Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Bir Kamp Kaçamağı

@balleswan

Lavin


Koyu kırmızı rengindeki ortanca el çantasına gereken son eşyayı da koyduktan sonra fermuarı kapatıp ellerimi derin bir nefes alarak saçlarımın arasına daldırdım. Şu an yatağın üzerinde önümde hazırlığı bitmiş çantayla oturuyordum. Nefes nefese kalmışken kendimi yatağın üzerine geri attım. Sabah uyandığım andan itibaren bu program için hazırlık yapıyordum ve şimdi sadece kapıdan çıkmam Çınarla apartmanda buluşmam gerekiyordu.


Bu programı da Çınar hazırlamıştı zaten. Çünkü ikimizin de işleri son birkaç haftadır oldukça yoğun olduğundan telefon konuşmaları dışında pek birbirimize vakit ayıramamıştık. Biz sevgiliydik artık ve bu da sevgili olarak yapacağımız ilk kamp olacaktı. İçim kıpır kıpırken hem bir an önce Çınarla buluşmak istiyor hasreti sonlandırmak istiyordum hem de hazırlanma işini oldukça uzatmak Çınardan kaçmak istiyordum. Çünkü anlamını bilmediğim bir utanç hissi boy göstermişti. Utancım Çınar'a değildi. Onunla karşı karşıya gelirsem özlemden ve tutkudan dudaklarına yapışmayı isteyebilirdim. Bazen bazı durumlarda bu arzularıma engel olamıyordum. Ben kendi hislerimden utanıyordum.


Sıkıntıyla soluklanırken telefonumun sesi düşüncelerimi böldü. Olduğum yerde doğrulmadan telefonu elime alıp ekranda parlayan isme baktım. İyi insan lafının üzerine arar. Olduğum yerde heyecanla doğruldum.


"Efendim Çınar, ne oldu?" Evet verilebilecek en saçma tepkiyi vermiş oldum. Kesin beni aramasından rahatsız olduğumu düşünecek.


"Hazır mısın diye aradım. Benim işlerim bitti sen de kapıya çık holde buluşalım."


"Tamamdır, ben de hazırdım zaten. Görüşürüz."


"Görüşürüz."


Yataktan kalkıp üstüme başıma özen gösterdim ve telefonu cebime koyup yatağın üzerine bıraktığım el çantasını kulpundan kavradım. Çantayla odadan çıktıktan sonra kapıyı arkamdan kapattım ve mutfağın tezgahına bıraktığım piknik sepetine doğru ilerledim. Dün akşam kamp işini kararlaştırdığımızda marketten bir sürü şey sipariş etmiş ve gelen malzemelerle de piknik için aperatif yiyecekler hazırlamıştım. Sepeti de diğer elimle alıp kapıya doğru ilerledim.


Kapıyı açıp spor ayakkabılarımı giyerken Çınarın apartmanının bulunduğu kapıda açılmış oldu. Şimdiden kalbimin gürültülü atışının kulaklarıma dolduğunu hissedebiliyorum. Ayakkabıların arka kısmını tutup topuklarımı içine geçirirken göz ucuyla Çınarı izledim. Bugün yine çok yakışıklıydı. Pardon gerçi o her zaman öyle.


İzlendiğini fark edip kafasını benden tarafa çevirdiğinde ona öylece bakarken beni yakaladı ve birkaç saniye gözlerimin içine derin duygularla bakıp ardından o sıcak gülümsemesini bana sundu. "Günaydın sevgilim."


Gülümserken kısılan gözlerine bakarken yutkunup belli belirsiz bir sesle bende ona cevap verdim.


"Gü-günaydın." Neden bu kadar utangacım? Sözde onu gördüğümde üzerine atlamaktan bahseden ben şimdi iki kelimeyi bir araya getiremiyorum o bana bakarken. O hala bana beklentiyle bakarken zoraki gülümsemeye çalıştım ve kafamı yana çevirip göz kontağımızı bozdum. Onunla yakınlaşabilmek için zamana ihtiyacım vardı. Ayakkabılarımı giydikten sonra olduğum yerde doğrulup ayağa kalktım ve sırtımda hissettiğim bakışlarının altında evin içindeki sepet ve el çantasını kavrayıp ayağımın yanına bırakıp kapıyı kilitledim.


O sırada bana yaklaşan adım sesleri ve hemen yanımda kapıya yaslanan ellerle sert bir şekilde yutkundum. Şu an arkamdaydı ve ondan tarafa dönersem burun buruna gelecektik kesin. Kalbimin atışı daha da hızlanırken hala arkamda olan Çınara seslenmek için sesimin varlığına dair bir kırıntı aradım. Ve önümdeki kapıya bakan gözlerimi sabır dilercesine yumdum.


"Çınar."


"Efendim güzelim." Güzelim mi? Daha ilk dakikadan kalpten gideyim istiyor herhalde.


"Yüzüme bakar mısın Lavin, bir şey demem lazım programda bir sorun çıktı." Ne?


Dehşet içerisinde ondan tarafa döndüğümde hemen dibimde olduğu için burunlarımız birbirine çarptı. Heyecan içerisinde ona bakarken o ise amacına ulaştığını belli eder şekilde gülümsedi.


"Sonunda buraya baktın red sonja." Anlamadığımı belirtircesine çattığım kaşlarımla ona baktım.


"Red sonja?" Tavırım karşısında yüzüme uzun uzun bakıp güldü. Gülmesi içimi eritirken bunu ona belli etmemeye çalıştım. Meraklı tavrımı koruyarak ona bakmaya devam ettim. Dediği şeyi açıklaması gerekiyordu. Gülüşlerinin arasında ondan cevap beklediğimi fark etmiş olmalı ki kendine hâkim olup gülüşünü bastırdı. Bu sefer sadece gülümsüyordu.


"Kızıl olduğunu belirten bir lakap. Öyle çok takılma, esprisine söyledim." Ardından ellerini saçlarımın arasına daldırıp orayı dağıttı. Ona ters ters bakıp elimi kafamın üzerinde gezinen eline doğru uzattım ama o benden önce davranıp ona uzanan bileğimi kavradı ve avuç içime dudağına doğru götürürken gözlerimin içine bakarak orayı öptü.


Dudaklarımı birbirine bastırırken utanarak bana bakan gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Hala avuç içim onun ellerindeyken diğer elini de yavaşça çeneme getirip kafamı çevirip kendisine bakmamı sağladı. Gözlerime merakla bakarken sordu. "Bir sorun mu var? İstersen programı iptal edebiliriz." Anlayışla karşılamaya çalışıyordu ama gözlerime hayır dememi istercesine bakıyordu. Çünkü diğer türlü beni baskılamış olmaktan korkuyordu. Bu gözlere bakarken nasıl hayır diyebilirdim ki?


Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım ve gözlerinin içine bakmaya zorladım kendimi.


"Hayır, bir sorun yok. Ben seninle kampa gitmek istiyorum." Hala gözlerinin içine bakarken ekledim. "Gerçekten." Yüzüme inanmak istercesine birkaç dakika baktı sonrasında ise geriye çekilirken gülümsedi ve ellerinin bedenimle olan temasını kesti. Onlar orada iyiydi öyle ya.


Yanımdan geçip yerdeki çanta ve sepeti almaya yöneldiğinde sırtında ki çantayı gördüm ve ona seslendim. Hepsini kendisinin taşımamasını söyleyecektim.


"Çınar, dur." Çantaya doğrulmayı bırakıp benden tarafa döndü. Konuşmak yerine işi icrate dökmeliydim. Ona doğru yaklaştım, gözleri hala gözlerime bakarken ayaklarımın ucunda yükseldim ve dudaklarını dudaklarımla örttüm. Aynen çok güzel yardım ediyordum. Ne dahiyane fikir ama.


Kadife yumuşaklığındaki dudaklarından dudaklarımı ayırdığımda merakla gözlerine baktım. Apartmanda olmasak bu anı bu kadar kısa kesmezdim ama bunun yeri değildi. "Hepsini taşıma, sırtında da çanta taşıyorsun zaten zorlanırsın. Ben kendi eşyalarımı taşıyabilirim."


Yoğun duyguları barındıran yeşil gözlerinden gözlerimi çekip almak için uzandığı çantalara kendim uzandım aynı zamanda konuşuyordum. "Hem çok oyalandık, günün yarısını burada geçirmek istemeyiz herhalde." Uzun zaman cevap gelmediğinde kaşlarımı çatıp elimde taşıdığım çantalarla olduğum yerde doğruldum. "Çınar sen beni dinliyor-" Konuşmamı dudağıma kapanan dudakları kestiğinde ilk birkaç saniye fal taşı gibi açtığım gözlerle ona bakıp ardından gözlerimi yumdum. Dudakları dudaklarımı araladığında hala kapının önünde dikiliyorduk. Dudaklarımı keşfe çıkan dudakları beni olduğumuz mekândan soyutladığında iç çektim. Sapından tuttuğum çantaları yere fırlatıp elimi saçlarına atmamak için kendimi zor tutuyordum.


İç çekerek öptüğü dudaklarımdan dudaklarını ayırdığında ikimizde nefes nefese kalmıştık. Bir süre nefes almaya çalıştık. Elleri ardından öpülmekten kızardığını düşündüğüm dudağıma giderken gülümsedi. "Bence de artık gitmeliyiz, yoksa bu binadan asla çıkamayacağız." İması yüzümün kızarmasını sebep olduğunda elimde olmadan öksürmeye başladım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Olduğu yerde öne doğru eğilip elimdeki el çantasını aldığında sadece sepetle karşısında kalmıştım.


"Hadi gidelim. Daha önümüzde uzun bir yol var." Derin bir iç çekip elimle az önce öptüğü dudağımı yoklayarak onun arkasından ilerledim. Gerçekten harika bir gün oluyordu. Hala öptüğü dudaklarımı kavrarken az önceki anımız aklıma geldiğinde gülümsedim. Başlangıcı güzel yapmıştık ne de olsa.


*****


Çadırın önüne serdiğimiz yer örtüsünün üzerinde uzanırken omuzlarımız birbirine değiyordu. Sessiz sessiz yemeğimizi yerken bakışlarımız arada birbirine çarpıyor gülümseyerek önümüze dönüp yemeye kaldığımız yerden devam ediyorduk. Şimdi ise sadece içinde bulunduğumuz ormana ve etrafımızda dizilen çiçeklere bakıyordum. Tam anlamıyla cennetin ortasına düşmüştük.


Sepetten çilek ve çikolata sosunun bulunduğu saklama kabını dışarıya çıkardım ve kapaklarını açıp çileklerden bir tanesini sosa bandırdım. Yemek için doğrulduğumda göz ucuyla mutluluk sebebime baktım. İnternetin çekmediği ortamda elinde tuttuğu telefonla bir şeylere bakıyordu. Kaşlarını çatmıştı, ilgilendiği şey önemli bir şey olsa gerekti. Kızıp kızmayacağından emin olmasam omzundan hafifçe dürttüm ve dikkatini üzerime çekmeyi başardım.


Bana baktığında gülümseyip elimdeki çikolata sosuna bandırılmış çileği yemesi için ona uzattım. Bana bakarken gülümsedi ve uzattığım çilekten bir ısırık aldı. Gülümsedim ve yine yemesi için ona uzattım. Tereddüt etmeyip yine kabul etti. Ben de çilek almak için uzandığımda Çınar benden önce davranıp uzandığım çileği kendi aldı ve sosa bandırıp yemem için uzattı. Bu hamleyi beklemediğim için ilk gözlerimi kırpıştırıp ardından gülerek uzattığı çilekten ısırık aldım.


"Eee beğendin mi, nasıl buldun burayı?"


"Evet beğendim, gerçekten güzel bir yermiş. Çiçekler, kuşlar falan her şey çok güzel."


"Eee tabi güzel ama beraber zaman geçirdiğim kişi kadar değil. Yalnız gelsem bu kadar zevk alacağımı sanmıyorum." Yemek için ağzıma götürdüğüm soslu çileği tutan elim havada kalırken gözlerimi şaşkınlıkla aralayıp kafamı yavaşça Çınardan tarafa doğru çevirdim. Şu an aynı şeyleri düşündüğümüzü bilmek güzeldi. Bana bakıp gülerken dikkatini bir şey çekmiş olmalı ki bana doğru yaklaştı. Öpeceğini sanıp heyecanla gözlerimi yumduğumda elimin arasındaki şeyin yokluğunu fark ettim.


Ama bu düpedüz haksızlıktı, ben beni öpeceğini sanmıştım. Dudaklarımı birbirine bastırırken tip tip Çınara baktım. Gülüyordu gıcık şey.


Hayırdır bakışlarını atarken beni inceledi ve alaylı bir ifadeyle sırıttı. "Hayırdır az önce neden gözlerini kapattın? Yoksa?" Deyip devamını getirmedi ki getirmesine de gerek yoktu anlamıştım. Anlamamak için salak olmak gerekirdi. Gözlerimi devirip onu yalanlamaya çalıştım. "Yoksa ne, sadece gözüme güneş gelmişti. Rahatsız olduğum için kapattım."


'Kesin öyledir' bakışı atıp inanmayan bir tavırla bana baktı. "Arabamda güneş gözlüğü var, istersen vereyim. Güzel gözlerinin rahatsızlanmasını istemem."


Sıkıntıyla soluklanırken gözlerimi kaçırıp onu yok saymaya çalıştım. Bir şeylerle oyalanmam gerekiyordu. Tastaki çileklere uzanıp içlerinden bir tane aldım ve sosa bandırıp ağzıma attım. Bu eylemi birkaç kez daha tekrarladım. Taa ki Çınar bana seslenene kadar. Ardından önce kâseye baktım. Kâsede üç çilek anca kalmıştı. Sen dikkatini dağıtmak için art arta bu kadar çilek yersen adam da uyarır tabii. Çilek kasesine attığım utangaç bakışları Çınardan tarafa çevirdiğimde, nihayet ona baktığım için gülümseyip eliyle kendi dudağının kenarını işaret etti.


"Dudağının kenarına sos bulaşmış." Ona şok içerisinde bakarken elimi refleks olarak dudağıma götürdüm. Dudağımın kenarını rastgele silerken sormak için ondan tarafa döndüğümde hemen dibimdeydi. "Hani gitmiş mi?" Yüzüme gülerek bakarken kafasını olumsuz anlamda iki yana sallayıp ellerini silmek için havaya kaldırdı. Öpmesinden daha iyidir diye düşündüğümde elinin çenemi kavramasıyla erken konuştuğumu anladım. Dudağımın kenarında hissettiğim dudağı gözlerimi kapamama sebep oldu. Gülerek geri çekildiğinde dudağını diliyle yalayıp gülümseyerek bana baktı ve muzip bir parıltı vardı göz bebeklerinde. "En azından gözlerini gerekli bir şey için yumdun. Dokunuşlarımın seni bu kadar tahrik ettiğini bilmiyordum."


Ona kötü kötü bakarken ellerimi az kalsın değdirmek üzere olduğum dudaklarımdan çekip ondan tarafa baktım. Çilek yeme hevesimde kaçmıştı zaten. "Niyeymiş o sanki sen hiç tahrik olmuyor musun benim dokunuşlarımdan? Tek iradesiz benmişim gibi davranıyorsun!"


Ani çıkışım onu hayrete düşürürken gülümsemesi solmaya başlamıştı.


Oturduğum yerde hırsla kalkıp çadıra doğru ilerledim. Fermuarı açıp içeriyi girdim ve fermuarı geri kapattım. Kalbimin atışı hızlandığı için kulaklarımda sadece bu ritmi duyuyordum. Ellerimi utanç içerisinde yüzüme getirip gözlerimi yumdum. Bir gün içerisinde çok fazla pot kırmış çok fazla utanmıştım. Oysa birkaç gün öncesine kadar ilişki de en cüretkâr tarafın kendim olduğunu savunuyordum. Sahi nereye gitmişti o utanmaz tutkulu hallerim? Niye çıkmaya yeni başlayan utangaç liseli ergenler gibi davranıyordum?


Duygularıma anlam vermek her saniye gittikçe zorlanırken saçlarımın kapladığı yüzümün sıcak basmaya başladığını hissettim. Ama sıcak basmasının tek sebebi saçlarım değildi. Cebimden çıkardığım lastik tokayla saçlarımı tepemden toplayıp topuz yaptım. Şimdi daha rahat hissediyordum. Ayrıca çok fazla çilek yediğim için susamıştım da çadırın karşı tarafında duran sırt çantama uzanıp içinden hazır su şişesi çıkarıp kapağını açtım ve yudumlamaya başladım. O sırada çadırın fermuarlı kapısı açılıp içeriye Çınar girdiğinde onu izledim kısa bir süre.


Susama hissimi giderdikten sonra şişenin kapağını kapatıp yanıma gelişigüzel bıraktım ve Çınarı alıcı gözüyle süzmeye başladım. Acaba ne yapsam onu afallatırdı? Düşünüyordum çünkü anlamsız utangaçlığımın benliğimi terk etmesinin zamanı gelmişti artık. Çadırın içi oldukça büyüktü, aslında yapmayı düşündüğüm şey için desem daha doğru olur. Çadırla ilgili yaptığım hesaplamalara o kadar kendimi kaptırmıştım ki Çınarın gözlerimin üzerinde elini şıklatması dikkatimi dağıttı. Gözlerimi kırpıştırırken sorgularcasına yüzüne baktım. Ona baktığımı fark ettiğinde yine o iç ısıtan gülümsemelerinden birini bana sundu.


Bu adam neden sürekli gülümsüyor? Hala gözlerimin içine bakarken karşımda yerini almıştı. "Neden öyle bakıyorsun, dalıp gitmişsin." Hala onun gözlerine bakarken kafamı olumlu anlamda salladım ve gözlerimi gözlerimden bir saniye ayırmadım. "Sadece bir şeyi merak ediyorum. Çadırın bunun için uygun olup olmadığını hesaplıyordum."


Demek istediğim şeyi anlamadan çadırı inceledi benim yaptığım gibi ardından sorar gözlerle bana bakarken açıklamaya başladı. "Yani, bir gecelik kalmak için gayet ideal bir çadır. İkimiz için gayet uygun. Yoksa sana küçük mü geldi?" Kafamı iki yana sallarken muzipçe gülümsedim.


Gülümsemem onu şaşırtmıştı. "Sahi neden sordun, aklına takılan bir şey mi var çadırla ilgili?" Cevap vermeyip evet dercesine kafamı salladım ve ona doğru yaklaştım. Ellerim ilk omuzlarına dokundu. Bu sırada yine gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum. "Çadırla ilgili bir sorunum yok aslında. Asıl sorun çadırı paylaştığım kişide. Kendisi baya heybetli bir cüsseye sahip. Acaba birazdan yapacağım hamle çadırı devirir mi diye düşündüm."


Anlamadığını belirtircesine çattığı kaşları benim gülümsememe takılı kaldığınca aralandı ve gözlerinde ilk hayret sonrasında da tedirgin parıltılar hissettim. Aradan bir şehvet parıltısını yakalamadım değil. Dehşetli ifadesi ondan sonra geliyordu. Belki de düşüncesinden utandığı için kim bilir? Hala vücudunun üzerinde arsızca dolanan ellerimi elleriyle tutup buna bir son verirken yutkunarak bana baktı. "Ne yapmaya çalışıyorsun, amacın ne Lavin?" Ona masum bir şekilde bakarken ellerimi ellerinin hakimiyetinden kurtarıp ona baktım. "Fazla bir şey değil." Ve onu geriye doğru itip çadırda sırt üstü uzanmasını sağladım. "Bunu yapmaya çalışıyordum."


Ardından ellerimi bedeninin üzerinden çekip kafasının iki yanına tutarak dirseklerimden destek aldım. Hep ben mi utanacaktım, birazda utandırma vakti.


Yeşil gözlerine bakarken dirseklerimi yere biraz daha yaslayıp yüzüne doğru eğildim ve dudağının kenarından öptüm. Dudaklarım dudağının kenarından kulağına doğru bir yol izlerken sırıttım ve kulağına geldiğimde fısıldarcasına konuşmaya başladım. "Ne diyordun en son, tek yanan ben miymişim Çınar? Sabahtan beri yaptığın kışkırtıcı dokunuşların elbet bir karşılığı olacaktı. Geç olsun güç olmasın, şimdi kim daha çok kavruluyor bakalım? Ben mi yoksa sen mi?"


Ardından dudaklarımı kulaklarından uzaklaştırıp beklenti içerisinde Çınara baktım. İlk birkaç dakika gözlerime bakan gözlerini kırpıştırıp ardından benden aşağı da kalan ellerini yavaşça bedenime getirip orayı sarmalarken yamuk bir şekilde gülümsedi. "Böyle kışkırtmaya can kurban. Mesaj alınmıştır Lavin Hanım." Hala onun gözlerine bakarken belli belirsiz gülümsedim. İyi ki beli açık bir şeyler giymemiştim, sadece tişörtün üzerinden bu kadar tetiklerken crop giyseydim ne olurdu hayal bile edemiyordum.


Yine de buna takılmayıp üstünlüğün verdiği zevki tatmaya çalışırcasına ona doğru eğildim. Dudaklarım büyüleyici görünen âdem elmasına dokundu, oraya kısa bir öpücük kondururken Çınarın belimi kavrayan elinin tutuşunu sertleştirdiğini hissettim. Bana karşı direnmeye çalışıyor ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. İnlercesine çıkardığı seslerin arasından nefes kalırken adımı seslendi. "Yeter bu kadar, yoksa hiç hoş şeyler olmayacak." Dudaklarım hala âdem elmasının üzerinde gezinirken üflercesine konuştum. "Hakimiyetimin altındayken ve bu kadar tetiklenirken boyundan büyük laflar etmemelisin bence."


Bu sefer deminkinin aksine sırıttı. "Bugün tehlikeliyiz bakıyorum. Peki ya ben bu duruma tersine çevirirsem o zaman ne yapacaksın? Bu kadar cüretkâr davranabilecek misin yine?"


Memnuniyetsizce homurdandım ve yüzüne baktım. "İstemez canım kalsın. Ben halimden memnunum. Sana da aynısını tavsiye ederim." Cümlemin sonunda doğrulup bu sefer dudağına uzun bir öpücük kondurdum. Geri çekilirken memnun bir tavırla gözlerinin içine bakarak sırıttım. Kalbim hala kulaklarımda atıyordu ama hiç değilse çekingen tavrımı bir kenara atabilmiştim.


O da gözlerimin içine bakarken belimi kavrayan ellerinden birini belimden çekip yüzüme getirdi. Yanağımda kendine yer edinen ellerinin temasıyla gözlerimi yumdum ve geri açıp Çınarı izledim. Gülümsedi, deminki kadar zorlanmıyordu şimdi. "Bakıyorum da yerini pek sevdin. Hiç kalkmayı düşünmüyor musun?"


Kafamı olumsuz anlamda sallayıp meydan okurcasına sırıtırken onu tekrar ettim. "Hiç düşünmüyorum." Ne açıklayıcı.


Bu hareketim gülmesine sebep olurken omzumun üstünden çadırın kapısına baktı. "Birazdan yağmur yağmaya başlayacak ve eşyalar dışarıda kaldı. Ayı falan gelirse iyi şeyler olmaz." Ayı lafını duyunca dehşet içerisinde ona baktım. "Ayı mı? Sen bizi vahşi dağ hayvanlarının cirit attığı yere mi getirdin yani?" Cevap beklercesine ona baktığımda korkar gibi olup ellerini saçlarıma getirdi. "Şaka yaptım sadece şaka." İkna olmak istercesine yüzüne baktım. Hala ayı çıkma ihtimalinden korkuyordum. Kahkaha sesleri somurtmama sebep olurken dik dik Çınara baktım. "Gülmeyi keser misin? Dua et ayı falan çıkmasın. Yoksa ilk gelen ayının önüne seni atıp topuklayarak da olsa terk ederim bu ormanı. Gülmesene Çınar, sana diyorum!"


Gözlerini kısıp hala gülmeye devam ederken dirseğimden destek almayı kesip bir elimi onun ağzına getirip kahkahasını bastırmaya çalıştım. "Gülme bak, basıp giderim şimdi kalırsın tek başına burada." Yaptığım blöf onun kendisine gelmesini sağlamış olmalı ki kötü kötü bakışlarını bana atarken ellerini belime iyice bastırarak göğsünün üzerine düşmemi sağladı. Yüzüm bu şekilde omuz boşluğuna denk geliyordu. Olduğum yerde doğrulmaya çalışırken ona tip tip baktım. "O, biraz zor canım. İki gün boyunca buradayız. Ve seninle ilgili kurduğum planların daha yarısına bile gelmedik. Daha önümüzde geçirilecek kırk sekiz saat var." Ardından dudakları dudaklarımı kavradı. Öpüşü uzundu. Ardından kendini geri çekip elini yine belime attı. "O yüzden benden kurtulmayı o kadar çabuk düşünmemelisin." Kafam göğsüne yaslı uzanıyorduk yerde şimdi. Kalbinin güçlü atışını duyduğumda merakımdan sordum. "Peki kalbin neden bu kadar hızlı atıyor Çınar?"


Cevabını duymak için kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. O da sorduğum sorunun onda yarattığı etkiyle yoğun bakışlarını gözlerime kilitledi. "Bilmiyorum ama muhtemelen ayılar yüzünden Lavin. Sanırım ben de onlardan korkuyorum."


Loading...
0%