Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Yansıma

@balleswan

Alya


"Nereye gittiğini sanıyorsun aptal? Unuttun mu ben senim. Biz aynı kişiyiz!"


Kendi sesimi duymak ilk defa çok tuhaf ve kokutucu geliyordu. Çünkü şu an duyduğum ses kayıta aldıktan sonra dinlediğim ses değildi. Şu an duyduğum ses konuştuğumda duyduğum asıl sesimdi. Kendi tarafımdan kendi sesimle durdurulmuştum. Sadece aksan farkı vardı biraz o kadar. Sanırım Rus özelliklerini aynadaki kişi daha belirgin taşıyordu. Çünkü ben Türkiye'deyken Rus konuşmayı azaltmıştım. Baba tarafım Türk olduğu için Türkçe dilini ana dilinden daha sık kullanıyordum.


Ama bunun bir anlamı yoktu şu an. Aynaya korku ve şaşkınlıkla bakıp elimi işaret edercesine aynaya doğru uzattım ve aklımı meşgul eden o soruyu sordum. "Sen gerçek misin? Bu nasıl mümkün olabilir? Hiçbir şeyi anlayamıyorum kahretsin!"


Aynadaki yansımam gülmeyi nihayet kestiğinde bana üstten üstten baktı ve baskın aksanlı tonuyla konuşmaya başladı. "Daha nelerin mümkün olabileceğini bile bilmiyorsun." Durakladı ve kollarını beline atarak ukala bir sırıtışla beni baştan ayağı süzdü. Gözlerinde küçümseme barındıran bir parıltı vardı. Ardından yansıma konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Merak ediyorum da her zaman bu kadar saf mıydın?"


Aynadaki aksim tarafından aşağılanmaya başladığımı anlayınca fark ettim bir şeyi. Ben gerçekten aklımı kaçırmıştım. Ama bunu kabullenmem gerekecekti, yansımamın aşağılarcasına sorduğu soruyu duymazdan gelip kendim bir soru sordum. Yüzümde farklı bir ifade vardı artık. Yansımamın beni aşağılarken kullandığı surat ifadesini kullanıyordum ben de şu an. "Onu bilmem de peki sen hep bu kadar sorumsuz muydun? Bir halt yedin ve hayatımı darma duman edip kaçarak gittin. Sonrasında ne olacağını umursamadan üstelik."


Karşımdaki yansıma şaşkın bir şekilde eliyle kendini gösterdi. Gözleri fal taşı gibi açılırken dudağı o şeklini almıştı. Kafamı olumlu anlamda sallayınca suratıma yazık sana der gibi baktı ve öfkeyle konuşmaya başladı aynadaki kişi. "Ben seni hep uyardım, içine kötü hisler düşürdüm. O adamın yanındayken belirsiz düşüncelerle boğuştun, vücudun hep stresten ağrırdı. Gastrit bile oldun. Ama sen bunları anlamayacak kadar aşıktın. Aynı zaman da aptal. Şimdi düşüncesizliğinin faturasını bana kesemezsin!"


Aynadaki kişinin söyledikleri suratıma yine bir tokat gibi çarptığında memnuniyetsizce yüzümü buruşturdum. Her ne kadar sinir bozucu olsa da aynadaki yansımam bu konuda haklıydı. Ama yansımam bunu nereden bilebilirdi ki? Boş boş konuşup aşağılamaktan başka bir şey yapmıyordu. Gözlerimi hırsla belirtip ellerimi lavabonun kenarlarına yaslarken aynaya doğru yaklaştım. Geri adım atmayacaktım. "Bunları hayatımın içine ettikten sonra itiraf etmen ne manidar. Peki öncesinde neden kendini bana göstermedin? Şimdi atıp tutmak kolay tabii! Ben hayatımızı mahvederken sen neredeydin?"


Soruma cevap vermeyip sinirle soluyan aynadaki yansımama bilmişçesine sırıttım. "O yüzden kendini aklayıp beni karalamadan önce dur ve düşün. Nasıl bu işin içerisinden çıkarız onu söyle. Sürekli vaaz verme, icraatını görelim bir kez de."


Aynadaki yansımam bana dünyanın en iğrenç varlığına bakarmış gibi baktı ve omzunu silkip ardından bir sır verecekmiş gibi aynanın içerisinde bana doğru yaklaştı. "Ben asla senin gibi biri için bir daha bir şey yapmam. Kılımı bile kıpırdatmam, sen bir küstahsın çünkü. Sana yaptığım iyiliği göremeyecek kadar körsün. Bunun için beni suçlama o yüzden."


Aynadaki yansımamın haksız çıkışına hayretler içinde kalarak bakıp içimden 'hem suçlu hem güçlü' diye geçirdim. Onun yüzünden katil olmuştum ve yaptığı şeyin bir iyilik olduğunu mu düşünüyordu? Uzun süre aynaya o şekilde bakmış olacağım ki aynadaki yansımamdan bir azar daha işittim. "Suratındaki şu aptal ifadeyi derhal yok et sinirimi bozuyorsun."


Artık sabrımın taştığını hissetmeye başlamıştım. Bir an için karşımdaki aynayı parçalamak istedim. Belki o zaman bu sinir bozucu görüntüden kurtulabilirdim. Başım da kazan gibi çatlıyordu zaten. Bununla daha fazla uğraşamayacağımı düşünüp aynadan uzaklaştım ama yine banyodan çıkamadım. Yine kendi yansımam tarafından çağrılarak durduruldum. Sinirle gülümseyip dudağımı yalarken soluk soluğa aynanın karşısına geçip elimi yansımaya doğru kaldırdım. "Yine ne var lanet olası? Aşağılamaların daha bitmedi mi? Her ağzını açtığında tek yaptığın hakaret etmek! İki lafından biri aptal! İşime de yaramıyorsun. Bizi bu işten kurtaracak bir fikrin yoksa sus ve bir daha beni durdurma. Yoksa yansıma demem bana görünebileceğin tek araç olan bu aynayı parçalarım. Anladın mı beni?"


Ardından hiçbir şey demeyip bir süre kırmızı görmüş boğaları andıran bir öfkeyle aynadaki yansımama baktım ve sessizliği canımı sıkmış olacak ki sorduğum soruyu yineledim. "Sana anladın mı beni dedim!" Aynadaki yansımam bakışlarını hissettiği suçluluk duygusuyla kaçırdı benden. Lakin kısık sesle bile olsa konuşmuştu sonunda. "Benden ne yapmamı istiyorsun, hayatında kalmam için sunduğun şart nedir?"


Duyduğum şeyle kızgın olan bakışlarım bir an için dağıldı ve şaşkın bir şekilde yansımama baktım. Ne yani, yardım edecek miydi artık bana? Sonunda ortak dili konuşmaya başlamış mıydık yoksa? Bakışlarım bu düşünceyle aydınlanırken sinirim bozulmuş bir şekilde gülümsedim. Öyle ki gülümserken 'hah' sesinde bir nidayı dudaklarımdan dışarı özgür bırakmıştım.


Bu sesi yansımamda fark etmişti. Aniden dikkatini aynanın dışında duran bana verdi. Suratımdaki şapşal ifadeyi görünce tch diye bir ses çıkardı. Ardından kısık sesle söylendi. 'Kıza bak, alt tarafı şartını merak ettik hemen şımardı. Tam bir zavallı. Ama hayatta kalmak için bu zavallıya katlanmam lazım. Başka çarem yok.'


Bıkkın bir şekilde hala şapşalca sırıtan bana baktı. Ben ise, az önce beni aşağılamasını kulak ardı etmiştim. Sonuçta onun yardımıyla da olsa bu beladan bir şekilde kurtulacaktım ve ettiği hakaretlerde umurumda bile değildi. Ellerini bu sefer göğsünün üzerinde birleştirip çiçek pozisyonunu almıştı bu kez. "Eee artık işin tadını kaçırmadan ve beni dediğim şeye pişman etmeden şartını söyleyecek misin? Deminden beri bunun için sızlanmıyor muydun?"


Şartımı merak ettiğini anladığımda sırıtmayı kestim ve ciddileştim. Sonuçta aynadaki yansıma haklıydı. Onun yerine sakin kalıp sunacağım şartı düşünmeye başladım. Şu an ki tek sorunum cesetten kurtulmaktı ve evimde saklayabileceğim hiçbir yer yoktu ceset için. Gözlerim aynadaki yansımamın gözlerini bulduğunda kendi menekşe gözlerime dik dik baktım ve boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "Cesetten kurtulmam lazım, hem de acilen. Lakin gecenin bu saatinde cesedi nereye götüreceğimi, nerede saklayacağımı bilmiyorum. Bir tane komşum var. Adı Melahat, kendisi çok meraklı biri. Ona fark ettirmeden bu beladan kurtulmam lazım. Yoksa anında babama yetiştirecek. Başka bir çarem yok anlayacağın."


Karşımdaki yansıma anladığını belirtircesine kafasını salladı. Konuşmanın başından beri beni çok dikkatli bir şekilde dinlemişti. Ve tahminimce aklından A den Z ye oluşturduğu planları gözden geçirip ilk mantıklı olanı söyledi. "Cesedi yakmayı düşündün mü hiç? Böylece sorunun kendisinden daha rahat kurtulursun." Mantıklı bir fikir sunmasını beklerken dediği şey karşısında gözlerimi kırpıştırdım. Kızın düz mantığı yuh dedirtecek cinstendi. Ona katılmıyordum ve bunu sözlerimle de destekledim. "Bir eşyayı yakmıyoruz. İnsan, bu dediğin. Ağaç kavuğundan çıkmadı ya. Hadi yaktık diyelim ailesi merak ettiğinde ne cevap vereceğiz? Üstelik Taner dindar bir ailenin oğlu. Ailesi mezarını görmek isteyecektir elbet."


Aynadaki yansımam sinirle bana baktı. Sanırım sunduğu bu parlak fikri beğenmemem canını sıkmıştı. Gözlerini sabır dilercesine kapatıp ne olurdu biraz daha aptal olsaydın diye fısıldarcasına konuşup gözlerini geri açtı. Derin bir nefes alırken gözlerini aynanın dışındaki benden bir an olsun ayırmadan konuşmaya karar verdi. "Ceset şu an nerede, evin hangi kısmında tutuyorsun onu? Öldüğünden emin misin?"


Bir anda yüzümdeki düşünceli ifade dağıldığında irkilir gibi oldum ve yansımamın bu soruyu neden sorduğunu anlayamadım. Ama bir bildiği vardır diye düşünerek kısa bir süre tereddüt içerisinde kaldıktan sonra cevap verdim. "E-evet evde şu an. Bir halıyla gizledim bedenini. Ve evet ölmüştü halıya taşırken baktım, nabzı atmıyordu çünkü."


Aynadaki yansıma güldü, duymak istediği şeyi sonunda duymuş gibi. Ve bana bakmadan herhangi bir noktaya bakarak konuşmaya başladı. "Bu güzel işte, tam duymak istediğim şey. Zaten o darbeden sonra hayatta kalması bir mucize olurdu." Duyduğum şeyle çattığım kaşlarımın altında merakla aynadaki yansımama baktım. Cinayet olayının başlangıç ve patlama noktasını bilmiyordum. Sadece kendime geldiğimde elimde bir bıçak tuttuğumu hatırlıyordum hepsi o kadar. Aynadaki yansımamı süzdüm bir süre sanırım ondan öğrenmem gereken birçok şey vardı.


Kolumu havaya doğru kaldırıp elimin işaret parmağıyla yansımayı hedef göstererek sorarcasına konuştum. "Bir dakika bir dakika ne darbesinden bahsediyorsun? Benim bilmediğim başka ne yaptın Taner'e?" Sorduğum soru ile yansımamın ölümcül bakışlarını üzerime kilitlemesine sebep oldum.


Yansıma gözlerine ulaşmayan bir tebessümle içine kan oturmaya başlayan menekşelerini üzerime dikti. Böyle çok ürkütücü gözüküyordu. "Birkaç saat öncesine kadar neredeyse hayatını karartacak adam için endişeli bu tavır ne? Eğer ben zamanını çalıp yerine geçmeseydim, sen o adama karşı kendini savunamıyordun bile! Bilip bilmeden konuşma o yüzden. Bu şekilde aptala benziyorsun."


Yansımamın bu savunmasına karşı çaresizce ellerimi iki yanında havaya kaldırdım. "Söyle de bileyim o zaman. Bilmediğim bir şey için beni suçlayamazsın. Hatıramda her şey kesik kesik şu an. Net bir cevaba ihtiyacım var. Ve sen buna fazlasıyla sahip gibi görünüyorsun."


Aynadaki yansımam bilmişçesine gülümserken omuz silkti. "Gibi görünmüyorum, zaten sahibim. Ama şu an bu konuyu seninle daha fazla tartışamam. Saatin kaç olduğuna bak. Zaman akıp gidiyor Alya. O yüzden beni daha fazla tutma da işime bakayım. Bizi bu beladan ancak ben kurtarabilirim. Daha yok etmemiz gereken bir ceset var önümüzde. Gece uzun. Bu arada yardım almak serbest değil mi?"


"Nee?" Sorabildiğim tek soru bu oldu. Çünkü birdenbire benliğimin sarsıldığını hissettim. Sanki ruhum biriyle yer değiştirmiş gibiydi. Yer ayaklarımın altından kaymış gibi hissediyordum şimdi. Bakışlarımı ayaklarımdan çekip yansımama baktım. Ve fark ettiğim gerçekle kısık sesli bir çığlık attım. Yansımam artık sadece bir yansıma değildi, bedenime sahip olmuştu, cinayet anında olduğu gibi. Kendimi birden dar bir fanusa konulmuş gibi hissettim. Hareket alanı çok kısıtlı olan bir fanustaydım şu an. Aynadaki yansımamın ne hissettiğini işte o zaman anladım.


Yansımam ise sadece bana gülümsemekle yetinip bedenini gözlerimin içine baka baka esnetti. Ayaklarıyla olduğu yerde kısa bir egzersiz yaptı. Uzun süre bir yerde kapalı kalmak bedeni uyuşturuyor olmalıydı gerçekten. Artık yansımadan ibaret olmayan aksimin davranışlarını bir süre daha merakla izledim. Benim tarafımdan izlendiğini fark eden diğer kişiliğim kafasını kaldırıp bana gülümsedi ve göz kırptı. "Merak etme, bedenine çok iyi bakacağım. Ne de olsa ikimiz ortak kullanıyoruz öyle değil mi? O yüzden gözün arkada kalmasın."


Bedenimi ve zamanımı sahiplenen yansımamın şüpheli davranışları kafamı karıştırdığında onu durdurmak için seslenmek istedim lakin konuşma yetkimi kaybetmiş gibiydim. Ardından gözlerim kararmaya başladı zihnim çoktan karanlığa teslim olmuştu. Bir daha ne zaman uyanacağım ya da uyanabilecek miydim orası bile bir muammaydı artık benim için.


***


Havada esen soğuk rüzgârın yüzüme getirdiği yaprakla huylanıp gözlerimi yeni güne açmıştım. Bedenim uzun bir süre sert bir yerde yatmış olmalı ki eklemlerim sızlıyordu. Kaşlarımı çatıp olduğum yerde doğruldum ve üstünde yattığım şeye baktım. Üzeri çimenlerle kaplı toprak bir alanda uzanıyordum şu an. Etrafımı saran ağaçların sıklığı ve uzun boyları etrafında olanları seçmemi engellediğinden ruhum daralmış gibi hissettim ve bu karanlık alanda içimi rahatlatacak bir şeyler bulma umuduyla bakışlarımı semaya kaldırdım. Yukarıdan birkaç karga guruplar halinde ses çıkararak geçmişti o an. Gökyüzü yağmur öncesi karanlığa bürünmüştü. Etrafta insanın içini karartan bir hava vardı ve bu hava ruhumu rahatsız etti.


Üstüme giydiğim monta rağmen ruhumun üşüdüğünü hissediyor çenem zangır zangır titriyordu. Üstümü saran kalın kabanıma rağmen kollarımla kendimi sarmaladım. O sırada fark ettim ellerimi sarmalayan şeyin beyaz lastik eldiven olduğunu. Soğuktan donacak kadar titrememe rağmen almış olduğum bu tedbir içimi rahatlattı. Belki direk kendim değil diğer kişiliğimin aldığı bir önlem olsa da memnun olmuştum bundan.


Yer de oturmaktan pantolonumun arka tarafının nemlenmeye başladığını hissettim ve oturduğum yerden kalkmaya çalıştım. Ama belim ve bacaklarımdaki kaslar ağrıdığı için yapamadım. Oturduğum yere yavaşça düşerken o sırada ayağım bir şeye çarpmıştı, merakla baktığımda bunun kürek olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kazma da hemen sağ tarafımda duruyordu. Kazma ve küreği gördükten sonra bulunduğum yerin sadece basit bir orman olmadığını anladım. Burası bir mezarlıktı. Her yerde beyaz mermerler vardı.


O mezarda yatanların bir zamanlar benim gibi kanlı canlı, hayat dolu bir varlık olduğunu düşünmek içimi ürpertti. Her ne kadar cinayet anında bilincim yerinde olmasa da ölmesine sebep olduğum adam da bir zamanlar kanlı canlı bir insandı. Ama gel gör ki şimdi yerin metrelerce altında siyah bir ceset poşetinin içerisinde derin ve edebi bir uykuya dalmıştı. Dünle ilgili daha birçok anı yapbozun kayıp parçaları gibi yerine otururken, aklım sadece bir şeye takılmıştı.


Acaba bu cesedin varlığına şahit olan ve defetme işine de ortak çıkan başka biri var mıydı? Yoksa bu sadece dün tesadüfen ayna da karşılaştığım ikinci kişiliğim ile aramızdaki bir sır mıydı? Sahi, ikinci kişiliğim dün kalan vaktime el koymadan önce yardım almanın serbest olup olmadığını sormamış mıydı? Düşündüğüm şeyin ihtimaliyle diğer kişiliğime öfkelenirken, öldürdüğü eski sevgilimin ağırlığının ne kadar fazla olduğunu hatırladım. Elbette diğer kişiliğimin birinden yardım alması gerekecekti.


Yüzüme düşen birkaç ıslak dokunuşla girdiğim düşünce deryasından irkilerek çıktım ve kaşlarımı çatarak gökyüzüne baktım. Yağmur bastırmaya başlamıştı. Bir kez daha içimden şansıma küfrederek üşüyen ellerimi birbirine sürtüp nefesimle ısıtmaya çalıştım ve yeterli gelmeyeceğini anlayıp bu çabamdan vazgeçerek İleriye doğru uzattığım bacaklarımdan sağ olanı kendime doğru çekip ayağımın toprağa basmasını sağladım ve solumda kalan elimi de toprağa bastırıp kolumdan destek alarak yavaşça ayağa kalktım.


Tüm eforumu bu kalkışa zorladığım için ellerimle belimi ve diz kapağımı tutmam eş zamanlı oldu. Üstelik ayağıma krampta girmişti. Acıyla yüzümü buruşturup alışmak için ayaklarımla ileriye doğru bir adım daha attım. Ve bir adım daha. Yavaş yavaş acı hissi giderken adım atmayı sürdürdüm. Ama kazma ve kürekten de fazla uzaklaşmadım, yanlarına gidip eğilerek onları da eldivenli elimle aldım. Lakin mezarlıktan çıkana kadar onları elimde taşıyamazdım. Çünkü bu şüphe çekerdi. Bundan sonra biraz daha dikkatli olmam gerekiyordu. Olduğum yer de birkaç adım atıp elimde tuttuğum kazma küreği gizleyebileceğim bir yer aradım. Etrafta çam ağaçlarından başka bir şey yoktu.


Belki de bir kazma ve küreği saklamanın en iyi yolu yaprakları aşağısına kadar inen ve toprakla birleşen bir çam ağacının altına gizlemek olabilirdi. Çok geçmeden düşündüğüm gibi bir çam ağacı da bulmuştum. Elimde tuttuğum kazma ve küreği saklamadan önce etrafı şöyle bir süzdüm, çevre de kimsenin olmadığından emin olmaya çalışıyordum.


Emin olduğumda ise panik yapmadan kazma ve küreği bulduğu açıklığa koyup üzerini de oradaki yaprak ve gıcık parçalarıyla örttüm. Bütün bunları yaparken titiz ve atik olmaya çalışıyordum. Çünkü deminden beri yağan yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. Ardından eldivenlerimi de elimden çıkarıp montumun altında kalan pantolonumun cebine sıkıştırdım ve oradan çıkmayacağını da garantiledim. Sonra toprağın altında kalan bir zamanlar sevgilim olan adamın mezarına yaklaştım.


İsimsiz mezarlığa baktım bir süre. Aslında her şey çok farklı olabilirdi diye geçirdim içimden. Tabii hiç karşılaşmamış olsaydık buna ihtimal verebilirdim. Ama karşımda bulunan mezarlık bunun için artık çok geç olduğunu avaz avaz haykırıyordu. Çıkardığı ses etrafta yankılanmıyordu ama ben kulağımın çınladığını hissettim. Kim bilir belki de histerikti ama sahip olduğum bu hisse güvenmeyi seçtim. Taner için her şey bitmişti artık. İfadesiz suratımın ardından zihnimde kopan fırtınalarla mezarlıktan uzaklaştım. Dün ve bugün yaşanan hiçbir şeyi unutamayacak fakat hepsine zamanla alışacaktım. Alışmak zorundaydım ve başka çarem yoktu.


Mezarlığın demir kapısından dışarı çıkarken birisinin bakışlarını üzerimde hissetmeye başlamıştım. Bana kimin baktığını anlamak için karşımdaki boşluğa kilitlediğim bakışlarımı kaldırıp gözlerimi. Beni ne zamandır izlediğini bilmediğim adama çevirdim. Yürümeyi de bırakmıştım aynı zaman da. İki yabancı gibi birbirimizi izlerken zaman akışı yavaşlamış, yukarıdan yağan yağmura rağmen hava da tuhaf bir sıcaklık yayılmaya başlamıştı.


Adamın bakışlarında hayret ve merak varken benim menekşe rengi gözlerimde ise yorgunluk ve endişe vardı. Bir zamanlar tüm canlılığıyla parıldayan menekşelerim şimdi solmuş ve tüm ihtişamını kaybetmiş gibi bakıyordu. Acaba bunu o adam da fark etmiş midir diye düşünerek kısa bir süre için adama kilitlediğim bakışlarımı kaçırıp yoluma kaldığım yerden devam ettim. Nasıl olsa bir daha karşılaşmayacağımız için bu bakışmaya önem vermemeyi düşünüp az önceki anı kafamdan silip attım.


Gönül işleri bana yaramıyordu ve bunu çok acı bir şekilde tecrübe etmenin verdiği ağır kanlılıkla yolumda yürümeye devam ettim. Yürüdüğüm yol nereye gidiyor bilmeden sadece en iyi bildiğim şeyi yaparak kendi adımlarımla kat etmeye çalıştım. Buydu işte benim hikayem bu kadardı.


Loading...
0%