Çınar
Bir cevap vermeyip öylece yüzüme bakıyordu. Acaba çok mu üstüne gittim diye düşünürken buldum kendimi. Ama sadece basit bir soru sormuştum, kafamdaki bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak için. Sabırsızlığım ve heyecanım içimde bir alev gibi tutuşmaya başladığında ellerini tutuşumu kuvvetlendirdim ve beklenti içinde yüzüne baktım. "Bir cevap vermeyecek misin? O kadar mı uzağım sana?"
Gözleri hafiften kızarmaya başladığında kafasını olumsuz anlamda havada salladı ve yüzüme bakarken girdiği transtan çıktı. "Sa-saçmalama, tabii ki uzak değilsin!" Ellerini tutmayı bırakıp onları özgürlüğüne kavuşturdum ve çaresizlik içinde ona bakarak konuşmaya başladım. "O zaman sorun ne? Neden bu kadar karamsarsın?"
Karamsar lafını duyunca kaşlarını inanamıyormuş gibi havaya kaldırdı ve sorgular bir şekilde konuşmaya başladı. "Karamsar mı, bana karamsar olduğumu mu söylüyorsun?" Bir cevap vermeyip sadece kafa sallamakla yetindim. İkimizde bu kadar gerginken diyeceğim her şey aramızdaki etkileşimi bitirebilirdi. Şu an ince biz buz üzerinde yürüyor gibiydik çünkü.
Onu onayladığımı görünce hayal kırıklığı içerisinde bana baktı ve derin bir iç çekti. "Bence şu an sadece eve dönmeliyiz, konuşursam işler çok kötü bir boyuta ulaşacak." Tamam mı dercesine bana baktı ama cevabımı önemsediğini sanmıyorum.
Daha çok gideceğini söylemek için haber veriyor gibiydi. Belki de bu yaptığı şu an için en iyisiydi. Ama kaçıyordu işte bir şeyleri açıklığa kavuşturmadan beni üzüntümle baş başa bırakıp gidecekti öylece. Çantasını ileri de ki üzerine bıraktığı beyaz sütundan alıp omzuna taktı ve dayanabileceği tek şey o çantanın varlığıymış gibi elinin avucuyla sımsıkı kavradı.
Bu davranışları aklıma şu düşünceyi getirdi. Aslında ilişkinin başından beri çok kez dile getirmemiş miydi bana değer verdiğini zaten? Hatta ilk kez beni o öpmüştü. İlk kez o iltifat etmişti. Yine de bunları başıma kakmamıştı bir kez olsun ve ben kalkmış onu karamsarlıkla, bana değer vermediği gibi saçma bir soruyu sormakla kırmıştım. Güzel olan her şeyi bir saniye gibi kısa bir sürede bitirebilme huyuma içimden lanetler ederken o benim yanımdan geçmek üzere olduğunda kolundan kavrayıp olduğu yerde durdurdum.
Kolunu tuttuğumu fark ettiğinde iç çekip kısık bir tonda konuşmaya başladı. "Şu an sırası değil, bırak beni Çınar. Durdurma beni." Sonra kafasını baktığı yoldan bana çevirdi. "Bırak, yoksa çok kötü kıracağım kalbini. Ve ben bunu istemiyorum." Durdurmak için tek kolundan kavradığım elimi çekip tam anlamıyla onun önüne geçtim ve iki kolundan da tutup önüne geçtim ve bana bakmasını sağladım. "Kır, ne olacak ki? Hatalı olan benim, unutkanlığım tuttu ve ilk adımı atan kişinin sen olduğunu unuttum. Sen kırmayacaksın da kim kıracak ki?"
Kırgın bakışları cümlemin sonlarına doğru şaşkınlıkla aydınlandı. Bunları duymayı beklemiyordu sanırım, o an için bu şaşkın masumiyetinden yararlanıp onu kendime çekip sarıldım. Onun sarılmasını beklemiyordum ama sarılsa fena olmazdı yine de. Sarılmadıysa da kalbini kırıp bana gücenmesine sebep olduğum için aldırış etmeyeceğim. Şu an amacım sebep olduğum kırıklığı tamamen onaramasam da bir nebze hafifletmek.
"Çok kötüsün, bir ağız tadıyla sinirlenemiyorum sana. Hemen gönlümü almaya çalışıyorsun." Şaşkın bir şekilde gülümseyip yüzünü görmek için kendimden ayıracağım sırada boşta kalan elleriyle bana sarılıp belimi kavradı. Bu yaptığı beni mutlu ederken deminki şaşkınlığım hat safhaya çıkarak yerini hayrete bıraktı ve hala birbirimize sarılırken konuşmaya başladım. "Bu ne anlama geliyor şimdi? Affediyor musun affetmiyor musun?"
Kıkırdadı ve yüzünü omzuma bastırmışken konuşmaya başladım. "Affetmedim, orası başka bir konu ama bence susup bu anını tadını çıkarmaya bakmalısın. İşlediğin kabahati öyle kolay affedemem çünkü." Açıklamasına göz devirirken yine gülümsedim ve hala onun yüzünü göremiyorken konuşmaya başladım. "Sağ ol ya, lütfettin." Konuşmadı, bunun yerine tepkisini ayağıma basarak verdi. Ayağım acıdığı için kısık bir tonla, abartılı olmayacak şekilde inleyip görebildiğim kadarıyla ayakkabılarımdan tarafa baktım.
Sinirlenince Lavin bambaşka bir kadın oluyordu, bunu bugün bir kez daha anlamış oldum. Üstelik kendini sınırlamamıştı da bu da beni mutlu etti demek ki artık yakını olarak görüyor beni. Birkaç saat daha böyle sarılı bir şekilde durduk ve hava artık soğuk soğuk esmeye başladığında birbirimizden ayrıldık.
Soğuk rüzgâr kulaklarımın arkasına doğru esip oradan da enseme vurmaya başladığında üzerimdeki kabanın yakalarını yukarıya doğru çekmeye çalıştım ve aynı şeyin Lavinin de yaşayabileceğini düşündüm ve onun yakalarını da aynı şekilde düzelttim. Bu süreçte o da gözlerini dikmiş benim hareketlerimi izliyordu.
Her ne kadar ona sarılırken bir gerginlik duymasam da bana bakıp dalan derin bakışları anlamını bilmediğim şekilde beni rahatsız ediyor, onun dışında her yere bakıp yeşillerimi, kahvelerinden kaçırmaya çalışıyordum. Yapmacık bir şekilde öksürüp onun omzunun üstünden ilerideki boşluğa doğru baktım. "En iyisi, eve gidelim artık biz. Hava bozmaya başladı." Deyip ona arkamı döndüm ve hafifçe ilerlemeye başladım, adımlarım aşırı hızlı değildi. Yürüse rahatlıkla yetişebilirdi.
Havanın soğukluğu bütün bedenimi yavaş yavaş ele geçirmeye başladığında yürümeye kaldığım yerden devam ettim. "Bir şeyi unutmadın mı?" Adımlarımı durdurup sesin geldiği yere bakmak için kafamı önce soluma doğru çevirdim. Kimse yoktu, sonra soluma çevirdiğim başımı bu sefer arkama doğru çevirdim. Lavin sol elini kalçasına atmış bilmiş bir şekilde bana bakıyordu. Bu ifadesi beni tuhaf hissettirirken ifadesiz tutmaya çalıştığım yüzümle sordum. "Neyi unutmadım mı?" Elini attığı kalçasından çekip topuklularının izin verdiği kadarıyla koşarak yanıma doğru ilerledim. Kahkahası da onunla geliyor koşarken güldüğünü anlayabiliyordum. Sonra birden koluma girdi ve kafasını omzuma yasladı.
Sadece birkaç saniye öyle durup sonrasında kafasını yasladığı omzumdan ayırıp gülerek bana doğru baktı. "Beni tabii ki!" Anlamsız bir şekilde birkaç dakika Lavin' in yüzüne öylece baktım ve sonra yüzünde ki gülümseme bana da geçmeye başladı. Gülümsemek her ne durum da olursa olsun kesinlikle bulaşıcıydı. Ve gülümserken bir şeyi daha fark ettim, şimdi o kadar soğuk hissetmiyordum. Aksine kalbime güneş tüm sıcaklığıyla vurmuş gibiydi. Ve bu Lavin sayesinde olmuştu.
******
Kaldırımın kenarına park ettiğimiz arabaların yanına ilerlediğimiz de Lavin koluma attığı elini kolumdan ayırarak benden uzaklaştı. Bu sırada iki adım ötemizde olan arabasına bakıp somurtuyordu. Onu izlediğimi fark edince kafasını bana doğru çevirdi. "Yolumuz burada ayrılıyor sevgili. Artık sen kendi yoluna, ben kendi yoluma giderim." Onun bu isyanına yüzümü buruşturarak gülmeye başladım, gözlerim kısıldı bunu yapınca. Sonra bir gerçeği hatırlatmak istercesine konuşmaya başladım. "Yolun sonu aynı yere çıkıyor, biliyorsun değil mi?" Bunu derken aynı apartman dairesinde yaşadığımızı kastetmek istemiştim.
Anlamadığını belli edercesine gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve sonrasında dediği şeyin saçma olduğunu kendi de fark edip gülmeye başladı. "Off haklısın, ama ne bileyim ben hiç ayrılmak istemiyorum ki senden! Hep yanında olmak istiyorum."
Dudaklarımı ilk önce şaşkınlıkla aralayıp ardından derin bir nefes alıp birbirine bastırdım ve gülümseyerek ona baktım. İtirafı çok mutlu etmişti, duygularını saklamak için bir çaba göstermemesi, olduğu gibi dışarı vurması Lavin de sevdiğim en güzel özelliklerdendi.
Sadece bir an için ona yetmediğimi, onun sevgisine layık olmadığımı hissettim. Sanki sevgim onun sevgisinin yanında sönük kalıyormuş daha baskın seven taraf oymuş gibi. O bana doğru koşar adımlar atarken ben ona karşı yürümeyi bırak emeklemiyordum bile sanki. Ve Lavin bunu sorun bile etmiyordu. Etse bile olabildiğince saklamaya çalışıyordu. Yanağıma kondurulan uzun ve sesli bir öpücükle girdiğim düşünce deryasından çıkmayı başardım ve yanağımı tutarak şaşkınlıkla Lavine baktım. O an artık nasıl görünüyorsam otuz iki diş sırıtıp bilmiş gibi bana baktı ve topuklu ayakkabılarının üstünde doğrulup dudağımın kenarından öpüp kendini geri çekti.
Ona muzip bir şekilde bakıp elinin tutmak için hamle yaptığım da amacımı fark edip kendini uyanık bir edayla üç adım geri çekti ve adımı üç kere ardı ardına tekrar etti. Uyarır bir şekilde gülümseyerek bakıyordu. "Hayır, kuralları biliyorsun. Önce senden istenileni yere getir." Kaşlarımı havaya kaldırıp gülümsedim ve bakışlarımı ondan çekip yerdeki kaldırım taşlarına bakmaya başladım. Onun kıkırdamaya benzer sesini duyduğumda mahcup bir şekilde kafamı kaldırdım. Hala bana bakıp gülümserken kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.
Sonrasında ellerini havaya kaldırıp bay bay dercesine salladı ve beni arkasında bırakıp öylece arabasına doğru ilerledi. Onun bu kışkırtıcı hamlesinden sonra gece sandığımdan da uzun sürecek gibiydi. Arkasından gülümsedim ve elimi sıkıntı içerisinde enseme atıp geldiğim yönün istikametinde geriye doğru yürüyüp park ettiğim arabaya doğru ilerledim. Ve sonra o sokağı arabayla terk ettim.
*****
Ofiste önüme sekreterim tarafından bırakılan bir yığın fotokopi ve evraklara bakarken, Karana içimden küfretmeyi ihmal etmedim. Bunları onun incelemesi gerekiyordu, benim değil. Ama, Defne adında bir kadınla takıldığından beri -gerçi amacının tam olarak bu olduğunu sanmam- ofise uğramıyor bütün işleri evden hallediyordu. Bu, sinir ederken bir yandan da beni mutlu da ediyordu çünkü yaptığım işleri ve sebep olduğum aksaklıklara yorum yapıp şakayla karışık takılmıyordu, iğnelemiyordu mesela.
Yine de ofiste olmasını özleyeceğim, buralar onsuz sessiz ve sıkıcı. Bir yarım saat kadar önümdeki belgelerle uğraşıp onları doldurmakla uğraştım. Ama bunu yapmak yarım saatten uzun sürmüştü sanki. Ya da dakikalardır iş yaptığım için bana öyle geliyor. Bitirdiğim belgeleri masanın sol tarafına doğru üst üste koyarken yarın Karanı işleri aksatmaması üzerine uzun bir nutuk çekmeyi kafama not ettim.
O kadar işi bitirdikten sonra o ana kadar hissetmediğim bir şeyi hissetmeye başladım. İçerisi havasızlıktan fırın gibi olmuştu ve giydiğim takımın kravatı da beni boğmaya başlamıştı. Ruhumun daraldığını da hissetmeye başladığım da olduğum yerden kalkıp cama doğru ilerledim. Pencereyi açtıktan sonra kapalı olan stor perdeyi açıp içeriye havanın ardından ışığında girmesini sağladım.
Dışarıdaki manzara bir an için gözüme güzel geldiğinden ellerimle camın mermer eşiğine ellerimi koyup dışarıyı izledim. Acaba şu an Lavin ne yapıyordu? Hala benden ufakta olsa bir adım beklediğinden eminim. O bana defalarca kez sevgisini belli etti ama ben sadece göstererek belli edebiliyorum. Duygularımı dışarıya yansıtma konusunda henüz Lavin kadar cesaretli değilim.
Bir an her şey için çok geç kalacağım ihtimali geldi aklıma. Bu şey gibi hissettiriyordu sanki Lavin hayatımdan ya ölerek ya da beni terk edip giderek çıkmış ve ben onsuz kalmışım gibi. Bu hissi hiç deneyimlememiştim ama deneyimlemeyeceği anlamına da gelmezdi. İyi ya da kötü basit ya da zor sade veya şaşalı... Bir şeyler yapmalıydım. O sırada masaüstünde olan telefonum çalmaya başladı. Girdiğim düşünce aleminden sıçrayarak çıktım ve hızlıca telefona doğru ilerledim.
Telefonu elime alıp arayan kişiye baktığım da bunun Lavin olduğunu gördüm. Beraber dilek feneri uçurduğumuz günün ardından bir hafta geçmişti. Bu bir hafta içerisinde sadece işlerimizle meşgul olmuş birbirimizle fazla ilgilenmemiştik. Gülümseyerek telefonu açıp kulağıma doğru getirdim. "Efendim Lavin, ne oldu?" Ses vermesini bekledim telefonun edildiği yerden tuhaf sesler gelirken, bir yerin üstünden alının şeyin yerine geri bırakılırken çıkardığı tok ses kulağıma geldi. Ardından o konuşmaya başladı. "Neden, bu kadar uzun sürüyor bana aşkını ilan etmen?" Gülümseyen ifade suratımdan silinirken yerine endişe duygusu bedenimi kuşattı. Bu ses tonu aklıma o günü getirdi. O gün de sarhoştu ve ses tonunda bir nahoşluk vardı bu yaşadığı hayal kırıklığını sesine yansımış şekli gibiydi.
Ve evet Lavin şimdi de sarhoştu, o gün de olduğu gibi. İlk cümlesini çok net duyup anlayabilmiştim belki de şimdi ilk içişindeki gibi zorlanmıyordu konuşurken. Tabi beni aramadan önce kaç kadeh içti ya da şu an kaçıncı kadehinde bilmiyorum. Sadece bunun onun için iyi olmayacağını biliyorum. Endişemi saklamadığım bir ses tonuyla sordum. "Sarhoş musun? Bu kaçıncı içişin Lavin?" Adını söylediğimi duyduğunda kahkaha atmaya başladı sesi sarhoş olduğu için normalinden bir tık daha fazla çıkıyordu. Yüzümü buruşturup telefonu kulağımdan hafif uzaklaştırdım.
Kahkahası sonlanmaya başladığında bir şey diyeceğini fark edip telefonu geri kulağıma doğru yaklaştırdım ve konuşmasını bekledim. "Yaa sen ne güzel adımı söyledin öyle ya! Bir daha söylesene!" Görmeyeceğini bilsem de utançla gülümsedim. "Lavin. Oldu mu hanımefendi?" Kıkırdadı sesinden keyifli bir tını yükseldiğinde konuştu. "Oldu, Çınar Bey!" Hala gülümserken kafamı olumsuz anlamda salladım ve konuşmaya başladım. "Neden içtin, içmeyi gerektirecek ne denli bir hüzün yaşadın? Seni böylesine üzen ne?" Gülme sesleri kesildi ve telefonun başında uyuyakaldığını düşünmeme sebep olacak kadar uzun süreli bir sessizlikten sonra tek bir şey söyledi. "Sen, beni sadece sen üzüyorsun. Beni içmeye iten sebep bu işte! Sen ve senin belirsiz tavırların..."
Şaşkın bir şekilde ilk birkaç dakika inkar etmek onu bu düşüncesinden vazgeçirmek için bir şeyler söylemek istedim. Ama tüm söyleyeceklerim boğazıma takılmış gibiydi ve bir şey diyecek olursam da sarhoş olduğu için kendine geldiğinde unutacak olma ihtimalini gözümde bulundurdum ve sadece adını seslendim. "Lavin!"
Nahoş bir tavırla cevap verdi. "Ne?" Sesi çocuksu masumluğundaydı. Bu da bazen Lavinin kendisiyle değil de çocukluğuyla konuşuyormuş gibi hissettiriyordu. Sanki karşımdaki kadın yirmi yedi yaşında değil de yedi yaşındaymış gibi. Bir çocukla nasıl konuşup onu yatıştırıyorsam şimdi Lavini de aynı şekilde yatıştırıp içmeyi bırakması konusunda onu uyarmalıydım. Lakin bu Lavin benden kilometrelerce uzaktayken nasıl mümkün olacaktı? Orası muamma...
Sıkıntı içinde iç çekip gözlerimi kapattım ve sonrasında açıp karşımdaki her hangi bir noktaya bakarak konuşmaya başladım. "Dinle beni, şimdi içmeyi bırakıyorsun ve soğuk bir duş alıp kendine geliyorsun. Yanına gelemiyorum ama aklım sen de kalıyor, lütfen geceyi ikimiz içinde daha fazla zorlaştırma ve içmeyi bırakıp uyu sadece." Hala ondan bir onay beklerken cümleme son noktayı koydum. "Olur mu?"
Ben ondan bir cevap beklerken o ne hayır ne de evet dedi? Sadece hattın kapandığına dair bir ses duydum. Telefonun kapalı ekranına öylece bakarken huzursuz ama uzun bir of çekip elimi hırsla saçlarımın arasından geçirdim. Keşke yanına gidip kontrol edebilseydim, nasıl olduğunu görebilseydim. Derdine derman olabilseydim. Ne güzel olurdu.
*****
Günlerden cumartesi, hava güneşli ve bugün ki işler öğleden önce bittiği için -Lavine olan endişemden dolayı kafam daha fazla iş almadığı için yarıda bırakmış olabilirim- yemek yemek için kafeye gidiyordum. Yolda yürürken o bilindik marketin olduğu yere geldim, hani şu Lavinle kazara çarpışıp birbirimizi ilk gördüğümüz yere. Ama zihnimi anılar silsilesi doldurmasın dşye oraya girmedim. Şu an için tek bir derdim var, Lavine ulaşmak. O yüzden marketten yönümü çevirip karşı kaldırımda duran kafeye doğru ilerledim. Orada olduğunu düşündüğüm için değil de hissettiğim içindi.
Üzerimdeki uzun siyah kabanın yakalarını düzeltip kafenin giriş aynasından kısa bir görünüşümü süzdüm ve kulpu iterek içeriye girdim. Kafe kalabalık değildi, sadece bir kaç masa ötede bir grup lise öğrencisi doğum günü kutluyor. Diğer masa da sevgili oldukları her halinden belli olan çift birbirleriyle konuşuyor daha çok erkek bir şeyler anlatıyor kız olan, onu hayranlıkla seyrediyordu. Az ilerdeki kasanın önünde iki kişilik sıra vardı, ikinci sıradakinin üstünde şapkalı bir mont olduğu için kim olduğunu çözemedim. İlk sırada bir anne ve elinden tuttuğu bir erkek çocuğu vardı. Onun için kasiyerden poğaça ve meyve suyu istedi ve parasını ödeyip boş bir masaya geçtiler. Onları süzmeyi bırakıp şüphe çeken müşteriye doğru ilerledim.
Eylül ayı için o kadar soğuk bir havada değildi dışarısı. Ayrıca kafenin içerisinde de klima vardı ve içerisi sımsıcakken montla yanıp yanmadığını düşündüm o şüpheli müşterinin. Hafifçe arkasına doğru ilerledim ve verdiği siparişi dinledim, aynısını kendimde verecektim çünkü. Adımlarımı hissetmiş gibi arkasını dönüp bana baktı ve o an tanıdım onu. "Lavin, burada mıydın sen?" Sonra geriye doğru çekilip baştan ayağı süzdüm onu. Hastane maskesi takıp gözlerini de güneş gözlüğü ile gizlemişti. Kızıl saçlarını ise at kuyruğu şeklinde bağlamıştı. İyi de bu kadar çaba niye? Kimden saklanmaya çalışıyor ki?
Bana panik için de bakıp kasiyere döndü ve hararetli bir şekilde konuşup siparişi iptal etti ve yanımdan rüzgâr gibi geçerken kendini kafeden dışarı attı. Her şey oldu bitti ye gelirken mahcup bir şekilde kısa bir süre kasiyere baktım ve ben de yönümü geri dönüp kafeden dışarı çıktım. Kapının önüne geldiğimde ilk sağa sonra sola baktım ve montlu birinin koşarak uzaklaştığını gördüğümde direk oraya doğru koşmaya başladım. Ona yetiştiğimde kafasına attığı şapkasını tutup onu durdurdum. Kendi kendine stres içinde söylendiğinde onun bu haline gülüp sonrasında ifademi ciddileştirerek konuşmaya başladım. "Neler oluyor, neden benden kaçıyorsun Lavin?"
"Saçmalama, kaçtığım falan yok!" Hararetli bir şekilde konuştuğundan sesi tiz çıkmıştı. Bir kez daha koşmaya çalıştı ve yine şapkasından tutup kendim çektim ve bana bakmasını sağladım. Yüzüme baktığında gülümsedim ve tek kaşımı alayla havaya kaldırıp konuşmaya başladım. "O zaman bu yaptığın ne? Bas baya kaçıyorsun işte." Bembeyaz yüzüne tezat olarak kızaran yanakları yalan söylediğini ifade ediyordu. Birkaç dakika yarı öfke yarı utanmış şekilde bana bakarken önünden çekilip karşımızdaki bankı gösterdim. O da işaret ettiğim yere baktığında konuşmaya başladım. "Gerginsin, geçip oturalım şuraya sakinleş. Sonra da sorun neyse anlat çözelim."
Bakışlarını işaret ettiğim yerden çevirip bana baktığında itiraz edecek gibi olduysa da kaşlarımı hayır dercesine iki kez havaya kaldırdım ve bileğinden tutup onu da kendimle beraber banka doğru yürüttüm. İkimizde banktaki yerimizi aldığımızda yönümü ona çevirip konuşmasını bekledim. "Evet, seni dinliyorum Lavin. Anlat sorun ne?"
İlk birkaç dakika tereddüt içinde baksa da "sorun ne" lafını duyduğunda o çekimser tavırlarını bir kenara bıraktı ve gözlerini kısarak sinirle konuşmaya başladı. "Sorun ne mi? Gerçekten bana sorunun ne olduğunu mu soruyorsun?" Dediğim şey de kızmasını gerektirecek bir şey göremesem de sadece olumlu anlamda kafa salladım. Onaylanma aldığını görünce gözlerini kırpıştırdı ve sinir içerisinde soluklanıp kafasını önündeki boşluğa dikip gülmeye başladı.
Hiç iyi değildi bu halleri panikleyip onu yatıştırmak için bir hamle yapmaya kalkıştığımda gülmeyi kesip aniden suratıma baktı. Bu davranışı ellerim havada şaşkın bir şekilde ona bakakalarak kilitlenmeme sebep olmuşken konuşmaya başladı. "Çok bir şey istememiştim, eğer beni seviyorsan bunu ifade edecektin sadece!" Şaşkınlıkla aralanan ağzımı geri kapattığımda dudaklarım düz bir çizgi halini aldı ve onu anladığımı belli edercesine kafamı salladım. Sorun başından beri buydu işte, onda bıraktığım karamsar izlenim kendini benim tarafımdan sevilmediğini düşünmeye itmişti. Bunun için onu suçlayamazdım sonuçta buna ben sebep olmuştum. İçini döküp rahatlaması için ona zaman tanımaya karar verdim.
Cevap vermeyeceğimi anlayıp konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Ben anlayamıyorum, varlığım seni rahatsız falan mı ediyor ya da beni bu itirafı etmeye değer bulmuyor musun?" İlk başta öfkeli ve yüksek çıkan sesi kısalmaya gözleri dolmaya başladı. Ve göz yaşları içinde sesi çatallanırken son bir şey daha sordu. "Beni umursamıyor musun artık Çınar?" Yüzüne baktığım da akıtmasına sebep olduğum göz yaşları için içimden kendime lanetler okurken onun göz yaşlarını elimi uzatıp silmek istedim. Kızıp kızmamasını umursamayacaktım ve öyle de yaptım sağ elimin baş parmağı ile önce sağ gözünün yaşlarını silip aynı şeyi sol gözü içinde yaptım. Buna cesaret edebilmem belki de karşı koymaması yüzündendi. Belki de onu yatıştırmama gerçekten ihtiyacı vardı.
Göz yaşlarını silip rüzgârın gözüne getirdiği kızıl saç tutamlarını elimle geriye doğru çekerken Lavine bakarak konuşmaya başladım. "Sanmıyorum, umursamasam yedi yirmi dört saat seni düşünmem ya da sen sarhoş olup beni aradığında yanında olamadığım için çaresizlikten kafayı yiyecek gibi olmazdım." Ardından elimle çenesini hafifçe kavrayıp baş parmağımla yanağında yuvarlak daireler çizdim. Bunları ona hem merhamet ettiğimden hem de onu çok sevdiğimden yapıyordum. Onun silmediğim göz yaşları göz pınarlarında asılı kalıp bana mest olmuş bir şekilde bakarken gülümsedim. "Eğer umursamasaydım, şu an yanında olmaz, dokunuşlarımla içini titretmez ya da bir kaç saat öncesine kadar sana ulaşamama endişesiyle yanıp tutuşmazdım."
Konuşmanın başından beri bana yoğun bir şekilde bakan gözleri bir an için şaşkınlıkla aralandı. Neden olduğunu ise elini yanağıma getirip gözlerimin altını silmeye başlamasıyla anladım. Ne yani ağlıyor muydum gerçekten hem de böylesi bir an da ona ve yaralarına merhem olmaya çalışırken? Yine de bozuntuya vermedim ve cümleme son noktayı koydum. "Bütün bunları yapmazdım, eğer seni gerçekten umursamasaydım."
Kendimce basit olduğunu düşündüğüm iltifatlar -çünkü direk söylemeye gücüm yok ve o daha iyisini hak ediyor- onu şaşırtırken göz yaşları içerisinde kalan göz bebekleri parlamaya ve dudakları da memnuniyet içerisinde kıvrılmaya başladı. Ama o da benim yaptığımı yapıyor elleri yüzümde kendine yer buluyordu. Tam anlamıyla olmasa da rahatlamış gibiydim, gözlerine muzip bir şekilde bakıp konuşmaya başladım. "Eğer seni gerçekten umursamasaydım bana kızacak olma riskini göze alıp biraz sonra yapacağım şeyi yapmazdım."
Konuşmadı ama gözleri merak içinde kısıldı neyi diye sorduğunu anlamıştım. Duruşumu ona doğru yaklaştırdım ve dudaklarının üzerine dudaklarımla kaplayıp öptüm. Ve sonrasında kendimi geri çekip şok içinde aralanan gözlerine doğru gülümsedim. "Seni öptüm çünkü seni gerçekten önemsiyorum."