Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Bıçak Sırtı

@balleswan

Azra


Rıza Komiserin odasından çıktıktan sonra kendi ofisime gelip yarım kalan işlerimi de halletmiştim. Bir hafta sürem vardı, elime hatırı sayılır bir belge ya da soruşturmayı aydınlatacak bir kanıt geçirebilmek için.


Eve gitmem lazımdı, bundan sonrasında yapacağım şeyler için bir yol haritası oluşturmam gerekiyordu. Lakin ayaklarım bana düşman olmuş ofisten çıkmamam için diretiyor, yapmam gereken şeyleri gözümde büyütmeme sebep oluyordu.


Eğer şimdi ayaklarıma meydan okuyup kendimi eve atmazsam, herhangi bir şey yapmazsam bundan sonra asla yapamazdım. Ellerimi stresle dizlerimin üstüne attım ve kısa bir süre hafifçe ovaladım. Yeterli gelmemişti ama şu an buna kafa yoracak havamda da değildim. Masa da duran cep telefonunu cebime atıp kendimi sürükleyerek ofisin kapısının dışına atmayı başardım. Telefonla beraber aldığım oda anahtarıyla da ofisin kapısını kilitlemeyi ihmal etmemiştim. Seri adımlar atarak önce ofisimin bulunduğu kattan sonra da karakolun içinden geçtim.


Büyük çıkış kapısının kulplarını iki tarafından sıkıca kavrayıp kuvvetle dışarıya doğru ittim. Bunu yapmamla dışarıdaki soğuk havanın tokat gibi yüzüme çarpması bir oldu. Normalde olsa bundan büyük bir haz duyardım ama şimdi ruhumu daha da karartmaktan başka bir işe yaramamıştı. Bir şeylerin içime sinmeyeceği bu kadar şiddetli mi içime doğardı? Anlayamadım gitti.


Sıkıntıyla derin bir iç çektim. Arabam birkaç basamak aşağıda tam karşımda park edilmiş bir şekilde duruyordu. Merdiven basamaklarını inip arabanın tam karşısında dururken anahtarı cebimden çıkarıp ortasındaki düğmeye bastım ve kilidini açtım. İçimden besmele çekip arabanın kapısını açtım ve şoför koltuğuna iyice yerleştim. Üzerine oturup ezmemek için de cep telefonumu ve ofis kapısının anahtarını cebimden çıkartıp direksiyonun olduğu yerin üstüne koydum. Göz önünde ve güvende duruyorlardı. Şimdi. Onlara imrenerek bakmakla yetindim. Keşke kendimi de tüm tehlikelerden koruyabilmek için yüksek, güvenli bir yere koyabilseydim. Bu kadar önemli bir kavram sadece eşyalar için kullanılmamalıydı.


Bir plan yapmalıydım şuan, eve varınca değil, akşam olunca değil. Hemen şimdi! Rıza komiser istediğinde önüne koyabileceğim ona sunabileceğim değerli bir belgeye, delile ihtiyacım vardı. Arabayı çalıştırmayıp oturduğum yer de kara kara düşünürken direksiyonun üzerine koyduğum telefonla gözlerim kesişti. Bir çıkış yolu bulmuşçasına derin bir nefes alıp ona uzandım ve elime aldım. Ekran kilidini açtım ve rehbere girdim. Alfabe de K harfini gördüğümde dudağım sinsice yukarı kıvrıldı. Birisi dışarıdan bu halimi görse kesin kafayı yediğimi düşünürdü. Ama onları kim takar ki benim derdim başka şu an.


Aramak için butonu yana kaydırdım ve kulağıma yaslarken karşı tarafın açmasını bekledim. Telefon birkaç kez uzun uzun öttü. Sonra aradığım kişiye ulaşamadığımı, sesli mesaj bırakmamı söyleyen sinyal sesini duydum. Pes etmeyecektim, o açana kadar bu davranışımı sürdürecektim. Telefon kulağımda gözüm dışarıyı izlerken havanın çoktan kararmaya başladığını fark ettim. Karan açacak gibi görünmüyordu, ya işi vardı. Ya da beni uyuz etmek için bilerek meşgule atıyordu. Sessizce küfredip anahtarı kontağa yerleştirdim ve birkaç kez döndürdükten sonra motordan gelen yoğun seslerle arabayı çalıştırıp karakolun önünden ayrıldım.


Belki de bu bir işaretti, evde konuşmam daha güvenli olabilirdi. Kafamı dağıtmak için şarkı bile açmadım, şu an için şarkı dinlemek zaten karmaşık olan zihnimi iyice bulandırabilirdi. Beynimdeki düşüncelerle baş etmeyi öğrenmeliydim artık. Belki bu sefer bana bir yol gösterirler.


*****


Yolculuk sonunda bittiğinde kendimi eve atmayı başarabilmiştim. Deren de evde yoktu zaten. Bu düşünmem için çok iyi bir fırsattı. Telefonu şarja takıp banyoya girdim. Duş aldım ve rutin işlerimi hallettim. Kafamdaki saç havlusu ve üzerimdeki rahat ev kıyafetleriyle merdivenlerden inip ana daireye ulaştığımda gözüm elimdeki telefon ekranındaydı.


O kadar gerilmiştim ki sıkıntıdan sırf Karan beni arasın diye totem yapmayı bile düşünmüştüm. Büyük, led televizyonun karşısındaki krem rengi uzun kanepeye yerleşirken bacaklarımı karnımın altına getirip üzerine yerleştim ve bağdaş kurma pozisyonunu aldım. Gözüm kanepenin önündeki cam masanın üzerinde duran uzaktan kumandayla kesiştiğinde televizyondan bir şey açıp izlemenin iyi olacağını düşündüm ama dizimin üzerine koyduğum cep telefonum titreyip ekranda aramasını istediğim kişinin ismi belirirken buna gerek kalmadı. Bu adamın benim keyfimde de gözü vardı kesin. Nasıl hissetmiş gibi anında aradı ama?


Heyecandan sırıtarak telefon ekranına baktım ve bacaklarımı seri bir şekilde altımdan çekip tekini zemine uzattım. Ama aramayı hemen cevaplamadım, biraz beklesin uyuz herif. Hep o mu bekletecek?


Ekrandaki isme bir süre daha keyifle sırıtarak baktığım da abartmanın gereği olmadığını düşünüp aramayı cevaplandırdım. Hoparlör kısmını elimle kapatıp sırıtmamı tutmaya çalışıp normale döndüğümü fark ettiğim de hoparlörden geri çektim.


"Alo, son derece uyuz olan Karan Bey ile mi konuşuyorum acaba?"


"İnsan, sevdiği adama hiç uyuz der mi? Bu dengesiz tavrınızı şiddetle kınıyorum Defne hanım." Yanağımın içini ısırıp gülmemek için kendimi sıkarken konuştum.


"Eee sen de aradığım da aç şu telefonu. Uyuzsun işte, yarım saat bekletiyorsun insanı telefonun başında!"


"Gördüm, üç kere aramışsın. Hayırdır, çok mu özledin beni?"


"Tahmin bile edemezsin, o kadar çok özledim ki karşıma çıksan bir kaşık suda boğacak kadar. İşte o derece özledim seni." Bunu söylerken gözlerimi devirmiştim ama yine de salak salak sırıtıyordum.


"Sevgin anlayışınız beni biraz korkutuyor. Acaba nefret etmediğinizden emin misiniz Defne Hanım?" Bastırmaya çalıştığı kahkaha sesleri kulağıma gelirken afallamadan edememiştim. Şu an gerçekten flört eden iki sevgili gibi konuşuyorduk. Sahtesi böyleyken gerçeği acaba nasıl olurdu?


"Ben severim de döverim de. Orasına hiç karışamazsınız Karan Bey. Siz, sadece sizi sevdiğim gerçeğini bilin yeter. İlerisi hayal gücünüzü aşar."


"Diyorsunuz, bundan korkmalı mıyım sizce Defne Hanım? Çok kendinizden emin görünüyorsunuz. Aklınızda benimle ilgili nasıl bir fantezi var merak ettim." Fantezi kelimesini duyduğum da aklıma gelen düşünce ile yutkunmadan edemedim. İyi ki öksürme krizine girmeyip karşı tarafa rezil olmamıştım.


"Uyuz olduğunuz kadar da uyuzsunuz. Bunu biliyorsunuz değil mi Karan Bey?"


"Bilmez miyim? Size layık olmaya çalışıyorum işte Defne Hanım. Şikayet etmek yerine size uyum sağlayabildiğim için sevinmelisiniz bence. Bu kadar anlayışlı bir sevgili herkese nasip olmaz. Kıymetimi bilin."


Kaf dağına varan egosuna yüzümü buluşturmakla yetinirken bunu dile de dökmeye karar verdim. "Egonuzu yesinler emi Karan Bey. Neyse, neden o kadar geç açtın telefonu? Yoksa evde bir misafirin mi var?"


"Aynen, sen gittikten sonra evime kadın attım. Şu an sohbet ediyoruz onunla. Katılmak ister misin? Hem senden de bahsettim ona." Ses tonu ciddi geliyordu, ya da profesyonel bir oyuncuydu bana belli etmeden kıs kıs gülüyor olabilir. Ama sanmıyordum Karan'ın kadınlarla işi olmazdı, o işine aşık bir adamdı. Kaldı ki kimseye güvenmeyen bu adam niye evine öylesine birini alsın ki?


"Yalancı, biliyorum ev de yalnızsın değil mi? Eve kadın atmış mış! Sen daha benimle başa çıkamıyorsun. Diğerleriyle hiç çıkamazsın!" Şapşalca sırıtan ifadem silinmiş yerine kırmızı gören öfkeli bir boğa geçmiş gibi hissediyordum. Şu an kendimi göremiyordum ama eminim ki pancar gibi kıpkırmızı görünüyorumdur.


"Güzel, sevdiğin adamı tanımaya başlamışsın. Bu hoşuma gitti. Cevabına gelecek olursak, acil bir işim vardı. Şehir dışına çıkmam lazım. Bavul falan hazırlıyordum. O yüzden ilk çalışta telefona bakamadım." Gergin yüz kaslarım gevşemeye başlarken aradığım fırsatın ayağıma geldiğini düşünüp sessizce gülümsedim. Ama sazan gibi atlamamalıydım gelen oltaya. Zira Karanı tanıyordum, sırf beni denemek için ortaya böyle bir yalan atmış olabilir. Hevesli değil de duyduğu şeye hiç sevinmeyen bir ses tonu takındım.


"Yaa, öyle mi? Ben de hazırlanmış tam sana geliyordum. Film gecesi yaparız diye düşünmüştüm. Belki sonrasında çok eğleneceğimiz şeylerde yaşayabilirdik. Kötü oldu şimdi." Alt dudağımı aşağı doğru sarkıtıp yüzümü düşürmüştüm bunları söylerken. O kadar moda girmiştim ki, ev telefonuyla konuşsam uzun kıvrımlı kablolarını elimde dolayabilirdim.


"Sen, hazırlanıp benim evime geleceksin. Film gecesi yapmak için hem de... Beni git gide şaşırtıyorsun Defne. Doğru söyle içine bir şey mi kaçtı?" Şüpheli konuşmasına göz devirmekle yetindim, haklıydı ama bunu bilmesine gerek yoktu.


"Sevdiğim adamla güzel vakit geçirmek için illa içime bir şeyin mi kaçması gerekiyor? O nasıl söz Karan?" Karşı taraftan bir kahkaha sesi geldiğinde söylediklerimin hoşuna gittiğini anlamıştım.


"Tamam tamam, sakin ol takılıyorum sadece. Ne bileyim sanki bir an için başkası tarafından konuşturuluyorsun gibi hissettim. Ama gerçekten benimle vakit geçirmek istiyorsan bu sözünü hatırlat. İşten geldiğim zaman telafi ederiz." Başta kahkaha attığı için yüksek gelen sesi sonlara doğru kısıldı ve normal ama ılımlı bir tonlamayla gönlümü almaya çalıştı. Ve ne yalan söyleyeyim başardı da.


"Valla ben hala buradayım, istersen şu an bile yanına gelebilirdim ama çok önemli bir işin varmış. Ne kadar sürer orasını bilemem."


"Beni bu kadar çok özlediğini bilmiyordum. Elim de olsa seve seve film teklifini kabul ederim ama iş işte. Bir kenara atamıyorsun."


"Peki ne zaman geleceksin, ya da geldiğinde telefon edip haber verir misin? Sesini duymayı isteyebilirim, o da seni çok özlemiş olacağım için tabii ki." Çok iddialı konuşmuştum, hayatta benden duyulmayacak laflar etmeyi bırakmalıydım artık, flört ayağına iyice şüphe çekebilirdim yoksa.


"Tamam, ararım ama sen de anında cevap vereceksin. Nitekim ben meşguliyetten açamadığım için demediğini bırakmadın bana. Aynı performansı senden de bekliyorum o yüzden." Performans diye içimden geçirip gülümsedim, bu adamın cümle kalıpları beni bitiriyordu.


"Tamam, bir de hava alanına ya da hangi araçla gideceksen bindiğin zaman öz çekim yapıp atar mısın? Telefonum da sana dair hiç fotoğraf yok. Özlediğim de bakıp hasret gidereceğim bir şey olursa daha iyi olurdu."


"Sadece bir gün buralarda olmayacağım. Sence de fazla abartmıyor musun Defne?" Karan haklıydı, ağzını arayıp bilgi toplayacağım diye iyice şüphe çekmeye başlamıştım. Böyle yapmamalıydım. O yüzden peki diyerek geçiştirdim.


"Neyse görüşürüz, dediğin gibi geldiğim de seni arayacağım. Dediğim gibi yapıp ilk arayışta açarsan sevinirim. Yoksa bana olan sevginden şüphe etmeye başlayacağım." Ona duyurmamaya çalışarak sessizce homurdandım. Karan ve bitmek bilmeyen şüpheleri...


*****


Konuşmayı bırakıp telefonu kapattığımız da başka bir numaraya mesaj atıp Karanın fotoğrafını yolladım ve şu an da nerede olduğunu öğrenip bana iletmesini söyledim. Bunu istediğim kişi eli kolu uzun birisiydi ve sonrasında sözleştiğimiz gibi bütün konuşma geçmişimizi temizleyecektik. Bu mesajlaşma hiç yaşanmamış gibi davranacak ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edecektik.


Biraz riskli bir şeydi bu başvurduğum yol ama riske atacak fazla bir şeyim yoktu. Bir kez daha 'fedakârlık yoksa zafer de yok' mottosunu kendime hatırlatıp hazırlanmak için yatak odama doğru yol aldım. Yatak odasının eşiğinden geçince telefonumdan gelen bildirim sesiyle kafamı telefona çevirdim. Karandan bir mesaj gelmişti. Heyecanla mesaj sekmesini açtım ve attığı şeye baktım. Bir aynanın karşısına geçmiş telefon kamerasına bakarken kendini baştan ayağı çekmişti. Yüz ifadesi şapşik gibi görünüyordu, gözlerini kırpmıştı. Şapşik dediysem iyi mana da. Karan asla sıradan görünmez, Allah vergisi bir yetenek var onda. Kameralar bile ona aşık.


Birkaç saniye sonra da anlaştığım kişiden videolu bir mesaj gelmişti. Sonra onu gördüm uçağın kapısının içinden geçerken. Karan gözden kayboldu sonra uçak birkaç saniye sonra havaya kalkmıştı. Bir nebze rahatlamıştım ama yine de emin olmalıydım çünkü kalkışacağım şey çok riskli bir şeydi. Bazı meslek etiklerini ihlal ediyordum, mesela kişinin mahremiyet ve güvenlik hakkı gibi...


İçimdeki şüpheyi gidermek için yazdığım mesajı gönderdim. Asla emin olmadan bir hamleye girişemezdim. Bir düşüncesiz hareketim sonumu getirebilirdi. Üzerinde uğraşmadığım için kapanan telefonum gelen bildirim titreşimiyle aniden açıldı. Bu anlaştığım kişiydi ve emin olduğunu birkaç fotoğraf karesiyle göstermişti.


Fotoğrafı parmaklarımla çekiştirip büyütürken bir süre Karanın her şeyden bir haber uçağın girişinde duruşunu izledim. Bundan birkaç saat öncesinde telefondan birbirimize takılıp konuşmuş tatlı tatlı atışmıştık. Bundan bir gün önce gece beraber yatıp uyumuştuk. Sabah birlikte aynı güne kalkmış birlikte kahvaltı yapmıştık. Ve başta şüphelense de sırf ben istediğim ve üzüldüğüm için bana fotoğrafını çekip atmıştı. Ben ise az sonra onunla bütün anılarımızın olduğu eve baskın yapacak onun bana olan güvenini o fark etmeyecek olsa da yıkacaktım.


Fotoğrafa son kez bakarken derin bir iç çektim ve sekmeyi kapattım. Daha fazla oyalanamadım çünkü burada durduğum her dakika tereddüte düşüyor ve vicdan azabım pençelerini bir bir zihnime geçiriyordu. Kafamı hızla iki yana sallayıp bu lanet histen kurtulmaya çalıştım ve yatak odasının içine doğru hızla ilerledim. Hazırlık yapmalıydım sonrasında da planın ileri ki aşaması için biriyle anlaşmam gerekecekti.


Banyo yaptığım için alnımın tamamını kaplayan ıslak saç tutamlarını hırsla kafamın gerisine doğru attım. Kapağı iki yana çekilerek açılan dolabın kapılarını kaydırdım ve düşünceli gözlerle dolabın içerisindeki kıyafetleri bir süre süzdüm. Askılıkta asılı duran kıyafetleri çekiştirirken gözüme uygun gelen birkaç parçayı kestirip dolaptan çıkardım. Elime aldığım askılığa asılı kıyafetleri gözlerimle süzerken yine o meşhur mottoyu kendime hatırlattım. 'Fedakârlık yoksa zafer de yok.'


*****


Kadın olduğumu saklamak için bedenimin üzerinde birkaç değişiklik yaptım. Karan işini erken bitirip eve dönecek olsa bile beni görmek için buraya uğramak isteyebilirdi. Sırf bu yüzden ben olmadığım zamanlarda evin içinde birinin yaşadığı izlemini sağlamam gerekiyordu. Bu yüzden yerime geçmesi için kılık değiştirme uzmanı bir kadın ayarlamıştım. O da benim gibi sarışın ve mavi gözlüydü, bedenlerimiz bile aynıydı. Sadece karakter olarak birbirimizden ayrılıyorduk. Bir de ses meselesi var tabi. Ama anlaştığım kişi uzun zamandır bu konuda uzman olduğu için sorun olmadığını söylemişti.


Telefon meselesini de ona kendi telefonumu bırakarak çözmüştüm. Ben de ise fazla büyük olmayan kullan at cihazı vardı. Lakin telefonu açmak için bir bilgisayara ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü sesimi kaydetmem gerekmişti cihaza ve söylenecek şeyleri de bilgisayara kaydetmiştim. Zamanlamayı doğru ayarlamak kadın uzmana kalmıştı. Perdeler kapalı ve evin ışığı her yerden görülebilecek şekilde açık olacaktı. Kadına herhangi bir tehlike durumunda kendini koruyabilmesi için bir tabanca vermiştim. Umarım böyle bir şeye gerek kalmazdı.


Televizyonda daima açık olacaktı, sanki evde oturup kendi halimde film izliyormuş gibi bir izlenim verecekti. Cama yakın durup odanın ışığında perdede yansıması görünecek şekilde oturmasını söylemiştim. Topuz yaptığım sarı saçlarımın üzerine siyah şapkayı yerleştirdim. Siyah şapka kafamı tam örttüğünde üzerine de gri eşofmanın şapkasını kapattım. Ayağıma da görülme ihtimalinde rahatça koşabileceğim bir spor ayakkabı giymiştim.


Minik siyah bir çanta hazırlamıştım. İçinde ihtiyaç duyacağım her şey vardı. Anlaştığım uzman kadınla son bir kez daha planı gözden geçirdik ve bir hataya rastlamadığımız için son kez onayladık. Bir aksilik olursa b planına geçecektik. Ama şimdiki temennimiz bir sorunun çıkmaması. Evin kapısını kapatıp dışarı çıktım ve garajın olduğu yere doğru ilerledim. Hızlı olması açısından motosiklete binmeye karar verdim. Taksiye binmeyi de düşünmüştüm ama gideceğim yer de güvenlik kamerası olabilirdi ve Karan o taksiciye ulaşırsa bir şekilde şoförün kimliği açık etme riski vardı. İyi ki maske takmıştım. Kalkıştığım bu tehlikeli işte hiçbir riski göze alamam. Motosiklete binip çalıştırdım ve garajın içerisinden çıkartım. Ardından garajı kilitleyip yine motosiklete bindim ve gideceğim yöne doğru yol aldım.


*****


Evin arka tarafındaki kahverengi demir kapının önünde duruyordum. Motosikleti arka sokakta bırakmıştım. Sabah evden çıkarken tüm güvenlik kameralarının nereye baktığını öğrenmiştim. Hatta internetten buranın adresini bile aratmış, google harita sayesinde konağın çevresinde gezinmiştim. Bunu belki gözden kaçırdığım bir şey olabilir diye yapmıştım. İşimi her yönden garantiye almaya çalışıyordum. Evden biraz uzaklaşıp tırmanacağım balkona baktım. Burası muhtemelen, geçen gün gezerken bir türlü içine giremediğim o siyah kapılı odaya çıkıyordu. Çünkü sadece bir tane teras vardı, onu zaten eve yaklaştığımızda üst katta devasa duruşundan anlayabiliyordunuz. Bu balkon ise fazla büyük değildi. Balkonun yerden yüksekliğine baktım. Tırmansam, hoplasam zıplasam bile yetişemezdim oraya.


Sırtımdaki çantayı omzumdan indirip önüme getirdim ve fermuarını açtım. İçinden bir tane fener ve balkon kapısını açabilecek bir alet ve ucunda halat kancası olan bir tabanca çıkarıp, silah hariç diğerlerini eşofmanımın fermuarlı cebine koydum ve düşmemeleri için fermuarı geri kapatıp çantamı sırtıma attım. Silahın halatı hedeflediğim yere ulaşabilsin diye birkaç adım geri gittim. Zamanım bol mu yoksu az mı bilmiyordum ama elimi çabuk tutmalıydım. Tek gözümü hedefi iyice görebilmesi için kısarken sakin bir şekilde tetiğe bastım. Tedirginliğe gerek yoktu. Halat silahtan kurtulurken boğuk bir ses çıkardı ve hedeflediğim balkonun demir parmaklığına beş kez dolandı.


Sevindiğim için dudaklarımı kaplayan maskenin ardından gülümsedim ve silahı bir kaç kez kendime doğru çekip ipin güveliğini test ettim. Halatın kancası hala olduğu yer de durup bir kere bile kımıldamayınca buna şükredip duvara tırmandım ve bedenimin ağırlığını bacaklarıma verip halata tutunarak balkona doğru çıktım. Bedenim zaten hafifti bu yüzden tırmanırken zorluk yaşamamıştım. Sonrasında bacaklarımı güvenli bir hareketle balkonu koruyan demirin diğer tarafına attım. Nihayet balkonun içerisindeydim şimdi. Balkonun içerisine geçtiğim de duvarda iz bırakıp bırakmadığımı anlamak için tırmandığım duvara baktım. Gece karanlığında bir şey göremiyordum ama şu an derdim bu değildi ayakkabıyı işimi hallettiğinde yakıp kurtulabilirdim ya da temizleyip başka birine hediye ederdim isimsiz bir kargoyla. Sonuçta beyin bedava.


*****


Balkonun çelik kapısını açıp içeri girerken önüme gelen boydan perdeyi ancak yüzüme değdiğinde fark edebilmiştim. Perde görebildiğim kadarıyla beyaz renkti ve ucu tam ayakkabılarımın bastığı zemine değiyordu. Eee ulaşılmasını istemediği bir odaya sahip olunca, insanın aklına her çözüm geliyordu sanırım. Beyaz ve temiz olduğunu düşündüğüm düz nakışsız perdeyle bakışmayı kesip olduğum yer de aşağı doğru hafifçe eğildim ve perdenin yere değen kısmını iki elimle tutup yukarıya doğru kaldırdım. Ve kafamı hafifçe eğip açtığım aralıktan kafamı içeriye doğru uzattım. Belimi de perdenin altından geçirdikten sonra perdenin tuttuğum yerlerini serbest bırakıp elimi fermuarlı cebime doğru götürdüm.


Şimdiki önceliğim önümü görebilmek için ortamı aydınlatmaktı. Fermuarı açıp cebimin içinden ortanca, fazla ağır olmayan el fenerini çıkardım. Bunu dün almıştım yani şarjının dolu olduğuna emindim. Kenardaki küçük tuşa basıp ışığı yaktım ve görebilmek için karşımdaki yere tuttum. Birkaç adım uzağımda neredeyse tüm odayı boydan boya kaplayan, içi kitaplar ve dosyalarla dolu ahşap kahverengi bir kitaplık vardı. Onun hemen önünde bir çalışma masası, üzerinde öncelden üzerine laptopun koyulduğunu düşündüğüm bir koruma leptop altlığı duruyordu. Yani dizüstü bilgisayarını iş için yanında götürmüştü. Tabii ya çok mantıklı.


Umutsuzluğa düşmemek için elimi çeneme koyup düşünüyormuş gibi bir elimle tuttuğum feneri odanın içerisinde rastgele bir yere doğrulturken düşünmeye başladım. Ben bu odadan nasıl bir şey yürütürsem şüphe çekmez ya da fark edilmez? Bilgisayar olsa da olmasa da götüremezdim sadece içini kurcalayabilirdim. Ama ortada zaten bir bilgisayar olmadığı için bu seçeneği eledim. Sonra fenerin yönünü kitaplığa çevirirken oraya doğru ilerledim. Sağ elimin parmaklarını neredeyse A' dan Z' ye kadar düzenle dizilmiş dosya klasörlerinin üzerinde sırayla gezdirdim. Buradan da bir dosya alsam eksikliği hemen fark edilebilirdi. Üstelik araya bir benzerini koyacak dosyada getirmeyi akıl etmemiştim hiç.


Ama belki kitaplığın içinde işe yaramayan eski püskü birkaç dosya klasörü olabilirdi. Sadece çıkartıp kenarında bulunan naylon kısmın içindeki beyaz şeritli yazıyı değiştirmem yeterli olacaktı belki de. Tam olarak aklıma yatmasa da ne olur ne olmaz diye düşünerek kitaplıkta veya başka herhangi bir yere saklanılabileceğini düşündüğüm potansiyel yerlere baktım. Kitaplığın önünde duran ofis masasının çekmeceli olan bölmesi de bu potansiyel yerlerden biriydi. Orada da yoksa oda da kitaplıktan bol bir şey yok sonuçta. Diğer kitaplıklara da bakmayı düşünebilirdim.


Bir süre tüm köşeleri ve dolapları dikkatlice inceledim ve geri bulduğum gibi bıraktım. Birkaç tanesinin santimi bile değişik olsaydı Karan bunu fark edebilirdi. Ve bu benim açımdan hiç iyi olmazdı. Hem zaten aradığım şeyi de bulamamıştım, eski, değersiz hiçbir kalıntı veya evrak yoktu orta da. Sanırım Karan işi bitince hepsini ortadan kaldırıp fazlalıklardan kurtulmuş olmalıydı. Bir an için onun bu kadar zeki biri olduğu gerçeğinden nefret duymaya başladığımı hissettim. Ne olurdu sanki biraz daha geri kafalı biri olsaydı?


Gerçi geri kafalı olsaydı bana gerek kalmazdı ki. Komiserim Rıza Efendi bizzat kendisi üstlenirdi bu soruşturmayı. Hem belki de geri kafalı biri olmaması daha iyi bir şey olabilirdi. Sonuçta bir erkeği çekici yapan zekasını iyi kullanabilmesiydi. Karan düşündüğüm kadar zeki biri olmasaydı onunla vakit geçirmekte daha bir işkenceli olurdu. O dahi biriydi ve ben en çok da onun bu yönünden etkilenmiştim. Birden tuhaf bir sırıtma isteği içime doğduğunda buna engel olamayıp elimi dudağımın üstündeki maskeye bastırdım. Sanki kahkaha atsam biri gelip niye kahkaha attığımı soracakmış gibi hissetmiştim. Aklıma kötü ihtimaller getirip gülmemi bir nebze olsun bastırabildim ve önümde duran Karanın ofis sandalyesine doğru yaklaştım ve geriye doğru çekip üzerine oturdum.


Karan gibi düşünmeye çalışıyordum, bu yüzden önümdeki ofis sandalyesinin çekmecelerini kurcaladım. Acaba ben olsam kimsenin ulaşmasını dahi istemeyeceğim belgeleri ya da eşyaları nereye saklardım? Gözüme ofis masasının altında duran alt alta dizilmiş üçlü çekmece geldi. Eski dosya arayışı içerisindeyken hepsine sadece göz ucuyla bakmıştım. Belki yanlış şeyi aradığım ya da tam olarak neyi aradığımı bilmediğim için gözden kaçırdığım bir şey olabilirdi.


Masaya bıraktığım feneri elime alırken diğer elimle de çekmecenin kulpundan tutup kendime doğru çektim. İlk çekmece ajanda ve birkaç kartvizitle doluydu. Ajandaların sadece bir tanesi kalın ve ağırdı. Ayrıca en altta duruyordu ve siyah renkliydi. Öncelik sırasına göre düşünülürse en altta olması fazla işe yaramadığı için öyle yerleştirilmiş olabilirdi. Belki de hiç kullanılmamış yeni bir ajanda olabilirdi. Onun üstünde olup ondan bir parmak kısalığında olan kahverengi ajandaya baktım. Onun içerisinde de birkaç tasarım resimleri vardı. Ayrıntılı bir şekilde baktığımda bunların silah olduğunu fark ettim. Acaba bir yerden mi kopyalamıştı yoksa başına geçip bizzat kendisi mi çizmişti?


Şiddetli bir merak duygusuyla tüm sayfaları hızlıca ama ucundan da olsa görebilecek şekilde çevirdim. Her çevirişimde çaldığım ıslığa farklı tempolar yüklüyordum. Silah resmi çizmekte bu kadar iyiyse manzara ya da herhangi bir portreyi kim bilir nasıl çiziyordur? O an aklıma sergi salonundaki bir konuşmamız geldi. Bir manzara resminin önünde duruyorduk onunla, ona resimle arasının nasıl olduğunu sormuştum. İlgi duyduğunu ama genellikle izlemeyi sevdiğini söylemişti. Ancak elimdeki ajandaya bakılırsa iş sadece yorumlamakla bitmemiş gibi görünüyordu. Sırf hatıra olsun diye bir resmi yırtıp alsam mı acaba? Çizdiği tasarımlara bakınca insanın dili tutuluyordu resmen. Ama bunu da ona itiraf etmeyecektim, itiraf etmediğim diğer şeyler gibi...


Kahverengi ajandayı da yerine bırakıp en üstte duran lacivert renkli küçük ajandayı elime aldım. Aradığım her ne ise bu ajandanın içinde olabilirdi. Heyecanla dudaklarımı kemirmeye başladım ve sayfalarını tek tek inceledim. Genellikle planlama çizelgeleri ve işle ilgili düştüğü dipnotlar vardı. Ama neden yanında götürmediğini anlayamamıştım. Belki de bu ajandayı başka birisi buraya koymuş olabilirdi. Sonra bu fikir saçma geldi, Karanın izni olmadan kim onun evinde bir şey saklayabilir ya da ne yürütebilirdi ki?


Ajandanın tüm sayfalarını sırasıyla incelemeye başlarken yere bir şeyin düştüğünü hissettim ve elimdeki feneri aşağıya doğrulttum. Beyaz bir zarf kapağı açılmamış bir şekilde yerde duruyordu. Ama zarf ortalarda ya da başlarda değil son sayfalarından birinden düşmüştü. Şimdiye kadar açılmamışsa eğer bekli de Karan zarfa henüz ulaşmadığı içindir. Onun evine gitmiştim, kendi başına yaşıyordu ama tek çocuk değildi sanırım. Bir abisi vardı onun, gözlerimi kısıp hatırlamaya çalıştım. Acaba neydi abisinin adı? Hah Tolga, evet ya Tolga! Karanın muhatabı olmamı sağlayan soruşturma sayesinde ismini ve ailesini araştırdığımda bu isimde karşıma çıkmıştı. Tolga Demir.


Aynı evde yaşamıyorlardı, bundan eminim. Çünkü eve sızmak için ilk geldiğimde evde en ufak yaşam belirtisi dahi yoktu. Belli ki arada sırada buraya uğrayıp bir şeyleri Karanın eşyalarının arasında saklıyordu. Kendisinde bulunmasını istemediği şeyleri mesela. Düşünmeden edemedim, onun bu huyu acaba hiç Karanın başına iş açmış mıydı? Neyi saklıyorsa artık kardeşine belli etmeden saman altından su yürüterek yapıyor olmalıydı. Bu zarfta bilinmesini istemediği için buraya sakladığı şeylerden biri olabilirdi. Çünkü kardeşinin de zarftan haberi olmasını isteseydi yüz yüzeyken verir, Karan da abisinin yanında açardı zarfı. Bir ajandanın en arka sayfasında saklamazdı ya da evde bırakmazdı. Mutlaka bir yere kilitleyip oraya bir şifre koyabilirdi.


İçime doğan bir hisle zarfı iki yana katlayıp cebime koydum. Sanki bunun Karanda olduğu öğrenilirse onun başına çok büyük bir bela gelecekmiş gibi hissediyordum. Muhtemelen abisi bu zarfı almak için buraya uğramak isteyecekti ama geldiğinde ise asla bulamayacaktı. Bu sefer saklayamadığım bir keyifle sırıtmaya başladım. Şimdi daha tehlikeli ve gözü kara hissediyordum. Ama sadece bir zarf yetmeyecekti daha fazlası da lazımdı bana. Zarf düşmesin diye olduğu yeri yoklayıp içinde bir cismin varlığını hissettim. Mesele sadece mektup değildi sanırım. Bunun hissettirdiği güvenle cebin fermuarını kapatıp olduğum yerde diğer çekmeceye doğru uzandım ama elim daha ikinci çekmeceye gidemeden aşağıdaki büyük kapının açılıp kapanma sesini duydum.


Hayal olduğunu düşünmek istedim ama hayır adım sesleri merdivenlere doğru ilerliyordu. Hızlı ama ses çıkarmamaya çalışarak olduğum yerden kalktım ve çekmeceleri yavaşça kapattım ve üzerinden kalktığım ofis sandalyesini de masaya doğru ittim. Feneri yavaşça masaya doğrulturken bir şey düşürmediğimden emin olmuştum. Fenerin ışığının şiddetini kısarak perdeye doğru ilerledim o sırada adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Perdeyi kaldırıp hızlı bir şekilde hafif açık bıraktığım balkon kapısından kendimi dışarıya attım. Feneri kısa bir süre için düşmeyi planladığım yere doğrulttum ve ışığını kapatıp cebime koyduktan sonra fermuarı yine kapattım. Demir korumalığa ilerleyip bacağımın tekini diğer kısmına attım ve oradaki yere bastım. Diğer ayağımı da atacakken ayakkabının ucu demir parmaklıkların arasına sıkışmıştı. Ağzımı kapatan maskeye rağmen oflayıp oradan çıkarmaya çalıştım. O sırada buraya gelen kişinin odasının kapısını açtığını duydum ve vakit bu vakit diyerek ayakkabıyı çıkarıp diğer bacağımı da diğer tarafa attım.


Buradan atlarsam düşeceğim yer çimenlik alandı. En fazla ayağımı incitirdim. Lakin bunun yerine atlamayıp burada dikilirsem başıma bundan daha beterinin gelebileceğini hissediyordum. Bir kere gözlerimi yumup derin bir nefes aldım ve kendimi aşağıya doğru bıraktım. Çimenliğe ellerimin üzerinde düşerken boynumdan ve dirseklerimden destek alıp olduğum yerde ileriye doğru takla attım. Düşüşün şiddetini anca bu şekilde yavaşlatabilmiştim yine de ayağımın burkulmasına engel olamadım. Yüzümü buruşturup çıplak olan çoraplı ayağıma baktım. Karanlıkta olsa birey girebilecekmiş gibi birkaç saniye inceleyip olduğum yerden kalktım. Balkonun kadrajına girmemek duvara yapışarak bahçenin ön tarafına ulaştım. O sırada üstünden atladığım balkonun kapısı da çoktan kapatılmıştı.


Konağın arabalarının olduğu bölmeye ulaştığımda arabaları kendime siper alarak az önce bahçeye girerken üzerinden tırmandığım duvarın önüne geldim. Önce çantamı çıkarıp diğer tarafa attım. Ardından da aynı duvara çıkıp kendimi diğer tarafına bıraktım. Ama bu sefer yükseklik fazla olmadığı için ayağım fazla zorlanmamıştı. Hızlı adımlarla motosikleti bıraktığım ana sokağa doğru ilerlemeye başladım. Acaba Karan çakma olan beni hiç aramış mıydı? Sadece bir gün burada olmayacağını söylemişti. Belki de gelirken arayacaktı sadece. Gerçi beni arasa bile bana değil benim çakmama ulaşacaktı. Acaba uzman olan kadın ne yapıyordur. Eve geldiğimde onu bu iyiliği için ödüllendirmeliyim. Motosiklete binip ayağımı zorlamamaya çalışarak motoru çalıştırdım ve gaza bastım.


*****


Rıza komiserin ofisinde beraber oturuyorduk. Dün ele geçirip yürüttüğüm zarfı eve gelir gelmez incelemiş ve hislerimde ne kadar haklı olduğumu anlamıştım. Zarfın içinden bir mektup bir anahtar bir de flaş bellek çıkmıştı. Anahtarın nereye açtığını bilmiyorduk o yüzden bunu karakolda çalışan alanında uzman bir ekibe gönderecek, nereyi açtığını öğrenmesini isteyecektik. Flash bellekte ise önümüzdeki hafta boyunca yapılacak tüm uyuşturucu teslimatlarının tarihleri yer alıyordu. Zarfı da okumuştu Rıza komiser, bu zarf bizim olay mahallinde bulduğumuz zarfların yazım şekline çok benziyordu.


Rıza komiser, tüm delilleri bir klasöre yerleştirip ardından ondan bir cevap bekleyen bana verdi dikkatini. Ona baktığımı gördüğünde gururla gülümsedi. "Aferin, anlaştığımız zamanda ve söz verdiğin şekilde delilleri bana ulaştırabildin. Şimdi dile benden ne dilersen?"


Ben de mahcup bir şekilde gülümseyip içine delilleri koyduğu soruşturma dosyasını işaret ettim. "Soruşturma hala benim sorumluğumda değil mi? Partnerime vermediniz yani."


Dediğim şeyi gülümseyip kafasını iki yana olumsuz bir şekilde salladı. Bunu yaparken yavaşça oturduğu yer de geriye doğru yaslanmıştı. "Tabii ki vermedim. Soruşturma hala senin sorumluluğunda. Sen bugün o delilleri bana getirerek hem soruşturma dosyanı korudun hem de gözümdeki değerini daha da yükselttin Azra."


Bu tavrından cesaret alıp rahat bir nefes alıp gülümsedim ve oturduğum yer de ileriye doğru eğilip komiserinin gözlerinin içerisine baktım. "Dile benden ne dilersen demiştiniz, ben bu soruşturmayı sonlandırana kadar işlerimi dışarıdan yürütmeyi düşünüyorum. Karan'ın burada çalıştığımı, asıl mesleğimi bilmemesi gerekiyor. Sizce bunu istemem de bir sorun olur mu?"


Düşünceli bir şekilde bana bakıp cevap vermediğini gördüğümde haklı gerekçelerimi sunmaya başladım. "Benim bir süre daha antrenör olduğumu düşünmeli. Zaten birkaç hafta önce partnerimle bu binadan çıkarken ona yakalandım. Bir daha bunun yaşanmasını istemiyorum. Bana güvenip soruşturmayı teslim eden siz de eminim bunun olmasını istemezsiniz öyle değil mi?"


Saygı sınırlarımı aşmadan sakin bir şekilde sunduğum sebepler karşısında kafasını olumlu anlamda salladı. "Yaşadığınız ufak talihsizlik için üzüldüm. Hiç iyi olmamış bu karşılaşma ama dediğin gibi. Burada çalıştığın bence de fazla göze batıyor. İyi o zaman soruşturmayı dışarıdan yürütebilirsin, buna müsaade ediyorum."


Gözlerim heyecanla parıldarken olduğum yer de daha da çok doğruldum neredeyse havalara uçacaktım. "Ama, aradığımızda ulaşacağız, bir değişiklik olduğunda ya da başın derde girdiğinde haber vereceksin. Ne de olsa bir kurtlar sofrasına atıldın bizim tarafımızdan ve yem olmaman için biz de üzerimize düşeni fazlasıyla yapacağız. Bireyselsin bundan sonra ama yine de elimiz senin üstünde olacak, Azra. Bundan emin olabilirsin. Dediklerimi onayladıysan çıkabilirsin, görüşme burada bitmiştir Komiser Azra."


Yaşarmaya başladığını hissettiğim göz pınarlarımı elimin tersiyle silerken gülümsedim ve teşekkür ederek ayağa kalktım. Lakin hızlı hareket ettiğim için dün incittiğim ayağım daha beter sızlamıştı.


Yüzümü buruşturup ayak bileğimi tuttum. "Ayağına ne oldu Azra, yoksa sakatlandın mı?" Panikle Rıza abinin olduğu tarafa başımı çevirdim, gerçeği söyleyemezdim. Ama o bana bu denli endişeli bakarken yalan da söylemekte aşağılıkça geliyordu. "Dün koşu yaparken koca bir kayaya ayağımı çarpıp yuvarlandım. Biraz incindi o yüzden. Ama eve gidince ilaç sürerim geçer herhalde." Hem yalandı hem değildi. Yuvarlandım ama koşu yaparken değil...


*****


Karakolun içinden çıkıp temiz hava almak için biraz yürüdüm. Zaten arabayla da gitmemiştim bugün işe. Dün motosikleti zor kullanırken bugün araba sürmem saçmalığın daniskası olurdu, başka bir şey değil. Yürümekten çok zorlanırsam da taksi çevirirdim zaten. Kaldırımda kendi halimde yürürken yanımdan bisikletli bir çocuk hızla geçti ve kendimi korumak için yönümü diğer tarafa çevirirken incinmiş ayağımı bir elektrik direğini çarptım ve sanki elektrik tarafından çarpılmış gibi acı tüm damarlarımda gezindi.


Düşmemek için tutunacak bir şey aradım çünkü hiç dermanım kalmamış gibi hissediyordum. Ben çaresizce bir ayağıma bir de etrafıma bakarken birisinin kolumdan nazikçe kavradığını hissettim sonra aynı kişinin desise kulağıma gelmeye başlamıştı. Acıdan beynim uyuştuğu için bana ne dediğini anlayamamıştım. Kafamı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. Karan buradaydı, benim yanımdaydı ve memnuniyetsizce bana bakıyordu. Sanırım ayağımı burkmam onun hiç hoşuna gitmemiş.


"Şımarık bir çocuk gibisin Defne, ayağını önceden incitmiş olmana rağmen neden hala inatla yürümeye çalışıyorsun?" Dediği şeyden tedirgin olamadan acımın dayanılmaz boyuta ulaştığını kapanan bilincimle hissettim. Sonrasında Karanın telaşla adımı seslendiğini duymuştum. Sonrası derin bir karanlık.


Loading...
0%