladığım bu adam artık canımı sıkmaya başlamıştı. Utançla yumduğum gözlerimi aralarken kısa bir süre ona bakıp bakışlarımı kaçırdım. "Bakın dün aramızda ne geçti bilmiyorum. Ama şu an gerçekten çok acelem var yoksa durup gönlünüzü almayı isterdim. Ama gerçekten şu an bunu yapabilecek durumda değilim." "Anlıyorum, düne dair bir şey hatırlamıyorsunuz yani. O zaman ben sizi rahatsız etmeyim meşgulsünüz görünüşe göre." Bir an buna sevinip iyi olur diyecekken kendimi son anda durdurup cebimden telefonu çıkardım ve ondan tarafa döndüm. "Numaranızı rica edebilir miyim? Müsait bir zamanda buluşup gönlünüzü almak isterim. Hem birbirimizi daha iyi tanımış oluruz." Ani gelişen talebim üzerine düşünceli yüz ifadesi gevşerken onu şaşkınlığa uğrattığımı fark etmiştim. "Tabii istemezseniz de siz bilirsiniz. Teklif var ısrar yok." Telefonu cebime koyacak gibi olduğumu gördüğünde silkelenip kendine geldi ve o da kendi telefonunu çıkardı. O sırada aramızda kısa bir bakışma geçti. Bunu o sağlamıştı. Gözlerinin yoğunluğu beni içine çektiğinde nefesimin kesildiğini hissettim. Dün hayatımıza başka bir erkeği aldığını düşünerek kızdığım Alya'ya hak veriyordum. Bu adamda kesinlikle değişik bir şeyler vardı. Ama olumsuz şeylerde hissetmiyor değildim. Yakışıklıydı ama bir şeyler yanlıştı. Gözlerimi gözlerinden kaçırıp kaydettiğim numarayı çaldırdım. Gelen aramadan dolayı parlayan ekranına bakarken gülümsedim. "Kaydedersiniz sanırım bu son görüşmemiz olmayacak gibi görünüyor. Adımı söylemeyeceğim zaten biliyorsunuzdur diye düşünüyorum. Ben sizi ne diye kaydedeyim peki?" Hoşgörüyle bakan gözlerinde bir kırılma yakalasam da bozuntuya vermemeye çalıştım. O da aynısını yaptı ve tekrar o anlayışlı haline döndü. "Âdem, beni bu isimle kaydedebilirsiniz." Birkaç adım ötemde çalan kornanın sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim. Nicola gelmişti ve beni bekliyordu. Ardından bakışları yanımdaki adama kaydığında sorarcasına gözlerime baktı. Ona açıklama yapmayı es geçerek doğrusal olarak bende kafamı adını yeni öğrendiğim adama çevirdim. Ademin bakışları az önce gelen arabanın içindeki Nicola'ya kaydı. 'Bu adam ne alaka' der gibi düşünüyordu sanırım. Elimdeki telefonu abartısız bir şekilde gözlerinin önünde sallayıp bana bakmasını sağlarken gülümsedim. "Ben şimdi gidiyorum, siz de burada daha fazla beklemeyin malum sağanak var hasta olursunuz." Beni anladığını belli edercesine gülümsediğinde son bir kez bakıp arabaya doğru ilerledim. "Peki size nasıl ulaşabilirim? Sırtınızda çanta var uzun süre başka bir yerde kalacak gibi görünüyorsunuz." Beni durduran sözleri dudaklarımın kıvrılmasına sebep olurken kafamı kısa bir an için ondan tarafa çevirdim. "Merak etmeyin, o zaman geldiğinde ben size ulaşacağım." Ve bir şey söylemesine izin vermeden beni bekleyen arabaya doğru ilerledim ve kapısını açıp içeriye binerken Nicola'nın sorgulayan bakışlarını üzerimde hissediyordum. "O adam kimdi? Yoksa yeni oyuncağın mı?" Tek kaşımı alayla havaya kaldırıp ona bakarken gülümsedim. "Diyelim öyle, ne yapacaksın?" Omuz silkti, yola bakarken gülümsüyordu. "Bir şey yapacağımdan değil. Öylesine sordum meraktan." Onu anladığımı belirtircesine kafamı salladım ve bir süre uzaktan hala bizim olduğumuz yere bakan adama baktım ve iç çektim. Şimdi öncekine göre daha ciddiydim. Hala yola bakarken konuşmaya devam ettim. Yağmur damlaları ön cama vuruyordu. "Bu benimle alakalı değil, ortada bir oyuncak var evet. Ama oyunu kuran başkası. Ben de uyum sağlayacağım bana verilen role göre davranıp." Gözleri bir bana bir de uzaktan bize bakan adama kayarken ellerini direksiyona birkaç kez vurdu. "Eh madem dediğin gibi sonunu görmek için sabırsızlanıyorum o zaman. Umarım bu oyunda her şey lehine işler." Ona bakarken gülümsedim. "Umarım, yaşayıp göreceğiz." |
0% |