Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bir İddia Meselesi

@balleswan

Azra


Sürekli yüzüme gelip beni yemek boyunca rahatsız eden saç tutamım Karanın parmakları arasında kendine yer bulurken gözlerimi kırpıştırıp birkaç dakika bu anın yaşanıp yaşanmama ihtimalini sorguladım.


Ama ne yazık ki yaşanıyordu, hevesle yediğim salata bile o an aklımdan uçtu. Ki bu saatten sonra istesem de rahatlıkla yiyemezdim. Çünkü zihnim bu anın etkisinde uzun süre kalacak gibi görünüyor.


Bu, Karanın bana ne ilk ne son dokunuşuydu ama her defasında sanki ilkmiş gibi kilitlenip kalıyordum. Bir de izinsiz yaptığı ani temaslar çok canımı sıkmaya başlamıştı. Eminim bunu yapma sebebi beni uyuz etmekti. Ama kendisinin bir şey hissettiğini sanmıyorum.


Karan birinden etkilenip ona gözü kapalı bağlanacak biri değil. Kalbim de onun önü sıra bu kadar şiddetli atıyor ya. Kafayı yiyorum resmen! Elimle kalbimi kavrayıp yerinden sökmek geliyor içimden.


Neyse ki beynimi çalıştırabiliyorum bu durumlarda artık. Eskisi gibi yabancı değilim onun bu sıcak ve ani temaslarına. Suratına son bir kez bakıp kafamı geri çektim. Saçlarımı zaten hafif tuttuğu için temasından kurtulması kolay olmuştu. Onun yapmaya niyetlendiği şeyi kendim yaptım saçımı kulağımın arkasına alarak.


Kendimi bu şekilde geri çekmem onu girdiği transtan çıkarmış olmalı ki silkelenip kendini geri çekti ve bir süre önündeki boşluğa kilitledi gözlerini. Bana bakmıyordu artık. Onun bu hâlini görmezden geldim ve sinirle gözlerimi kapatıp kalın bir sesle konuşmaya başladım. "Pekâlâ bu kadar şamata yeter! Çamaşır kurutma makinesinin nerede olduğunu söyle bana."


Gözlerimi açıp önümde duran salata paketine bakıp son bir çatal ağzıma attım ve zaten bitmiş olan paketin ağzını kapattım. Çatal da paket gibi plastik olduğundan onu da paketin içinde geldiği poşetin içine koydum ve poşetin ağzını sıkıca bağladım.


Sanırım bir teşekkür etmeliyim, günler sonlar ilk defa bir incelik yapıp bana yemek sipariş ettiği için. "Bu arada salata için teşekkür ederim. Tadı gerçekten nefisti."


"Afiyet olsun." Ona bir süre bakıp sonra kafamı çevirdim ve elimi masaj yapmak için ağrıyan boynuma attım. Ama hala az önceki soruma bir cevap alamamıştım. Bunu sözcüklerime de yansıttım. "Bir soru sormuştum, ama cevap vermedin."


Cümlenin sonunda ondan tarafa dönüp kaşlarımı sorgular şekilde çattım. Bir süre anlamsızca yüzüme baktığında kastığı yüz kasları olayı anlamışçasına gevşedi ve olduğu yerde ileriye doğru doğruldu. "Kurutma makinesiyle ne yapacaksın?"


Anlamamış gibi baktım. Bu soruyu gerçekten sormuş olamazdı değil mi? Ellerimi kalçama atıp aynı aptal birine anlatır gibi ona anlatmaya başladım. "Hım iyi oldu bunu sorduğun. Bir düşüneyim. Acaba ne yapabilirim kurutma makinesi ile?"


Bir elim hala kalçama yaslı dururken diğer elimi çeneme getirdim ve tavana bakarak düşünüyormuş gibi yaptım. Sonra düşündüğüm şey aklıma gelmiş gibi yapıp gözlerimi parlatarak konuşmaya başladım. "Buldum! Kıyafetlerimi kurulayabilirim böylece kuruduğunda üzerime giyebileceğim bir kıyafetim olur. Nasıl fikir?"


Yüzünü buruşturdu ama gülüyordu. Sorduğu şeye karşı verdiğim abartılı tepki onun hoşuna gitmemiş olmalıydı. Tıpkı dakikalar önce sorduğu saçma sorunun benim de hoşuma gitmediği gibi.


Bunu anlamanın verdiği zevk ile konuşmaya başladım. "İşte böyle hissettiriyor, sayemde empati yaptın. Hadi yine iyisin!"


Dediğim şeye abartılı bir şekilde göz devirdikten sonra konuşmaya başladı. "Orasını anlamdım da neden yani, acelen ne?" Ardından sorgulayıcı bakışları yüzünden silindi. Olduğu yerde geriye doğru yaslandı. Bu sefer bakışlarında gizlemediği bir ukalalık vardı. "Ne güzel konuşacaktık, aramızdaki meseleyi halledebilirdik hem."


Kalçama yasladığım elim aşağı doğru savrulup kendini özgür bırakırken sinirle yumruklarımı sıktım. Bu adam dalga mı geçiyor benimle bir türlü anlayamıyorum. Sinirli bir şekilde konuşmaya başladım. "Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok! Beni evine zorla sen getirdin. İki incelik yaptın salata yedirdin diye bana yaptıklarını unuttum sanma!"


Bunları söylerken az önce yediğim masadaki salata kabını göstermiştim. Sonra onun yüzüne bakıp öfkemi dizginlemek için nefes alışverişi yaptım. Kendimi kaybetmemeliydim bu, sadece ona istediğini verecekti.


"Yanlış bir şey yaptığımı sanmıyorum, ben sadece doğruluğundan emin olduğum bir şüphemi dile getirdim. Gereksiz alınganlık yapan sensin."


İnanmazcasına ona bakarken şaşkınlık içinde soluklandım. Bir de pişkin pişkin kendini savunuyordu ya. Suratının ortasına vurasım geliyordu. Yüzümde o an nasıl bir ifade varsa suskun tavrı yüzünden silinmişti.


Küstah bir şekilde gülümsedi ve bir şey anlatmak istercesine olduğu yerde öne doğru eğildi. Saatler önce tokat attığım yanağını tuttu ve gözlerimin içine bakarak gülümsedi. Bu gülümsemeyi iyi biliyordum, kesin yine bir çıkarım yapacak ve beni yine köşeye sıkıştıracaktı. Her zaman yaptığı gibi.


Gülümsemesi hala yüzünde dururken konuşmaya başladı. "Şüphem de haklıydım ve sen bunu saatler önce çoktan doğrulamış oldun." Kaşları, onu doğrulamamı istercesine yukarı kaldırdığında tokadın üstünü kavradığı elini yanağından çekti. "Ve bu tokat o şüphemin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor."


Yüzüne birkaç dakika alık alık bakarken bir şey demek için ağzımı araladıysam da bundan vazgeçtim. Tükenmeye başladığımı hissediyordum. Kime ne anlatıyorum ki zaten?


"Ben gidiyorum ya, sen ve senin bitmek tükenmek bilmeyen şüphelerinle artık uğraşamayacağım!"


Oma arkamı dönüp odanın çıkışına doğru ilerledim. Sinirle attığım her adım yeri dövüyordu adeta. Odanın kapısına yaklaşırken bileğimden tutulup olduğum yerde zoraki durakladım. Gözlerimi kapatıp içimden sabır çekerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Derin bir iç çekip kısık olduğunu düşündüğüm tonda konuşmaya başladım. "Ben suçlu muyum Karan?"


"Anlamadım." Önümdeki hole bakarken sinirle gülümsedim ve yönümü Karana doğru döndüm. Boşta kalan elimle evi işaret ettim. "Burası, sorgulanacağım bir zindan mı? Peki ya sen, sen kimsin Karan?" Bakışlarında anlık şaşkınlığı gördüğüm da oda bunu fark etmiş olacak ki duvarları ördü bakışlarına. Onun beni anlamasını beklemiyordum zaten. Gözlerimi ondan çekip az önce beraber oturduğumuz koltuğa bakarak konuşmaya başladım. "En çok da neye sinir oluyorum biliyor musun?"


"Bilmiyorum, neye sinir oluyorsun?" Anladığımı belli eder şekilde önümdeki boşluğa bakarak kafamı salladım. Ve ardından soğuk bakışlarımı ona kilitledim. "Kendin Pandora kutusu gibiyken bana gelince doğruluk timsali kesilmen. En çok buna sinir oluyorum ben."


Onun gözlerini içine bakarken bileğimi sertçe çekip onun temasından kurtardım. Tekrar tutmaması için iki elimi arkamda birleştirdim. "Eminim senin de bilmediğim türlü sırların var. Belki dünyadan bile sakladığın gizli bir yönün vardır. Kimin yok ki?"


Açtığım konunun canını sıkmaya başladığını hissettim. Duvar örerek saklamaya çalıştığı bakışlarında saniyelik bir açıklık oluştu ve ben o bakışlarda afallamayı gördüm. Yine de sessiz kalmadı ve soğuk bir şekilde gülümsedi. "Bu ne şimdi? Aklınca beni karalayıp işin içinden mi sıyrılacaksın?"


Gülümseyerek kafamı olumsuz anlamda sallarken, işaret parmağını hafifçe kaldırıp bana doğrulttu. "Sakladığın bir şey var bunu biliyorum. Benden daha fazla gizleyemezsin bunu."


Gülümsemem yüzümde soldu ve gözlerimi aralayarak umursamazcasına ona baktım. "Evet, sakladığım bir şey var. Ama şimdi söyleyemem. Zamanı gelince kendin zaten öğrenirsin."


Kendinden emin tavrı yüzünden silinirken ilk birkaç dakika şaşkınlık içinde bana baktı. Konuşmayacağını bildiğim için onun yerini ben devraldım. "Bak söyledim işte, Gördün mü? Hep bunu duymak istiyordun. Al duydun işte!"


Cümlemin sonunda ona doğru ilerleyip iki elimin ucuyla onu geriye doğru ittirdim. Suspus duruyor öylece bana bakıyordu. "Hani bir açığımı arıyorsun ya durmadan, al işte söyledim! Ama gerisini benden duymayacaksın. Bunu sana zaman gösterecek."


Birkaç dakika öylece beni izledi ve sonra dudağının kenarları yukarıya kıvrıldı ve gülümsedi. "Kabul ediyorsun yani. Buna sevindim. Pes mi ediyorsun peki şimdi?"


Gülümsedim ben de onun gibi. "Hayır sadece yoruldum ben. Bu seni de yormadı mı artık?"


Onun derin bakışları altında soruma bir yenisini daha ekledim. "Diken üstünde yaşayıp, her şeye sorgulayıcı yaklaşmak?"


Bunu deyip biraz daha yaklaştım ve gözlerinin içine, sanki orada haklı olduğumu düşündüğüne dair bir parça bulabilecekmişim gibi baktım. "Tüketmiyor mu seni de ikimize yaşattığın bu şeyler?"


Sıkıntı içinde soluklandı ve gözlerini kapatıp kafasını olumlu anlamda salladı. "Tüketiyor."


Uzun zaman sonra ilk defa içten gülümsüyorum şimdi ona. Ya mutluluktan ya da oda çok boğucu olduğundan mıdır bilmem. Aşırı sıcak basmıştı, oflayarak Karanın aşırı ağır olan badisinin yakalarını kavrayıp birkaç kez çekiştirdim. Gülümsemem ise hala suratımdaki yerini koruyordu.


Perçemlerim de sıcaktan yüzüme yapışmıştı, sanırım Karanın polarlı badisinin etkisinden böyle hararetleniyorum. İki perçemi kavrayıp elimin içi ile kafamın gerisine doğru iteleyip derin bir nefes verdim.


Karana bakmak için kafamı doğrulttuğumda sebebini bilmediğim yoğun anlamlı bakışlarla bana bakıyordu. Gülümsememi silemezken kaşlarımı sorgular bir şekilde havaya kaldırıp saf bir tavırla "Ne oldu?" Dedim.


Bakışları derinliğini korurken gözlerimin içine bakıp konuşmaya başladı. Sanki bende olan bir şey onu etkilemişti. "Gülümsüyorsun." İlk birkaç dakika bakıp gözlerimi kırpıştırdım. Sanki saçma bir şey söylemiş gibi gülümseyerek konuşmaya başladım. "Ağlamam mı gerekiyordu?" Sonra aynı alaylı tavırla devamını getirdim. "Anlamadım yani, ne demek istediğini."


Yüzüme birkaç dakika bakıp omuz silkti ve kısa ama baskın bir tonda konuştu. "Bu bana karşı ilk gülümseyişindi. Şaşırdım o yüzden."


İnanmıyormuş gibi ona baktım. "Saçmalama ya, ben sana karşı hep gülümsüyorum ki." İç çekti ve oflayarak gözlerini birkaç dakika kapalı tuttu ve geri açıp eliyle aşırı olmayacak şekilde beni gösterdi. "Biliyorum ama, en samimi halin az önceki halindi. Her zaman böyle içten gülümsemiyorsun sen." Sonra sıkıntı içinde gözlerini benden çekerken elini ensesine attı. "En azından bana karşı öyle gülümsemiyordun. Şimdi gülümsedin ve o an çok büyüleyici geldin gözüme."


Yapma bir şekilde öksürdü. "Ya da bunun gibi bir şey."


Anladığımı belirtircesine bile kafa sallayamadım. Çünkü beynim Karandan aldığım bu ani itiraf sonrası düşünme yetisini kaybetti. Eğer her şey sadece bir görevden ibaret olmasaydı ve Karan âşık olduğum biri olsaydı bu yaptığı iltifat beni havalara uçurabilirdi.


Ama bunlar olmadı, şu an sadece kendimi dinlemeye çalışmakla uğraşıyordum ve ne yalan söyleyebilirim ki bu beklenmedik itiraf beni biraz gülümsetti. Lakin bir görev içinde olduğumu kendime hatırlattım.


Karan hala, düşünceli bir tavırla, kafa olarak benden ayrı diyarlarda geziniyordu şu an. İzlendiğini fark edince kafasını kaldırıp bana baktı. Çok ani olduğu için panikledim ve yanağımı ateş basmaya başladı. Hızlı bir şekilde konuştum. "Neyse ya, en iyisi ben salata kabını kaldırayım. Etrafta göç gibi durmasın."


Telaşlı bir şekilde onun yanından geçerken hızlı hareket ettiğim için halı olduğu pürüzsüz zeminde kaydı ve ayağımda haliyle dengesini sağlayamazken tam Karanın yanında iken düşeyazdım. Ama mümkünatı yok dengemi sağlayamazdım çünkü o panik hali ile paçama da basmıştım. Mecbur istikamet zemindi. Gözlerimi kapatıp kendimi buna hazırlarken belim ve kolumun altı biri tarafından tutuldu ve ben düşmekten kurtuldum.


Kulağımda Karan'ın melodik tınlaması yayılırken gözlerimi hafifçe araladım. Karan ona baktığımı fark edince sempatik bir tavırla tebessüm etti. "Bu ikinci oldu, acaba üçüncü nasıl gerçekleşir? Göreceğiz." Muzip bir şekilde sırıttı ve duruşumu düzeltirken belimin doğrulamasını sağlayıp dikkatli bir şekilde bıraktı. "Dikkatli ol, bir daha ki sefer bu kadar şanslı olmaz, bir yerlerini sakatlarsın."


Bir şey diyemeyip alık alık suratına baktım ve kafa sallamakla yetinip masaya doğru ilerledim. Uyuz kesin bu halimden zevk alıyordu. Ben de sakarlığıma doymayım eğlenmesi için sebep veriyordum ona.


Poşeti masadan alıp oradan çıkarken, onun görmediği yere geçince olduğum yerde sinirle zıpladım ve söylenerek mutfağa doğru ilerledim.


Hesap etmediğim tek bir şey vardı, bu ev çok büyüktü ve ben şimdiye kadar en az üç kapıyı mutfağa açıldığını düşünerek açmıştım. Üstelik elimdeki salata kabının poşetini de elimden bırakmamıştım. Poşetin kenarları elimi keserken hoşnutsuzlukla sızlandım ve karanlık holde etrafı seçmeye çalıştım. Yukarı katlarda vardı üstelik, bunu evin içinde gezelerken fark etmiştim. Üstelik o zaman etraf bu kadar karanlık değildi. Ama mutfak herhalde orada değildir. Değildir dimi?


Bir kapı kalmıştı sadece açmadığım, umut içinde oraya doğru ilerledim. Umarım o kapı mutfağa açılıyordur yoksa poşeti fırlatıp çökerek olduğum yerde ağlayacağım. Kapıyı açmak için kulpu kavradım ve birden kendimi içeride buldum. Kapı sadece aralıktı ama karanlıktan göremiyordum.


Gülmeye benzer bir ses duyduğumda ensemden aşağı soğuk suların dökülmeye başladığını hissettim ve duvarda anahtarın olabileceği yeri el yordamıyla bulmaya çalıştım. Işığı açtığımda ise, karşımda duran mutfak tezgahına dayanmış ve bana gülerek bakan Karan ise beklediğim son şey bile değildi.


Dişimi damağıma değdirip ona şok içinde bakarken elimdeki poşeti az ilerimdeki tezgahın üzerine bıraktım. "Sen ne ara buraya geldin? En son salondaydın." Bu halime gülümseyip konuştu. "Işınlandım." Bunu demesi ile göz kırpması bir olmuştu.


Kafamı sinirle salladım ve sinirli bir ifadeyle konuşmaya başladım. "Seni biliyorum, yaparsın sen!" Beni onaylarcasına kafa salladı. Dediklerimi övgü olarak algılıyor ona hakaret ettiğim gerçeğini göz ardı ediyordu.


Olduğum yerde dururken ayaklarımın yorgunluktan isyan bayrağını çektiğini hissedip Karanın yaslandığı tezgahın karşısında duran, üzerinde daha çok sürahi, su bardağı ve dekoratif meyve tabağının bulunduğu masanın karşısına konulmuş dizili bar sandalyelerinden birine kendimi atıverdim.


Nitekim ayaklarım gibi üst bedenimde ağrı ile sızlanırken iki elimi de ileriye atıp yüzüm tezgâha kapanacak halde kafamı mutfak tezgahına gömdüm. Hem mental hem fiziken yorulmuştum. Gözlerim kapalı durup derin bir iç çekerken yorgunluğumun dinmesini bekledim.


Saatlerce koşu yapmamın, bana sataşan adama haddini bildirmek için sarf ettiğim eforun ve Karana laf anlatmaya çalışırken kendimi zorlamamın acısı şimdi çıkıyordu bedenimden. Bu halde bir de çöp atmak için mutfağı aramış durmuştum yarım saat.


Dışarıdan nasıl görünüyordum bilmiyorum ama Karanın şaşkın kahkaha tınısından durumumun içler acısı olduğunu anlamam pek de uzun sürmedi. Karan kahkahalarının arasından bana seslendi. "Seni bu kadar yoran ne? Üzerinden sanki tır geçmiş gibi davranıyorsun."


Göremeyeceğini bilsem de gülerek göz devirip tek elimi görebilmesi için havaya kaldırdım, yüzümü tezgâha yasladığım için boğuk çıkan sesimle konuştum. "Tırı bilmem ama senin geçtiğin kesin." Yüz ifadesini görmek için kafamı usulca kaldırdım ve elimin işaret parmağı ile onu işaret ettim. "Sen ve senin evin beni çok yoruyor!"


İnanmazcasına, abartısız bir şekilde eliyle kendini işaret etti. "Ben mi, konunun benle ne alakası var?" Kendine suç bulmaması beni kızdırırken olduğum yerde hararetle doğruldum. "Seninle ne ilgisi mi var? Pardon da sen beni alıkoyup zorla evine getirmeseydin, ben şimdi kendi evimde kestiriyor olacaktım. Ama şimdi neredeyim?"


Sorgular bir şekilde kaşlarımı çatıp ona baktım. Hâlâ gülümsüyordu. Sonra o da benim bakışlarımı taklit etti. Ona birkaç dakika tip tip bakıp konuşmaya başladım. "Buradayım hem de senin emri vaki tavırların yüzünden ve cezasını da bedenim çekiyor. Yine senin yüzünden dinlenemiyorum ben."


Bacaklarım ve ayaklarımın aynı anda sızlaması yüzünden acı içinde mızırdandım. "Bacağımda ağrıyor, bu ağrıyla gece nasıl uyuyacağım ben? Hiç düşünen yok tabi!"


Onun mahcup bakışları altında, yürüyüp yürüyemeyeceğimi anlamak için ayağımla yere basmayı denedim. Ama sadece denedim çünkü ayağım karıncalandığı için saniyesinde geri çektim yerden. Sanki biri ardı ardına diken batırıp çekiyordu ayağımdan. Onun mutfaktaki varlığını unuttum elimle ayaklarıma yelpaze yapmaya çalıştım. Evet ayaklarım çıplaktı ve her vuran soğuk havada ferahlıyormuş gibi hissediyordum.


O sırada hareket eden bir takım adım sesleri duydum. Kesin Karan bu saçma manzarayı daha fazla izlememek için beni mutfakta yalnız bırakmaya karar vermişti. Maazallah, saçma bulur da psikolojisi bozulur falan. Hiç uğraşamam. Lâkin bir anda belim ve bacağımın altında hissettiğim eller, bu düşüncemde yanıldığımı gösteriyordu. Bunu beklemediğim için hızlı bir şekilde onun omzuna iki elimle tutundum. "Ne yapıyorsun?"


Yüzüme bakmadan mutfağın dışına doğru yürümeye başladı. O sırada soruma cevap veriyordu. "Sebep olduğum şeyi düzeltmeye çalışıyorum. Hem ne derler bilirsin; Akılsız başın cezasını ayaklar çeker."


Gülmemek için kendimi tutarken dediği şeyin saçmalığı dikkatimi çekti. "İyi de ben değil sen yürüyorsun, kollarında taşıyorsun beni. O sözün benim için geçerli olması gerekmiyor muydu?" Sonra düşünüyormuş gibi gözlerimi kıstım. "Sonuçta acı çeken benim." Dediğim şey sanki çok komikmiş gibi gülümsedi. "İlahi Defne, komik kadınsın cidden. Öyle dedim çünkü, düşüncesizlik edip seni bu duruma düşüren benim. Şimdi de hatamı telafi ediyorum. Sen daha fazla yorulup acı çekme diye yapıyorum bunu."


Anladığımı belli etmek için kafamı salladım ve gülümsedim hoşnutlukla. Beni düşünmesi çok hoşuma gitmişti. Ellerim hala omzunu tutarken. Hoşnutluğumu gizlemedim ve sesime de yansıttım. "Demek centilmen Karan da böyle oluyor ha! Sevdim bunu." Bu söylemim onun da hoşuna gitmişti sanırım çünkü o da benim gibi gülümsedi. Nitekim cevap vermedi, belki de kucağındaki varlığımı unutmaya çalışıyordur kendince.


Az önceki misafir yatak odasına gittiğimizi görünce istemsizce kafamı demin içerisinden çıktığımız salona çevirdim. Sonra kafamı ona doğru çevirdim o sıra da çoktan yatak odasının kapısına yaklaşmıştık. "Şey, salon arkada kaldı. Konuşmak istemiyor muydun?"


Beni onaylamak için kafa salladı yatağın yanına geldiğimizde dizini üzerine oturmam için öne doğru getirdi ve dizinin üzerine oturmamı sağladı. Bu şekilde sağ kolu boşta kalmış oldu. Boşta kalan eliyle de yatağın üzerindeki yorganı aşağı doğru kıvırıp içine yerleşebileceğim bir alan oluşturdu.


Yastığı da hafif doğrulturken sağ kolu yine bacağımın altını kavradı ve beni hafifçe yatağa yatırdı. Sırtım yastığa yaslanacak şekilde yapmıştı bunu. Dilim tutulurken şaşkınlık içinde ona baktım. O ise beni olabildiğince görmezden gelip yorganı üzerime örttü.


Sanırım dikkatinin dağılmasını istemiyordu. Nihayet bana bakıp eliyle bir dakika işareti yaptı. "İlaç alıp geleceğim, uyuma ve beni bekle." Gözlerimi kırpıştırıp kafa mı olumlu anlamda salladım. Ne diyebilirdim ki? Bütün sözcüklerimi ağzıma tıkmıştı zaten.


Onayımı alıp olumlu anlamda kafa salladı ve odadan çıktı. Beni karmaşık düşüncelerimle derin bir boşluğun ortasına bırakmıştı. Bu an gerçekten yaşanıyor muydu acaba? Bir süre beni yapayalnız bıraktığı odada etrafı inceledim.


Fıstık yeşiline boyanmış temiz, parlak bir duvar, krem rengi ortasında iki büyük aynanın olduğu ama kenarları kulplarla kaplı bir gar dolap. İleri de bir aynalı bar ve önünde hiçbir şeyin olmadığı boş krem masa onun önünde mor renk bir puf oturak.


Sırtımı yasladığım yatak başı siyah deri kaplama üzeri taşlarla süslenmişti. Sıradan baza başlığıydı. Çarşaflar kapalı mor rengindeydi, yastıktan yorganına kadar hem de.


Büyülenmiş bir şekilde etrafı süzerken burayı bir mafya adamımın döşemiş olduğuna inancım kat be kat artmıştı. Çünkü her mafya adamı hödük olup tek siyah renge tapacak değil sonuçta. Arada böyle zevklileri de var işte. "Evimi hayranlıkla süzmen bittiyse, ilaçlarını içip uyuyabilir misin artık?"


Girdiğim hayal aleminden silkelenerek çıkarken ona ters ters baktım. O da kızdığımı fark etmiş olmalı ki mahcup bir şekilde boşta kalan elini ensesine attı. Diğer eli gümüş bir tepsi tutuyordu çünkü. "Dediğin gibi, senin için baya uzun bir gün oldu ve ben günü bilmeden daha da zorlaştırdım. Hatamı telafi etmek istiyorum."


Bana uzattığı tepsiyi alıp kucağıma koyarken tabaktaki hapı elime aldım. "Bunu söyleyiş şeklin hiç hoş değil ama. Sanki ben seni bir şeylere zorlamışım gibi davranıyorsun. Bu beni tuhaf hissettiriyor."


Cevap vermeyeceğini düşünerek elimdeki hapı ağzıma attım ve arkasından su ile boğazımdan aşağı iteledim. Lâkin bardağı bitirmeden bırakamamıştım su çok iyi gelmişti çünkü. "Özür dilerim, hatamı nasıl telafi edebilirim? Ne yapmanı istersin mesela?" Su genzime kaçmıştı bardağı tepsiye bırakıp boğazımı tutarak öksürmeye başladım. Karan panik içerisinde kucağından tepsiyi alıp yatağın yanındaki komodine bıraktı ardından bana yaklaştı ve sırtıma ardı ardına hafifçe vurdu. "Helal, helal! Niye bu kadar panik yaptın? İyi misin?"


Kafamı kaldırıp ters ters ona bakarken öksürmeye devam ettim. Bir de soruyor muydu gerçekten? Tepsinin üzerinde duran sürahiden bir su daha bardağa koyup içmem için bana uzattı ama ben öksürmekten bardağı elime alamamıştım. Bunun yerine ya bağrıma ya da sırtıma vuruyor krizi sonlandırmaya çalışıyordum.


Derken ağzıma uzatılan su bardağı ile ilk birkaç dakika ne olduğunu kestiremesem de bir süre sonra o suyu içmeye devam ettim. İtiraf etmek gerekirse çok iyi gelmişti. Bardağı ağzımdan uzaklaştırdı bu sayede nefes alabilmek için zaman bulmuş oldum.


Bardağı masaya bırakıp görüş alanıma girdi ve konuşmaya başladı. "Benim yüzümden başına gelmeyen kalmadı bugün. Bir günde geçirebileceğin tüm kazaları geçirdin neredeyse. Boş yolda yürüsen bu kadar olay yaşamazdın eminim."


Gözlerimden acı yaşlar gelirken gülümsedim. "Karan etkisi diyelim. Ama yarın gerçekleşecek şeyler için kendini hazırla bu arada." Konuşmanın başında gülümserken sonlara doğru kaşlarını çattı ve anlamazcasına baktı. "Neden, yarın ne olacak ki?"


Munzur bir şekilde sırıtıp göz kırptım. "Defnenin etkisiyle tanışacaksın ama kazara olmayacak. Yapacağım şeylerin altına bizzat imzamı atıyorum şimdiden. Demedi deme."


Çattığı kaşları genişlerken o 'da benim gibi ima ile gülümsedi. "Bir gün içinde benim yüzünden o kadar şey yaşamana rağmen hala yanımda olmaya razısın yani. Bak bunu sevdim."


Olduğum yerde doğrulup meydan okuyan gözlerle ona baktım. "Evet o kadar şey yaşadım ve bir o kadarını da sana yaşatmaya hazırım. Bir itirazın mı var yoksa?"


Munzur sırıtışı yüzünden silinmezken konuşmaya başladı. "Desene, hayatımın en eğlenceli günü olacak."


Gözlerimi kıstım ve bilmiş bir tavırla konuşmaya başladım. Kollarım önümde çiçek pozisyonunu almıştı. "Bilemiyorum valla, en eğlenceli mi yoksa en ızdıraplı günü mü olur? Bunu yarın göreceğiz artık."


Kafasını olumlu anlamda salladı ve sempatik bir şekilde göz kırptı. "Göreceğiz."


Loading...
0%